'THE GENTLEMEN': RITCHIE'NİN 'META-KARA KOMEDİ' ÖNERİSİ
FİLMİN NOTU: 6.2
|

1968’li Guy Ritchie, 51 yaşına gelmişken ilk dönemine saygı duruşunda bulunan bir çeşit 'meta-kara komedi'ye imza atıyor. “The Gentlemen”, kendi içinde tutarlı ve keyifle izlenen bir film, McDonagh’ın “Yedi Psikopat”ıyla kardeşlik ilişkisi kuruyor, ama 2019’da ne kadar güncel duruyor tartışılır.
GEÇMİŞİ 30 SENE GERİYE UZANAN BİR GELENEK
90’ların İngiliz sinemasının biçimci kuşağı, kaynağına reklam ve video klibi alıyordu. Özellikle o kaynaktan Danny Boyle ve Guy Ritchie kendilerine özgü dünyalar inşa ettiler. Her ikisi de ‘kara komedi klasikleri’ ile çıkış yapsalar da sonrasında başka boyutlara transfer oldular. Ritchie’nin “Ateşten Kalbe Akıldan Dumana” (“Lock, Stock and Two Smoking Barrels”, 1998), “Kapışma” (“Snatch.”, 2000) ve “Tabanca” (“Revolver”, 2005) haricinde ciddi anlamda bu damardan başyapıt seviyesindeki bir filmi ise devreye girmedi.
Özellikle sonuncuda klasik gangster komedisinin damarının ‘psycho-kara komedi’ye transferiyle, “Dövüş Kulübü”ne (“Fight Club”, 1999) kardeş model arayışı ufuk açıcıydı. Aslında bir mahkumun bilinçaltındaki plastik ve biçimci şov gözlerden kaçmamalıydı. Orada Jason Statham kariyerinin en kalıcı rolünü verdi. 90’larda aslında Tarantino da ABD’de bu melez türde ürün vererek klasik mafya/gangster prototiplerini farklılaştırdı. Sonrasında Paul McGuigan çıksa da o kadar da tutunamadı.
STÜDYO UYARLAMALARININ YANINDA NASIL DURUYOR?
Yeni milenyumda daha ziyade Edgar Wright ve Richard Ayoade’nin aslında işin içine yaratıcılık katarak başyapıt seviyesinde filmler çektikleri görüldü. Ben Wheatley, şiddet yüklü türler ve alt türlerin içine sokarak İngiliz kara komedisinin saykodelik bağlarını güçlendirdi. Martin McDonagh ise karakterlerin ve diyalogların iyi yazıldığı suç evrenleriyle öne çıkmaya çalıştı. Ritchie, ‘Kral Arthur’, ‘Sherlock Holmes’, ‘Aladdin’ gibi bildik, ‘The Man From U.N.C.L.E.’ gibi bilinmeyen kaynakların kendine özgü uyarlamalarını çekti.
2020’de ise köklerine geri dönüyor. Aslında “The Gentlemen”a Hugh Grant ve Matthew McConaughey çok yakışmış. Sanki doğuştan Ritchie evreni için doğmuşlar. Charlie Hunnam idare etmekle kalırken Colin Farrell’ın ise şamatayı takip etmesi yetebiliyor! Burada uyuşturucu baronu Mickey Pearson, özel dedektif Fletcher, günlük gazete editörü Big Dave ve Pearson’ın sağ kolu Raymond üzerinden yürüyen bir suç ağı var. Araya dahil olan yan karakterler ise keyif veriyor.
GEÇMİŞİ 30 SENE GERİYE UZANAN BİR GELENEK
90’ların İngiliz sinemasının biçimci kuşağı, kaynağına reklam ve video klibi alıyordu. Özellikle o kaynaktan Danny Boyle ve Guy Ritchie kendilerine özgü dünyalar inşa ettiler. Her ikisi de ‘kara komedi klasikleri’ ile çıkış yapsalar da sonrasında başka boyutlara transfer oldular. Ritchie’nin “Ateşten Kalbe Akıldan Dumana” (“Lock, Stock and Two Smoking Barrels”, 1998), “Kapışma” (“Snatch.”, 2000) ve “Tabanca” (“Revolver”, 2005) haricinde ciddi anlamda bu damardan başyapıt seviyesindeki bir filmi ise devreye girmedi.
Özellikle sonuncuda klasik gangster komedisinin damarının ‘psycho-kara komedi’ye transferiyle, “Dövüş Kulübü”ne (“Fight Club”, 1999) kardeş model arayışı ufuk açıcıydı. Aslında bir mahkumun bilinçaltındaki plastik ve biçimci şov gözlerden kaçmamalıydı. Orada Jason Statham kariyerinin en kalıcı rolünü verdi. 90’larda aslında Tarantino da ABD’de bu melez türde ürün vererek klasik mafya/gangster prototiplerini farklılaştırdı. Sonrasında Paul McGuigan çıksa da o kadar da tutunamadı.
STÜDYO UYARLAMALARININ YANINDA NASIL DURUYOR?
Yeni milenyumda daha ziyade Edgar Wright ve Richard Ayoade’nin aslında işin içine yaratıcılık katarak başyapıt seviyesinde filmler çektikleri görüldü. Ben Wheatley, şiddet yüklü türler ve alt türlerin içine sokarak İngiliz kara komedisinin saykodelik bağlarını güçlendirdi. Martin McDonagh ise karakterlerin ve diyalogların iyi yazıldığı suç evrenleriyle öne çıkmaya çalıştı. Ritchie, ‘Kral Arthur’, ‘Sherlock Holmes’, ‘Aladdin’ gibi bildik, ‘The Man From U.N.C.L.E.’ gibi bilinmeyen kaynakların kendine özgü uyarlamalarını çekti.
