BİZE DE BEKLERİZ # 17: HIGH ART (1998)
15/03/2011 - Habertürk |
FİLMİN NOTU: 8.9
|
En kısa tanımıyla ‘Eşcinsel mi, yoksa heteroseksüel mi olmalıyım?’
sorusunu irdeleyen bir yasak ilişki filmi diyebiliriz. “High Art”, evli bir
kadının lezbiyen bir fotoğraf sanatçısına tutulmasıyla birlikte girdiği sürece
odaklanırken, ev hayatı ile alt kültür yaşamı arasında kurduğu görsel farklarla
ve gerçekçi dokusuyla dikkat çekmeyi beceriyor. 80’lerin Queer Cinema (Eşcinsel Sinema) atılımının 90’lardaki en önemli simalarından Lisa Cholodenko’nun
ilk filmi, bu konu hakkında fikir yürütürken eşcinsel bir karakteri merkeze yerleştirme
konusunda da önemli adımlar attı zamanında. “High Art”ı izlerken yönetmenin son
filmi “İki Kadın, Bir Erkek”in ‘lezbiyen aile’ kavramına hafif bakışının çok
uzağında duran, bağımsız ruhlu, cesur ve derinlikli bir yapıtla yüzleştiğimizi
unutmamalıyız.
Nicole Holofcener ve Rose Troche ile birlikte 90’larda Amerikan bağımsız sinemasından çıkan en baskın üç kadın yönetmenden biri olan Lisa Cholodenko, bu eserinde ‘ilişki filmi’ konseptini dört karakter üzerinden devreye sokuyor. Bu alanın alt-formülü olarak görülebilecek ‘lezbiyen kadına aşık olma üzerine yasak ilişki filmi’ alanında son derece doğru tespitlerde bulunan bir eserle çıkageliyor yönetmen burada.
QUEER CİNEMA ATILIMININ KADIN AYAĞI
“High Art” (1998), ‘Queer Cinema’ (eşcinsel sinema dalgası) etkisinde son derece cesur ve önemli adımlar atmasıyla adından çokça söz ettiren bir eser. Zira lezbiyen ilişki konusuna girmek o zamanlar çok kolay değildi. Ancak Gregg Araki, Gus Van Sant filmleri sonrasında bir şekilde bu yol açıldı.
Lisa Cholodenko da ağır tempolu, uzun planlar üzerine kurulu ve oyuncu yönetimini öne çıkaran stiliyle bir anlamda ‘minimalist’ bir ton yakalamış bu ilk flminde. Radha Mitchell, Ally Sheedy ve Patricia Clarkson’dan da üst düzey performanslar almayı becermiş. Aslında “High Art”ı, alt kültürün ve entel kesmin arasında geçen bir yasak ilişki filmi olarak ele almak mümkün. Ancak eşcinsellik ile heteroseksüellik arasındaki hatları çizerken iki tarafa da aynı sakinlikte yaklaşması önemli bir hareket.
'HIGH ART' (YÜKSEK SANAT) NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Zira yönetmen o çevreyi kırmızıyı öne çıkaran, hafif kitsch (bayağılık estetiği) bir çerçevede ve kaydırmalı uzun planlarla ele alırken, diğer sahneleri beyazın ve doğal renklerin hakimiyetinde hareketsiz açılarla kavramayı seçmiş. Böylece eşcinsellerin kültürel dünyasındaki uyuştucu eğilimini de sanat coşkusunu da parti dokusunu da perdeye dürüst bir şekilde yansıtmayı becermiş. ‘High Art’ denen şeyin ne olduğu konusunda da ilginç metinler açmış.
Bu bağlamda eski bir fotoğrafçı olan Lucy Berliner’in soğuduğu şöhret ortamından geri çekildikten sonra ‘gerçekçi’ bir hareket ile dönmesi, bir anlamda yapma şeylerin uzağında bir sanat portresi sunuyor. Buna paralel olarak dışarıdan gözüken ile içeride olanlar arasındaki farkları inceleyerek alışılagelmedik okumalara açılıyor “High Art”.
Lafın özü Cholodenko burada eşcinsel dokulu bir ilişki filmi üretmiş. Buna ulaşırken seks sahnelerini uzun planlarla yansıtması, bir gerçeklik aşılıyor. Bu da filmin ‘seks’ ve ‘tutku’ üzerinden yürüyen bir ilişki platformu kurmasına alan açıyor işin doğrusu. Yani bu konuda Visconti, Antonioni gibi yönetmenlerin yaptığını daha değişik bir noktaya taşıyor yönetmen burada.
LEZBİYENLİĞİN SİSTEMİN İÇİNDE YERİNİ ALMASINI İSTİYOR
2002’de “Laurel Canyon” ve 2010’da “İki Kadın, Bir Erkek” (“The Kids are All Right”) ile de ispatladığı gibi zaten bu eşcinsel yapılanmanın ve cinsel tutku meselesinin açığa çıkmasını seven bir isim kendisi. Lezbiyenliğin de sistemin, çekirdek ailenin içinde kendine bir üslup yaratmasını tercih ediyor. Burada bu noktanın temelini atması ise yönetmenin bir şekilde 2000’lerde bolca üretilen lezbiyen ilişkili bağımsız romantik-komedilerin esin kaynağına dönüşmesine yol açtı. Cholodenko’nun başlı başına bir şeylerin öncüsü olduğuna şüphe yok.
