'JOE'NUN HÜZÜNLÜ YAŞAMI
11/04/2014- Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 6.3
|
Amerika’nın güney bölgesinde yaşayan yoksul insanları merceğine alan ‘southern gothic’ formülü, bu kez eski bir suçlunun dramına odaklanıyor. “Joe”, bağımsız yönetmen David Gordon Green’in mesafeli rejisiyle toplumsal şiddet sorunsalına insani bir çerçeveden bakıyor.
“All the Real Girls” (2003), “Undertow” (2004) ve “Kar Melekleri” (“Snow Angels”, 2007) gibi Amerika’nın güney bölgesinden, kırsal kesiminden insani öykülere odaklanan David Gordon Green, bağımsız ruhu ve oyunculara yaklaşımıyla dikkat çekmiştir. Sonrasında “Üşütük Kafalar” (“Pineapple Express”, 2008), “Your Highness” (2011) ve “The Sitter” (2011) ile popüler komediyi denemesi ise ‘yönetmenin paraya ihtiyacı var’ söylentilerini çıkarmıştı.
Burada 2013’te başarısız yeniden çevrim “Yolların Prensi”yle (“Prince Avalanche”) birlikte ikinci sanatsal filmiyle karşımıza çıkan sinemacı, bir adamın hüzünlü öyküsüne bakıyor. Köklerine dönmesiyle de sevinç yaşatıyor. “Joe”, kulübesinde köpeğiyle sakin bir yaşam süren eski suçlu Joe’ya şiddet aşılanmasını tüm çıplaklığıyla ele alıyor. “Şiddetin Tarihçesi” (“A History of Violence”, 2005) misali bir ‘Amerika’nın güneyi’ portresi çiziyor.
BÜTÜN YERELLİĞİYLE ‘SOUTHERN GOTHIC’
Burada yönetmenin çok sevdiği ve “Undertow”da da en bariz şekilde devreye soktuğu edebiyattan gelen ‘southern gothic’ alt türünün yeni bir şubesini izliyoruz. Film, eğitim düzeyi yüksek olmayan ve yöresel aksanla bizi yabancılaştıran yoksul insanların yaşamında suçun, şiddetin ‘yaralayıcı’ etkisine bakış atıyor. Joe’nun her şeyi bırakıp geçmişinden uzaklaşmışken, etik mücadeleyi, fedakarlıklarla, kasaba kanunlarıyla harmanlaması şaşırtmıyor. Bu durum da aslında işin ucunu şiddete kadar götürüp korunaklı tutumu açığa çıkarıyor.
Green, el-omuz kamerası, sabit açılar ve yavaş çekimi bir araya getiren “Undertow”un şiirsel üslubuna biraz yaklaşıyor burada. Ama gerçekçiliği ve yalınlığı da kaybetmeyerek kültürel bir drama imza atarken fazlasıyla etkili olabiliyor. Dünyaya dair karamsarlığın finalin doğallığı ile anlam kazandığı kesin.
NICOLAS CAGE YAKIŞMIŞ MI?
Süresinin uzunluğu ve böylesi zor bir karakteri, “Fırtınalı Hayatlar”dan (“The Weather Man”, 2005) bu yana ilk kez üzerine giyen Nicolas Cage’in yer yer irtifa kaybetmesiyle yara alan eser, yönetmenin iç bölgelerdeki sıradan insan hikayelerine devam etmesini sağlıyor. Ayrıksı bir baba-oğul ilişkisine ya da kuşak farkları yorumuna açılıyor. Cinayetin, şiddetin gideceği noktaları, bir çözülme, buluşma, intikam ve vandalizm üzerinden yorumlama şansına kavuşuyor.
