TAŞRADA USTALIKLI BİR METOO GEZİNTİSİ
|
FİLMİN NOTU: 6.5
|

16-27 Mayıs 2023 arasında düzenlenen 76. Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’yle dönen “Kuru Otlar Üstüne”, 29 Eylül’de vizyona girecek. Nuri Bilge Ceylan, taşraya Erice, Fellini, Antonioni ile Lynch arasında gidip gelen ustalıklı bir ayar veriyor. ‘Büyülü bir fotoroman’, ‘serbest bir kuru otlar imparatorluğu’, ‘rahatsız edici seslerle örülü bir sorgulanma mekanı’, ‘pastoral bir meta-meta-evren’ veya ‘eklektik bir neo-noir’a gizemli bir davette bulunuyor.
KURU OTLAR İMPARATORLUĞU’NA GİZEMLİ DAVET
“Kuru Otlar Üstüne”, Nuri Bilge Ceylan’ın her daim bize yaşattığı taşra gezintisini yeniden güncelliyor. Samet (Deniz Celiloğlu) ise yönetmenin tipik bir karakteri. Kendi ‘minimalist noir’ dünyasının içerisinde ayakta kalmaya çalışıyor. Aslında zengin ve entelektüel referanslarla da pastorallik, ‘kafa şişiren sesler’le ‘yara bere’ içinde bırakan sorgulanma mekanı olarak tasarlanıyor.
Usta yönetmen, Antonioni usulü yerli neo-noir “Bir Zamanlar Anadolu’da” (2011) sonrası taşradaki ‘sonradan görmelik’ problemini profesyonel oyuncularla masaya yatırmıştı. Karikatürize tiplemeler üzerinde sürekli bir soyut terapi izletir bize. ‘Ahlat Ağacı’nda ‘çapsızlık’, ‘şekilsizlik’, ‘uyumsuzluk’ üzerine giden inadına ‘çarpık görsel yapı’nın metaforik tezahürü ‘serbest bir kuru otlar imparatorluğu’ üzerinden harekete geçiyor.
ERICE-FELLINI-ANTONIONI ARASI CAPCANLI BİR FOTOROMAN GİBİ
Aslında orada Bergman ile Erice bir araya gelmişti. Burada ise modern İtalyan sinemasının entelektüel izdüşümleri de modern-postmodern arasındaki eklektik meta-evrenin bir oraya bir buraya savrulmasına destek veriyor.
Yönetmen “Kasaba”yla (1997) başlayan ‘Taşra Üçlemesi’nden itibaren her daim bir ‘fotoğraf estetiği’ sunmuştur. Ama onun üzerinden giden minimalist ve sade hal Kiarostami-Bresson-Ozu üzerindendir. Burada biraz daha dijital efekt izlenimi bırakan fotoğraf araları görmek-bakmak ikilemine dair bir NBC dili öneriyor. Aslında Erice-Antonioni-Fellini arası büyülü gözlem ‘sinema resitali’ne dönüşüyor.
‘MAVİ KADİFE’ MODELİNE PASTORAL UYGULAMA
Fakat son bağlanış çimenler içerisinden çıktığımız ‘yeniden doğulan diyar’ aslında Lynch başyapıtı “Mavi Kadife”nin (“Blue Velvet”, 1986) girişindeki böcekler arasından girme hamlesiyle birebir benziyor. Aslında bu hamleyle beraber de ‘taşradaki ustalıklı gezinti’, büyük oranda ‘klişe mekanın oyuklarını yıkıp dökme, eşeleme’ hamlesini bize doğrudan hissettiriyor, en görkemli haliyle.
Bu saf eylemin ciddi anlamda ‘meta-nın meta’sı’ gözükerek aslında pastoral bir yapısal deformasyona alan açtığı muhakkak. Desteğini ise renk filtrelerinin uyumsuzluğundan katmanlı bir sahne-hayat ilişkisi çıkarmaya kadar götürüyor.
