AMERİKA'NIN 'KÖR NOKTA'LARI...
9/6/2010 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 6.2
|

Hollywood’da nasıl futbol filmi konusunda sıkıntı yaşanıyorsa, Amerikan futbolu filmi üretme noktasında da bir o kadar yaratıcı ve derin olunabiliyor. Öyle ki karşımızda spor dalını felsefik bir açılıma sokmayı beceren, bunu yaparken günümüz politik konjonktürünü de arkasına alan mütevazı ama aynı zamanda derin bir karakter draması var. Bu yıl Sandra Bullock’a kariyerinin ilk Oscar’ını getiren “Kör Nokta”, hayatın kör noktalarına uzanan yolculuğunda özellikle güç gibi kavramlara Amerikan futbolunun terimleri üzerinden anlam arayıp ilginç tespitlere ulaşıyor. Es geçilmemesi gereken bir film.
‘...Her ev kadının bildiği gibi, ilk çekinizi ev ipoteği için, ikincisini sigorta için kesersiniz. Amerikan futbolunda da sol dış koruma oyuncusunun amacı oyun kurucunun kör noktasını korumaktır.’ İşte film, Sandra Bullock’un canlandırdığı demokrat Leigh Anne’in bu sözleriyle açılıyor. Yani bir bakıma “Kör Nokta”, bir Amerikan futbolu filmi olduğunun bilincini taşımasına rağmen evrensel bir sinema eserine dönüşmek istediğini de daha en baştan açık ediyor.
Adeta bir Mehmet Aurelio
Öyle ki bu giriş, 1985 yılında yaşanan gerçek bir olaydan esinlenilerek oluşturulmuş. Bir maçta; oyun kurucu Joe Theisman, savunmacı Lawrence Taylor’ın darbesiyle yerde kalmasıyla birlikte Amerikan futbolundaki devrimin gerçekleştiği o yıla uzanmış. Zira bu sayede, savunma oyuncularının da oyun kurucular kadar para kazanmaya başladığı bir dönem start almıştı.
Anlayacağınız nasıl günümüz futbolunda özellikle Yunanistan’ın Avrupa Kupası’nı alması ve dünyaca ünlü antrenör Mourinho’nun oyun dizilişiyle ‘savunma oyuncusu’ ya da ‘savunma ve hücum yapan oyuncu’ kavramı öne çıktıysa, filmin demek istediği de bu. Michael Oher de bizim Mehmet Aurelio’ya, Yunanistan’ın Zagorakis’ine veya Chelsea’nin Essien’ine tekabül ediyor biraz.
‘Kör nokta’nız korunmadıktan sonra...
Bunu Amerikan futbolu üzerinden bir felsefeye de dönüştürüyor “Kör Nokta” (“The Blind Side”). Öyle ki oyun kurucu, akıllı, zeki ve planlı ilerleyen ama fiziksel anlamda zayıf bir kişi; savunmacı ise cüssesiyle ve gücüyle devreye giren bir oyuncu. Anlayacağınız, bunun hayatta da bir karşılığı var.
Etrafımıza baktığımızda ise ille de zeki, eğitimli ve kültürlü olmak para getirmiyor. Tabiri caizse cüsseli, kalas ve eğitimsiz olsanız dahi mutluluğa ulaşmak için bir ücretiniz var. Bu bedel eğitimli olandan çok da farklı değil hem de yeri geldiğinde. Üstüne üstlük ‘eğitimli’nin kör noktasını da korumak sizin elinizde! Hiçbirimiz kusursuz değiliz demek istiyor film bu bağlamda.
Mütevazı bir Amerikan bağımsızı
Bu da “Kör Nokta”yı buradan yola çıkınca sembolik bir bağımsız filme dönüşüyor. Öyle ki isminin böylesi derin anlamlar içerdiği veya metaforik açıdan açıklanabildiği yapıtlar, genelde bağımsız sinema örnekleridir. Bu sebeple de Michael Lewis’in ‘Amerikan Futbolunun Evrimi’ uzantısı da bulunduran romanının başarısına dikkat çekmek lazım. John Lee Hancock’un ise üçüncü yönetmenlik denemesinde böylesi bir seçim yapması takdir edilmeli.
Öyle ki burada aslında Amerikan toplumuyla ilgili gerçek bir hikaye, kültürel bir metaforla yürüyen ilginç bir felsefe ile yerine ulaşıyor. Film hayattaki para ve güç kavramlarını ele alan politik damarı yüksek bir hikaye üzerinden akıyor. Bunun için de aslında Sandra Bullock’un karakteri ile mükemmel ailesi ve şu sıralar basketbol kariyerine devam eden Michael Oher’ın ailesiz yaşamı ile hayat kadınlığı yapan annesinin varlığı yoluyla aslında bir bakıma ilginç noktalara da gidiyor.
Somut güç mü maddi güç mü?
