SADECE İFLAH OLMAZ KEANU REEVES HAYRANLARI İÇİN
28/11/2014 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 2.5
|

Keanu Reeves ve Eva Longoria’nın finansörlüğünde 20 milyon dolar bütçeli bir dövüş/aksiyon filmi planlayan “John Wick”, kiralık katil meselesini klişe metotlarla örüyor. Böylece Luc Besson’un yapımcılığını üstlendiği beşinci sınıf tür filmleriyle aynı cümlede anılmayı hak ediyor. İflah olmaz Reeves hayranları “John Wick”e bayılabilir. Ama burada Van Damme, Norris, Seagal gibi kült isimlerin albenisini aratan koreografilerin demode aksiyonla köprü kurduğu formül hiç de özenli değil.
Zamanı geçmiş yıldızlardan ‘başrol oyuncusu’ yaratmak neye yol açar? “Son Üç Gün” (“3 Days to Kill”, 2014) ile “John Wick”in (2014) aynı seneye denk gelmesi akla bu soruyu getiriyor. Sinemanın her zaman diliminde farklı bir geleneğe yönelmesi, Costner ve Reeves’in bugünlerde ‘eski yüzler’ olmasını sağlıyor. Açıkçası “Hız Tuzağı” (“Speed”, 1994) ve “Matrix”teki (“The Matrix”, 1999) gibi yetenekten ziyade yakışıklılık gerektiren roller gelmediğinde Reeves’in kariyeri tuhaf bir yere uzanıyor.
REEVES’İN STÜDYO SERÜVENİ NOKTALANMAK ÜZERE
“The Private Lives of Pippa Lee” (2009), “Suçlu Kim?” (“Henry’s Crime”, 2010) ve “Kayıp Yaşamlar” (“Generation Um…”, 2012) gibi filmlerdeki daha güncel performanslar, “Başparmak” (“Thumbsucker”, 2005) ile “Ellie Parker”daki (2005) yan karakterlere ‘şüpheci’ yaklaşımımızı haklı çıkarmış gibi. Reeves yavaş yavaş stüdyolardan uzaklaşırken, yeteneğiyle bir yerlere geldiğinde de ‘ne yapıyor orada?’ tepkisine yol açıyordu.
Oyuncu 2008’deki “Dünyanın Durduğu Gün” (“The Day The Earth Stood Still”) ve “Sokağın Kralları”ndan (“Street Kings”) bu yana alıp götürdüğü bir stüdyo projesi bulamıyordu. Kendi girdiği “47 Ronin” (“The 47 Ronin”, 2013) ve “Man of Tai Chi”nin (2013) zarar etmesi aslında onun trajik, anlamsız ve belki de zorunlu tercihlerinin sürmesine yol açacak.
KÜLT BİR DÖVÜŞ FİLMİ KAHRAMANI BİLE YOK
“John Wick” ise Eva Longoria ile Keanu Reeves’in yapımcılığında gerçekleşen bir eser. Yıldız oyuncunun yakında Luc Besson kontrolünde beşinci sınıf aksiyon ve dövüş filmlerinin kahramanı olacağını duyurmaya yarıyor sadece... 2013’te Uzakdoğu dövüş sanatlarına merak sardığı görülen Reeves, burada “47 Ronin”deki (2013) şaşkınlığını sürdürüyor. Onun üzerine dramatik bir içsesle gitme arzusuysa her şeyi darmadağın ediyor. Bir karizma bile kalmıyor ortada…
Yönetmenlik koltuğunda Chad Stahelski var. Reeves kendisini öne çıkarması ve dövüş sahnelerini iyi idare etmesi için tutmuş onu. Eski bir kiralık katilin hikayesi Jean-Claude Van Damme, Chuck Norris, Steven Seagal gibi kült isimlerin eserlerini akla getiren kırılgan bir dramatik yapı ve ucuz bir görsel yapıyla sarılıyor. Üstüne üstlük onların dövüş sanatına kattıkları egzotik ve farklı hava dahi canlanmıyor. Wick, silahla iş bitirirken, loş gece lambalarından beslenen bir ışıkla ‘kalıcı’ olmaya çalışıyor. Muhtemelen arka ışığa yüklenen, tek boyutlu sinematografik tercihlerle yol alıyor.
DUBLÖR KOORDİNATÖRÜNDEN YÖNETMEN OLUR MU?
Kurgucu nasıl olduysa Baltasar Kormakur’la birlikte çalışan ve “Son Vurgun”u (“Contraband”, 2011) perişan eden İzlandalı Elísabet Ronaldsdóttir. Dublör koordinatörlüğünden gelme Stahelski’nin (yanına meslektaşı David Leitch’i de almış) bu alandaki hakimiyetine bel bağlamak bu noktada şaşırtıcı olmuyor. Kiralık katil konulu dövüş/aksiyon filminin, John Woo’nun eserlerine benzemesini çok istiyoruz. Ama Kevin Costner’ın “Son Üç Gün”ünden farklı bir süreç canlanmıyor. ‘Nikita’, ‘Léon’ gibi kalıcı ve kült karakterler devreye girmiyor ya da profesyonel bir sinema anlayışıyla sarılmıyor.
Uzun saçıyla gülünç duran Reeves, Dafoe, Nqyvist gibi niye tutulduğu belli olmayan oyuncular arasında koşuşturup duruyor. Senaryonun yalapşaplığıyla ilgili yorum yapmak ise abes kaçar. “John Wick”in düşüşü, bilgisayar oyunlarıyla haşır neşir olmayı kör kör parmağım gözüne detaylarla sarıp bu konudaki bayat filmlerle bağ kurduğu zaman hızlanıyor. O anlarda “Max Payne” (2008), “Hitman” (2007) vasatlığına, prodüksiyonuna bile ulaşmak kolay olmuyor. Sadece bazı görsel referansla ve tuhaf yan öğelerle ‘bilgisayar oyunu uyarlaması’ omurgası destekleniyor, ama bu yeterli olmuyor. Stahelski’nin B-tipi bir aksiyon/dövüş filmine imza atmasını Bridget Moynahan dahil kimse engelleyemiyor.
