'SEBERG': POLİTİK-GERİLİM NİYETİNE AKTRİS BİYOGRAFİSİ
FİLMİN NOTU: 6
|

Benedict Andrews, ikinci uzun metrajında Jean Seberg’e modern bir bakış atarken son 20 yılın en iyi aktris bio-pic’lerinden birine imza atıyor. “Seberg”, tarihi karaktere müthiş bir şekilde uyum sağlayan Kristen Stewart’ın döktürmesiyle de hatırlanacaktır.
‘GODARD VE BEN’LE BİRBİRLERİNİ TAMAMLIYORLAR
Michel Hazanavicius’un iki sene önce “Godard ve Ben”i (“Le Redoutable”, 2017) çektiği bir atmosferde “Seberg”in onunla birbirlerini tamamlamaları ‘kardeşlik’ ilişkisi kurmaları gayet yerinde. Ancak burada oraya göre farklı bir yapı var. İtici bir yönetmen olarak tasarlanan Jean-Luc Godard üzerinden Fransız Yeni Dalgası’na hafif alaycı ve retro bakışın yerini kendine özgü dili olan bir politik-gerilim alıyor. Akımı başlatan “Serseri Aşıklar”ın (“A Bout de Souffle”, 1959) starı Jean Seberg, Kara Panterler’in de işin içine dahil olabildiği, 60’ların sonunda şekillenen bir Hollywood doğasına malzeme oluyor.
İlk uzunu “Una”da (2016) başrol karakterinin üzerine el-omuz kamerasıyla gitse de farkını hissettiren sıra dışı tonla dikkat çekmişti Benedict Andrews. Rooney Mara’nın Una karakterindeki performansı da sevgilisinden ayrılan karakterin geçmişinde saklı sırlarından dolayı uçuruma sürüklenen gerilimli hayatını gözler önüne sermişti. Erkeklerden çokça çeken bu tipleme etkili bir şekilde portrelenmişti. Yunan Thimios Bakatakis’den de sinematografik açıdan önemli bir destek alınmıştı.
FBI TARAFINDAN MİMLENEN AKTRİSİN ÖYKÜSÜ
Burada da özgürlükçü ve politik 1968’in dokusunu gayet iyi tasarlıyor yönetmen. Oscar adayı olmuş Rachel Morrison görüntü yönetmenliğinde ekstra bir şeyler yapıyor. El-omuz kamerasının ötesinde gözlemciliği ve gerilimi öne çıkarıyor. 1962-1980 arasındaki klasik politik-gerilim ezberine göre hareket ediyor. Malcolm X’in kuzeni Hakim Jamal ve ona bağlı örgütle dirsek temasındaki Seberg’in adeta ‘mimlenen sinema figürü’ne dönüşmesi, kovalanması filmin ana yapısını oluşturuyor. Andrews’ün iki filminin ortak noktası Jed Kurzel, hissettirmeden fark yaratan besteleriyle tedirgin etmeyi beceriyor yine.
FBI’ın COINTELPRO biriminin, 1956-1971 arası faaliyet gösteren bir oluşumun üzerinden yaşananları izliyoruz. Bu durum da Hollywood’daki ‘gerilim niyetine şaşalı oyunculuk kariyeri’ni karşımıza net çizgilerle çıkarıyor. “Mançuryalı Aday” (“The Manchurian Candidate”, 1962) niyetine bir beyin yıkamanın, hedef gösterilmenin malzemesine dönüştürülüyor. Kara Panterler ile ilgili 1968’de Agnes Varda bir de belgesel çekmişti. Burada sanki “Malcolm X” (1992) ile “Mançuryalı Aday”ı birleştiren bir biyografi damarı planlanıyor. Ama araya giren 'docudrama' hedefli arşiv görüntüleriyle de ayrı bir tat katıyor bir gerçekliğe...
‘GODARD VE BEN’LE BİRBİRLERİNİ TAMAMLIYORLAR
Michel Hazanavicius’un iki sene önce “Godard ve Ben”i (“Le Redoutable”, 2017) çektiği bir atmosferde “Seberg”in onunla birbirlerini tamamlamaları ‘kardeşlik’ ilişkisi kurmaları gayet yerinde. Ancak burada oraya göre farklı bir yapı var. İtici bir yönetmen olarak tasarlanan Jean-Luc Godard üzerinden Fransız Yeni Dalgası’na hafif alaycı ve retro bakışın yerini kendine özgü dili olan bir politik-gerilim alıyor. Akımı başlatan “Serseri Aşıklar”ın (“A Bout de Souffle”, 1959) starı Jean Seberg, Kara Panterler’in de işin içine dahil olabildiği, 60’ların sonunda şekillenen bir Hollywood doğasına malzeme oluyor.
İlk uzunu “Una”da (2016) başrol karakterinin üzerine el-omuz kamerasıyla gitse de farkını hissettiren sıra dışı tonla dikkat çekmişti Benedict Andrews. Rooney Mara’nın Una karakterindeki performansı da sevgilisinden ayrılan karakterin geçmişinde saklı sırlarından dolayı uçuruma sürüklenen gerilimli hayatını gözler önüne sermişti. Erkeklerden çokça çeken bu tipleme etkili bir şekilde portrelenmişti. Yunan Thimios Bakatakis’den de sinematografik açıdan önemli bir destek alınmıştı.