RENKLERİN ÖTESİNDE BİR DESTAN YAZMA ARZUSU
“Üç Maymun”la (2008) beraber Tarkovsky etkili bir mekanda ‘stilize dijitallik’ geldi yönetmenin sinemasına 2.35.1’de. Ama oraya giriş “İklimler”le (2006) gri palet ile olmuştu. Burada ise renklerin ötesinde bir destan yazma hali var. Bu da bütün karakterlerin ‘sorgusal bütünlük’ü içerisinde bize Merve Dizdar ve onu anlatacak bir Macguffin üzerinden kurulu ‘metoo polisiyesi’nin üzerinden gidiyor.
Fazlasıyla tekinsiz, büyülü ve en çok da ustalıklı bir şekilde gerçekleşiyor her detay. Bu durum karşısında aslında bizim payımıza düşen de bu gibi. NBC aslında kendi büyülü yaratıcılık dönemi üzerine de bir film yapmış hissi veriyor. “Kış Uykusu”ndaki gibi bu Shakespeare-Çehov-Bergman kırması sıradanlık ve konuşan kafalar haliyle yol almıyor.
‘SEKİZ BUÇUK’ VE ‘CİNAYETİ GÖRDÜM’ REFERANSLAR ARASINDA
Aksine “Sekiz Buçuk” (“8½”, 1963) ve “Cinayeti Gördüm” (“Blow-Up”, 1966) dehlizlerinde dolaşan karakterlerin tiyatro sahnesinden kopup gelen imgesel dönüşümlerle de meta-sanat yönetimini devreye soktuğu muhakkak. Yapım Tasarımcısı Meral Aktan, “Ahlat Ağacı”ndan sonrada burada da teknik ekibin yıldızları arasında. Bu da Türkiye sinemasının minimalist auteur’ünün zamanla dönüştüğü gerçeküstücü kimliğe, o dönüşüme dair bir mesaj.
NBC taşrayla fazlasıyla aşık atıp “Bir Zamanlar Anadolu’da”nın vasatın altı kopyasına imza atanları devre dışı bırakma üzerine bir film yapmış. 2020’lerde Emin Alper ve Özcan Alper mekanı kullanmak izlerken ‘popülizm’ ve ‘politik beklenti’nin mağduru olmuşken bu değerli. Hatta burada taşraya güncel ayar verirken ‘pastoral ve büyülü bir meta-sanat yönetimi’ hamlesi akıllara durgunluk verene bir ustalıkla şaşkına çeviriyor.
YÜKSEL AKSU EGOSUYLA GÜLÜNÇ DURUYOR
Ama oyuklar niyetine Yüksek Aksu neyin ‘çayır ozanı’ olarak birilerine ders veriyor, onu çözmek mümkün değil. Karikatürize tipiyle egosunun karşılığını gülünçlük olarak alıyor. Zaten Akın Aksu ile beraber ‘tirat’vari diyalogların devreye girdiği burada da gözüküyor. Bu didaktizm ustalıklı NBC metoo polisiyesini ameliyatına zarar veriyor, “Mayıs Sıkıntısı” (1999) ve “Bir Zamanlar Anadolu’da”nın (2011) altına yerleştiriyor.
Rahatlıkla bir plan sekans, Yüksek Aksu, birkaç oyuncu ve dördüncü duvarın yıkıldığı sekans atılabilirmiş. Giriş ve birçok an kesilse, ‘gerçek kurgusu’na dönüşebilirmiş film. “Kuru Otlar Üstüne”, taşradaki fazlasıyla gürültünün tezahürleriyle zihnimizi rahatsız etmeleri üzerine kurulu dünyasıyla daha iddialı ve destansı bir açılış sekansını hak ediyor. 20 dakikanın üzerine gelen karlı görüntülerin bir şey katmadığı bir gerçek.
METOO OLAYLARINA SOYUT VE BERRAK BİR REÇETE
Kadına taciz mevzusunun NBC’nin capcanlı fotoğraflarıyla ahenkle dans etmesi aslında bir dijital hareketlenme adına değerli. Bu da “Kış Uykusu”nun Çehov, Shakespeare, Bergman ve Renoir etkili renk filtresi eyleminin üzerine bir ‘ustalık’ ve ‘zeka’ taşıyor. Ama buradaki soyut aslında kadına taciz-zulüm algısı baştan sonra korkutucu bir hal alıyor.
