'INFINITE': ANDROID KUŞAĞININ ATANAMAMIŞ 'SECONDS'I
FİLMİN NOTU: 3.8
|
"Infinite", “Seconds”ın ardılı olma hedefiyle yola çıksa da “Matrix” özentisi anlamsız bilimkurgu-aksiyon ürünlerinin arasına katılıyor. ‘Gökten boş hatıra yağıyor’ hissi ile izleniyor! Fuqua, türe hiç hakim değil, özensizliğini projeye de sızdırmış. Maikranz’ın 2009’da yayınlanan ‘Reincarnationist Papers’ romanı bugünlerde çok demode duruyor. Film, 10 Haziran’da Paramount+’da başladı.
KOLAYLIKLA B-TİPİ AKSİYONA KAYIYOR
John Frankenheimer, “İki Yüzlü Adam”da (“Seconds”, 1966), bilinçaltında gezinen ilk bilimkurgu filmlerinden birine imza atmıştı. Orada ana karakter Rock Hudson’ın farklı kimliklerle rüyadan rüyaya atlayarak aslında derin Amerika’daki iflah olmaz kimlik problemine dikkat çekmişti. O klasiğin "Vanilal Sky"ın (2001) orijinali "Aç Gözünü"nün (“Abre Los Ojos”, 1997) itibaren sayısız etkilediğ film çıktı.
Ama burada “Infinite”, yani sonsuzluk adıyla o damardan yürüme arzusuna kapılsa da yapımcı-oyuncu Mark Wahlberg’in zararını görüyor. Bu hedefle biz aslında bir timin, gizli bir teşkilatın izinde yavaş yavaş B-tipi bir aksiyona açılıyoruz. Fuqua, "Katiller" ("The Replacement Killers", 1998), "İlk Gün" (“Training Day”, 2001), "Adalet" ("The Equalizer", 2014), “Son Şans" ("Southpaw", 2015) gibi türlerinde kalıcı filmlere imza atmıştır. Ama arada memuriyet de yapmıştır.
Bu film onlar arasına katılıyor. Senaryo namına da, oyunculuk namına da hiçbir şey görmüyoruz. Zaman zaman kurgucu Conrad Buff gaza basıyor. Ama onun da girişin bir TV projesi edasıyla düzenlenmesi sebebiyle yama duran bütün yapıyı kutarma şansı yok! Film, bir yerden sonra gökten boş hatıra yağıyor izlenimiyle tüketiliyor.
KOLAYLIKLA B-TİPİ AKSİYONA KAYIYOR
John Frankenheimer, “İki Yüzlü Adam”da (“Seconds”, 1966), bilinçaltında gezinen ilk bilimkurgu filmlerinden birine imza atmıştı. Orada ana karakter Rock Hudson’ın farklı kimliklerle rüyadan rüyaya atlayarak aslında derin Amerika’daki iflah olmaz kimlik problemine dikkat çekmişti. O klasiğin "Vanilal Sky"ın (2001) orijinali "Aç Gözünü"nün (“Abre Los Ojos”, 1997) itibaren sayısız etkilediğ film çıktı.
Ama burada “Infinite”, yani sonsuzluk adıyla o damardan yürüme arzusuna kapılsa da yapımcı-oyuncu Mark Wahlberg’in zararını görüyor. Bu hedefle biz aslında bir timin, gizli bir teşkilatın izinde yavaş yavaş B-tipi bir aksiyona açılıyoruz. Fuqua, "Katiller" ("The Replacement Killers", 1998), "İlk Gün" (“Training Day”, 2001), "Adalet" ("The Equalizer", 2014), “Son Şans" ("Southpaw", 2015) gibi türlerinde kalıcı filmlere imza atmıştır. Ama arada memuriyet de yapmıştır.
Bu film onlar arasına katılıyor. Senaryo namına da, oyunculuk namına da hiçbir şey görmüyoruz. Zaman zaman kurgucu Conrad Buff gaza basıyor. Ama onun da girişin bir TV projesi edasıyla düzenlenmesi sebebiyle yama duran bütün yapıyı kutarma şansı yok! Film, bir yerden sonra gökten boş hatıra yağıyor izlenimiyle tüketiliyor.
HAYALLER 'PAYCHECK', GERÇEKLER 'REPLIKAS'!