FBI TARAFINDAN MİMLENEN AKTRİSİN ÖYKÜSÜ
Burada da özgürlükçü ve politik 1968’in dokusunu gayet iyi tasarlıyor yönetmen. Oscar adayı olmuş Rachel Morrison görüntü yönetmenliğinde ekstra bir şeyler yapıyor. El-omuz kamerasının ötesinde gözlemciliği ve gerilimi öne çıkarıyor. 1962-1980 arasındaki klasik politik-gerilim ezberine göre hareket ediyor. Malcolm X’in kuzeni Hakim Jamal ve ona bağlı örgütle dirsek temasındaki Seberg’in adeta ‘mimlenen sinema figürü’ne dönüşmesi, kovalanması filmin ana yapısını oluşturuyor. Andrews’ün iki filminin ortak noktası Jed Kurzel, hissettirmeden fark yaratan besteleriyle tedirgin etmeyi beceriyor yine.
FBI’ın COINTELPRO biriminin, 1956-1971 arası faaliyet gösteren bir oluşumun üzerinden yaşananları izliyoruz. Bu durum da Hollywood’daki ‘gerilim niyetine şaşalı oyunculuk kariyeri’ni karşımıza net çizgilerle çıkarıyor. “Mançuryalı Aday” (“The Manchurian Candidate”, 1962) niyetine bir beyin yıkamanın, hedef gösterilmenin malzemesine dönüştürülüyor. Kara Panterler ile ilgili 1968’de Agnes Varda bir de belgesel çekmişti. Burada sanki “Malcolm X” (1992) ile “Mançuryalı Aday”ı birleştiren bir biyografi damarı planlanıyor. Ama araya giren 'docudrama' hedefli arşiv görüntüleriyle de ayrı bir tat katıyor bir gerçekliğe...

2019’DA TARANTINO’DAN DAHA POLİTİK AÇIDAN DOĞRU DURMUŞ
2.35:1’de Seberg’i canlandıran Kristen Stewart’ın becerisiyle –en iyi performansı değil, ama etkilisi- ve diğer yan oyuncularıyla birlikte de oturaklı bir biyografi izliyoruz. “Seberg”in gerçek anlamda bir politik aktivist isyanına uzandığı söylenebilir. Film, “Bir Zamanlar Hollywood’da”da (“Once Upon a Time in Hollywood”, 2019) Tarantino’nun Sharon Tate için yapamadığı kadar ‘politik açıdan doğru’ durabilmiş. Bu da Andrews'un eserini kalkındırıyor.
Aksiyon-gerilim arasında gidip gelen ton da fazlasıyla entelektüel politik-gerilim havası yaratıyor. Elbette bir “Centilmen” (“The American”, 2010) gibi yüksek seviyeye, ‘gerçekten iyi film’ denecek noktaya ulaşmıyor. Ama Seberg’in biyografisi herhalde anca böyle anlatılırdı. Mackie zayıf bir performans sergilese de ‘Kara Panterler’le bağlantısıyla aslında günümüzdeki ırkçılık karşıtı tutuma dair bir eğilim belirliyor.
PREMINGER FİLMLERİNDEN DESTEK ALMIŞ MI?
1968’de açılan filmin, Seberg’in 1957’deki “Saint Joan” veya 1958’deki “Merhaba Hüzün”e (“Bonjour Tristesse”) kadar gitmeden, kendi yolunu izlediği söylenebilir. Bu filmlerin imgesel açıdan filmin belli bölümlerine yansıdığı söylenebilir. Öğrenci Olayları’na paralel bir aktivistlik, aslında araştırmacı detektif olarak Jack Solomon’dan (Jack O’Connell) destek alıyor. Onun peşine takılanların ekibinde Vince Vaughn’un varlığı ne kadar başarılı tartışılır.
2.35:1’de Seberg’i canlandıran Kristen Stewart’ın becerisiyle –en iyi performansı değil, ama etkilisi- ve diğer yan oyuncularıyla birlikte de oturaklı bir biyografi izliyoruz. “Seberg”in gerçek anlamda bir politik aktivist isyanına uzandığı söylenebilir. Film, “Bir Zamanlar Hollywood’da”da (“Once Upon a Time in Hollywood”, 2019) Tarantino’nun Sharon Tate için yapamadığı kadar ‘politik açıdan doğru’ durabilmiş. Bu da Andrews'un eserini kalkındırıyor.
Aksiyon-gerilim arasında gidip gelen ton da fazlasıyla entelektüel politik-gerilim havası yaratıyor. Elbette bir “Centilmen” (“The American”, 2010) gibi yüksek seviyeye, ‘gerçekten iyi film’ denecek noktaya ulaşmıyor. Ama Seberg’in biyografisi herhalde anca böyle anlatılırdı. Mackie zayıf bir performans sergilese de ‘Kara Panterler’le bağlantısıyla aslında günümüzdeki ırkçılık karşıtı tutuma dair bir eğilim belirliyor.
PREMINGER FİLMLERİNDEN DESTEK ALMIŞ MI?
1968’de açılan filmin, Seberg’in 1957’deki “Saint Joan” veya 1958’deki “Merhaba Hüzün”e (“Bonjour Tristesse”) kadar gitmeden, kendi yolunu izlediği söylenebilir. Bu filmlerin imgesel açıdan filmin belli bölümlerine yansıdığı söylenebilir. Öğrenci Olayları’na paralel bir aktivistlik, aslında araştırmacı detektif olarak Jack Solomon’dan (Jack O’Connell) destek alıyor. Onun peşine takılanların ekibinde Vince Vaughn’un varlığı ne kadar başarılı tartışılır.

