YARATIK'TAN FARKLI BİR KULVARDA
1 /06/2012 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 7
|

Yunan mitolojisinin en şanlı Titanı olan ‘Prometheus’ etiketinden yeni ‘Solaris’ yaratma amacıyla yola çıkan film, ‘Yaratık’ (‘Alien’) fenomenine doğru ve güncel bir ön bölüm önerisi sunuyor. Ridley Scott’ın 2000’lerde yitirdiğimiz görsel benliğini yeniden kazandığı eser, ‘macera’ zeminli ‘uzay boşluğu filmi’ alanına kayarak kökenindeki yapıttan farklı bir alt türde boy gösteriyor. Bunu yaparken evrim teorisine açılan ve insanoğlunun-uzaylı formların yaradılışını inceleyen varoluşçu metinler sunmasının yanında günümüz teknolojisinin bilimkurgu motiflerine de ayak uydurmayı ihmal etmiyor. “Prometheus”, “Yaratık”ın atmosferinden ziyade türün yeni milenyumdaki hakim sorusu ‘her şey bir yaratım mı?’ üzerinden bilimkurgu harmanı oluşturan omurgasıyla dahiyane olmasa da övgüye değer bir seyirliğe açılıyor.
Her dönemin bir bilimkurgu haritası vardır. 1979 tarihli “Yaratık” (“Alien”), 70’lerin bilimkurgu haritasından yararlanarak o dönemin kalıplarını dönüştürme çabasına girmiştir. Uzayın derinliklerinde maceraya atılan insanoğlunun el yazısını, “2001: Uzay Yolu Macerası” (“2001: A Space Odyssey”, 1968) ve “Maymunlar Cehennemi” (“Planet of the Apes”, 1968) ile birlikte farklılaştıran formatıyla çığır açmıştır.
RIDLEY SCOTT, MAKUS TALİHİNİ KIRIYOR
Özellikle ‘yaratık’ düşüncesini A sınıfına, daha incelikli bir efekt tasarımı ve çizimle geçiren albenisini buna eklemesi, ya da ‘paranoya gerilimi’ tabanına bağlı kalması da bir melankolik yapıyı beraberinde getirmiştir. Böylelikle ‘politik’ bir işlev yüklenip ‘dışarıdan gelen tehdit’ meselesi üzerinden yürüyen alt metinlere yönelmiştir. Uzun yıllar sonra Jon Spaihts-Damon Lindelof ikilisinin senaryosuyla mitin dünyalarına geri dönen Ridley Scott, bir anlamda makus talihini kırıyor.
Zira bu durum kendisinin cumhuriyetçi kimliğini öne çıkaran son dönem filmlerinin güncel olaylarla haşır neşir yaklaşımından uzaklaşmasına yol açmış. Böylece ırkçı, emperyalist ve militarist taban, tehlikeli 11 Eylül ve Irak Savaşı sonrası süreçte rafa kaldırılıyor. Özellikle el kamerası ile yapmak istediği döneme ayak uydurma düşüncesini de Dariusz Wolski’nin sinematografi becerisiyle bertaraf eden yönetmenin, biçimci geleneğin ‘renk’ katmanını burada kaydırmalara ve merceklere ‘hakkı’yla yerleştirdiği görülebiliyor.
BİLİMKURGU DİYARLARINDA SERBEST BİR YOLCULUK
Ancak yönetmenlik geleneğinde ilk filmin ötesinde James Cameron etiketini andıran bir ‘efekt yönetimi’ eğilimi görebiliyoruz. Bu da oyuncuların ve karakterlerin ince ince işlenmesinin yanında ‘gerilim’ atmosferinden ziyade bir teknolojik şüpheyi beraberinde getiriyor. Teknolojik kara film (tech-noir) yapısına kavuşturulan ana uzay gemisi, bu sayede belirsiz bir şekilde android, hologram, bilgisayar, astronot, sonsuz yaşam gibi motiflerin bir potpuri edasıyla etrafı donatmalarından güç alıyor.
Adeta ‘önbölüm’ olduğunu bilircesine, “First Men in the Moon” (1964) gibi eski model ‘uzay boşluğu filmleri’nin bünyesine giriyor yönetmen. Oradan çıkardıkları ise ilk “Yaratık”ın yaptıklarından daha farklı. Kökendeki ‘uzayda kazı yapma macerası’ omurgası korunuyor. Ancak “Prometheus”un özelliği onun gizeminden ziyade uzay gemisinin nereden çıktığı bilinmeyen karakterleri arasında ‘hangisi robot, hangisi uzaylı, hangisi insan?’ sorularına alan açan dramatik yapısında saklı.
