KORKU TORONTO'DAN YÜKSELİR...
21/09/2010 - Habertürk

Uluslararası festivaller arasında en aktif korku seçkisini gerçekleştiren bölüm olan ‘Midnight Madness’, her sene olduğu gibi bu yıl da 35. Toronto Film Festivali’nde on filmlik bir programla sahne aldı. Dario Argento, Wes Craven, Eli Roth gibi yönetmenlerin eserlerinin geçtiği bu kısmın yanında bu sene ana seçkide de bir korku yoğunluğu görmek mümkündü. Bu durum da 2010-2011 sezonunda böylesi bir eğilimin yükseleceğini gösteriyor. Metafiziksel ruh filmine “Insidious”, uzaylı yaratık istilası filmine “Monsters”, Argento tarzı korkulara “Julia’s Eyes”ın getirdiği yenilikler özellikle iz bırakacak gibi gözüküyor.
Toronto Film Festivali Oscar iddiasındaki filmleri çıkartma, Amerikan bağımsızlarının dünya prömiyerlerini yapma ve dünya sinemasının önemli örneklerini ilk kez seyircilerle buluşturma özelliklerinin yanında bir de ‘spesifik’ alana sahiptir.
GENÇ KORKU YÖNETMENLERİNİ ÇIKARAN ÖZEL BİR BÖLÜM
Bu, genelde ‘Midnight Madness’ (Geceyarısı Çılgınlığı) adlı programın ışığında korkuda ileride klasikleşen bağımsızların dünya prömiyerlerini yapmaktır. Daha doğrusu buna ‘geceyarısı sineması’nda diyebiliriz. Çünkü içine bilimkurgu, dövüş filmi gibi alanlar da giriyor.
Öncelikle bu yılki geceyarısı programına baktığımızda John Carpenter’ın son filmi “The Ward”dan “Testere”nin (“Saw”, 2004) yönetmenin James Wan’ın yeni eseri “Insidious”a, kara filmleriyle tanıdığımız Brad Anderson’ın “Vanishing on 7th Street”inden vampir-komedisi “Stake Land”e uzanan bir korku skalası mevcuttu. Tabii “Red Nights” (“Feux Rouges”) gibi bir gangster filmi gore (kan pıhtısı) oranını yükselten yeşil tırnaklı bir kadın katilin yarattığı sahnelerle de bu toplama destek oluyordu.
KORKU FİLMLERİNİ İZLEMEYİ BİLEN GENÇ BİR KİTLESİ DAHİ VAR
Tabii Colin Geddes'in hazırladığı bu programın yanında, Ryerson Üniversitesi’nin 1000 kişilik salonunu dolduran genç yaştaki insanlardan oluşan kitle de adeta 70’lerde devreye giren o geceyarısı izleyicisi profiline uyuyor. Belki de festivaller açısından bu konuda da dünyada bir ilk Toronto Film Festivali.
Öyle ki müzikle başlayan gecede cinayetleri, attıkları çığlığı ve başka başka şeyleri alkışlayan bir insan topluluğu bunlar. Böylece ‘kült bir kitle’ olarak öne çıkıyorlar. Tabii bu programın 2000’lerin en önemli korku filmlerini çıkarmak gibi bir etiketi de var.
“Testere”den “Otel”e (“Hostel”, 2005), “Yaratık”dan (“The Host”, 2006) “Black Sheep”e (2006), “İşkence Odası”ndan (“Martrys”, 2008) “Karantina”ya (“Isolation”, 2005), “Vampir İmparatorluğu”ndan (“Daybreakers”, 2009) “REC 2”ye (2009) uzanan ve şu anda adı aklımıza gelmeyen filmlerle de oluşan geniş bir listeye sahip önceki senelerden. Ancak ilginçtir 2010’da ana programda da bir korku filmi yoğunluğu var ve bunların çeşitliliği de ‘Geceyarısı Çılgınlığı’ programından aşağı kalır gibi değil.