2020’de ise köklerine geri dönüyor. Aslında “The Gentlemen”a Hugh Grant ve Matthew McConaughey çok yakışmış. Sanki doğuştan Ritchie evreni için doğmuşlar. Charlie Hunnam idare etmekle kalırken Colin Farrell’ın ise şamatayı takip etmesi yetebiliyor! Burada uyuşturucu baronu Mickey Pearson, özel dedektif Fletcher, günlük gazete editörü Big Dave ve Pearson’ın sağ kolu Raymond üzerinden yürüyen bir suç ağı var. Araya dahil olan yan karakterler ise keyif veriyor.

KARİZMATİK BİR META-KARA KOMEDİ
Grant’in dedektifi filme bir hareket katıyor. Onun üzerinden dönen hikaye, ‘meta-kara komedi’ye kayıyor. Bu da işin içine resimlerin de uyuşturucunun da dahil olabildiği saf bir dolandırıcılık ağını duyuruyor. Bu koşuşturmacayı Ritchie’nin “Tabanca”dan bu yana çalıştığı kurgucu James Herbert iyi bağlamış. Özellikle filmin ilk 30-40 dakikası iyi işliyor.
Araya girebilen bölüm araları veya ara yazılar da aslında “The Gentlemen”ın karizmasına çok şey katıyor. Zaten senaryo açısından yeraltı dünyasını yansıtmakta problemi olmayan bir yapıt izliyoruz. Bunun arasına kahkaha attıran “Konuşma” (“The Conversation”, 1974) sözlü esprisi de gidiyor. Ama ilk kez sinematografi işini üstlenen Alan Stewart fazlasıyla idare ediyor. Bu sayede de aslında 2010’lardan giderken McDonagh’tan farksız, diyaloglarıyla öne çıkan klasik bir İngiliz kara komedi filmi servis ediliyor.
‘YEDİ PSİKOPAT’LA KARDEŞ BİR SAYGI DURUŞU FİLMİ
“Yedi Psikopat”ta (“Seven Pyschopaths”, 2012) senarist-yönetmen “Yedi Samuray”ı (“Shichinin No Samurai”, 1954) tersyüz ederek aslında yedi karakterin gözünden bir suç olayını, ‘yaratıcılık dönemi krizi filmi’ formülüyle anlatmıştı. Burada da o ‘meta-damar’ canlanıyor. Ama bu kez hedef 90’ların o nostaljik kara komedi örneklerine saygı duruşunda bulunmak. Eğer mesela bir ‘hommage’ ise Ritchie bu konuda başarılı.
Özellikle Hugh Grant ile Matthew McConaughey, yönetmenin kirlilik ağına çok yakışıyor. İngilizceyi çok iyi konuşuyorlar, aksanı da boş yere yapmıyor. Aksine karakterlere ayrı bir dinamizm de katıyorlar. Ama Hunnam ve Marsan devreye girdiğinde film gaza basamıyor. Henry Golding ise karizmaya destek olamıyor.
2010’LARDA SAYGIYA DEĞER İKİ VEYA ÜÇ FİLMİ VAR
Ritchie, son dönemde aslında fazlasıyla duraklama dönemine girdi. 2005’ten bu yana net olarak kalıcı bir film çekmedi. Ama ‘Sherlock Holmes’ün ikincisi “Sherlock Holmes: Gölge Oyunları”nda (“Sherlock Holmes: A Game of Shadows”, 2011) Eisenstein etkili bir gölge oyunu estetiğiyle dikkat çekmesi bir yana “Kral Arthur: Kılıç Efsanesi”nde (“Kral Arthur: Legend of the Sword”, 2017) postmodern bir Kral Arthur epiğine imza atmıştı. Kendi karakterlerini, İngiliz yeraltı dünyasından tarihi İngiltere’ye, önceki yüzyıllara taşımıştı.
Böylesi postmodern dokunuşlara, çağa ayak uyduran yeniliklere ihtiyacı var sinemacının. “Kod Adı U.N.C.L.E.” (“The Man from UNCLE”, 2015) da Argento, Leone, Bava’ya selam çakarak nostaljik bir biçim şovu niyetine izlenen klas ve şık bir ajan filmine dönüşmüştü. 2002'de "Swept Away"le de Lina Wertmüller'in sinemasına ortalama hali bir saygı duruşu canlanmıştı. “Aladdin” (2019), “RockNRolla” (2008), “Sherlock Holmes” (2009) gibi zoraki ‘Amerikan’ olmasına alan açsa da fiyaskoya dönüşen filmlerin uzağında durması doğru bir karar.
KENDİ İÇİNDE TUTARLI OLMAK BU ÇAĞDA YETİYOR MU?
Kabul etmek gerekir ki “The Gentlemen” kendi içinde tutarlı bir film, ustalıklı diyaloglarıyla keyifle izleniyor. Atmosferiyle de dünyasına alıyor. Ama McDonagh’ın sinemasız yaptıklarının çok da ötesi olamıyor. Centilmen erkeklerin öyküsü olarak bir karizması var, “Bıçaklar Çekildi” (“Knives Out”, 2019) gibi demode durmuyor. Fakat sinemasal bir ufuk açıcılık, zamanının ötesinde durma, dinamizme saygı da barındırmıyor. Ritchie öyle bir seviyeye gelmiş ki 'düzgün film' yapması bile hayranlık yaratabiliyor.