2000'LERİN BİLİMKURGULARINDAKİ ANA TEMALAR TRANSFER EDİLMİŞ
Bu da filmin ismini Marxist bir figüre dönüşen Prometheus’tan (Yunan mitolojisinde Titanlardan biri) alan uzay gemisini, “Solaris” (“Solyaris”, 1972) şanıyla daha da katmanlı hale getirip 'uzay gotiği bilimkurgusu' alt türüne kaymasını sağlıyor. Onu yaratılan kurmaca dünyanın ‘Tanrısı’ olarak yeri geldiğinde mistik bir metafora dönüştürmesine olanak tanıyor. Zira sanki 70’ler sürecinden bir türsel süreci günümüzün evrim teorisi, reenkarnasyon, gerçeklik algısı, köken sorgulaması gibi kavramlarla uğraşmaya başlayan bilimkurgularının dramatik yapısıyla bütünlüyor bu eser.
Bu durum karşısında “Kaynak” (“The Fountain”, 2006), “Bay Hiçkimse” (“Mr. Nobody”, 2009), “Hayat Ağacı” (“The Tree of Life”, 2011) gibi yapıtların dramatik yapısından beslenen ve ‘insan formu’nun temellerine inen bir süreç mercek altına alınıyor. Bu da keskin bir son ve uzaylı yaratık istilasındaki ‘devrim’den ziyade uzaylı-insan köklerindeki melezlik durumundan bir temasal egzersizin sözünü veriyor.
ÖN BÖLÜM DÜŞÜNCESİNİ DOLDURAN BİR KURGUSAL SEYİR
Film boyunca da bu gerçeklik üzerine inilen gezegendeki yaşam birimlerini takip eden bir süreci izliyoruz. Dünyanın durumuna dair hiçbir bilgimiz olmaması ve içeriden vurulmaya dair ideolojik metinler de bir anlamda Irak Savaşı platformunda bir iç sorunu incelemeye alıyor. David, Elizabeth Shaw, Charlie Holloway ve Peter Weyland’ın baştan itibaren günümüz teknolojisi ile kurulu uzay gemisi mekanizmasının içinde ‘hatıra’larına, ‘dünya’ya veya daha nicesine dair detaylar sunması araştırmanın odak noktasına dönüşüyor. Nasıl bir yaratım oldukları bir anlamda ‘gizem’li bir süzgece transfer ediliyor.
Yine de evrimsel sürecin kökenlerinde yaşananlara dair soruları gözden geçirmeyi ihmal etmiyor film. Bunun devamında ‘uzaylı’ düşüncesini daha günümüze uygun bir kökene bağlayıp, insanlık ile yarışan bir DNA’nın varlığına kadar gidilmesi, yenilikçi bir bilimkurgusal dramatik iskeleti beraberinde getiriyor. Ancak daha ziyade “Yaratık” evreninin ön bölümüne dair bir kurgusal seyire uzanıyor bu durum.
DIŞARIDAN GELEN TEHDİTTEN ZİYADE GERÇEKLİK SORGUSU İLE İLGİLENİYOR
“Prometheus” da sanki bir efsanenin etrafına mitik bir kurgu yerleştirerek, teknolojik gelişmeleri günümüzden yorumlarken, ‘uzay boşluğu filmi’ alanında gözükmeyi beceren bir ‘katkı’nın orta yerine yerleşiyor. Scott’ın eseri, sözünü ettiğimiz filmlerden “Matrix” (1999) jenerasyonunda üreyen ‘her şey gerçek mi?’ ya da ‘bir yaratımın içinde mi yaşıyoruz?’ öngörüsünün, ‘dışarıdan bir tehdit bizi yok edecek mi?’ düşüncesiyle yer değiştirdiği bir noktaya uzanıyor. Fazlaca da “Ufuk Faciası” (“Event Horizon”, 1997), “Gün Işığı” (“Sunshine”, 2007) ve “Ay” (“Moon”, 2009) gibi belli bir ‘seviye’ye ulaşan güncel alt tür örnekleriyle akrabalık kuruyor.