ANA PROGRAMDA DA ÇEŞİTLİ ALANLARA AÇILAN TÜR FİLMLERİ VARDI
İspanyol sinemasının fantastik, bilimkurgu ve korku alanında son 20 yıldaki medar-ı iftiharı Guillermo Del Toro’nun yapımcılığındaki “Julia’s Eyes” (“Los Ojos de Julia”), Dario Argento’nun “Göz”ü (“Gin Gwai”, 2002) çekmesi gibi stilize bir korku alanında artistik patinaj olarak anılabilir.
Bunun yanında yine son yılların çıkış yapan korku ülkesi İngiltere’den de “Monsters” göz kırpıyor. Adeta uzaylı yaratık istilası filminin hiçliği, kıyametsizliği üzerinden bir insanlık ya da aşk öyküsü anlatıyor yapıt. Yabancılaştırıcı ve hapsedici dünya portresiyle de dikkat çekiyor. Fransa’dan ise sadece şiddet eğilimi üzerine Kim Chapiron’un sınıf arkadaşı Romain Gavras’nın “Our Day Will Come”ı (“Le Jour Viendra”) mevcut.
KORKU İLE AKRABA FİLMLER İLGİNÇ SEYİRLİKLER SUNDULAR
Bunların haricinde “Gir Kanıma”nın (“Lat den Ratte Komma in”, 2008) yeniden çevrimi “Let me In”in (2010) ve kült yönetmen Bruce LaBruce’un yine porno ile istismar filmini iç içe geçiren eşcinsel zombi pornosu “L.A. Zombie”nin bu alana dahil edilmesi mümkün.
Korku ile akrabalık kuran da dört ilginç eser var idi. Kim Jee-Woon’un bol kanlı seri katil filmi “I Saw the Devil” (“Akma-reul Bo-at-da”), Koen Mortier’nin garip hayalet filmi “22nd of May” (“22 Mei”), mumblecore akımının slasher-seri katil filmi kırması şubesi “A Horrible Way to Die” ve Rodrigo Cortes imzalı ülkemizde 8 Ekim’de vizyona girecek olan “Toprak Altında” (“Buried”).
ALT TÜRÜNDE YENİLİKÇİ ŞEYLER YAPAN KORKU FİLMLERİNİN FESTİVALİYDİ
Yani her alt türden ve farklı formüllerden keyifli bir seçki vardı festival boyunca izlemeye değer. Elbette İngiltere ve İspanya gibi son dönemin çıkış yapan ülkelerinden gelen örneklere dikkat çekmek gerek.
Ancak özellikle James Wan’ın “Karabasan” (“Entity”, 1981) ile sinemaya giren paranormal korku filmi geleneğinin “Paranormal Activity”den daha cesur, postmodern ve zaman zaman korkutucu filmi “Insidious”un atmosferi ve postmodern dokunuşlarıyla ileride bir etki yaratacağı söylenebilir.
Bunun yanında “Julia’s Eyes”ın da “Göz”den yola çıkıp korkuda dilsel numaraların izini sürmesi ve stil anlamında kimi devrimlere imza atmasıyla dikkat çekici bir bütün oluşturduğunu unutmayalım. Parapsikolojik korku filmi, seri katil filmi, slasher filmi ve hayalet filmi alanları arasında bir artistik patniaj sunarken alana yeni bir yönetmen armağan ediyor, Guillem Morales.
“Monsters”ın Gareth Edwards’ı için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Öyle ki orada da ciddi anlamda uzaylı yaratık istilası filminin kalıplarını ve geleneklerini değiştiren bir yapı var.
TÜRE DAMGA VURACAK FİLMLER
John Carpenter ise son filmi “The Ward”da 2000’lere geleneklerine uygun, hastane arka planlı bir gotik alt türü örneğiyle çıkagelip bu alanda da bir şeyler yapabileceğini ispatlaması bir başka önemli nokta. Öyle ki yönetmenin son döneminin bir hayli düşük seviyede seyretmesi, bu dönüşünün ne kadar anlamlı olduğunu daha iyi açıklıyor.
Bunun dışında Brad Anderson’ın ‘karanlık’ın katil olduğu garip bilimkurgu-korku kırması “Vanishing on 7th Street”inin de yaptığı denemeyle bu sezonunun ve ilerinin kilit filmleri arasına yerleşmesi beklenebilir. En azından bu hikayeden bir ‘başyapıt’ çıktığında, ‘böyle bir film de vardı’ diye zihnimizin derinliklerine inmemize yol açacak orası kesin!