“Joe”, İşi Peckinpah kadar ileri götürmeden, bağımsız sinemaya yatkın bir izlenim bırakıyor. “Caniler Avcısı” (“Night of the Hunter”, 1955) ile kurulan akrabalık bağları da sanki ‘amca-yeğen’ ilişkisi olarak beliriyor. Mesajını doğru veren film, bu açıdan David Gordon Green’in ilk dönemine dönüşünü müjdeliyor.
“All the Real Girls” (2003), “Undertow” (2004) ve “Kar Melekleri” (“Snow Angels”, 2007) gibi Amerika’nın güney bölgesinden, kırsal kesiminden insani öykülere odaklanan David Gordon Green, bağımsız ruhu ve oyunculara yaklaşımıyla dikkat çekmiştir. Sonrasında “Üşütük Kafalar” (“Pineapple Express”, 2008), “Your Highness” (2011) ve “The Sitter” (2011) ile popüler komediyi denemesi ise ‘yönetmenin paraya ihtiyacı var’ söylentilerini çıkarmıştı.
Burada 2013’te başarısız yeniden çevrim “Yolların Prensi”yle (“Prince Avalanche”) birlikte ikinci sanatsal filmiyle karşımıza çıkan sinemacı, bir adamın hüzünlü öyküsüne bakıyor. Köklerine dönmesiyle de sevinç yaşatıyor. “Joe”, kulübesinde köpeğiyle sakin bir yaşam süren eski suçlu Joe’ya şiddet aşılanmasını tüm çıplaklığıyla ele alıyor. “Şiddetin Tarihçesi” (“A History of Violence”, 2005) misali bir ‘Amerika’nın güneyi’ portresi çiziyor.
BÜTÜN YERELLİĞİYLE ‘SOUTHERN GOTHIC’
Burada yönetmenin çok sevdiği ve “Undertow”da da en bariz şekilde devreye soktuğu edebiyattan gelen ‘southern gothic’ alt türünün yeni bir şubesini izliyoruz. Film, eğitim düzeyi yüksek olmayan ve yöresel aksanla bizi yabancılaştıran yoksul insanların yaşamında suçun, şiddetin ‘yaralayıcı’ etkisine bakış atıyor. Joe’nun her şeyi bırakıp geçmişinden uzaklaşmışken, etik mücadeleyi, fedakarlıklarla, kasaba kanunlarıyla harmanlaması şaşırtmıyor. Bu durum da aslında işin ucunu şiddete kadar götürüp korunaklı tutumu açığa çıkarıyor.
Green, el-omuz kamerası, sabit açılar ve yavaş çekimi bir araya getiren “Undertow”un şiirsel üslubuna biraz yaklaşıyor burada. Ama gerçekçiliği ve yalınlığı da kaybetmeyerek kültürel bir drama imza atarken fazlasıyla etkili olabiliyor. Dünyaya dair karamsarlığın finalin doğallığı ile anlam kazandığı kesin.
NICOLAS CAGE YAKIŞMIŞ MI?
Süresinin uzunluğu ve böylesi zor bir karakteri, “Fırtınalı Hayatlar”dan (“The Weather Man”, 2005) bu yana ilk kez üzerine giyen Nicolas Cage’in yer yer irtifa kaybetmesiyle yara alan eser, yönetmenin iç bölgelerdeki sıradan insan hikayelerine devam etmesini sağlıyor. Ayrıksı bir baba-oğul ilişkisine ya da kuşak farkları yorumuna açılıyor. Cinayetin, şiddetin gideceği noktaları, bir çözülme, buluşma, intikam ve vandalizm üzerinden yorumlama şansına kavuşuyor.
“Joe”, İşi Peckinpah kadar ileri götürmeden, bağımsız sinemaya yatkın bir izlenim bırakıyor. “Caniler Avcısı” (“Night of the Hunter”, 1955) ile kurulan akrabalık bağları da sanki ‘amca-yeğen’ ilişkisi olarak beliriyor. Mesajını doğru veren film, bu açıdan David Gordon Green’in ilk dönemine dönüşünü müjdeliyor.