Bunu yaparken uzaylı istilası filmlerindeki ‘yaratık’ tanımının ‘peçeli’ halinden uzaklaşması bir anlamda Scott’ın cumhuriyetçi kimliğinin öne çıkmadığı bir özel ilgi bilimkurgusu ile yüzleştiriyor bizleri. Bunun yanında fazlaca da ‘Yaratık’ (‘Alien’) serisinin 'uzay gotiği filmi' ön bölümüne dönüşerek de diğerlerinin ‘uzaylı yaratık istilası filmi’ alanındaki faaliyetlerini bir yan ürünle taçlandırıyor. ‘Terminatör’ serisine “Terminatör: Kurtuluş”un (“Terminator: Salvation”, 2009) yaşattığı alt türsel değişimi “Prometheus” da kendi kaynağına uyguluyor.
Her dönemin bir bilimkurgu haritası vardır. 1979 tarihli “Yaratık” (“Alien”), 70’lerin bilimkurgu haritasından yararlanarak o dönemin kalıplarını dönüştürme çabasına girmiştir. Uzayın derinliklerinde maceraya atılan insanoğlunun el yazısını, “2001: Uzay Yolu Macerası” (“2001: A Space Odyssey”, 1968) ve “Maymunlar Cehennemi” (“Planet of the Apes”, 1968) ile birlikte farklılaştıran formatıyla çığır açmıştır.
RIDLEY SCOTT, MAKUS TALİHİNİ KIRIYOR
Özellikle ‘yaratık’ düşüncesini A sınıfına, daha incelikli bir efekt tasarımı ve çizimle geçiren albenisini buna eklemesi, ya da ‘paranoya gerilimi’ tabanına bağlı kalması da bir melankolik yapıyı beraberinde getirmiştir. Böylelikle ‘politik’ bir işlev yüklenip ‘dışarıdan gelen tehdit’ meselesi üzerinden yürüyen alt metinlere yönelmiştir. Uzun yıllar sonra Jon Spaihts-Damon Lindelof ikilisinin senaryosuyla mitin dünyalarına geri dönen Ridley Scott, bir anlamda makus talihini kırıyor.
Zira bu durum kendisinin cumhuriyetçi kimliğini öne çıkaran son dönem filmlerinin güncel olaylarla haşır neşir yaklaşımından uzaklaşmasına yol açmış. Böylece ırkçı, emperyalist ve militarist taban, tehlikeli 11 Eylül ve Irak Savaşı sonrası süreçte rafa kaldırılıyor. Özellikle el kamerası ile yapmak istediği döneme ayak uydurma düşüncesini de Dariusz Wolski’nin sinematografi becerisiyle bertaraf eden yönetmenin, biçimci geleneğin ‘renk’ katmanını burada kaydırmalara ve merceklere ‘hakkı’yla yerleştirdiği görülebiliyor.
BİLİMKURGU DİYARLARINDA SERBEST BİR YOLCULUK
Ancak yönetmenlik geleneğinde ilk filmin ötesinde James Cameron etiketini andıran bir ‘efekt yönetimi’ eğilimi görebiliyoruz. Bu da oyuncuların ve karakterlerin ince ince işlenmesinin yanında ‘gerilim’ atmosferinden ziyade bir teknolojik şüpheyi beraberinde getiriyor. Teknolojik kara film (tech-noir) yapısına kavuşturulan ana uzay gemisi, bu sayede belirsiz bir şekilde android, hologram, bilgisayar, astronot, sonsuz yaşam gibi motiflerin bir potpuri edasıyla etrafı donatmalarından güç alıyor.
Adeta ‘önbölüm’ olduğunu bilircesine, “First Men in the Moon” (1964) gibi eski model ‘uzay boşluğu filmleri’nin bünyesine giriyor yönetmen. Oradan çıkardıkları ise ilk “Yaratık”ın yaptıklarından daha farklı. Kökendeki ‘uzayda kazı yapma macerası’ omurgası korunuyor. Ancak “Prometheus”un özelliği onun gizeminden ziyade uzay gemisinin nereden çıktığı bilinmeyen karakterleri arasında ‘hangisi robot, hangisi uzaylı, hangisi insan?’ sorularına alan açan dramatik yapısında saklı.