Bu da aslında iddialı ismin altını doldurmuş. Mark Wahlberg bir kez daha hem maddi hem sanatsal konumda bir filmi sömürüyor. Chiwetel Ejiofor, Toby Jones ve diğerleri onu ekarte etmeye çalışsa da bu da pek mümkün olmuyor. Sophie Cookson’un bir ‘Lady Snowblood/Gelin’ havası var ama o da işlemiyor.
"The Matrix" (1999) özentisi olma konusunda neredeyse trash üretime kayan "Replikalar"tan (“Replikas", 2018) farksız bir üretime dönüşüyor izlediğimiz. Özellikle John Woo’nun “Hesaplaşma"sı ("Paycheck", 2003) gibi zeki bir Philip K. Dick uyarlamasından beslenen bir zaman yolculuğu filmi beklerken Fuqua’nın bilimkurgu değil de aksiyon yönetmeni olması projeyi baltalayan esas unsura dönüşüyor. Bu da bir özensizlik olarak karşılık buluyor aslında. 2009 tarihli romanını ise 'reenkarnasyon' üzerine kurulu tür olgusu çok bayat duruyor. Uyarlanmaması gereken bir romanı perdede görüyoruz.
Bu da aslında iddialı ismin altını doldurmuş. Mark Wahlberg bir kez daha hem maddi hem sanatsal konumda bir filmi sömürüyor. Chiwetel Ejiofor, Toby Jones ve diğerleri onu ekarte etmeye çalışsa da bu da pek mümkün olmuyor. Sophie Cookson’un bir ‘Lady Snowblood/Gelin’ havası var ama o da işlemiyor.
"The Matrix" (1999) özentisi olma konusunda neredeyse trash üretime kayan "Replikalar"tan (“Replikas", 2018) farksız bir üretime dönüşüyor izlediğimiz. Özellikle John Woo’nun “Hesaplaşma"sı ("Paycheck", 2003) gibi zeki bir Philip K. Dick uyarlamasından beslenen bir zaman yolculuğu filmi beklerken Fuqua’nın bilimkurgu değil de aksiyon yönetmeni olması projeyi baltalayan esas unsura dönüşüyor. Bu da bir özensizlik olarak karşılık buluyor aslında. 2009 tarihli romanını ise 'reenkarnasyon' üzerine kurulu tür olgusu çok bayat duruyor. Uyarlanmaması gereken bir romanı perdede görüyoruz.
FUQUA'NIN TEKNİK EKİBİ DE FORMDA DEĞİL
Mauro Fiore, “Southpaw”da ringi ince ince örüp boks filmlerine vizyon katmıştı. Burada ise mavi filtreli görüntüleri öylesine bize göstermiş izlenimi bırakıyor. Ortada Wahlberg’in kendini öne çıkardığı onu yıkmak isteyenlerin de beceremediği ‘sonsuz bir olmamışlık’ canlanıyor.
Bu da bir fiyaskoya açılıyor. “Kod Adı Olympus” ("Olympus Has Fallen", 2013), “Bait” (2000), "Tetikçi" (“Shooter”, 2007) ile beraber Fuqua’nın en tutmamış filmlerinden birini izliyoruz. Wahlberg, yönetmeni Washington kadar çekici yerlere taşımıyor, aksine uçuruma sürüklüyor!
Mauro Fiore, “Southpaw”da ringi ince ince örüp boks filmlerine vizyon katmıştı. Burada ise mavi filtreli görüntüleri öylesine bize göstermiş izlenimi bırakıyor. Ortada Wahlberg’in kendini öne çıkardığı onu yıkmak isteyenlerin de beceremediği ‘sonsuz bir olmamışlık’ canlanıyor.
Bu da bir fiyaskoya açılıyor. “Kod Adı Olympus” ("Olympus Has Fallen", 2013), “Bait” (2000), "Tetikçi" (“Shooter”, 2007) ile beraber Fuqua’nın en tutmamış filmlerinden birini izliyoruz. Wahlberg, yönetmeni Washington kadar çekici yerlere taşımıyor, aksine uçuruma sürüklüyor!
'ŞİVA BEBEĞİ': SİNEMA GÖZÜ OLMAYAN BİR SENARİST DOĞUYOR!