John Michael McDonagh gibi sıfır sinema, bol eğlence arzusuna da kapılmıyor. Ama onun tek sinemasal duran eseri “Herkese Karşı” (“War on Everyone”, 2016) ile rekabete girebiliyor. İngiliz kara komedisinde artık devir değişti. Danny Boyle bilgisayar oyunu ve YouTube estetiğine geçti, Wright’ın tür sineması zirveleri ve çizgi roman estetiği devrimleri var. Bu çağda biçimcilik de retro dokusu, nostaljik tadı hariç o kadar da kalıcı olamayabiliyor. Burada yönetmenin öyle ya da böyle 'saygı duruşu' arzusu sebebiyle hatırlanacak bir eser var.
Grant’in dedektifi filme bir hareket katıyor. Onun üzerinden dönen hikaye, ‘meta-kara komedi’ye kayıyor. Bu da işin içine resimlerin de uyuşturucunun da dahil olabildiği saf bir dolandırıcılık ağını duyuruyor. Bu koşuşturmacayı Ritchie’nin “Tabanca”dan bu yana çalıştığı kurgucu James Herbert iyi bağlamış. Özellikle filmin ilk 30-40 dakikası iyi işliyor.
Araya girebilen bölüm araları veya ara yazılar da aslında “The Gentlemen”ın karizmasına çok şey katıyor. Zaten senaryo açısından yeraltı dünyasını yansıtmakta problemi olmayan bir yapıt izliyoruz. Bunun arasına kahkaha attıran “Konuşma” (“The Conversation”, 1974) sözlü esprisi de gidiyor. Ama ilk kez sinematografi işini üstlenen Alan Stewart fazlasıyla idare ediyor. Bu sayede de aslında 2010’lardan giderken McDonagh’tan farksız, diyaloglarıyla öne çıkan klasik bir İngiliz kara komedi filmi servis ediliyor.
‘YEDİ PSİKOPAT’LA KARDEŞ BİR SAYGI DURUŞU FİLMİ
“Yedi Psikopat”ta (“Seven Pyschopaths”, 2012) senarist-yönetmen “Yedi Samuray”ı (“Shichinin No Samurai”, 1954) tersyüz ederek aslında yedi karakterin gözünden bir suç olayını, ‘yaratıcılık dönemi krizi filmi’ formülüyle anlatmıştı. Burada da o ‘meta-damar’ canlanıyor. Ama bu kez hedef 90’ların o nostaljik kara komedi örneklerine saygı duruşunda bulunmak. Eğer mesela bir ‘hommage’ ise Ritchie bu konuda başarılı.
Özellikle Hugh Grant ile Matthew McConaughey, yönetmenin kirlilik ağına çok yakışıyor. İngilizceyi çok iyi konuşuyorlar, aksanı da boş yere yapmıyor. Aksine karakterlere ayrı bir dinamizm de katıyorlar. Ama Hunnam ve Marsan devreye girdiğinde film gaza basamıyor. Henry Golding ise karizmaya destek olamıyor.
2010’LARDA SAYGIYA DEĞER İKİ VEYA ÜÇ FİLMİ VAR
Ritchie, son dönemde aslında fazlasıyla duraklama dönemine girdi. 2005’ten bu yana net olarak kalıcı bir film çekmedi. Ama ‘Sherlock Holmes’ün ikincisi “Sherlock Holmes: Gölge Oyunları”nda (“Sherlock Holmes: A Game of Shadows”, 2011) Eisenstein etkili bir gölge oyunu estetiğiyle dikkat çekmesi bir yana “Kral Arthur: Kılıç Efsanesi”nde (“Kral Arthur: Legend of the Sword”, 2017) postmodern bir Kral Arthur epiğine imza atmıştı. Kendi karakterlerini, İngiliz yeraltı dünyasından tarihi İngiltere’ye, önceki yüzyıllara taşımıştı.
Böylesi postmodern dokunuşlara, çağa ayak uyduran yeniliklere ihtiyacı var sinemacının. “Kod Adı U.N.C.L.E.” (“The Man from UNCLE”, 2015) da Argento, Leone, Bava’ya selam çakarak nostaljik bir biçim şovu niyetine izlenen klas ve şık bir ajan filmine dönüşmüştü. 2002'de "Swept Away"le de Lina Wertmüller'in sinemasına ortalama hali bir saygı duruşu canlanmıştı. “Aladdin” (2019), “RockNRolla” (2008), “Sherlock Holmes” (2009) gibi zoraki ‘Amerikan’ olmasına alan açsa da fiyaskoya dönüşen filmlerin uzağında durması doğru bir karar.
KENDİ İÇİNDE TUTARLI OLMAK BU ÇAĞDA YETİYOR MU?
Kabul etmek gerekir ki “The Gentlemen” kendi içinde tutarlı bir film, ustalıklı diyaloglarıyla keyifle izleniyor. Atmosferiyle de dünyasına alıyor. Ama McDonagh’ın sinemasız yaptıklarının çok da ötesi olamıyor. Centilmen erkeklerin öyküsü olarak bir karizması var, “Bıçaklar Çekildi” (“Knives Out”, 2019) gibi demode durmuyor. Fakat sinemasal bir ufuk açıcılık, zamanının ötesinde durma, dinamizme saygı da barındırmıyor. Ritchie öyle bir seviyeye gelmiş ki 'düzgün film' yapması bile hayranlık yaratabiliyor.
John Michael McDonagh gibi sıfır sinema, bol eğlence arzusuna da kapılmıyor. Ama onun tek sinemasal duran eseri “Herkese Karşı” (“War on Everyone”, 2016) ile rekabete girebiliyor. İngiliz kara komedisinde artık devir değişti. Danny Boyle bilgisayar oyunu ve YouTube estetiğine geçti, Wright’ın tür sineması zirveleri ve çizgi roman estetiği devrimleri var. Bu çağda biçimcilik de retro dokusu, nostaljik tadı hariç o kadar da kalıcı olamayabiliyor. Burada yönetmenin öyle ya da böyle 'saygı duruşu' arzusu sebebiyle hatırlanacak bir eser var.
'KİRPİ SONIC': LIVE-ACTION ANİMASYON FİLM NASIL YAPILMAMALI?
FİLMİN NOTU: 3.4
|

90’ların meşhur konsol oyununun sinema uyarlaması hiçbir şeye değmiyor. “Kirpi Sonic”, Ben Schwartz-James Marsden ikilisinden ‘iki kafadar’ çıkarma arzusu tutmayan, Jim Carrey ile ise oyalayamayan bir live-action-animasyon film örneği.
UYARLAMASI ZOR BİR KAYNAK
‘Warcraft’, ‘Assassin’s Creed’ gibi ‘yapılamaz!’ dedirten video oyunlarının belli bir tutarlılıkla uyarlandığı bir dönemdeyiz. ‘Kirpi Sonic’in 1996’da piyasaya çıkan SEGA oyunu, Japon arka planına sahipti. Bu sebeple de aslında ‘anime’ üzerinden bir yıkım projesine dönüştürülebirdi. Ama 2017’de kısa animasyonu "Gopher Broke" ile Oscar’a aday olan Jeff Fowler'a emanet edilince kontrolden çıkmış.
Baştan sona ‘live-action-animasyon nasıl yapılmamalı?’ sorusunu cevaplıyor. Kirpinin hareketleri ve vukuatları hiçbir şekilde ‘Paddington’ serisi gibi vizyon sahibi bir hal almıyor. Aksine bir TV yıldızının arka planında olup bitenleri izliyoruz. James Marsden’den “Pokemon Dedektifi Pikachu” (2019) gibi başarılı ve eğlenceli bir iki kafadar bireyi çıkaramamak projenin sonunu hazırlamış. O yıllardır beklenen uyarlamaya hem ses hem de eğlence katan Ryan Reynolds’ın mumla arandığı görülüyor.
KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE POPÜLER KÜLTÜR GÖNDERMELERİ
Ben Schwartz-James Marsden ikilisinden asla bir kalıcı ikili çıkmıyor. Koyulan ‘Wachowski’ soyadı ve kör kör parmağım gözüne ‘Men in Black’ göndermeleri de nafile. Schwartz gibi bir dizi sesinden ziyade Carrey’nin seslendirilmesi Reynolds’un ‘Dedektif Pikachu’ becerisinden sonra daha doğru bir tercih olabilirdi. Ama Walker da bu olmamışlığın peşine takılınca boş bir umursamazlık devreye giriyor.
Kirpinin daha yetkin bir zanaat ve hikayeyle yansıtılması gerekirdi, ama bu gerçekleşmiyor. ‘Alvin ve Sincaplar’ (‘Alvin and the Chipmunks’) gibi en azından metinleriyle ve karakterleriyle eğlendiren, teknik açıdan düzgün bir live-action animasyon denemesi de canlanmıyor.
CARREY KENDİ KENDİNİ TEKRAR EDİYOR
Disney’in modern animasyon klasiğine dönüşecek “Oyunbozan Ralph” (“Wreck-It Ralph”, 2012) sonrasına denk gelmesiyle 'nasıl yani?' dedirten Amiga yıllarından bir Sega estetiği canlanıyor. Bu da konsol oyunu çiğliği getiriyor maalesef.
“Kirpi Sonic”te Jim Carrey, Dr. Robotnic tiplemesiyle ise 1995’te “Batman Daima”da (“Batman Forever”) gördüğümüz pek sevilmeyen Riddler’ın bayat bir reenkarnasyonu, tekrarı ve kopyası olarak devreye girmekten başka bir işe yaramamış. Onun üzerinden devam filmi yapma planlarını vurgulayarak kapanış jeneriği sonrası bonus sahneye ise hiç girmeyelim!
UYARLAMASI ZOR BİR KAYNAK
‘Warcraft’, ‘Assassin’s Creed’ gibi ‘yapılamaz!’ dedirten video oyunlarının belli bir tutarlılıkla uyarlandığı bir dönemdeyiz. ‘Kirpi Sonic’in 1996’da piyasaya çıkan SEGA oyunu, Japon arka planına sahipti. Bu sebeple de aslında ‘anime’ üzerinden bir yıkım projesine dönüştürülebirdi. Ama 2017’de kısa animasyonu "Gopher Broke" ile Oscar’a aday olan Jeff Fowler'a emanet edilince kontrolden çıkmış.