Ama genel anlamda bakınca Toronto’da yine korkunun ‘usta’ları ve ‘usta adayları’ sahne aldı. Bunlar da tür sinemasına ileride damga vuracak gibi gözüküyor. Bu konuda da yanılma ihtimalimiz bir hayli düşük. Her türlü alt tür bir kez daha mercek altına alındı zira!
_
Toronto Film Festivali Oscar iddiasındaki filmleri çıkartma, Amerikan bağımsızlarının dünya prömiyerlerini yapma ve dünya sinemasının önemli örneklerini ilk kez seyircilerle buluşturma özelliklerinin yanında bir de ‘spesifik’ alana sahiptir.
GENÇ KORKU YÖNETMENLERİNİ ÇIKARAN ÖZEL BİR BÖLÜM
Bu, genelde ‘Midnight Madness’ (Geceyarısı Çılgınlığı) adlı programın ışığında korkuda ileride klasikleşen bağımsızların dünya prömiyerlerini yapmaktır. Daha doğrusu buna ‘geceyarısı sineması’nda diyebiliriz. Çünkü içine bilimkurgu, dövüş filmi gibi alanlar da giriyor.
Öncelikle bu yılki geceyarısı programına baktığımızda John Carpenter’ın son filmi “The Ward”dan “Testere”nin (“Saw”, 2004) yönetmenin James Wan’ın yeni eseri “Insidious”a, kara filmleriyle tanıdığımız Brad Anderson’ın “Vanishing on 7th Street”inden vampir-komedisi “Stake Land”e uzanan bir korku skalası mevcuttu. Tabii “Red Nights” (“Feux Rouges”) gibi bir gangster filmi gore (kan pıhtısı) oranını yükselten yeşil tırnaklı bir kadın katilin yarattığı sahnelerle de bu toplama destek oluyordu.
KORKU FİLMLERİNİ İZLEMEYİ BİLEN GENÇ BİR KİTLESİ DAHİ VAR
Tabii Colin Geddes'in hazırladığı bu programın yanında, Ryerson Üniversitesi’nin 1000 kişilik salonunu dolduran genç yaştaki insanlardan oluşan kitle de adeta 70’lerde devreye giren o geceyarısı izleyicisi profiline uyuyor. Belki de festivaller açısından bu konuda da dünyada bir ilk Toronto Film Festivali.
Öyle ki müzikle başlayan gecede cinayetleri, attıkları çığlığı ve başka başka şeyleri alkışlayan bir insan topluluğu bunlar. Böylece ‘kült bir kitle’ olarak öne çıkıyorlar. Tabii bu programın 2000’lerin en önemli korku filmlerini çıkarmak gibi bir etiketi de var.
“Testere”den “Otel”e (“Hostel”, 2005), “Yaratık”dan (“The Host”, 2006) “Black Sheep”e (2006), “İşkence Odası”ndan (“Martrys”, 2008) “Karantina”ya (“Isolation”, 2005), “Vampir İmparatorluğu”ndan (“Daybreakers”, 2009) “REC 2”ye (2009) uzanan ve şu anda adı aklımıza gelmeyen filmlerle de oluşan geniş bir listeye sahip önceki senelerden. Ancak ilginçtir 2010’da ana programda da bir korku filmi yoğunluğu var ve bunların çeşitliliği de ‘Geceyarısı Çılgınlığı’ programından aşağı kalır gibi değil.
ANA PROGRAMDA DA ÇEŞİTLİ ALANLARA AÇILAN TÜR FİLMLERİ VARDI
İspanyol sinemasının fantastik, bilimkurgu ve korku alanında son 20 yıldaki medar-ı iftiharı Guillermo Del Toro’nun yapımcılığındaki “Julia’s Eyes” (“Los Ojos de Julia”), Dario Argento’nun “Göz”ü (“Gin Gwai”, 2002) çekmesi gibi stilize bir korku alanında artistik patinaj olarak anılabilir.