Seberg biyografisinde Mackie ve Vaughn tercihleri niye var, tam bir muamma. Ancak onların ışığında bize tesir eden bir 68 portresi de içimize işliyor. 1980’de nedensiz bir şekilde vefat eden Seberg’in bu durumuna da dikkat çeken finaldeki yazılar iç acıtıyor. Holllywood’un gizli bir yüzü böylece açığa çıkıyor. Düşler ülkesine dair eleştirel bakış, anlamlı hale gelirken oyuncu için 'Fransa'ya kaçış' önerisinde bulunuluyor.
SON 20 YILIN EN İYİ AKTRİS BİYOGRAFİK FİLMLERİNDEN
“Seberg”, yapmak istediğini yapan kendi içinde tutarlı bir aktris biyografisi. Bu alanda “Hitchcock Kızı” (“The Girl”, 2012), “Monako Prensesi Grace” (“Grace of Monaco”, 2014), “Yıldızlar Asla Ölmez” (“Film Stars Don’t Die in Liverpool”, 2017) bu seviyeyi zorlayan çalışmalar olmuşlardı. En azından tatmin etmişlerdi.
“Marilyn ile Bir Hafta” (“My Week with Marlyn”, 2011) ve “Judy” (2019) ise fena halde tökezleyip en iyi ihtimalle vasat durmuştu, belli bir döneme sıkışmanın zararını görmüştü. Film, çok verimli olmayan bir alanda üretildiğini düşününce daha da öne çıkıyor. Bu sebeple de Andrews’un son 20 yılın en iyi aktris biyografisine imza attığı dahi iddia edilebilir.
SON 20 YILIN EN İYİ AKTRİS BİYOGRAFİK FİLMLERİNDEN
“Seberg”, yapmak istediğini yapan kendi içinde tutarlı bir aktris biyografisi. Bu alanda “Hitchcock Kızı” (“The Girl”, 2012), “Monako Prensesi Grace” (“Grace of Monaco”, 2014), “Yıldızlar Asla Ölmez” (“Film Stars Don’t Die in Liverpool”, 2017) bu seviyeyi zorlayan çalışmalar olmuşlardı. En azından tatmin etmişlerdi.
“Marilyn ile Bir Hafta” (“My Week with Marlyn”, 2011) ve “Judy” (2019) ise fena halde tökezleyip en iyi ihtimalle vasat durmuştu, belli bir döneme sıkışmanın zararını görmüştü. Film, çok verimli olmayan bir alanda üretildiğini düşününce daha da öne çıkıyor. Bu sebeple de Andrews’un son 20 yılın en iyi aktris biyografisine imza attığı dahi iddia edilebilir.
'DOWNHILL': UZUN BİR FRIENDS BÖLÜMÜ GİBİ
FİLMİN NOTU: 4
|

2014 tarihli Ruben Östlund filmi “Turist”in altı sene sonra ABD’den gelen yeniden çevrimi. “Yokuş Aşağı”, Will Ferrell’dan medet umarken yeni bir ‘iki kafadar’ yaratmak için yola çıksa da Faxon-Rash ikilisinin potansiyelinin yetmediği egzotik ve gerçekçi bir komedi filmine dönüşüyor.
YÖNETMENLİK KOLTUĞUNDA RİSKLİ BİR SEÇİM
Nat Faxon-Jim Rash, Alexander Payne’in en ortalama filmi “Senden Bana Kalan”ın (“The Descendants”, 2011) senaristi olarak çıkış yapmıştı. Sonrasında “Küçük Gün Işığım” (“Little Miss Sunshine”, 2006) formülüne tutunup ciddi bir başarısızlığa dönüşen “Geri Dönüş Yolu” (“The Way Way Back”, 2013) ile yönetmenliğe kaydılar. Burada da kamera arkasındaki ikinci filmlerine imza atıyorlar.
Ruben Östlund’un “Turist”i (“Force Majeure”, 2014), çığ arka planından etkilenen bir ailenin işlevsiz temsilini ironik bir dramedi ile yansıtmıştı. Yönetmenin mekanlara, açılara hakimiyetiyle aslında toplu bir isyanın adını koymuştu. Bu da fazlasıyla olgun ve dingin bie sinema anlayışıyla bir arada gelmişti.
FERRELL, LOUIS-DREYFUS’U EKARTE EDİP ROL ÇALIYOR
2020’de onun yeniden çevrimini görüyoruz. Alpler’de geçen filmi Will Ferrell’in Almanca bir şeyler söyleyerek açması şaşırtıcı değil. Zaten açılışta onun Julia Louis-Dreyfus ile ikili atışmalarına odaklanıyoruz. Bu anlar geldiğinde oyuncu fazlasıyla rol çalarak kendini öne çıkarıyor. Louis-Dreyfus ise dizi matematiğine yatkın halini devam ettirerek hareket ediyor.
Çığ sahnesi şöhretini ve iddiasını sürdürmekten ziyade alayı baştan devreye sokma kaygısının ürünü olarak öne çıkmış. Anti-felaket damarını Östlund kadar incelikli bir şekilde değerlendirecek bir yönetmen ikilisinden söz etmek zor. Bu durum, filmin olmamış formül bağımsız “Geri Dönüş Yolu”ndan en fazla bir tık iyi olmasını sağlıyor. Orada da Carell merkezli “Küçük Gün Işığım” özentisi bir işlevsiz aile güldürüsü vardı.