Baştan sona ‘live-action-animasyon nasıl yapılmamalı?’ sorusunu cevaplıyor. Kirpinin hareketleri ve vukuatları hiçbir şekilde ‘Paddington’ serisi gibi vizyon sahibi bir hal almıyor. Aksine bir TV yıldızının arka planında olup bitenleri izliyoruz. James Marsden’den “Pokemon Dedektifi Pikachu” (2019) gibi başarılı ve eğlenceli bir iki kafadar bireyi çıkaramamak projenin sonunu hazırlamış. O yıllardır beklenen uyarlamaya hem ses hem de eğlence katan Ryan Reynolds’ın mumla arandığı görülüyor.
KÖR KÖR PARMAĞIM GÖZÜNE POPÜLER KÜLTÜR GÖNDERMELERİ
Ben Schwartz-James Marsden ikilisinden asla bir kalıcı ikili çıkmıyor. Koyulan ‘Wachowski’ soyadı ve kör kör parmağım gözüne ‘Men in Black’ göndermeleri de nafile. Schwartz gibi bir dizi sesinden ziyade Carrey’nin seslendirilmesi Reynolds’un ‘Dedektif Pikachu’ becerisinden sonra daha doğru bir tercih olabilirdi. Ama Walker da bu olmamışlığın peşine takılınca boş bir umursamazlık devreye giriyor.
Kirpinin daha yetkin bir zanaat ve hikayeyle yansıtılması gerekirdi, ama bu gerçekleşmiyor. ‘Alvin ve Sincaplar’ (‘Alvin and the Chipmunks’) gibi en azından metinleriyle ve karakterleriyle eğlendiren, teknik açıdan düzgün bir live-action animasyon denemesi de canlanmıyor.
CARREY KENDİ KENDİNİ TEKRAR EDİYOR
Disney’in modern animasyon klasiğine dönüşecek “Oyunbozan Ralph” (“Wreck-It Ralph”, 2012) sonrasına denk gelmesiyle 'nasıl yani?' dedirten Amiga yıllarından bir Sega estetiği canlanıyor. Bu da konsol oyunu çiğliği getiriyor maalesef.
“Kirpi Sonic”te Jim Carrey, Dr. Robotnic tiplemesiyle ise 1995’te “Batman Daima”da (“Batman Forever”) gördüğümüz pek sevilmeyen Riddler’ın bayat bir reenkarnasyonu, tekrarı ve kopyası olarak devreye girmekten başka bir işe yaramamış. Onun üzerinden devam filmi yapma planlarını vurgulayarak kapanış jeneriği sonrası bonus sahneye ise hiç girmeyelim!
'YENİ BAŞTAN': 'TIME AFTER TIME', 'WESTWORLD'LE BULUŞUYOR
FİLMİN NOTU: 5.1
|

Fransa’nın önemli dönemine adanmış bir film. “Yeni Baştan” ("La Belle Epoque"), romantik bir zaman yolculuğu filmi olarak yola çıksa da Resnais başyapıtı “Seni Seviyorum, Seni Seviyorum”un iddiasını taşımıyor, popüler kanatta kendi çapında takılmaya mahkum bırakılıyor.
SANAT YÖNETİMİ BİR DÖNEMİ ÇÖZMÜŞ
Sinemada daha ziyade Amerikalıların hayalleriyle ilgileniriz. Fransızların hayali de herhalde ‘Güzel Çağ’ın, ülkenin 1871-1914 arası döneminin yeniden tasarlanması olsa gerek. “Yeni Baştan”da (“La Belle Epoque”), Nicolas Bedos Daniel Auteuil’un eşliğinde böyle bir yolculuğa çıkarıyor bizi. Bunun adı aslında bir ‘lunapark treni’, ‘zaman yolculuğu’, ‘romans tazeleme serüveni’ olarak konabilir. Ama nihayetinde bir bilimkurgu filmi izliyoruz.
Aslında yıllar önce Woody Allen’ın “Paris’te bir Gece Yarısı”da ("Midnight in Paris", 2011), tarihsel açıdan önemli filozoflar arasında gezdiğini görmüştük. Burada ise Trueba’nın filmi “Belle Epoque” (1992) ile ters istikamette dolaşan bir zamandan zamana atlama arzusu var. Filmin kurgusuna 3 kişi emek verse de açıkçası o konuda ciddi bir problem var. ‘Güzel Çağ’ portrelemesi başarılı sanat yönetimiyle çözülüyor, ki filmin en büyük kozu da bu.
“TIME AFTER TIME”, “WESTWORLD”LE BULUŞUYOR
Ancak bunun ötesinde “Yeni Baştan”ın ciddiye alınmasında belirgin problemler devreye girebiliyor. Bu da ‘romantik zaman yolcuğu filmleri’ arasında önemli bir yere oturmasını engelliyor. Fransız sinemasının tarihine bakınca Resnais klasiği “Seni Seviyorum, Seni Seviyorum”un (“Je T’aime Je T’aime”, 1968) anılarla yarattığı romantik-bilimkurgu kırması modelden uzakta bir arayış var.
Bunun ötesinde “Sil Baştan” (“Eternal Sunshine of the Spotless Mind”, 2004), “Yeryüzündeki Son Aşk” (“Perfect Sense”, 2011), “Tek Aşkım” (“The One I Love”, 2014), “The Discovery” (2017) gibi bu melez damarda kalıcı ve entelektüel eserlerle yarışmaktan da uzak bir yapıt izliyoruz. Daha ziyade popüler kanattaki, Hollywood çıkışlı “Zamanın İçinde” (“Time After Time”, 1979) feyz alınan model gibi. Onun tabanını ise günümüzde diziye uyarlanan bilimkurgu başyapıtı “Westworld” (1973) ile buluşturuyor.
FRANSIZ SANAT SİNEMASI DAMARI YANILTICI OLMUŞ
Auteuil fazla kendi çapında takıldığı için Fanny Ardant’ın ve Fransız sanat sinemasının güzelliği çok da doruğa çıkmıyor. Film bu açıdan bir yere geldiğinde tıkanıyor. ‘Güzellik’ ve ‘geleneksellik’in tuzağına düşüyor.
Esaslı sıkıntıyı da bu damardan çekiyor. 115 yerine 95 dakikada enerjik bir Kaufman anlatısına dönüşebilirmiş. Bu haliyle ona yanaşmadan memuriyeti olan bir dönem filminin ötesi olamıyor aslında. Bu da aslında “Yeni Baştan”ın zaaflarını ortaya koyabiliyor aslında büyük oranda…
SANAT YÖNETİMİ BİR DÖNEMİ ÇÖZMÜŞ
Sinemada daha ziyade Amerikalıların hayalleriyle ilgileniriz. Fransızların hayali de herhalde ‘Güzel Çağ’ın, ülkenin 1871-1914 arası döneminin yeniden tasarlanması olsa gerek. “Yeni Baştan”da (“La Belle Epoque”), Nicolas Bedos Daniel Auteuil’un eşliğinde böyle bir yolculuğa çıkarıyor bizi. Bunun adı aslında bir ‘lunapark treni’, ‘zaman yolculuğu’, ‘romans tazeleme serüveni’ olarak konabilir. Ama nihayetinde bir bilimkurgu filmi izliyoruz.
Aslında yıllar önce Woody Allen’ın “Paris’te bir Gece Yarısı”da ("Midnight in Paris", 2011), tarihsel açıdan önemli filozoflar arasında gezdiğini görmüştük. Burada ise Trueba’nın filmi “Belle Epoque” (1992) ile ters istikamette dolaşan bir zamandan zamana atlama arzusu var. Filmin kurgusuna 3 kişi emek verse de açıkçası o konuda ciddi bir problem var. ‘Güzel Çağ’ portrelemesi başarılı sanat yönetimiyle çözülüyor, ki filmin en büyük kozu da bu.
“TIME AFTER TIME”, “WESTWORLD”LE BULUŞUYOR
Ancak bunun ötesinde “Yeni Baştan”ın ciddiye alınmasında belirgin problemler devreye girebiliyor. Bu da ‘romantik zaman yolcuğu filmleri’ arasında önemli bir yere oturmasını engelliyor. Fransız sinemasının tarihine bakınca Resnais klasiği “Seni Seviyorum, Seni Seviyorum”un (“Je T’aime Je T’aime”, 1968) anılarla yarattığı romantik-bilimkurgu kırması modelden uzakta bir arayış var.
Bunun ötesinde “Sil Baştan” (“Eternal Sunshine of the Spotless Mind”, 2004), “Yeryüzündeki Son Aşk” (“Perfect Sense”, 2011), “Tek Aşkım” (“The One I Love”, 2014), “The Discovery” (2017) gibi bu melez damarda kalıcı ve entelektüel eserlerle yarışmaktan da uzak bir yapıt izliyoruz. Daha ziyade popüler kanattaki, Hollywood çıkışlı “Zamanın İçinde” (“Time After Time”, 1979) feyz alınan model gibi. Onun tabanını ise günümüzde diziye uyarlanan bilimkurgu başyapıtı “Westworld” (1973) ile buluşturuyor.
FRANSIZ SANAT SİNEMASI DAMARI YANILTICI OLMUŞ
Auteuil fazla kendi çapında takıldığı için Fanny Ardant’ın ve Fransız sanat sinemasının güzelliği çok da doruğa çıkmıyor. Film bu açıdan bir yere geldiğinde tıkanıyor. ‘Güzellik’ ve ‘geleneksellik’in tuzağına düşüyor.
Esaslı sıkıntıyı da bu damardan çekiyor. 115 yerine 95 dakikada enerjik bir Kaufman anlatısına dönüşebilirmiş. Bu haliyle ona yanaşmadan memuriyeti olan bir dönem filminin ötesi olamıyor aslında. Bu da aslında “Yeni Baştan”ın zaaflarını ortaya koyabiliyor aslında büyük oranda…
'MASALLARDAN GERİYE KALAN': ZORLAMA BİR FANTASTİK AŞK FİLMİ
FİLMİN NOTU: 2.8
|

Fantastik ve gizemli bir yerli aşk filmi olmak için yola çıkıyor. “Masallardan Geriye Kalan”, bu algıyı kalkındırmak istese de Mustafa Uğur Yağcıoğlu’nun ‘puslu havadan medet uman’ bayağı Eskişehir manzaralarına takılıyor.
ÖZGÜR ÇEVİK’İN BUNALIMLI CİHANGİR TİPİ ÇOK YAPAY
Mustafa Uğur Yağcıoğlu, dizi dekupajıyla film çekse de nedense sinema dünyasında iş bulabiliyor. “Masallardan Geriye Kalan” da bunun kanıtı. Bu kez Özgür Çevik gibi popüler bir isim yerleştirilmiş başrole. Onun üzerinden bunalımlı bir Cihangir çevresi eleştirisi hiç de entelektüel ve boyutlu hale gelmiyor.
Aksine bunalımlı aşk hikayesinin yapaylığını destekliyor. Görüntü yönetimi ise Yağcıoğlu’nun “Sizi Seviyorum” (2009), “Şov Bizinis” (2011), “En Güzeli” (2015), “Dünyanın En Güzel Kokusu” (2016) gibi trash filmlerinin seviyesinde değil. Aksine “Son Ders: Aşk ve Üniversite” (2008), “Yanımda Kal” (2018), “Dünyanın En Güzel Kokusu 2” (2017) gibi ‘kötünün iyisi filmler’le yarışıyor.
ESKİŞEHİR’İN KUŞBAKIŞI AÇILARI PROFESYONEL DEĞİL
En azından berrak bir şekilde ne olup bittiğini görüyoruz. Ama seviye Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde ciddi bir helikopter çekimi yapmak söz konusu olduğunda kopuyor sanki. Oradan da bir görkem ilerleyemiyor.
Filmin görüntü yönetmeni bir şeyler yapmış ama post-prodüksiyonda çalışmamış. İlayda Akdoğan-Çevik ikilisine yazılan diyaloglar bir yere kadar oyalıyor. Ama bunun ötesinde gerçekten de bizim gördüklerimizin, finale doğru giden sürprizi kaldıracak bir senaryo inandırıcılığı yok.
TUBA ÜNSAL OYUNCULUĞU AŞMIŞ GİBİ HAREKET EDİYOR
Bu durum da Tuba Ünsal’ın kendini Jennifer Lawrence sanmasıyla birlikte aslında aşırı derecede yama duran göstermelik gövde gösterisini duyuruyor. Ünsal’ın siyah saçlı bir şekilde oyuncu olduğunu zannetmesi, Jennifer Lawrence’ı örnek alıyor gibi gözükmesi üzücü. Görüntü yönetmeni de Eskişehir’in o kadar güzelliğini puslu havada almayı tercih ediyor. Bu durum da sinemasal açıdan belirgin bir problem getiriyor.
Ama bir Yağcıoğlu filminde elbette buna şaşırmıyoruz. Finaldeki sürprizli dönüş, ‘her şey onun hayalindeydi’ noktasını koyma arzusu, altı doldurulmayan dramatik yapının mantık boşluklarını daha da belirgin bir şekilde ortaya çıkarıyor. Sanki “Masallardan Geriye Kalan”, yamama prodüksiyon katkısıyla ayakta kalmaya çalışırken sonradan görme duran bir aşk filmi.
ÖZGÜR ÇEVİK’İN BUNALIMLI CİHANGİR TİPİ ÇOK YAPAY
Mustafa Uğur Yağcıoğlu, dizi dekupajıyla film çekse de nedense sinema dünyasında iş bulabiliyor. “Masallardan Geriye Kalan” da bunun kanıtı. Bu kez Özgür Çevik gibi popüler bir isim yerleştirilmiş başrole. Onun üzerinden bunalımlı bir Cihangir çevresi eleştirisi hiç de entelektüel ve boyutlu hale gelmiyor.
Aksine bunalımlı aşk hikayesinin yapaylığını destekliyor. Görüntü yönetimi ise Yağcıoğlu’nun “Sizi Seviyorum” (2009), “Şov Bizinis” (2011), “En Güzeli” (2015), “Dünyanın En Güzel Kokusu” (2016) gibi trash filmlerinin seviyesinde değil. Aksine “Son Ders: Aşk ve Üniversite” (2008), “Yanımda Kal” (2018), “Dünyanın En Güzel Kokusu 2” (2017) gibi ‘kötünün iyisi filmler’le yarışıyor.
ESKİŞEHİR’İN KUŞBAKIŞI AÇILARI PROFESYONEL DEĞİL
En azından berrak bir şekilde ne olup bittiğini görüyoruz. Ama seviye Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde ciddi bir helikopter çekimi yapmak söz konusu olduğunda kopuyor sanki. Oradan da bir görkem ilerleyemiyor.
Filmin görüntü yönetmeni bir şeyler yapmış ama post-prodüksiyonda çalışmamış. İlayda Akdoğan-Çevik ikilisine yazılan diyaloglar bir yere kadar oyalıyor. Ama bunun ötesinde gerçekten de bizim gördüklerimizin, finale doğru giden sürprizi kaldıracak bir senaryo inandırıcılığı yok.
TUBA ÜNSAL OYUNCULUĞU AŞMIŞ GİBİ HAREKET EDİYOR
Bu durum da Tuba Ünsal’ın kendini Jennifer Lawrence sanmasıyla birlikte aslında aşırı derecede yama duran göstermelik gövde gösterisini duyuruyor. Ünsal’ın siyah saçlı bir şekilde oyuncu olduğunu zannetmesi, Jennifer Lawrence’ı örnek alıyor gibi gözükmesi üzücü. Görüntü yönetmeni de Eskişehir’in o kadar güzelliğini puslu havada almayı tercih ediyor. Bu durum da sinemasal açıdan belirgin bir problem getiriyor.
Ama bir Yağcıoğlu filminde elbette buna şaşırmıyoruz. Finaldeki sürprizli dönüş, ‘her şey onun hayalindeydi’ noktasını koyma arzusu, altı doldurulmayan dramatik yapının mantık boşluklarını daha da belirgin bir şekilde ortaya çıkarıyor. Sanki “Masallardan Geriye Kalan”, yamama prodüksiyon katkısıyla ayakta kalmaya çalışırken sonradan görme duran bir aşk filmi.