“Kör Nokta”, Amerikan futboluyla ilgili bir karakter draması olarak anılabilir. Bundan çıkardığı sonuçlar doğrultusunda ise ‘somut güç’ün aynı zamanda aşırı duygusallık ve korumacılık getirdiği, paranın ya da maddi gücün ise iletişimsizliğe ve yapaylığa yol açtığı bir dünya kuruyor. Bunun yanında Amerikan futbolu oyuncularını motive etmenin yolunu ‘ailen gibi düşün onları!’ gibi bir motivasyon olarak vurgulaması, alana da kattığı farklı yorumlardan biri sadece.
Sonuç olarak karşımızda hayatın ‘kör nokta’ları yani sevgi ihtiyacı, politik zorunluluk ve daha nicesiyle ilgili beklenmedik yerlere giden bir film var. Anlayacağınız dayatmaların içinde kaybolmuş bireylerin hikayesi bu. Tabii demokrat bir aileye siyahi bir genci evlat getirtmesiyle, Obama sonrası oluşan ‘öteki’leşmeyi başrole yerleştirmeyi amaçlamış esasen “Kör Nokta”. Bu doğrultuda da aslında beyazların bencil tavırlarını eleştirirken sonlara doğru yan dönmesi tartışılmalı.
Bunun yanında filmin tek siyahi mahalle olarak Oher’in bulunduğu bölgeyi gösterdiği dünyasının da çok inandırıcı olmadığı, fazla ‘kötücül’ ve ‘karton’ durduğu söylenebilir. Ancak Bullock’un kendini beğenmiş orta-üst sınıf kadını tiplemesinin son derece eleştirel yerlere gidebilmesi konusunda senaryo ve oyuncunun kendisi takdir edilmeli. Ama elbette “Kör Nokta”ya siyahilerin bir duyarlılığa ve sevgiye ihtiyaç duyduğu günümüz politik konjontürünün içinde baktığımızda, iğreti durabilecek ve tartışılabilecek bir eserle yüzleşiyoruz.
Amerikan futbolu, asla sadece Amerikan futbolu değildir...
Zaten mütevazi bir karakter draması ve ilginç bir Amerikan futbolu filmi olmasının yanında bu yönüyle öne çıkarılması yanlış olan esas nokta. Daha çok Amerikalıların kendi kültürlerine ait bir spor olan Ameirkan futbolunu ele alan eserler çekmekteki başarısı üzerinden yorumlanmalı. Öyle ki hayatta da bir oyun kurucu, bir korumacı, bir de kör nokta her zaman var. Bunların her birinin birbirlerinin duydukları da ortada değil midir zaten?
Lafın özü “Kör Nokta”, ‘Amerikan futbolu fena halde hayata benzer’ diyor. Zaten tesadüflere bu kadar yüklenip iki piyonu olan anne ile üvey evlat tiplemelerinin arasındaki ilişkiyi devreye çabucak sokmak için uğraşmasının da sebebi bu. Bunun da çok abartılmayıp karakter dramasında kalması, yönetmen Hancock’un bağımsız ruhlu yaklaşımından kaynaklanıyor.
‘...Her ev kadının bildiği gibi, ilk çekinizi ev ipoteği için, ikincisini sigorta için kesersiniz. Amerikan futbolunda da sol dış koruma oyuncusunun amacı oyun kurucunun kör noktasını korumaktır.’ İşte film, Sandra Bullock’un canlandırdığı demokrat Leigh Anne’in bu sözleriyle açılıyor. Yani bir bakıma “Kör Nokta”, bir Amerikan futbolu filmi olduğunun bilincini taşımasına rağmen evrensel bir sinema eserine dönüşmek istediğini de daha en baştan açık ediyor.
Adeta bir Mehmet Aurelio
Öyle ki bu giriş, 1985 yılında yaşanan gerçek bir olaydan esinlenilerek oluşturulmuş. Bir maçta; oyun kurucu Joe Theisman, savunmacı Lawrence Taylor’ın darbesiyle yerde kalmasıyla birlikte Amerikan futbolundaki devrimin gerçekleştiği o yıla uzanmış. Zira bu sayede, savunma oyuncularının da oyun kurucular kadar para kazanmaya başladığı bir dönem start almıştı.
Anlayacağınız nasıl günümüz futbolunda özellikle Yunanistan’ın Avrupa Kupası’nı alması ve dünyaca ünlü antrenör Mourinho’nun oyun dizilişiyle ‘savunma oyuncusu’ ya da ‘savunma ve hücum yapan oyuncu’ kavramı öne çıktıysa, filmin demek istediği de bu. Michael Oher de bizim Mehmet Aurelio’ya, Yunanistan’ın Zagorakis’ine veya Chelsea’nin Essien’ine tekabül ediyor biraz.
‘Kör nokta’nız korunmadıktan sonra...
Bunu Amerikan futbolu üzerinden bir felsefeye de dönüştürüyor “Kör Nokta” (“The Blind Side”). Öyle ki oyun kurucu, akıllı, zeki ve planlı ilerleyen ama fiziksel anlamda zayıf bir kişi; savunmacı ise cüssesiyle ve gücüyle devreye giren bir oyuncu. Anlayacağınız, bunun hayatta da bir karşılığı var.