FRIENDS VEYA SEINFELD’İN UZUN BİR BÖLÜMÜ GİBİ
Burada ailenin işlevsiz olduğunu söylemek güç. Filmde Ferrell ve Tom Hooper filmleriyle tanınan başarılı görüntü yönetmeni Danny Cohen sahne almadığında kendimizi Friends’in uzun bir bölümüne çekilmiş hissediyoruz. Kısalan sürenin 86 dakikaya bağlanması bu açıdan şaşırtıcı değil. Dreyfus’un ailesiyle konuşması, onun böyle bir tipe yakışmamasıyla aslında arkadaş muhabbeti gibi planlanmış.
İskandinav mizahının özenti hale geldiği film, büyük oranda gerçekçi bir dramedi olmak için kolları sıvıyor. Kurguculardan birinin “Küçük Gün Işığım”dan gelmesi de bu açıdan şaşırtıcı değil. Müzisyen de filme katkıda bulunmamış. Ferrell, Louis-Dreyfus ile unutulmaz iki kafadar ikililerine yenisini ekleme çabasında. Finalde de noktayı böyle koyarak çok kasıyor aslında.
EGZOTİK FONLU FORMÜL KOMEDİ FİLMİ ÇEKMEK YETERLİ Mİ?
Faxon-Rash ikilisi bu durumdan rahatsız değil. Sadece beyaz tonun dışına çıkmayıp doğaya uyum sağlayan bir şekle bürünüyorlar. “Senden Bana Kalan”, “Geri Dönüş Yolu”ndan farksız bir noktada tamamlanıyorlar. Yine egzotik bir doğa, uzaklarda bir yer üzerine kurulu içinden söylem geçen bir komedi filmi izliyoruz.
Açıkçası fazla kasmak da filmin dizi seviyesine gerilemesini sağlamış. Amerika’nın Friends yaklaşımındaki arkadaş muhabbetiyle bir ebeveyn resmetmek Ferrell’a bir sıklet ağır gelmiş! “Everything Must Go” (2010) gibi ciddi bağımsız filmlerdeki başarısızlığını bir kez daha tekrarlamış! Louis-Dreyfus da ona boş gevezelikle eşlik ediyor!
YÖNETMENLİK KOLTUĞUNDA RİSKLİ BİR SEÇİM
Nat Faxon-Jim Rash, Alexander Payne’in en ortalama filmi “Senden Bana Kalan”ın (“The Descendants”, 2011) senaristi olarak çıkış yapmıştı. Sonrasında “Küçük Gün Işığım” (“Little Miss Sunshine”, 2006) formülüne tutunup ciddi bir başarısızlığa dönüşen “Geri Dönüş Yolu” (“The Way Way Back”, 2013) ile yönetmenliğe kaydılar. Burada da kamera arkasındaki ikinci filmlerine imza atıyorlar.
Ruben Östlund’un “Turist”i (“Force Majeure”, 2014), çığ arka planından etkilenen bir ailenin işlevsiz temsilini ironik bir dramedi ile yansıtmıştı. Yönetmenin mekanlara, açılara hakimiyetiyle aslında toplu bir isyanın adını koymuştu. Bu da fazlasıyla olgun ve dingin bie sinema anlayışıyla bir arada gelmişti.
FERRELL, LOUIS-DREYFUS’U EKARTE EDİP ROL ÇALIYOR
2020’de onun yeniden çevrimini görüyoruz. Alpler’de geçen filmi Will Ferrell’in Almanca bir şeyler söyleyerek açması şaşırtıcı değil. Zaten açılışta onun Julia Louis-Dreyfus ile ikili atışmalarına odaklanıyoruz. Bu anlar geldiğinde oyuncu fazlasıyla rol çalarak kendini öne çıkarıyor. Louis-Dreyfus ise dizi matematiğine yatkın halini devam ettirerek hareket ediyor.
Çığ sahnesi şöhretini ve iddiasını sürdürmekten ziyade alayı baştan devreye sokma kaygısının ürünü olarak öne çıkmış. Anti-felaket damarını Östlund kadar incelikli bir şekilde değerlendirecek bir yönetmen ikilisinden söz etmek zor. Bu durum, filmin olmamış formül bağımsız “Geri Dönüş Yolu”ndan en fazla bir tık iyi olmasını sağlıyor. Orada da Carell merkezli “Küçük Gün Işığım” özentisi bir işlevsiz aile güldürüsü vardı.
FRIENDS VEYA SEINFELD’İN UZUN BİR BÖLÜMÜ GİBİ
Burada ailenin işlevsiz olduğunu söylemek güç. Filmde Ferrell ve Tom Hooper filmleriyle tanınan başarılı görüntü yönetmeni Danny Cohen sahne almadığında kendimizi Friends’in uzun bir bölümüne çekilmiş hissediyoruz. Kısalan sürenin 86 dakikaya bağlanması bu açıdan şaşırtıcı değil. Dreyfus’un ailesiyle konuşması, onun böyle bir tipe yakışmamasıyla aslında arkadaş muhabbeti gibi planlanmış.
İskandinav mizahının özenti hale geldiği film, büyük oranda gerçekçi bir dramedi olmak için kolları sıvıyor. Kurguculardan birinin “Küçük Gün Işığım”dan gelmesi de bu açıdan şaşırtıcı değil. Müzisyen de filme katkıda bulunmamış. Ferrell, Louis-Dreyfus ile unutulmaz iki kafadar ikililerine yenisini ekleme çabasında. Finalde de noktayı böyle koyarak çok kasıyor aslında.
