MÜLKSÜZLEŞME PSİKOLOJİSİNİN ETKİSİ ALTINDA
01/12/2017 - Posta
|
FİLMİN NOTU: 6.6
|

Eylül başında Venedik Film Festivali’nin prestijli ‘Eleştirmenlerin Haftası’ bölümünde dünya prömiyerini yapan “Körfez”, 2017’nin en iyi yerli ilk filmi şüphesiz. Bunu da aslında ‘mülksüzleşme’, ‘kıyamet paranoyası’, ‘eve dönüş’ ve ‘yabancılaşma’ üzerine kurulu ufuk açıcı diliyle becerirken Emre Yeksan adlı yetenekli bir sinemacıyı duyuruyor.
SOYUT BİR ANTİ-KIYAMET KOMEDİSİ
30’lu yaşlarındaki boşanmış Selim (Ulaş Tuna Astepe), hayatını sürdürmek için İzmir’e döner. Ailesinin yanına yerleşmek isterken eski hayatının izleriyle karşılaşır. Körfezde gerçekleşen bir kaza şehirdeki hayatı serinden sarsar. Selim, yıllar sonra döndüğü İzmir’de yeni bir dünyayı keşfe dalacaktır.
Gün aralarıyla ‘epizodik anlatı’yı anlamlandıran ve aralara koyduğu ‘boşluk’u da bir sinema diline dönüştüren özel bir film... Emre Yeksan, “Körfez”de (2017) mülksüzleşmeden yola çıkarken, ‘eve dönüş’ü güncel politikadan beslenen metinler ve karelerle yorumluyor. Yangından depreme, ölümden kazaya uzanan ‘birbirinden alakasız felaketler’i aynı potada eritiyor. Bunların izinde de kendine ‘soyut bir anti-kıyamet poker surat komedisi (deadpan comedy)’ tabanı buluyor.
Film, ‘Michelangelo Antonioni’ soyutluğu ile ‘Alexander Payne’ dramedisinin ‘büyülü gerçekçilik’ soslu leziz bir karışımı gibi. Ulaş Tuna Astepe’nin Selim karakteri, fazlasıyla Buster Keaton, Alexander Payne, Wes Anderson, Aki Karusmaki, Tsai Ming-Liang gibi sinemacıların karakterlerini hatırlatıyor. ‘Poker surat komedisi’ne yatkınlık, dingin çerçeveler ve plan sekanslarla anlam yükleniyor.
Açıkçası bu damar için, ‘büyülü gerçekçilik’ akımından destek alan imgelerle ‘eve dönüşe uyum sağlayamamanın yarattığı salgının insan ruhuna etkisi’ başlıklı bir psikoloji servis ediliyor. Kaydırılan kameranın arka plandaki gemi felaketini usul usul gözlemlemesi, vapurda ağzını kapatanların bir salgından kaçması, trafiğin kafa şişirecek kadar tahammül edilemez hale gelmesi, bir yangının artık bir hastalığa dönüşen ‘felaketler’in altını çizmesi veya ağırkanlı bir kaplumbağanın etrafta dolaşması günümüz Türkiye’sinin manzaraları.
İZMİR'DEKİ RAHATLIK İMGELERİ VE BİLİNÇ AKIŞINI ANLAMLANDIRIYOR
İzmir de aslında bu duruma ortak oluyor. Yönetmen, Polonyalı görüntü yönetmeni Jakub Giza’dan aldığı destekle, derin odakla ve büyük oranda geniş açı objektiflerle çalışıp çerçevenin iki yanındaki karakterleri derinlemesine incelemiş. Gün aralarını da ‘plan sekanslar’ eğilimli bir yapıya malzeme etmiş. Bu yabancılaşmadan ise gerçeküstücü imgeler fışkırıyor. Gabriel Garcia Marquez’in romanlarını da andıran bir yaklaşım olduğu kesin. Serdar Yılmaz’ın sanat yönetimi de filmin atardamarı gibi.
Dingin imgeler, misal arabaların sıkıştığı trafik Godard’ın başyapıtlarından “Haftasonu”nun (“Le Week-end”, 1967) felakete teğet geçtiği uzun plan sekansı andırıyor. Antonioni klasiği “Kızıl Çöl”ün (“Il Deserto Rosso”, 1964) fabrika atıklarından beslenerek ana karakteri hastalıklı hale getirdiği ‘anti-kıyamet filmi’ atmosferi de akla geliyor. Açıkçası “Albüm” (2016), “Pus” (2009), “Tatil Kitabı” (2008) filmi izlerken zihnimizde beliren yerli sinema örnekleri. “Körfez”, sanki ‘déjà vu’ hissini film dünyasında bilinçdışından geçen bir ezber olarak tasarlamış.
Yeksan, daha ziyade insan-şehir, birey-İzmir ilişkisini öne çıkaran bir içsel yolculuk planlıyor. Arka planda sürekli hareketlenip bitebilen olaylar dizisini de ‘Gezi’ sonrasından bir ‘ortak bilinç’e malzeme ederek son noktayı koymuş. Bu final de varoluşsal yolculuğu, kayboluşu, ‘komedi’den başlayıp ‘melankoli’ye uzanan bir çizgide net bir şekilde tanımlanamayacak bir zıtlaşmayla dengeliyor. Zıt kutupların bir araya geldiği o karmaşık kıyamet paranoyasının filmi gibi “Körfez”.