FİLMİN NOTU: 3.3
|
Kanada’nın feminist Woody Allen’ı olmaya oynayan sayısız isim arasına katılıyor. Emma Seligman iyi bir senarist olsa da 2018’de yaptığı kısa filmi uzun metraja uyarlarken ‘sinema gözü’nü unutuyor. Otobiyografik öğeler taşıyan “Şiva Bebeği”, anca sanal dizi piyasasında iş yapabilecek bir senarist-yönetmenin varlığını duyurmakla kalıyor. Film, MUBI'de 11 Haziran'da başladı.
ADETA BİR BAŞKA TEATRAL ‘CENAZEDE ÖLÜM’
Emma Seligman, Yahudi ve biseksüel kimliğiyle Kanada’dan bir hikaye çıkarma derdine düşüyor. Bir cenaze seremonisinde Frank Oz’un müsamereden farksız “Cenazede Ölüm” (“Death at a Funeral”, 2007) misali takılıyor. Ama oradan çıkardığı kara komediyi sinemayla saramıyor. Aksine Rachel Sennott’a yüklediği kendi otobiyografik orta sınıf karakterini, isyan etme üzerinden yansıtma derdine düşüyor.
Bu anlamda Kanada’nın feminist Linklater’ı veya Woody Allen’ına dönüşmek için ant içiyor. Ancak diyalog komedisi sinemasız olunca 77 dakikanın sonlarına doğru el-omuz kamerası ve renksizlik daha da kontrolden çıkıyor. Bu sayede de “Şiva Bebeği”nin anlamsızlığı çok manidar ve acıklı hale gelebiliyor.
İYİ DİYALOGLAR MİZAHLA BİR YERE GELİYOR MU?
Film, ‘sadece komik olma her şey mi!’ diyerek noktalanıyor. Fransa’nın özgürlükçü diyarlarından gelen entelektüel dokunuş bir yere gelmeden yarıda kalıyor. Kısa filmi uzatma hamlesi de biraz çaylak duruyor. Maria Rushe henüz profesyonel bir görüntü yönetmeni değil. Biseksüel Seligman ise online platformlarda dizi yapabilecek seviyede bir potansiyele sahip.
“Şiva Bebeği”nin boyutsuz tuvalet komedisine finalden çok önce kayması sanki en büyük problemi. Bu da Allen ve Linklater etkisinin bile sömürülmesine ya da ‘formsuz’ ve ‘çaylak’ bir şeklinde işletilmesine yol açıyor. Tek mekana açılıp sinemayı unuturken vasatın altında kalan bir chick flick denemesine alan açıyor.
ADETA BİR BAŞKA TEATRAL ‘CENAZEDE ÖLÜM’
Emma Seligman, Yahudi ve biseksüel kimliğiyle Kanada’dan bir hikaye çıkarma derdine düşüyor. Bir cenaze seremonisinde Frank Oz’un müsamereden farksız “Cenazede Ölüm” (“Death at a Funeral”, 2007) misali takılıyor. Ama oradan çıkardığı kara komediyi sinemayla saramıyor. Aksine Rachel Sennott’a yüklediği kendi otobiyografik orta sınıf karakterini, isyan etme üzerinden yansıtma derdine düşüyor.
Bu anlamda Kanada’nın feminist Linklater’ı veya Woody Allen’ına dönüşmek için ant içiyor. Ancak diyalog komedisi sinemasız olunca 77 dakikanın sonlarına doğru el-omuz kamerası ve renksizlik daha da kontrolden çıkıyor. Bu sayede de “Şiva Bebeği”nin anlamsızlığı çok manidar ve acıklı hale gelebiliyor.
İYİ DİYALOGLAR MİZAHLA BİR YERE GELİYOR MU?
Film, ‘sadece komik olma her şey mi!’ diyerek noktalanıyor. Fransa’nın özgürlükçü diyarlarından gelen entelektüel dokunuş bir yere gelmeden yarıda kalıyor. Kısa filmi uzatma hamlesi de biraz çaylak duruyor. Maria Rushe henüz profesyonel bir görüntü yönetmeni değil. Biseksüel Seligman ise online platformlarda dizi yapabilecek seviyede bir potansiyele sahip.