EGZOTİK FONLU FORMÜL KOMEDİ FİLMİ ÇEKMEK YETERLİ Mİ?
Faxon-Rash ikilisi bu durumdan rahatsız değil. Sadece beyaz tonun dışına çıkmayıp doğaya uyum sağlayan bir şekle bürünüyorlar. “Senden Bana Kalan”, “Geri Dönüş Yolu”ndan farksız bir noktada tamamlanıyorlar. Yine egzotik bir doğa, uzaklarda bir yer üzerine kurulu içinden söylem geçen bir komedi filmi izliyoruz.
Açıkçası fazla kasmak da filmin dizi seviyesine gerilemesini sağlamış. Amerika’nın Friends yaklaşımındaki arkadaş muhabbetiyle bir ebeveyn resmetmek Ferrell’a bir sıklet ağır gelmiş! “Everything Must Go” (2010) gibi ciddi bağımsız filmlerdeki başarısızlığını bir kez daha tekrarlamış! Louis-Dreyfus da ona boş gevezelikle eşlik ediyor!
'HAYAL ADASI': POST-HOSTEL DÖNEMİNİN ADA İSTİSMAR FİLMİ
FİLMİN NOTU: 4
|

1977 ve 1998’de TV dizisi olarak karşımıza çıkan Gene Levitt’in yarattığı ‘Fantasy Island’ın Blumhouse imzalı sinema versiyonu. “Hayal Adası”, nasıl 70’lerde ‘The Twilight Zone’un ardılı bir perili/lanetli ada dizisiyle, 2020’de de “Otel”-“Testere” sonrası dönemin ada istismar filmine dönüşüyor. B-tipi dokusuyla cezbedecek seyirci bekliyor.
BLUMHOUSE’UN KALİTELİ ÜRETİMLERİNDEN Mİ?
2010’larda paraya para demeyen Blumhouse, genelde işin istismar boyutuna kaymaya başladı. Elbette “Paranormal Activity” (2009), “Ruhlar Bölgesi” (“Insidious”, 2011), “Lanet” (“Sinister”, 2012), “Arınma Gecesi” (“The Purge”, 2013) gibi iddialı serileri başlattığını es geçemeyiz. Ama gereksiz üretimlere de imza atabiliyor.
“Hayal Adası” (“Fantasy Island”, 2020), 1977’de ABC için yapılan bir dizi ile biliniyordu. Gene Levitt’in yarattığı bu dizinin, aslında “Fantasy Island” (1977) ve “Return to Fantasy Island” (1978) adlı TV filmlerinin ardından 7 sezon ve 152 bölüm yayınlandı. O zaman aslında 1959’da CBS’de yayınlanan fenomen The Twilight Zone’un yarattığı cesaretle üremişti. 1998'de onun Malcolm McDowell'ın başrolünde olduğu bir yeniden çevrimi yapıldı.
‘OTEL’ VEYA 'TESTERE’NİN YOLUNU İZLEYEN BİR ADA İSTİSMAR FİLMİ
Mesele bir adadaki korku-gerilim hikayelerine uzanmaktı. 2019’da Jordan Peele önderliğinde ünlü 'The Twilight Zone'un Afro-Amerikalılara uygun yeniden çevrimi yapıldı. Bu sebeple de “Hayal Adası” adı altında Jeff Wadlow imzalı bir sinema versiyonunun çekilmesi de şaşırtmadı. Açıkçası bu uyarlamanın çok da aman aman bir tarafı yok.
Ama o dönemin “Lanetli Ev” (“The Haunting”, 1963) ile “Westworld” (1973) gibi korku ve bilimkurgu klasiklerinin sonrasına denk gelirken ‘fantezi parkı’ ile ‘perili ada’yı birleştiren algısının yeni milenyumdaki anlayışı da ilgi çekiyor. Filmin başından itibaren ‘Westworld’ün güncel popüler dizi versiyonu akla geliyor. Ama esasen işkencelerden oluşturulan bir “Otel” (“Hostel”, 2005) veya “Testere”nin (“Saw”, 2004) ada istismar filmi ardılı canlanıyor. Kan oranını yükseltmek ana kural olarak benimsenince kitsch dokuyu da bir defo değil de, bir eğlenme aracı olarak algılayabiliyorsunuz.
B-TİPİ DOKUSUYLA CEZBEDEBİLİYOR
Maggie Q aslında filmin ucuzluğuna ucuzluk katıyor. Açılışın onunla yapılması pek doğru değil. Ama Michael Pena ve diğerleriyle B-tipi doku anlamlı hale geliyor. Adanın gözüküşü kabak gibi bir dijital görüntüye sahip olsa da Wadlow’un bizi bu oyuna soktuğu söylenebilir. Özellikle de bir ağaç dalının fantastik şeklinden geçen ‘işkencelere/odalara bakma’ bile bazen çekici olabiliyor.
Wadlow’un “E-Katil” (“Cry_Wolf”, 2005) gibi oyunbaz bir e-slasher filmi ile çıkış yaptığını bildiğimizden buradaki yaklaşımı da şaşırtmıyor. Bunun ötesinde de 7 milyon dolarlık bütçesiyle gerçekten de devamının gelmesi coşkusuyla karakterleri takip ettiriyor. Elbette ada açısından sonuç Rodriguez’in alaycı “Çılgın Çocuklar 2”ı (“Spy Kids 2: Island of Lost Souls”, 2002) kadar etkili değil. Ama eğer amaç oysa ucuzluk zevkini kalkındırmak için aranan adres bu “Hayal Adası”!
