MICLOS JANCSO SENİ DUYMUYOR
09/01/2015 - Habertürk |
FİLMİN NOTU: 4.5 |

Geçen yıl Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış bölümünden zaferle ayrılan “Beyaz Tanrı”, bir çocuk ile köpeğinin ilişkisini Hollywood duygusallığıyla sararak samimiyetinden koparıyor. Filmi usta Macar yönetmen Miklós Jancsó’ya adayan Kornél Mundruczó, ‘tehlikeli temalar’ı kavrama becerisini bu kez sergileyemiyor. “Sivas”la övünmemizi sağlıyor.
“Johanna” (2006), “Delta” (2008) gibi eserleriyle dünya sinemasına iyiden iyiye ısınan Kornél Mundruczó, çoğu kişiye göre György Pálfi ile beraber 2000’lerin en iyi Macar yönetmenidir. Hollywood’a transfer olan isimleri bir kenara ayırınca bu tablo gayet doğal. Ancak bu konuda geleneğe dönüşmek, bir kimlik oturtmak önemli. Açıkçası Mundruczó’nun tehlikeli meseleleri ele alırken dengeli yaklaşımıyla Béla Tarr’dan esinlendiği söylenebilir mi emin değiliz.
NASIL BİR SAYGI DURUŞU?
Yönetmen “Delta”da iki kardeşin enseste kayan ilişkisini, “Johanna”da hastalara bedenini sunan keş bir kadını ele alması derken “Beyaz Tanrı”da (“Fehér Isten”, 2014) köpek dövüşlerini inceliyor. Ancak bunu yaparken çıkış noktası aşırı minimal gibi. Babasının bir köpeği dışarı salmasıyla birlikte onu kurtarmak isteyen 13 yaşındaki kız, Hollywood anlatılarını akla getiren bir duygusallık depoluyor.
Finalde ‘Fareli Köyün Kavalcısı’na varan abartı, paralel kesmelerle, şiddetle kurulan anlatıyı doyuruyor. Hatta bu konuda fazlasıyla işlevsel olmaya, egosantrik durmaya çalışıyor. “Beyaz Tanrı”, 2014’te vefat eden Jancsó’ya saygı duruşunda bulunsa da onun dahiyane kaydırmalı plan sekanslarını içermiyor. Sıra dışı Euripides uyarlaması “Elektra, My Love”ı (“Szerelemem, Elektra”, 1974) gibi minimal koreografilere de sahip değil.
TEMELE İNMEDEN KAYBOLAN ANLATI
Mundruczó, “Delta” ile “Duyarlı Evlat – Frankenstein Projesi”nin (“Szelíd Teremtés - A Frankenstein-terv”, 2010) mesafesini, samimiyetini buraya taşıyamıyor. “Miss Bala”da (2011) da kaydırmalı enfes uzun planlar çıkaran görüntü yönetmeni Mátyás Erdély’dan kopmak anlayışı değiştirmiş. Koşan köpekler, sıçramalı kurgu fazlası, yüksek tempo ile “Koş Lola Koş”a (“Lola Rentt”, 1998) ikiyüzlü bir yeğen armağan etmek istiyor sanki. “Beyaz Tanrı”, Nuri Bilge Ceylan’ın “Lassie”yi (1954) çekmesiyle oluşabilecek garip durumu akla getiriyor. Ajitasyon noktasına giderken kırılganlaşan müzik ve kurgu, bu yama ambalajı geçerli kılıyor.
Omuz kamerasına yüklenip mat renklerden beslenen sinematografi, her şeyin tuzu biberi oluyor. Eklektik bir yola saparken, aileden kopuşu neredeyse büyük bir trajedi olarak resmediyor. Böylece üslubun temele inmeden kaybolması kaçınılmaz hale geliyor. Burada kullanılan eğitimli köpek sayısının fazlalığı, kameranın aşağı inmesiyle bir emeğe dikkat çekiyor. Ama film bazında bakınca Kaan Müjdeci’nin aynı yıl çekilen gerçekçi, mesafeli ve üslup sahibi “Sivas”ıyla (2014) övünmek bizim adımıza sevindirici oluyor.
“Johanna” (2006), “Delta” (2008) gibi eserleriyle dünya sinemasına iyiden iyiye ısınan Kornél Mundruczó, çoğu kişiye göre György Pálfi ile beraber 2000’lerin en iyi Macar yönetmenidir. Hollywood’a transfer olan isimleri bir kenara ayırınca bu tablo gayet doğal. Ancak bu konuda geleneğe dönüşmek, bir kimlik oturtmak önemli. Açıkçası Mundruczó’nun tehlikeli meseleleri ele alırken dengeli yaklaşımıyla Béla Tarr’dan esinlendiği söylenebilir mi emin değiliz.
NASIL BİR SAYGI DURUŞU?
Yönetmen “Delta”da iki kardeşin enseste kayan ilişkisini, “Johanna”da hastalara bedenini sunan keş bir kadını ele alması derken “Beyaz Tanrı”da (“Fehér Isten”, 2014) köpek dövüşlerini inceliyor. Ancak bunu yaparken çıkış noktası aşırı minimal gibi. Babasının bir köpeği dışarı salmasıyla birlikte onu kurtarmak isteyen 13 yaşındaki kız, Hollywood anlatılarını akla getiren bir duygusallık depoluyor.
Finalde ‘Fareli Köyün Kavalcısı’na varan abartı, paralel kesmelerle, şiddetle kurulan anlatıyı doyuruyor. Hatta bu konuda fazlasıyla işlevsel olmaya, egosantrik durmaya çalışıyor. “Beyaz Tanrı”, 2014’te vefat eden Jancsó’ya saygı duruşunda bulunsa da onun dahiyane kaydırmalı plan sekanslarını içermiyor. Sıra dışı Euripides uyarlaması “Elektra, My Love”ı (“Szerelemem, Elektra”, 1974) gibi minimal koreografilere de sahip değil.
TEMELE İNMEDEN KAYBOLAN ANLATI
Mundruczó, “Delta” ile “Duyarlı Evlat – Frankenstein Projesi”nin (“Szelíd Teremtés - A Frankenstein-terv”, 2010) mesafesini, samimiyetini buraya taşıyamıyor. “Miss Bala”da (2011) da kaydırmalı enfes uzun planlar çıkaran görüntü yönetmeni Mátyás Erdély’dan kopmak anlayışı değiştirmiş. Koşan köpekler, sıçramalı kurgu fazlası, yüksek tempo ile “Koş Lola Koş”a (“Lola Rentt”, 1998) ikiyüzlü bir yeğen armağan etmek istiyor sanki. “Beyaz Tanrı”, Nuri Bilge Ceylan’ın “Lassie”yi (1954) çekmesiyle oluşabilecek garip durumu akla getiriyor. Ajitasyon noktasına giderken kırılganlaşan müzik ve kurgu, bu yama ambalajı geçerli kılıyor.
Omuz kamerasına yüklenip mat renklerden beslenen sinematografi, her şeyin tuzu biberi oluyor. Eklektik bir yola saparken, aileden kopuşu neredeyse büyük bir trajedi olarak resmediyor. Böylece üslubun temele inmeden kaybolması kaçınılmaz hale geliyor. Burada kullanılan eğitimli köpek sayısının fazlalığı, kameranın aşağı inmesiyle bir emeğe dikkat çekiyor. Ama film bazında bakınca Kaan Müjdeci’nin aynı yıl çekilen gerçekçi, mesafeli ve üslup sahibi “Sivas”ıyla (2014) övünmek bizim adımıza sevindirici oluyor.