Sürekli bir rüya ya da kabus niyetine canlanıp tedirgin ediyor. Bu da Fellini-Antonioni-Erice arasında bir yaratıcılık dönemi filmi niyetine taşra ayarı gibi. “Mavi Kadife”yi bu üçlü Türk taşrasında çekmiş hissi de verebiliyor zaman zaman.
“Mayıs Sıkıntısı”, yönetmenin alter egosunu en saf haliyle karşımıza çıkarmıştı. Ama burada canlandırmalar bir güncellenme, ‘berrak bir fotoğraf’ eylemiyle gerçekleşiyor. “İklimler”de yaratıcılık dönemi krizinden ziyade bir kişisel ego tatmini vardı, “Kış Uykusu” da oraya kaymıştı. Ama “Ahlat Ağacı”ndan sonra buradaki girişimler de daha ‘postmodern’ denebilir.
DEVASA KAPANIŞ BÖLÜMÜ BÜYÜLEYİCİ
Bir yönetmenin kişisel dünyasının dengesiz seslerle bütünlenmesine bize bir saatlik devasa kapanış bölümü ve oradaki ‘çarpık aile’ yorumu ile adapte oluyoruz. Gerçekten de buna eşlik etme namına büyülü ve karnavalesk bir evrenden nefes alıp vermek mümkün. Bunun ise bir ustalık gösterisine dönüştüğü söylenebilir.
Ama filmin genel anlamda bir ‘senaryonun kör kör parmağım gözüne’ ilerlemesine dair problemini de es geçmemek lazım. Merve Dizdar’ın bu durumdan zarar gördüğü sahneler var. Buradaki “Ahlat Ağacı” yolunda ‘büyülü’ eylemin bir başka boyutunda ‘yıkıp dökme eylemi’ni yapısal açıdan biraz yarı yolda bırakıyor.
Fakat failler ve ötesinin gözlem safhası ‘sinemasal sarhoşluk’la gerçekleşiyor. Soyut imgeler gösterisi ‘yeni görüntüler yaratma’ namına değerli. Serbest ve eklektik taşra gezintisi bilinçaltında nahoş bir tat bırakırken NBC’nin pastoral evrenine özel bir ayar veriyor.
KURU OTLAR İMPARATORLUĞU’NA GİZEMLİ DAVET
“Kuru Otlar Üstüne”, Nuri Bilge Ceylan’ın her daim bize yaşattığı taşra gezintisini yeniden güncelliyor. Samet (Deniz Celiloğlu) ise yönetmenin tipik bir karakteri. Kendi ‘minimalist noir’ dünyasının içerisinde ayakta kalmaya çalışıyor. Aslında zengin ve entelektüel referanslarla da pastorallik, ‘kafa şişiren sesler’le ‘yara bere’ içinde bırakan sorgulanma mekanı olarak tasarlanıyor.
Usta yönetmen, Antonioni usulü yerli neo-noir “Bir Zamanlar Anadolu’da” (2011) sonrası taşradaki ‘sonradan görmelik’ problemini profesyonel oyuncularla masaya yatırmıştı. Karikatürize tiplemeler üzerinde sürekli bir soyut terapi izletir bize. ‘Ahlat Ağacı’nda ‘çapsızlık’, ‘şekilsizlik’, ‘uyumsuzluk’ üzerine giden inadına ‘çarpık görsel yapı’nın metaforik tezahürü ‘serbest bir kuru otlar imparatorluğu’ üzerinden harekete geçiyor.
ERICE-FELLINI-ANTONIONI ARASI CAPCANLI BİR FOTOROMAN GİBİ
Aslında orada Bergman ile Erice bir araya gelmişti. Burada ise modern İtalyan sinemasının entelektüel izdüşümleri de modern-postmodern arasındaki eklektik meta-evrenin bir oraya bir buraya savrulmasına destek veriyor.