Bunun yanında yine son yılların çıkış yapan korku ülkesi İngiltere’den de “Monsters” göz kırpıyor. Adeta uzaylı yaratık istilası filminin hiçliği, kıyametsizliği üzerinden bir insanlık ya da aşk öyküsü anlatıyor yapıt. Yabancılaştırıcı ve hapsedici dünya portresiyle de dikkat çekiyor. Fransa’dan ise sadece şiddet eğilimi üzerine Kim Chapiron’un sınıf arkadaşı Romain Gavras’nın “Our Day Will Come”ı (“Le Jour Viendra”) mevcut.
KORKU İLE AKRABA FİLMLER İLGİNÇ SEYİRLİKLER SUNDULAR
Bunların haricinde “Gir Kanıma”nın (“Lat den Ratte Komma in”, 2008) yeniden çevrimi “Let me In”in (2010) ve kült yönetmen Bruce LaBruce’un yine porno ile istismar filmini iç içe geçiren eşcinsel zombi pornosu “L.A. Zombie”nin bu alana dahil edilmesi mümkün.
Korku ile akrabalık kuran da dört ilginç eser var idi. Kim Jee-Woon’un bol kanlı seri katil filmi “I Saw the Devil” (“Akma-reul Bo-at-da”), Koen Mortier’nin garip hayalet filmi “22nd of May” (“22 Mei”), mumblecore akımının slasher-seri katil filmi kırması şubesi “A Horrible Way to Die” ve Rodrigo Cortes imzalı ülkemizde 8 Ekim’de vizyona girecek olan “Toprak Altında” (“Buried”).
ALT TÜRÜNDE YENİLİKÇİ ŞEYLER YAPAN KORKU FİLMLERİNİN FESTİVALİYDİ
Yani her alt türden ve farklı formüllerden keyifli bir seçki vardı festival boyunca izlemeye değer. Elbette İngiltere ve İspanya gibi son dönemin çıkış yapan ülkelerinden gelen örneklere dikkat çekmek gerek.
Ancak özellikle James Wan’ın “Karabasan” (“Entity”, 1981) ile sinemaya giren paranormal korku filmi geleneğinin “Paranormal Activity”den daha cesur, postmodern ve zaman zaman korkutucu filmi “Insidious”un atmosferi ve postmodern dokunuşlarıyla ileride bir etki yaratacağı söylenebilir.
Bunun yanında “Julia’s Eyes”ın da “Göz”den yola çıkıp korkuda dilsel numaraların izini sürmesi ve stil anlamında kimi devrimlere imza atmasıyla dikkat çekici bir bütün oluşturduğunu unutmayalım. Parapsikolojik korku filmi, seri katil filmi, slasher filmi ve hayalet filmi alanları arasında bir artistik patniaj sunarken alana yeni bir yönetmen armağan ediyor, Guillem Morales.
“Monsters”ın Gareth Edwards’ı için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Öyle ki orada da ciddi anlamda uzaylı yaratık istilası filminin kalıplarını ve geleneklerini değiştiren bir yapı var.
TÜRE DAMGA VURACAK FİLMLER
John Carpenter ise son filmi “The Ward”da 2000’lere geleneklerine uygun, hastane arka planlı bir gotik alt türü örneğiyle çıkagelip bu alanda da bir şeyler yapabileceğini ispatlaması bir başka önemli nokta. Öyle ki yönetmenin son döneminin bir hayli düşük seviyede seyretmesi, bu dönüşünün ne kadar anlamlı olduğunu daha iyi açıklıyor.
Bunun dışında Brad Anderson’ın ‘karanlık’ın katil olduğu garip bilimkurgu-korku kırması “Vanishing on 7th Street”inin de yaptığı denemeyle bu sezonunun ve ilerinin kilit filmleri arasına yerleşmesi beklenebilir. En azından bu hikayeden bir ‘başyapıt’ çıktığında, ‘böyle bir film de vardı’ diye zihnimizin derinliklerine inmemize yol açacak orası kesin!
Ama genel anlamda bakınca Toronto’da yine korkunun ‘usta’ları ve ‘usta adayları’ sahne aldı. Bunlar da tür sinemasına ileride damga vuracak gibi gözüküyor. Bu konuda da yanılma ihtimalimiz bir hayli düşük. Her türlü alt tür bir kez daha mercek altına alındı zira!
_
Detail Three
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam.