CANNES AKLANDI!
27/05/2009 - Habertürk
Daha önce Cannes Film Festivali’nde Kiliseler Birliği Ödülü,
En İyi Yönetmen Ödülü, Jüri Büyük Ödülü ve FIPRESCI Ödülü alan Haneke, bunların
arasına ‘Altın Palmiye’yi de ekledi. Ancak esas önemli nokta Tarantino,
Chan-Wook ve Trier’nin tartışmalı filmlerinin ödül alması oldu.
Cannes Film Festivali, öncesinde de belirttiğim gibi ‘kendini kabul ettirmiş yönetmenler’in işlerinin yarıştığı ve ödüllendirildiği bir festival. Avusturyalı yönetmen Michael Haneke de Avrupa toplumunun içindeki yabancılaşmayı ve bilinçaltında yatan şiddeti minimalist ve soğuk bir sinema anlayışıyla perdeye yansıtan bir isim. Eserleriyle de Avusturya ve Alman sinemasının 2000’lerde gelenekselleşen film gramerinin esas müsebbiblerinden biri. Oscar alan “Başkalarının Hayatı” ve “Kalpazanlar” da onun oturttuğu o gri tonlu ve muhalif sinema anlayışının sonuçlarından sadece ikisi.
1997’de “Ölümcül Oyunlar” (“Funny Games”), 2000’de “Bilinmeyen Kod” (“Code Inconnu”), 2001’de “Piyanist” (“La Pianiste”), 2005’de ise “Saklı” (“Caché”) ile Cannes’da yarışan Haneke, bu sene dördüncü kez rekabetin içine girmişti. Bunların ikincisinde Kiliseler Birliği Ödülü, üçüncüsünde Jüri Büyük Ödülü, sonuncusundaysa Kiliseler Birliği, En İyi Yönetmen ve FIPRESCI ödüllerini kazanmıştı. Bu yıl yarışan ve 1913 Almanya’sında eğitim sistemindeki yabancılaşmaya değinen filmi “Beyaz Bant" ise Altın Palmiye ve FIPRESCI ödülüyle onurlandırıldı.
Bu sonuç da sürpriz değil. Zira etkinliğin favorilerinden Ang Lee gibi Haneke de dünya sinemasında belli bir film gramerinin yolunu açmış bir isim. 70’lerin Yeni Alman sinemasından Rainer Werner Fassbinder ve Margarethe Von Trotta’nın yönetmenlik stillerini modern dünyaya uyarlayarak zirve yapıyor. Özellikle de egosantrik bir bakış açısıyla ve genelde şiddet, aile gibi kavramlarla ilgili sinemasal tespitleriyle dikkat çekiyor. Meraklısına yönetmenin “Benny’nin Videosu”, “Yedinci Kıta” ve “Saklı” adlı üç başyapıtını önerebilirim.
DİĞER ÖDÜLLERDE DURUM NEDİR?
Diğer ödüllere baktığımızda yarışmanın en az bilinen filmi Brillante Mendoza imzalı “The Execution of P” (“Kınatay”), dramatik bir suç hikayesiyle fark yarattığı için yönetmen ödülünü almış olmalı. Zira Cannes’da geçen sene de ana yarışmaya girse de henüz ödül yüzü görmeyen Mendoza’nın, Filipinler sinemasının ilginç ve kültürel havasıyla başarı yakalamış olma ihtimali bir hayli yüksek.
Ancak bu başarının esas sebebi elbette ‘farklı kültürlerde yaşanan ahlaki meseleler’le ilgili. Zira “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün” gibi sinemasal anlamda iyi olsa da Çavusesku Romanya’sında ‘kürtaj’ meselesine baktığı için ‘Altın Palmiye’ye uzanan sayısız film ismi verilebilir.
ASIA ARGENTO SAĞOLSUN! CANNES'I AKLADI!
Bu yılın en ilginç tarafı ise her zaman safdışı bırakılan tartışmalı filmlerin ödül yarışına dahil edilmiş olması. Zira bir kenarından olsa da Lars Von Trier’nin sert, bol kanlı ve cinsel içerikli korku filmi “Antichrist”, Tarantino’nun şiddeti Peckinpah’vari bir şekilde estetize ettiği “Inglorious Basterds” ve Park Chan-Wook’un vampir filmi “Thirst”, ödüle uzandılar.
Bunun da sebebi, jüride Asia Argento gibi kült bir oyuncunun bulunması. İtalyan korku sinemasının ekolleşmiş yönetmeni Dario Argento’nun kızı, kariyerinde de uçarı bir yol izleyerek ilerledi zaten. Onun yanında Koreli bozucu yönetmen Lee-Chang Dong da bu ödüllere katkı yapmış olabilir. Ancak jürinin bir kısmının ilk iki ana ödülü alan filmleri beğendiğini, geri kalan kısmının ise bu ‘uç’ ve ‘postmodern’ filmleri öne çıkardığı anlaşılıyor.
Böylece Cannes’da bir gelenek bozulmuş oldu. Zira daha önceden “Kırmızı Değirmen” (“Moulin Rouge!”), “Havuz” (“La Piscine”), “Dönüş Yok” (“Irréversible”), “Pan’ın Labirenti” (“El Laberinto del Fauno”), “Ölüm Geçirmez” (“Death Proof”), “Kıyamet Öyküleri” gibi dünyada yılın en iyi filmleri olarak kabul edilen eserler es geçiliyordu. Bu da festivale layık görülen ‘sanat sineması temsilcisi’ veya ‘kültürel mesele yanlısı’ etiketini biraz olsun geriye itti. Nihayetinde Asia Argento Cannes’ı akladı diyebiliriz!