BLUMHOUSE’UN KALİTELİ ÜRETİMLERİNDEN Mİ?
2010’larda paraya para demeyen Blumhouse, genelde işin istismar boyutuna kaymaya başladı. Elbette “Paranormal Activity” (2009), “Ruhlar Bölgesi” (“Insidious”, 2011), “Lanet” (“Sinister”, 2012), “Arınma Gecesi” (“The Purge”, 2013) gibi iddialı serileri başlattığını es geçemeyiz. Ama gereksiz üretimlere de imza atabiliyor.
“Hayal Adası” (“Fantasy Island”, 2020), 1977’de ABC için yapılan bir dizi ile biliniyordu. Gene Levitt’in yarattığı bu dizinin, aslında “Fantasy Island” (1977) ve “Return to Fantasy Island” (1978) adlı TV filmlerinin ardından 7 sezon ve 152 bölüm yayınlandı. O zaman aslında 1959’da CBS’de yayınlanan fenomen The Twilight Zone’un yarattığı cesaretle üremişti. 1998'de onun Malcolm McDowell'ın başrolünde olduğu bir yeniden çevrimi yapıldı.
‘OTEL’ VEYA 'TESTERE’NİN YOLUNU İZLEYEN BİR ADA İSTİSMAR FİLMİ
Mesele bir adadaki korku-gerilim hikayelerine uzanmaktı. 2019’da Jordan Peele önderliğinde ünlü 'The Twilight Zone'un Afro-Amerikalılara uygun yeniden çevrimi yapıldı. Bu sebeple de “Hayal Adası” adı altında Jeff Wadlow imzalı bir sinema versiyonunun çekilmesi de şaşırtmadı. Açıkçası bu uyarlamanın çok da aman aman bir tarafı yok.
Ama o dönemin “Lanetli Ev” (“The Haunting”, 1963) ile “Westworld” (1973) gibi korku ve bilimkurgu klasiklerinin sonrasına denk gelirken ‘fantezi parkı’ ile ‘perili ada’yı birleştiren algısının yeni milenyumdaki anlayışı da ilgi çekiyor. Filmin başından itibaren ‘Westworld’ün güncel popüler dizi versiyonu akla geliyor. Ama esasen işkencelerden oluşturulan bir “Otel” (“Hostel”, 2005) veya “Testere”nin (“Saw”, 2004) ada istismar filmi ardılı canlanıyor. Kan oranını yükseltmek ana kural olarak benimsenince kitsch dokuyu da bir defo değil de, bir eğlenme aracı olarak algılayabiliyorsunuz.
B-TİPİ DOKUSUYLA CEZBEDEBİLİYOR
Maggie Q aslında filmin ucuzluğuna ucuzluk katıyor. Açılışın onunla yapılması pek doğru değil. Ama Michael Pena ve diğerleriyle B-tipi doku anlamlı hale geliyor. Adanın gözüküşü kabak gibi bir dijital görüntüye sahip olsa da Wadlow’un bizi bu oyuna soktuğu söylenebilir. Özellikle de bir ağaç dalının fantastik şeklinden geçen ‘işkencelere/odalara bakma’ bile bazen çekici olabiliyor.
Wadlow’un “E-Katil” (“Cry_Wolf”, 2005) gibi oyunbaz bir e-slasher filmi ile çıkış yaptığını bildiğimizden buradaki yaklaşımı da şaşırtmıyor. Bunun ötesinde de 7 milyon dolarlık bütçesiyle gerçekten de devamının gelmesi coşkusuyla karakterleri takip ettiriyor. Elbette ada açısından sonuç Rodriguez’in alaycı “Çılgın Çocuklar 2”ı (“Spy Kids 2: Island of Lost Souls”, 2002) kadar etkili değil. Ama eğer amaç oysa ucuzluk zevkini kalkındırmak için aranan adres bu “Hayal Adası”!
'SABİT KANCA 3': TRASH KOMEDİ SERİSİ TAM GAZ!
FİLMİN NOTU: 1.2
|

2010’larda çıkan en itici komedi karakterine üçüncü filmi yapmak ancak gelişmemiş ülkelerde olur. “Sabit Kanca: Son Soru”, seride zaten yerlerde olan seviyenin git gide daha da düştüğünü gösteren kitsch bir trash komedi filmi.
TUTMAMIŞ SERİYE ÜÇÜNCÜ FİLM
2013’te 294.264 seyirci ile ‘bir komedi karakteri daha geliyor!’ dedirtse de 2014’te buna bir cevap alamamıştı. Seyirci rakamı 3’te 1 oranında gerilemişti. Ama “Sabit Kanca: Son Soru”da belli ki bu projeye güvenenler halen var. İçerideki kaosa Zerrin Sümer, Metin Yıldız ve kimi YouTuber’lar yan karakter olarak atılıyor. İsmail Baki Tuncer’in yüz şekli ve aksanıyla nev-i şahsına münhasır ama itici tipi yine ön planda!
Açıkçası onun anlamsız gevezeliklerinin ötesinde daha camp bir kurgu yapılmış, rengi ayarsız gözüken 2.35:1 görüntü yönetimi tercih edilmiş, açılış jeneriği de öyle başlıyor. En azından Alper Mestçi memuriyet yapıyordu dedirten bir film olmuş yeni Sabit Kanca. Burada o kadar plastik bir noktaya açılıyor ki olup bitenler, oyuncuların da bir anlamı kalmaz hale geliyor. Trash komedi filmlerini kurgucusu olarak bilinen Nuri Yıldız'ın yönetmenlik koltuğuna getirilmesi hiç doğru olmamış.
YENİ EKLEMELER ‘TRASH EĞLENCESİ’ GETİRİYOR
Kanca’nın ‘Skrtel adlı köpek’, ‘Müfettiş Gadget’vari bir ses tonu’, ‘Şahin K’ya benzetilen Metin Yıldız üzerinden bir bilgisayar oyununda kendini hissettirdiğini görüyoruz. Açılış ve kapanış da aslında perdelerin arkasından bunu devreye sokuyor. Prodüksiyon kalitesi yükselmiş, ama eğlence seviyesinde bir değişiklik yok. YouTuber'lardan destek almak mizahın kalitesini daha da düşürmüş.
Baki Tuncer, yine ‘yan rollerde oynamalı!’ dedirtiyor. Filmin ‘Mr. Bean’ serisi havasındaki halleri de sanki hikaye varmış zanneden kasıntı bir yere kaymış. Bu da profesyonel yan oyuculara karşın bir saygı değerliğe yol açmıyor. Üstüne üstlük çöp eğlenceliği daha bariz bir kafa şişirmeyi beraberinde getirmekle kalıyor. Açılış ve kapanışta öykü açısından bir tutarlılık geliyor ama ortadaki gelişme bölümünün varlığına kimse anlam veremiyor!
TUTMAMIŞ SERİYE ÜÇÜNCÜ FİLM
2013’te 294.264 seyirci ile ‘bir komedi karakteri daha geliyor!’ dedirtse de 2014’te buna bir cevap alamamıştı. Seyirci rakamı 3’te 1 oranında gerilemişti. Ama “Sabit Kanca: Son Soru”da belli ki bu projeye güvenenler halen var. İçerideki kaosa Zerrin Sümer, Metin Yıldız ve kimi YouTuber’lar yan karakter olarak atılıyor. İsmail Baki Tuncer’in yüz şekli ve aksanıyla nev-i şahsına münhasır ama itici tipi yine ön planda!
Açıkçası onun anlamsız gevezeliklerinin ötesinde daha camp bir kurgu yapılmış, rengi ayarsız gözüken 2.35:1 görüntü yönetimi tercih edilmiş, açılış jeneriği de öyle başlıyor. En azından Alper Mestçi memuriyet yapıyordu dedirten bir film olmuş yeni Sabit Kanca. Burada o kadar plastik bir noktaya açılıyor ki olup bitenler, oyuncuların da bir anlamı kalmaz hale geliyor. Trash komedi filmlerini kurgucusu olarak bilinen Nuri Yıldız'ın yönetmenlik koltuğuna getirilmesi hiç doğru olmamış.
YENİ EKLEMELER ‘TRASH EĞLENCESİ’ GETİRİYOR
Kanca’nın ‘Skrtel adlı köpek’, ‘Müfettiş Gadget’vari bir ses tonu’, ‘Şahin K’ya benzetilen Metin Yıldız üzerinden bir bilgisayar oyununda kendini hissettirdiğini görüyoruz. Açılış ve kapanış da aslında perdelerin arkasından bunu devreye sokuyor. Prodüksiyon kalitesi yükselmiş, ama eğlence seviyesinde bir değişiklik yok. YouTuber'lardan destek almak mizahın kalitesini daha da düşürmüş.
Baki Tuncer, yine ‘yan rollerde oynamalı!’ dedirtiyor. Filmin ‘Mr. Bean’ serisi havasındaki halleri de sanki hikaye varmış zanneden kasıntı bir yere kaymış. Bu da profesyonel yan oyuculara karşın bir saygı değerliğe yol açmıyor. Üstüne üstlük çöp eğlenceliği daha bariz bir kafa şişirmeyi beraberinde getirmekle kalıyor. Açılış ve kapanışta öykü açısından bir tutarlılık geliyor ama ortadaki gelişme bölümünün varlığına kimse anlam veremiyor!