'KÜÇÜK KADINLAR': CAPCANLI BİR DÖNEM FİLMİ
FİLMİN NOTU: 6.5
|
Haftanın en iyisi "Little Women"ı 2 hafta önce Hollanda prömiyerinde izleyip kaleme almıştım: https://www.posta.com.tr/yazarlar/kerem-akca/kucuk-kadinlar-capcanli-bir-donem-filmi-2235890
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
AJANLAR İŞ BAŞINDA (SPIES IN DISGUISE): 6.5
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ (PORTRAIT OF A LADY ON FIRE): 5.5
AMAN REİS DUYMASIN: 2.7
ANNELERİMİZ (NUESTRAS MADRES): 5.9
ASTRAL BOYUT (ASTRAL): 3.4
AŞK TESADÜFLERİ SEVER 2: 4.6
BABA PARASI: 4.3
BACURAU: 5
BAD BOYS 3 (BAD BOYS FOR LIFE): 5.4
BAL ÜLKESİ (HONEYLAND): 3.5
BEDENİMİ KAYBETTİM (J’AI PERDU MON CORPS): 5.7
BIÇAKLAR ÇEKİLDİ (KNIVES OUT): 4
BİZ BÖYLEYİZ: 5.6
CATS: 5.5
DERİN SULAR (UNDERWATER): 5.5
DOKTOR UYKU (DOCTOR SLEEP): 6.7
DOLITTLE: 4.8
ELTİLERİN SAVAŞI: 5
ELVEDA (THE FAREWELL): 2.6
GAMONYA ÜLKESİ: 4.8
GÜZELLİĞİN PORTRESİ: 4.5
HAİN (IL TRADITORE): 5.2
IP MAN 4: 3.7
KARA NOEL (BLACK CHRISTMAS): 4
KARANLIK SULAR (DARK WATERS): 4.2
KARLAR ÜLKESİ 2 (FROZEN 2): 5.3
JUDY: 3.8
KUZULAR FİRARDA: UZAY PARKI (SHAUN THE SHEEP: FARMAGEDDON): 6.2
MATTHIAS & MAXIME: 3.6
MUCİZE 2: AŞK: 5.8
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PERİ AĞZI OLMAYAN KIZ: 5.5
RAFADAN TAYFA 2: 1.9
RESMİ SIRLAR (OFFICIAL SECRETS): 3.5
SAKLI GERÇEKLER (LA VERITE): 5
SEFİLLER (LES MISERABLES): 4
SIFIR BİR: 3.9
SKANDAL (BOMBSHELL): 4.5
ŞEKER ÇOCUK (HONEY BOY): 5
ŞUURSUZ AŞK: 3.5
STAR WARS: SKYWALKER’IN YÜKSELİŞİ: 3.5
TAVŞAN JOJO (JOJO RABBIT): 4.3
TÜRKLER GELİYOR: 2.6
YIRTICI KUŞLAR (BIRDS OF PREY): 6.7
AJANLAR İŞ BAŞINDA (SPIES IN DISGUISE): 6.5
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ (PORTRAIT OF A LADY ON FIRE): 5.5
AMAN REİS DUYMASIN: 2.7
ANNELERİMİZ (NUESTRAS MADRES): 5.9
ASTRAL BOYUT (ASTRAL): 3.4
AŞK TESADÜFLERİ SEVER 2: 4.6
BABA PARASI: 4.3
BACURAU: 5
BAD BOYS 3 (BAD BOYS FOR LIFE): 5.4
BAL ÜLKESİ (HONEYLAND): 3.5
BEDENİMİ KAYBETTİM (J’AI PERDU MON CORPS): 5.7
BIÇAKLAR ÇEKİLDİ (KNIVES OUT): 4
BİZ BÖYLEYİZ: 5.6
CATS: 5.5
DERİN SULAR (UNDERWATER): 5.5
DOKTOR UYKU (DOCTOR SLEEP): 6.7
DOLITTLE: 4.8
ELTİLERİN SAVAŞI: 5
ELVEDA (THE FAREWELL): 2.6
GAMONYA ÜLKESİ: 4.8
GÜZELLİĞİN PORTRESİ: 4.5
HAİN (IL TRADITORE): 5.2
IP MAN 4: 3.7
KARA NOEL (BLACK CHRISTMAS): 4
KARANLIK SULAR (DARK WATERS): 4.2
KARLAR ÜLKESİ 2 (FROZEN 2): 5.3
JUDY: 3.8
KUZULAR FİRARDA: UZAY PARKI (SHAUN THE SHEEP: FARMAGEDDON): 6.2
MATTHIAS & MAXIME: 3.6
MUCİZE 2: AŞK: 5.8
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PERİ AĞZI OLMAYAN KIZ: 5.5
RAFADAN TAYFA 2: 1.9
RESMİ SIRLAR (OFFICIAL SECRETS): 3.5
SAKLI GERÇEKLER (LA VERITE): 5
SEFİLLER (LES MISERABLES): 4
SIFIR BİR: 3.9
SKANDAL (BOMBSHELL): 4.5
ŞEKER ÇOCUK (HONEY BOY): 5
ŞUURSUZ AŞK: 3.5
STAR WARS: SKYWALKER’IN YÜKSELİŞİ: 3.5
TAVŞAN JOJO (JOJO RABBIT): 4.3
TÜRKLER GELİYOR: 2.6
YIRTICI KUŞLAR (BIRDS OF PREY): 6.7