Cannes Film Festivali, öncesinde de belirttiğim gibi ‘kendini kabul ettirmiş yönetmenler’in işlerinin yarıştığı ve ödüllendirildiği bir festival. Avusturyalı yönetmen Michael Haneke de Avrupa toplumunun içindeki yabancılaşmayı ve bilinçaltında yatan şiddeti minimalist ve soğuk bir sinema anlayışıyla perdeye yansıtan bir isim. Eserleriyle de Avusturya ve Alman sinemasının 2000’lerde gelenekselleşen film gramerinin esas müsebbiblerinden biri. Oscar alan “Başkalarının Hayatı” ve “Kalpazanlar” da onun oturttuğu o gri tonlu ve muhalif sinema anlayışının sonuçlarından sadece ikisi.
1997’de “Ölümcül Oyunlar” (“Funny Games”), 2000’de “Bilinmeyen Kod” (“Code Inconnu”), 2001’de “Piyanist” (“La Pianiste”), 2005’de ise “Saklı” (“Caché”) ile Cannes’da yarışan Haneke, bu sene dördüncü kez rekabetin içine girmişti. Bunların ikincisinde Kiliseler Birliği Ödülü, üçüncüsünde Jüri Büyük Ödülü, sonuncusundaysa Kiliseler Birliği, En İyi Yönetmen ve FIPRESCI ödüllerini kazanmıştı. Bu yıl yarışan ve 1913 Almanya’sında eğitim sistemindeki yabancılaşmaya değinen filmi “Beyaz Bant" ise Altın Palmiye ve FIPRESCI ödülüyle onurlandırıldı.
Bu sonuç da sürpriz değil. Zira etkinliğin favorilerinden Ang Lee gibi Haneke de dünya sinemasında belli bir film gramerinin yolunu açmış bir isim. 70’lerin Yeni Alman sinemasından Rainer Werner Fassbinder ve Margarethe Von Trotta’nın yönetmenlik stillerini modern dünyaya uyarlayarak zirve yapıyor. Özellikle de egosantrik bir bakış açısıyla ve genelde şiddet, aile gibi kavramlarla ilgili sinemasal tespitleriyle dikkat çekiyor. Meraklısına yönetmenin “Benny’nin Videosu”, “Yedinci Kıta” ve “Saklı” adlı üç başyapıtını önerebilirim.
DİĞER ÖDÜLLERDE DURUM NEDİR?
Diğer ödüllere baktığımızda yarışmanın en az bilinen filmi Brillante Mendoza imzalı “The Execution of P” (“Kınatay”), dramatik bir suç hikayesiyle fark yarattığı için yönetmen ödülünü almış olmalı. Zira Cannes’da geçen sene de ana yarışmaya girse de henüz ödül yüzü görmeyen Mendoza’nın, Filipinler sinemasının ilginç ve kültürel havasıyla başarı yakalamış olma ihtimali bir hayli yüksek.
Ancak bu başarının esas sebebi elbette ‘farklı kültürlerde yaşanan ahlaki meseleler’le ilgili. Zira “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün” gibi sinemasal anlamda iyi olsa da Çavusesku Romanya’sında ‘kürtaj’ meselesine baktığı için ‘Altın Palmiye’ye uzanan sayısız film ismi verilebilir.
ASIA ARGENTO SAĞOLSUN! CANNES'I AKLADI!
Bu yılın en ilginç tarafı ise her zaman safdışı bırakılan tartışmalı filmlerin ödül yarışına dahil edilmiş olması. Zira bir kenarından olsa da Lars Von Trier’nin sert, bol kanlı ve cinsel içerikli korku filmi “Antichrist”, Tarantino’nun şiddeti Peckinpah’vari bir şekilde estetize ettiği “Inglorious Basterds” ve Park Chan-Wook’un vampir filmi “Thirst”, ödüle uzandılar.
Bunun da sebebi, jüride Asia Argento gibi kült bir oyuncunun bulunması. İtalyan korku sinemasının ekolleşmiş yönetmeni Dario Argento’nun kızı, kariyerinde de uçarı bir yol izleyerek ilerledi zaten. Onun yanında Koreli bozucu yönetmen Lee-Chang Dong da bu ödüllere katkı yapmış olabilir. Ancak jürinin bir kısmının ilk iki ana ödülü alan filmleri beğendiğini, geri kalan kısmının ise bu ‘uç’ ve ‘postmodern’ filmleri öne çıkardığı anlaşılıyor.
Böylece Cannes’da bir gelenek bozulmuş oldu. Zira daha önceden “Kırmızı Değirmen” (“Moulin Rouge!”), “Havuz” (“La Piscine”), “Dönüş Yok” (“Irréversible”), “Pan’ın Labirenti” (“El Laberinto del Fauno”), “Ölüm Geçirmez” (“Death Proof”), “Kıyamet Öyküleri” gibi dünyada yılın en iyi filmleri olarak kabul edilen eserler es geçiliyordu. Bu da festivale layık görülen ‘sanat sineması temsilcisi’ veya ‘kültürel mesele yanlısı’ etiketini biraz olsun geriye itti. Nihayetinde Asia Argento Cannes’ı akladı diyebiliriz!