Yönetmen “Kasaba”yla (1997) başlayan ‘Taşra Üçlemesi’nden itibaren her daim bir ‘fotoğraf estetiği’ sunmuştur. Ama onun üzerinden giden minimalist ve sade hal Kiarostami-Bresson-Ozu üzerindendir. Burada biraz daha dijital efekt izlenimi bırakan fotoğraf araları görmek-bakmak ikilemine dair bir NBC dili öneriyor. Aslında Erice-Antonioni-Fellini arası büyülü gözlem ‘sinema resitali’ne dönüşüyor.
‘MAVİ KADİFE’ MODELİNE PASTORAL UYGULAMA
Fakat son bağlanış çimenler içerisinden çıktığımız ‘yeniden doğulan diyar’ aslında Lynch başyapıtı “Mavi Kadife”nin (“Blue Velvet”, 1986) girişindeki böcekler arasından girme hamlesiyle birebir benziyor. Aslında bu hamleyle beraber de ‘taşradaki ustalıklı gezinti’, büyük oranda ‘klişe mekanın oyuklarını yıkıp dökme, eşeleme’ hamlesini bize doğrudan hissettiriyor, en görkemli haliyle.
Bu saf eylemin ciddi anlamda ‘meta-nın meta’sı’ gözükerek aslında pastoral bir yapısal deformasyona alan açtığı muhakkak. Desteğini ise renk filtrelerinin uyumsuzluğundan katmanlı bir sahne-hayat ilişkisi çıkarmaya kadar götürüyor.
RENKLERİN ÖTESİNDE BİR DESTAN YAZMA ARZUSU
“Üç Maymun”la (2008) beraber Tarkovsky etkili bir mekanda ‘stilize dijitallik’ geldi yönetmenin sinemasına 2.35.1’de. Ama oraya giriş “İklimler”le (2006) gri palet ile olmuştu. Burada ise renklerin ötesinde bir destan yazma hali var. Bu da bütün karakterlerin ‘sorgusal bütünlük’ü içerisinde bize Merve Dizdar ve onu anlatacak bir Macguffin üzerinden kurulu ‘metoo polisiyesi’nin üzerinden gidiyor.
Fazlasıyla tekinsiz, büyülü ve en çok da ustalıklı bir şekilde gerçekleşiyor her detay. Bu durum karşısında aslında bizim payımıza düşen de bu gibi. NBC aslında kendi büyülü yaratıcılık dönemi üzerine de bir film yapmış hissi veriyor. “Kış Uykusu”ndaki gibi bu Shakespeare-Çehov-Bergman kırması sıradanlık ve konuşan kafalar haliyle yol almıyor.
‘SEKİZ BUÇUK’ VE ‘CİNAYETİ GÖRDÜM’ REFERANSLAR ARASINDA
Aksine “Sekiz Buçuk” (“8½”, 1963) ve “Cinayeti Gördüm” (“Blow-Up”, 1966) dehlizlerinde dolaşan karakterlerin tiyatro sahnesinden kopup gelen imgesel dönüşümlerle de meta-sanat yönetimini devreye soktuğu muhakkak. Yapım Tasarımcısı Meral Aktan, “Ahlat Ağacı”ndan sonrada burada da teknik ekibin yıldızları arasında. Bu da Türkiye sinemasının minimalist auteur’ünün zamanla dönüştüğü gerçeküstücü kimliğe, o dönüşüme dair bir mesaj.
NBC taşrayla fazlasıyla aşık atıp “Bir Zamanlar Anadolu’da”nın vasatın altı kopyasına imza atanları devre dışı bırakma üzerine bir film yapmış. 2020’lerde Emin Alper ve Özcan Alper mekanı kullanmak izlerken ‘popülizm’ ve ‘politik beklenti’nin mağduru olmuşken bu değerli. Hatta burada taşraya güncel ayar verirken ‘pastoral ve büyülü bir meta-sanat yönetimi’ hamlesi akıllara durgunluk verene bir ustalıkla şaşkına çeviriyor.