“Şiva Bebeği”nin boyutsuz tuvalet komedisine finalden çok önce kayması sanki en büyük problemi. Bu da Allen ve Linklater etkisinin bile sömürülmesine ya da ‘formsuz’ ve ‘çaylak’ bir şeklinde işletilmesine yol açıyor. Tek mekana açılıp sinemayı unuturken vasatın altında kalan bir chick flick denemesine alan açıyor.
'TRAJİK ORMAN': WEERASETHAKUL-GUERRA KIRMASI ÖZENTİ VE EGZOTİK BİR MACERA FİLMİ
FİLMİN NOTU: 4
|
Olaizola dördüncü uzununda Tayland Yeni Dalgası’nın Weerasethakul’u ile Kolombiya sinemasından yükselen Guerra’nın yapılarını iç içe geçiriyor. 9 Haziran'da Netflix'te başlayan “Trajik Orman”, gizemiyle ve sinematografisiyle içine alıyor zaman zaman, ama bunu bütünlüklü bir şekle sokamıyor. Aksine özenti bir Maya Ormanları macerası filmine dönüşmekle kalıyor.
DÖNEM ATMOSFERİ UCUZ DURUYOR
10 yıldır film çeken Yulene Olaizola’yı Yeni Meksika Sineması’nın ikinci kuşağına dahil edenler olacaktır. Buna şaşırmamak lazım. Ancak burada yaptığıyla Meksika-Belize sınırında çakma bir Maya ormanları macerası sunmakla kalıyor. Mistisizmin de, gizemin de, egzotizmin de içeri öylesine dahi edildiği boş bir kendini tatmin gördüğümüz.
“Trajik Orman”, özellikle İngilizce bölümlerinde B-tipi bir Hollywood tür filminin dehlizlerine sürükleniyor. Onun ötesinde ise sinematografiyle idare etme derdinde. Ama 1920’lerin dönem atmosferini tutarlı kılamıyor. Aksine Weerasethakul’un anlaşılmaz deneyselliği ile Guerra’nın turistik geziyle teğet geçen meditasyonu arasında gidip geliyor.
DÖRT KURGUCU BİLE KURTARAMIYOR
Ancak bunun tarifi daha ziyade mistik bir egzersizin anlamsızlığıyla canlanıyor. Olaizola dördüncü filmine imza atsa da bazı güzelliklere kapılıp kontrolden çıkmış.
Bu duruma, egoya hakim olamayınca da yönetmen sevgisiyle anlamsız yerlere sürüklenmekle kalıyor maalesef. Trajiklik de burada aktif hale geliyor! Dört kurgucu bile bu karmaşanın altından kalkamıyor!
DÖNEM ATMOSFERİ UCUZ DURUYOR
10 yıldır film çeken Yulene Olaizola’yı Yeni Meksika Sineması’nın ikinci kuşağına dahil edenler olacaktır. Buna şaşırmamak lazım. Ancak burada yaptığıyla Meksika-Belize sınırında çakma bir Maya ormanları macerası sunmakla kalıyor. Mistisizmin de, gizemin de, egzotizmin de içeri öylesine dahi edildiği boş bir kendini tatmin gördüğümüz.
“Trajik Orman”, özellikle İngilizce bölümlerinde B-tipi bir Hollywood tür filminin dehlizlerine sürükleniyor. Onun ötesinde ise sinematografiyle idare etme derdinde. Ama 1920’lerin dönem atmosferini tutarlı kılamıyor. Aksine Weerasethakul’un anlaşılmaz deneyselliği ile Guerra’nın turistik geziyle teğet geçen meditasyonu arasında gidip geliyor.
DÖRT KURGUCU BİLE KURTARAMIYOR
Ancak bunun tarifi daha ziyade mistik bir egzersizin anlamsızlığıyla canlanıyor. Olaizola dördüncü filmine imza atsa da bazı güzelliklere kapılıp kontrolden çıkmış.
Bu duruma, egoya hakim olamayınca da yönetmen sevgisiyle anlamsız yerlere sürüklenmekle kalıyor maalesef. Trajiklik de burada aktif hale geliyor! Dört kurgucu bile bu karmaşanın altından kalkamıyor!
'IN THE HEIGHTS': 'BATI YAKASININ HİKAYESİ'NİN ORTALAMA ARDILI
HBO Max'in yeni filminin yazısı için tıklayın: bit.ly/3cN1tWO
FİLMİN NOTU: 5.2
|