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
ACI KİRAZ: 2.5
AĞIR ROMANTİK: 2.4
AJANLAR İŞ BAŞINDA (SPIES IN DISGUISE): 6.5
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ (PORTRAIT OF A LADY ON FIRE): 5.5
AMAN REİS DUYMASIN: 2.7
ANNELERİMİZ (NUESTRAS MADRES): 5.9
AŞK TESADÜFLERİ SEVER 2: 4.6
BABA PARASI: 4.3
BACURAU: 5
BAD BOYS 3 (BAD BOYS FOR LIFE): 5.4
BAL ÜLKESİ (HONEYLAND): 3.5
BEDENİMİ KAYBETTİM (J’AI PERDU MON CORPS): 5.7
BIÇAKLAR ÇEKİLDİ (KNIVES OUT): 4
BİZ BÖYLEYİZ: 5.6
BURASI CENNET OLMALI (IT MUST BE HEAVEN): 6.5
CATS: 5.5
DERİN SULAR (UNDERWATER): 5.5
DOKTOR UYKU (DOCTOR SLEEP): 6.7
DOLITTLE: 4.8
ELTİLERİN SAVAŞI: 5.2
ELVEDA (THE FAREWELL): 2.6
GAMONYA ÜLKESİ: 4.8
GAREZ (THE GRUDGE): 3.8
GÖRÜNMEZ ADAM (INVISIBLE MAN): 6
GÜZELLİĞİN PORTRESİ: 4.5
HAİN (IL TRADITORE): 5.2
IP MAN 4: 3.7
JEXI: 5
JUDY: 3.8
KARA NOEL (BLACK CHRISTMAS): 4
KARANLIK SULAR (DARK WATERS): 4.2
KELLY ÇETESİ’NİN GERÇEK HİKAYESİ: 5.1
KİKİ LANET-İ CİN: 3.5
KİRPİ SONIC (SONIC THE HEDGEHOG): 3.4
KUZULAR FİRARDA: UZAY PARKI (SHAUN THE SHEEP: FARMAGEDDON): 6.2
KÜÇÜK KADINLAR (LİTTLE WOMEN): 6.5
MASALLARDAN GERİYE KALAN: 2.8
MATTHIAS & MAXIME: 3.6
MUCİZE 2: AŞK: 5.8
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PATRON GİBİ (LIKE A BOSS): 3
PERİ AĞZI OLMAYAN KIZ: 5.5
RAFADAN TAYFA 2: 1.9
RESMİ SIRLAR (OFFICIAL SECRETS): 3.5
SAKLI GERÇEKLER (LA VERITE): 5
SEFİLLER (LES MISERABLES): 4
SIFIR BİR: 3.9
SKANDAL (BOMBSHELL): 4.5
SONSUZLUK ÜZERİNE (ABOUT ENDLESSNESS): 6.5
ŞAHANE HAYALLER: 2.1
ŞEKER ÇOCUK (HONEY BOY): 5
ŞUURSUZ AŞK: 3.5
STAR WARS: SKYWALKER’IN YÜKSELİŞİ: 3.5
TAVŞAN JOJO (JOJO RABBIT): 4.3
THE GENTLEMEN: 6.2
TÜRKLER GELİYOR: 2.6
VAHŞETİN ÇAĞRISI (THE CALL OF THE WILD): 3.5
YENİ BAŞTAN (LA BELLE EPOQUE): 5.1
YIRTICI KUŞLAR (BIRDS OF PREY): 6.7
ACI KİRAZ: 2.5
AĞIR ROMANTİK: 2.4
AJANLAR İŞ BAŞINDA (SPIES IN DISGUISE): 6.5
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ (PORTRAIT OF A LADY ON FIRE): 5.5
AMAN REİS DUYMASIN: 2.7
ANNELERİMİZ (NUESTRAS MADRES): 5.9
AŞK TESADÜFLERİ SEVER 2: 4.6
BABA PARASI: 4.3
BACURAU: 5
BAD BOYS 3 (BAD BOYS FOR LIFE): 5.4
BAL ÜLKESİ (HONEYLAND): 3.5
BEDENİMİ KAYBETTİM (J’AI PERDU MON CORPS): 5.7
BIÇAKLAR ÇEKİLDİ (KNIVES OUT): 4
BİZ BÖYLEYİZ: 5.6
BURASI CENNET OLMALI (IT MUST BE HEAVEN): 6.5
CATS: 5.5
DERİN SULAR (UNDERWATER): 5.5
DOKTOR UYKU (DOCTOR SLEEP): 6.7
DOLITTLE: 4.8
ELTİLERİN SAVAŞI: 5.2
ELVEDA (THE FAREWELL): 2.6
GAMONYA ÜLKESİ: 4.8
GAREZ (THE GRUDGE): 3.8
GÖRÜNMEZ ADAM (INVISIBLE MAN): 6
GÜZELLİĞİN PORTRESİ: 4.5
HAİN (IL TRADITORE): 5.2
IP MAN 4: 3.7
JEXI: 5
JUDY: 3.8
KARA NOEL (BLACK CHRISTMAS): 4
KARANLIK SULAR (DARK WATERS): 4.2
KELLY ÇETESİ’NİN GERÇEK HİKAYESİ: 5.1
KİKİ LANET-İ CİN: 3.5
KİRPİ SONIC (SONIC THE HEDGEHOG): 3.4
KUZULAR FİRARDA: UZAY PARKI (SHAUN THE SHEEP: FARMAGEDDON): 6.2
KÜÇÜK KADINLAR (LİTTLE WOMEN): 6.5
MASALLARDAN GERİYE KALAN: 2.8
MATTHIAS & MAXIME: 3.6
MUCİZE 2: AŞK: 5.8
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PATRON GİBİ (LIKE A BOSS): 3
PERİ AĞZI OLMAYAN KIZ: 5.5
RAFADAN TAYFA 2: 1.9
RESMİ SIRLAR (OFFICIAL SECRETS): 3.5
SAKLI GERÇEKLER (LA VERITE): 5
SEFİLLER (LES MISERABLES): 4
SIFIR BİR: 3.9
SKANDAL (BOMBSHELL): 4.5
SONSUZLUK ÜZERİNE (ABOUT ENDLESSNESS): 6.5
ŞAHANE HAYALLER: 2.1
ŞEKER ÇOCUK (HONEY BOY): 5
ŞUURSUZ AŞK: 3.5
STAR WARS: SKYWALKER’IN YÜKSELİŞİ: 3.5
TAVŞAN JOJO (JOJO RABBIT): 4.3
THE GENTLEMEN: 6.2
TÜRKLER GELİYOR: 2.6
VAHŞETİN ÇAĞRISI (THE CALL OF THE WILD): 3.5
YENİ BAŞTAN (LA BELLE EPOQUE): 5.1
YIRTICI KUŞLAR (BIRDS OF PREY): 6.7