“High Art”ta Patricia Clarkson’ın ‘Fassbinder’in oyuncusuyum’ tripleri de bir anlamda yönetmenin modern sinemadaki bütün önemli simalardan esinlendiğini ispatlıyor. Burada onun filmlerinin yapısı yok belki. Ancak temaları ve alt kültürü yansıtma biçimi aynı ölçüde bir esin kaynağı oluşturmuş, orası çok açık. ‘Yüksek sanat’ın (filmin Türkçe anlamı) ne olduğu konusunda sorulan sorular da bu noktaya gidiyor zaten. Cinsellik mi, fotoğraf mı, evlilik mi, korumacı aile tablosu mu, yoksa biseksüel olmak mı?
Nicole Holofcener ve Rose Troche ile birlikte 90’larda Amerikan bağımsız sinemasından çıkan en baskın üç kadın yönetmenden biri olan Lisa Cholodenko, bu eserinde ‘ilişki filmi’ konseptini dört karakter üzerinden devreye sokuyor. Bu alanın alt-formülü olarak görülebilecek ‘lezbiyen kadına aşık olma üzerine yasak ilişki filmi’ alanında son derece doğru tespitlerde bulunan bir eserle çıkageliyor yönetmen burada.
QUEER CİNEMA ATILIMININ KADIN AYAĞI
“High Art” (1998), ‘Queer Cinema’ (eşcinsel sinema dalgası) etkisinde son derece cesur ve önemli adımlar atmasıyla adından çokça söz ettiren bir eser. Zira lezbiyen ilişki konusuna girmek o zamanlar çok kolay değildi. Ancak Gregg Araki, Gus Van Sant filmleri sonrasında bir şekilde bu yol açıldı.
Lisa Cholodenko da ağır tempolu, uzun planlar üzerine kurulu ve oyuncu yönetimini öne çıkaran stiliyle bir anlamda ‘minimalist’ bir ton yakalamış bu ilk flminde. Radha Mitchell, Ally Sheedy ve Patricia Clarkson’dan da üst düzey performanslar almayı becermiş. Aslında “High Art”ı, alt kültürün ve entel kesmin arasında geçen bir yasak ilişki filmi olarak ele almak mümkün. Ancak eşcinsellik ile heteroseksüellik arasındaki hatları çizerken iki tarafa da aynı sakinlikte yaklaşması önemli bir hareket.
'HIGH ART' (YÜKSEK SANAT) NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Zira yönetmen o çevreyi kırmızıyı öne çıkaran, hafif kitsch (bayağılık estetiği) bir çerçevede ve kaydırmalı uzun planlarla ele alırken, diğer sahneleri beyazın ve doğal renklerin hakimiyetinde hareketsiz açılarla kavramayı seçmiş. Böylece eşcinsellerin kültürel dünyasındaki uyuştucu eğilimini de sanat coşkusunu da parti dokusunu da perdeye dürüst bir şekilde yansıtmayı becermiş. ‘High Art’ denen şeyin ne olduğu konusunda da ilginç metinler açmış.
Bu bağlamda eski bir fotoğrafçı olan Lucy Berliner’in soğuduğu şöhret ortamından geri çekildikten sonra ‘gerçekçi’ bir hareket ile dönmesi, bir anlamda yapma şeylerin uzağında bir sanat portresi sunuyor. Buna paralel olarak dışarıdan gözüken ile içeride olanlar arasındaki farkları inceleyerek alışılagelmedik okumalara açılıyor “High Art”.
Lafın özü Cholodenko burada eşcinsel dokulu bir ilişki filmi üretmiş. Buna ulaşırken seks sahnelerini uzun planlarla yansıtması, bir gerçeklik aşılıyor. Bu da filmin ‘seks’ ve ‘tutku’ üzerinden yürüyen bir ilişki platformu kurmasına alan açıyor işin doğrusu. Yani bu konuda Visconti, Antonioni gibi yönetmenlerin yaptığını daha değişik bir noktaya taşıyor yönetmen burada.
LEZBİYENLİĞİN SİSTEMİN İÇİNDE YERİNİ ALMASINI İSTİYOR
2002’de “Laurel Canyon” ve 2010’da “İki Kadın, Bir Erkek” (“The Kids are All Right”) ile de ispatladığı gibi zaten bu eşcinsel yapılanmanın ve cinsel tutku meselesinin açığa çıkmasını seven bir isim kendisi. Lezbiyenliğin de sistemin, çekirdek ailenin içinde kendine bir üslup yaratmasını tercih ediyor. Burada bu noktanın temelini atması ise yönetmenin bir şekilde 2000’lerde bolca üretilen lezbiyen ilişkili bağımsız romantik-komedilerin esin kaynağına dönüşmesine yol açtı. Cholodenko’nun başlı başına bir şeylerin öncüsü olduğuna şüphe yok.
“High Art”ta Patricia Clarkson’ın ‘Fassbinder’in oyuncusuyum’ tripleri de bir anlamda yönetmenin modern sinemadaki bütün önemli simalardan esinlendiğini ispatlıyor. Burada onun filmlerinin yapısı yok belki. Ancak temaları ve alt kültürü yansıtma biçimi aynı ölçüde bir esin kaynağı oluşturmuş, orası çok açık. ‘Yüksek sanat’ın (filmin Türkçe anlamı) ne olduğu konusunda sorulan sorular da bu noktaya gidiyor zaten. Cinsellik mi, fotoğraf mı, evlilik mi, korumacı aile tablosu mu, yoksa biseksüel olmak mı?
NE DURUMDA?
13 sene önce çekilmesine rağmen herhangi bir festivale uğramadı. Üstüne üstlük DVD’si de çıkmadı “High Art”ın. Ülkemizde sahibi yok.