Etrafımıza baktığımızda ise ille de zeki, eğitimli ve kültürlü olmak para getirmiyor. Tabiri caizse cüsseli, kalas ve eğitimsiz olsanız dahi mutluluğa ulaşmak için bir ücretiniz var. Bu bedel eğitimli olandan çok da farklı değil hem de yeri geldiğinde. Üstüne üstlük ‘eğitimli’nin kör noktasını da korumak sizin elinizde! Hiçbirimiz kusursuz değiliz demek istiyor film bu bağlamda.
Mütevazı bir Amerikan bağımsızı
Bu da “Kör Nokta”yı buradan yola çıkınca sembolik bir bağımsız filme dönüşüyor. Öyle ki isminin böylesi derin anlamlar içerdiği veya metaforik açıdan açıklanabildiği yapıtlar, genelde bağımsız sinema örnekleridir. Bu sebeple de Michael Lewis’in ‘Amerikan Futbolunun Evrimi’ uzantısı da bulunduran romanının başarısına dikkat çekmek lazım. John Lee Hancock’un ise üçüncü yönetmenlik denemesinde böylesi bir seçim yapması takdir edilmeli.
Öyle ki burada aslında Amerikan toplumuyla ilgili gerçek bir hikaye, kültürel bir metaforla yürüyen ilginç bir felsefe ile yerine ulaşıyor. Film hayattaki para ve güç kavramlarını ele alan politik damarı yüksek bir hikaye üzerinden akıyor. Bunun için de aslında Sandra Bullock’un karakteri ile mükemmel ailesi ve şu sıralar basketbol kariyerine devam eden Michael Oher’ın ailesiz yaşamı ile hayat kadınlığı yapan annesinin varlığı yoluyla aslında bir bakıma ilginç noktalara da gidiyor.
Somut güç mü maddi güç mü?
“Kör Nokta”, Amerikan futboluyla ilgili bir karakter draması olarak anılabilir. Bundan çıkardığı sonuçlar doğrultusunda ise ‘somut güç’ün aynı zamanda aşırı duygusallık ve korumacılık getirdiği, paranın ya da maddi gücün ise iletişimsizliğe ve yapaylığa yol açtığı bir dünya kuruyor. Bunun yanında Amerikan futbolu oyuncularını motive etmenin yolunu ‘ailen gibi düşün onları!’ gibi bir motivasyon olarak vurgulaması, alana da kattığı farklı yorumlardan biri sadece.
Sonuç olarak karşımızda hayatın ‘kör nokta’ları yani sevgi ihtiyacı, politik zorunluluk ve daha nicesiyle ilgili beklenmedik yerlere giden bir film var. Anlayacağınız dayatmaların içinde kaybolmuş bireylerin hikayesi bu. Tabii demokrat bir aileye siyahi bir genci evlat getirtmesiyle, Obama sonrası oluşan ‘öteki’leşmeyi başrole yerleştirmeyi amaçlamış esasen “Kör Nokta”. Bu doğrultuda da aslında beyazların bencil tavırlarını eleştirirken sonlara doğru yan dönmesi tartışılmalı.
Bunun yanında filmin tek siyahi mahalle olarak Oher’in bulunduğu bölgeyi gösterdiği dünyasının da çok inandırıcı olmadığı, fazla ‘kötücül’ ve ‘karton’ durduğu söylenebilir. Ancak Bullock’un kendini beğenmiş orta-üst sınıf kadını tiplemesinin son derece eleştirel yerlere gidebilmesi konusunda senaryo ve oyuncunun kendisi takdir edilmeli. Ama elbette “Kör Nokta”ya siyahilerin bir duyarlılığa ve sevgiye ihtiyaç duyduğu günümüz politik konjontürünün içinde baktığımızda, iğreti durabilecek ve tartışılabilecek bir eserle yüzleşiyoruz.
Amerikan futbolu, asla sadece Amerikan futbolu değildir...
Zaten mütevazi bir karakter draması ve ilginç bir Amerikan futbolu filmi olmasının yanında bu yönüyle öne çıkarılması yanlış olan esas nokta. Daha çok Amerikalıların kendi kültürlerine ait bir spor olan Ameirkan futbolunu ele alan eserler çekmekteki başarısı üzerinden yorumlanmalı. Öyle ki hayatta da bir oyun kurucu, bir korumacı, bir de kör nokta her zaman var. Bunların her birinin birbirlerinin duydukları da ortada değil midir zaten?
Lafın özü “Kör Nokta”, ‘Amerikan futbolu fena halde hayata benzer’ diyor. Zaten tesadüflere bu kadar yüklenip iki piyonu olan anne ile üvey evlat tiplemelerinin arasındaki ilişkiyi devreye çabucak sokmak için uğraşmasının da sebebi bu. Bunun da çok abartılmayıp karakter dramasında kalması, yönetmen Hancock’un bağımsız ruhlu yaklaşımından kaynaklanıyor.