2000'LERİN BİLİMKURGULARINDAKİ ANA TEMALAR TRANSFER EDİLMİŞ
Bu da filmin ismini Marxist bir figüre dönüşen Prometheus’tan (Yunan mitolojisinde Titanlardan biri) alan uzay gemisini, “Solaris” (“Solyaris”, 1972) şanıyla daha da katmanlı hale getirip 'uzay gotiği bilimkurgusu' alt türüne kaymasını sağlıyor. Onu yaratılan kurmaca dünyanın ‘Tanrısı’ olarak yeri geldiğinde mistik bir metafora dönüştürmesine olanak tanıyor. Zira sanki 70’ler sürecinden bir türsel süreci günümüzün evrim teorisi, reenkarnasyon, gerçeklik algısı, köken sorgulaması gibi kavramlarla uğraşmaya başlayan bilimkurgularının dramatik yapısıyla bütünlüyor bu eser.
Bu durum karşısında “Kaynak” (“The Fountain”, 2006), “Bay Hiçkimse” (“Mr. Nobody”, 2009), “Hayat Ağacı” (“The Tree of Life”, 2011) gibi yapıtların dramatik yapısından beslenen ve ‘insan formu’nun temellerine inen bir süreç mercek altına alınıyor. Bu da keskin bir son ve uzaylı yaratık istilasındaki ‘devrim’den ziyade uzaylı-insan köklerindeki melezlik durumundan bir temasal egzersizin sözünü veriyor.
ÖN BÖLÜM DÜŞÜNCESİNİ DOLDURAN BİR KURGUSAL SEYİR
Film boyunca da bu gerçeklik üzerine inilen gezegendeki yaşam birimlerini takip eden bir süreci izliyoruz. Dünyanın durumuna dair hiçbir bilgimiz olmaması ve içeriden vurulmaya dair ideolojik metinler de bir anlamda Irak Savaşı platformunda bir iç sorunu incelemeye alıyor. David, Elizabeth Shaw, Charlie Holloway ve Peter Weyland’ın baştan itibaren günümüz teknolojisi ile kurulu uzay gemisi mekanizmasının içinde ‘hatıra’larına, ‘dünya’ya veya daha nicesine dair detaylar sunması araştırmanın odak noktasına dönüşüyor. Nasıl bir yaratım oldukları bir anlamda ‘gizem’li bir süzgece transfer ediliyor.
Yine de evrimsel sürecin kökenlerinde yaşananlara dair soruları gözden geçirmeyi ihmal etmiyor film. Bunun devamında ‘uzaylı’ düşüncesini daha günümüze uygun bir kökene bağlayıp, insanlık ile yarışan bir DNA’nın varlığına kadar gidilmesi, yenilikçi bir bilimkurgusal dramatik iskeleti beraberinde getiriyor. Ancak daha ziyade “Yaratık” evreninin ön bölümüne dair bir kurgusal seyire uzanıyor bu durum.
DIŞARIDAN GELEN TEHDİTTEN ZİYADE GERÇEKLİK SORGUSU İLE İLGİLENİYOR
“Prometheus” da sanki bir efsanenin etrafına mitik bir kurgu yerleştirerek, teknolojik gelişmeleri günümüzden yorumlarken, ‘uzay boşluğu filmi’ alanında gözükmeyi beceren bir ‘katkı’nın orta yerine yerleşiyor. Scott’ın eseri, sözünü ettiğimiz filmlerden “Matrix” (1999) jenerasyonunda üreyen ‘her şey gerçek mi?’ ya da ‘bir yaratımın içinde mi yaşıyoruz?’ öngörüsünün, ‘dışarıdan bir tehdit bizi yok edecek mi?’ düşüncesiyle yer değiştirdiği bir noktaya uzanıyor. Fazlaca da “Ufuk Faciası” (“Event Horizon”, 1997), “Gün Işığı” (“Sunshine”, 2007) ve “Ay” (“Moon”, 2009) gibi belli bir ‘seviye’ye ulaşan güncel alt tür örnekleriyle akrabalık kuruyor.
Bunu yaparken uzaylı istilası filmlerindeki ‘yaratık’ tanımının ‘peçeli’ halinden uzaklaşması bir anlamda Scott’ın cumhuriyetçi kimliğinin öne çıkmadığı bir özel ilgi bilimkurgusu ile yüzleştiriyor bizleri. Bunun yanında fazlaca da ‘Yaratık’ (‘Alien’) serisinin 'uzay gotiği filmi' ön bölümüne dönüşerek de diğerlerinin ‘uzaylı yaratık istilası filmi’ alanındaki faaliyetlerini bir yan ürünle taçlandırıyor. ‘Terminatör’ serisine “Terminatör: Kurtuluş”un (“Terminator: Salvation”, 2009) yaşattığı alt türsel değişimi “Prometheus” da kendi kaynağına uyguluyor.