Zamanı geçmiş yıldızlardan ‘başrol oyuncusu’ yaratmak neye yol açar? “Son Üç Gün” (“3 Days to Kill”, 2014) ile “John Wick”in (2014) aynı seneye denk gelmesi akla bu soruyu getiriyor. Sinemanın her zaman diliminde farklı bir geleneğe yönelmesi, Costner ve Reeves’in bugünlerde ‘eski yüzler’ olmasını sağlıyor. Açıkçası “Hız Tuzağı” (“Speed”, 1994) ve “Matrix”teki (“The Matrix”, 1999) gibi yetenekten ziyade yakışıklılık gerektiren roller gelmediğinde Reeves’in kariyeri tuhaf bir yere uzanıyor.
REEVES’İN STÜDYO SERÜVENİ NOKTALANMAK ÜZERE
“The Private Lives of Pippa Lee” (2009), “Suçlu Kim?” (“Henry’s Crime”, 2010) ve “Kayıp Yaşamlar” (“Generation Um…”, 2012) gibi filmlerdeki daha güncel performanslar, “Başparmak” (“Thumbsucker”, 2005) ile “Ellie Parker”daki (2005) yan karakterlere ‘şüpheci’ yaklaşımımızı haklı çıkarmış gibi. Reeves yavaş yavaş stüdyolardan uzaklaşırken, yeteneğiyle bir yerlere geldiğinde de ‘ne yapıyor orada?’ tepkisine yol açıyordu.
Oyuncu 2008’deki “Dünyanın Durduğu Gün” (“The Day The Earth Stood Still”) ve “Sokağın Kralları”ndan (“Street Kings”) bu yana alıp götürdüğü bir stüdyo projesi bulamıyordu. Kendi girdiği “47 Ronin” (“The 47 Ronin”, 2013) ve “Man of Tai Chi”nin (2013) zarar etmesi aslında onun trajik, anlamsız ve belki de zorunlu tercihlerinin sürmesine yol açacak.
KÜLT BİR DÖVÜŞ FİLMİ KAHRAMANI BİLE YOK
“John Wick” ise Eva Longoria ile Keanu Reeves’in yapımcılığında gerçekleşen bir eser. Yıldız oyuncunun yakında Luc Besson kontrolünde beşinci sınıf aksiyon ve dövüş filmlerinin kahramanı olacağını duyurmaya yarıyor sadece... 2013’te Uzakdoğu dövüş sanatlarına merak sardığı görülen Reeves, burada “47 Ronin”deki (2013) şaşkınlığını sürdürüyor. Onun üzerine dramatik bir içsesle gitme arzusuysa her şeyi darmadağın ediyor. Bir karizma bile kalmıyor ortada…
Yönetmenlik koltuğunda Chad Stahelski var. Reeves kendisini öne çıkarması ve dövüş sahnelerini iyi idare etmesi için tutmuş onu. Eski bir kiralık katilin hikayesi Jean-Claude Van Damme, Chuck Norris, Steven Seagal gibi kült isimlerin eserlerini akla getiren kırılgan bir dramatik yapı ve ucuz bir görsel yapıyla sarılıyor. Üstüne üstlük onların dövüş sanatına kattıkları egzotik ve farklı hava dahi canlanmıyor. Wick, silahla iş bitirirken, loş gece lambalarından beslenen bir ışıkla ‘kalıcı’ olmaya çalışıyor. Muhtemelen arka ışığa yüklenen, tek boyutlu sinematografik tercihlerle yol alıyor.
DUBLÖR KOORDİNATÖRÜNDEN YÖNETMEN OLUR MU?
Kurgucu nasıl olduysa Baltasar Kormakur’la birlikte çalışan ve “Son Vurgun”u (“Contraband”, 2011) perişan eden İzlandalı Elísabet Ronaldsdóttir. Dublör koordinatörlüğünden gelme Stahelski’nin (yanına meslektaşı David Leitch’i de almış) bu alandaki hakimiyetine bel bağlamak bu noktada şaşırtıcı olmuyor. Kiralık katil konulu dövüş/aksiyon filminin, John Woo’nun eserlerine benzemesini çok istiyoruz. Ama Kevin Costner’ın “Son Üç Gün”ünden farklı bir süreç canlanmıyor. ‘Nikita’, ‘Léon’ gibi kalıcı ve kült karakterler devreye girmiyor ya da profesyonel bir sinema anlayışıyla sarılmıyor.
Uzun saçıyla gülünç duran Reeves, Dafoe, Nqyvist gibi niye tutulduğu belli olmayan oyuncular arasında koşuşturup duruyor. Senaryonun yalapşaplığıyla ilgili yorum yapmak ise abes kaçar. “John Wick”in düşüşü, bilgisayar oyunlarıyla haşır neşir olmayı kör kör parmağım gözüne detaylarla sarıp bu konudaki bayat filmlerle bağ kurduğu zaman hızlanıyor. O anlarda “Max Payne” (2008), “Hitman” (2007) vasatlığına, prodüksiyonuna bile ulaşmak kolay olmuyor. Sadece bazı görsel referansla ve tuhaf yan öğelerle ‘bilgisayar oyunu uyarlaması’ omurgası destekleniyor, ama bu yeterli olmuyor. Stahelski’nin B-tipi bir aksiyon/dövüş filmine imza atmasını Bridget Moynahan dahil kimse engelleyemiyor.