YÜKSEL AKSU EGOSUYLA GÜLÜNÇ DURUYOR
Ama oyuklar niyetine Yüksek Aksu neyin ‘çayır ozanı’ olarak birilerine ders veriyor, onu çözmek mümkün değil. Karikatürize tipiyle egosunun karşılığını gülünçlük olarak alıyor. Zaten Akın Aksu ile beraber ‘tirat’vari diyalogların devreye girdiği burada da gözüküyor. Bu didaktizm ustalıklı NBC metoo polisiyesini ameliyatına zarar veriyor, “Mayıs Sıkıntısı” (1999) ve “Bir Zamanlar Anadolu’da”nın (2011) altına yerleştiriyor.
Rahatlıkla bir plan sekans, Yüksek Aksu, birkaç oyuncu ve dördüncü duvarın yıkıldığı sekans atılabilirmiş. Giriş ve birçok an kesilse, ‘gerçek kurgusu’na dönüşebilirmiş film. “Kuru Otlar Üstüne”, taşradaki fazlasıyla gürültünün tezahürleriyle zihnimizi rahatsız etmeleri üzerine kurulu dünyasıyla daha iddialı ve destansı bir açılış sekansını hak ediyor. 20 dakikanın üzerine gelen karlı görüntülerin bir şey katmadığı bir gerçek.
METOO OLAYLARINA SOYUT VE BERRAK BİR REÇETE
Kadına taciz mevzusunun NBC’nin capcanlı fotoğraflarıyla ahenkle dans etmesi aslında bir dijital hareketlenme adına değerli. Bu da “Kış Uykusu”nun Çehov, Shakespeare, Bergman ve Renoir etkili renk filtresi eyleminin üzerine bir ‘ustalık’ ve ‘zeka’ taşıyor. Ama buradaki soyut aslında kadına taciz-zulüm algısı baştan sonra korkutucu bir hal alıyor.
Sürekli bir rüya ya da kabus niyetine canlanıp tedirgin ediyor. Bu da Fellini-Antonioni-Erice arasında bir yaratıcılık dönemi filmi niyetine taşra ayarı gibi. “Mavi Kadife”yi bu üçlü Türk taşrasında çekmiş hissi de verebiliyor zaman zaman.
“Mayıs Sıkıntısı”, yönetmenin alter egosunu en saf haliyle karşımıza çıkarmıştı. Ama burada canlandırmalar bir güncellenme, ‘berrak bir fotoğraf’ eylemiyle gerçekleşiyor. “İklimler”de yaratıcılık dönemi krizinden ziyade bir kişisel ego tatmini vardı, “Kış Uykusu” da oraya kaymıştı. Ama “Ahlat Ağacı”ndan sonra buradaki girişimler de daha ‘postmodern’ denebilir.
DEVASA KAPANIŞ BÖLÜMÜ BÜYÜLEYİCİ
Bir yönetmenin kişisel dünyasının dengesiz seslerle bütünlenmesine bize bir saatlik devasa kapanış bölümü ve oradaki ‘çarpık aile’ yorumu ile adapte oluyoruz. Gerçekten de buna eşlik etme namına büyülü ve karnavalesk bir evrenden nefes alıp vermek mümkün. Bunun ise bir ustalık gösterisine dönüştüğü söylenebilir.
Ama filmin genel anlamda bir ‘senaryonun kör kör parmağım gözüne’ ilerlemesine dair problemini de es geçmemek lazım. Merve Dizdar’ın bu durumdan zarar gördüğü sahneler var. Buradaki “Ahlat Ağacı” yolunda ‘büyülü’ eylemin bir başka boyutunda ‘yıkıp dökme eylemi’ni yapısal açıdan biraz yarı yolda bırakıyor.
Fakat failler ve ötesinin gözlem safhası ‘sinemasal sarhoşluk’la gerçekleşiyor. Soyut imgeler gösterisi ‘yeni görüntüler yaratma’ namına değerli. Serbest ve eklektik taşra gezintisi bilinçaltında nahoş bir tat bırakırken NBC’nin pastoral evrenine özel bir ayar veriyor.