Günümüz toplumunun psikolojik sorunlarından da destek alan bir anti-kıyamet filmine açılıyor. Rüyalardan beslenen yapısıyla bunu yaratma becerisinin dinginliği, bir bakıma Antonioni ile erken dönem Payne’in arasında gidip gelen uç noktaların yollarının kesiştirilmesiyle anlam kazanıyor. “Körfez”, heyecan verici bir ilk film deneyimi vaat ediyor. Emre Yeksan’ın İzmir, yabancılaşma, komedi, plan sekans ve bilinçaltı vizyonu çok orijinal.
SOYUT BİR ANTİ-KIYAMET KOMEDİSİ
30’lu yaşlarındaki boşanmış Selim (Ulaş Tuna Astepe), hayatını sürdürmek için İzmir’e döner. Ailesinin yanına yerleşmek isterken eski hayatının izleriyle karşılaşır. Körfezde gerçekleşen bir kaza şehirdeki hayatı serinden sarsar. Selim, yıllar sonra döndüğü İzmir’de yeni bir dünyayı keşfe dalacaktır.
Gün aralarıyla ‘epizodik anlatı’yı anlamlandıran ve aralara koyduğu ‘boşluk’u da bir sinema diline dönüştüren özel bir film... Emre Yeksan, “Körfez”de (2017) mülksüzleşmeden yola çıkarken, ‘eve dönüş’ü güncel politikadan beslenen metinler ve karelerle yorumluyor. Yangından depreme, ölümden kazaya uzanan ‘birbirinden alakasız felaketler’i aynı potada eritiyor. Bunların izinde de kendine ‘soyut bir anti-kıyamet poker surat komedisi (deadpan comedy)’ tabanı buluyor.
Film, ‘Michelangelo Antonioni’ soyutluğu ile ‘Alexander Payne’ dramedisinin ‘büyülü gerçekçilik’ soslu leziz bir karışımı gibi. Ulaş Tuna Astepe’nin Selim karakteri, fazlasıyla Buster Keaton, Alexander Payne, Wes Anderson, Aki Karusmaki, Tsai Ming-Liang gibi sinemacıların karakterlerini hatırlatıyor. ‘Poker surat komedisi’ne yatkınlık, dingin çerçeveler ve plan sekanslarla anlam yükleniyor.
Açıkçası bu damar için, ‘büyülü gerçekçilik’ akımından destek alan imgelerle ‘eve dönüşe uyum sağlayamamanın yarattığı salgının insan ruhuna etkisi’ başlıklı bir psikoloji servis ediliyor. Kaydırılan kameranın arka plandaki gemi felaketini usul usul gözlemlemesi, vapurda ağzını kapatanların bir salgından kaçması, trafiğin kafa şişirecek kadar tahammül edilemez hale gelmesi, bir yangının artık bir hastalığa dönüşen ‘felaketler’in altını çizmesi veya ağırkanlı bir kaplumbağanın etrafta dolaşması günümüz Türkiye’sinin manzaraları.
İZMİR'DEKİ RAHATLIK İMGELERİ VE BİLİNÇ AKIŞINI ANLAMLANDIRIYOR
İzmir de aslında bu duruma ortak oluyor. Yönetmen, Polonyalı görüntü yönetmeni Jakub Giza’dan aldığı destekle, derin odakla ve büyük oranda geniş açı objektiflerle çalışıp çerçevenin iki yanındaki karakterleri derinlemesine incelemiş. Gün aralarını da ‘plan sekanslar’ eğilimli bir yapıya malzeme etmiş. Bu yabancılaşmadan ise gerçeküstücü imgeler fışkırıyor. Gabriel Garcia Marquez’in romanlarını da andıran bir yaklaşım olduğu kesin. Serdar Yılmaz’ın sanat yönetimi de filmin atardamarı gibi.
Dingin imgeler, misal arabaların sıkıştığı trafik Godard’ın başyapıtlarından “Haftasonu”nun (“Le Week-end”, 1967) felakete teğet geçtiği uzun plan sekansı andırıyor. Antonioni klasiği “Kızıl Çöl”ün (“Il Deserto Rosso”, 1964) fabrika atıklarından beslenerek ana karakteri hastalıklı hale getirdiği ‘anti-kıyamet filmi’ atmosferi de akla geliyor. Açıkçası “Albüm” (2016), “Pus” (2009), “Tatil Kitabı” (2008) filmi izlerken zihnimizde beliren yerli sinema örnekleri. “Körfez”, sanki ‘déjà vu’ hissini film dünyasında bilinçdışından geçen bir ezber olarak tasarlamış.
Yeksan, daha ziyade insan-şehir, birey-İzmir ilişkisini öne çıkaran bir içsel yolculuk planlıyor. Arka planda sürekli hareketlenip bitebilen olaylar dizisini de ‘Gezi’ sonrasından bir ‘ortak bilinç’e malzeme ederek son noktayı koymuş. Bu final de varoluşsal yolculuğu, kayboluşu, ‘komedi’den başlayıp ‘melankoli’ye uzanan bir çizgide net bir şekilde tanımlanamayacak bir zıtlaşmayla dengeliyor. Zıt kutupların bir araya geldiği o karmaşık kıyamet paranoyasının filmi gibi “Körfez”.
Günümüz toplumunun psikolojik sorunlarından da destek alan bir anti-kıyamet filmine açılıyor. Rüyalardan beslenen yapısıyla bunu yaratma becerisinin dinginliği, bir bakıma Antonioni ile erken dönem Payne’in arasında gidip gelen uç noktaların yollarının kesiştirilmesiyle anlam kazanıyor. “Körfez”, heyecan verici bir ilk film deneyimi vaat ediyor. Emre Yeksan’ın İzmir, yabancılaşma, komedi, plan sekans ve bilinçaltı vizyonu çok orijinal.