'BİLİNMEYEN'İN ÇEKİCİLİĞİ
02/05/2011 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 5.5
|
İş için gittiği Berlin’de bir kazaya uğradıktan sonra gözünü hastanede açan bir adamın, kendi yerine başkasının geçtiğini öğrenmesiyle birlikte yaşadığı ikiyüzlülük ve ‘suspens’ (şüphe) dolu gerilimin sinemasal karşılığı diyebiliriz. “Kimliksiz”, birçok tür arasında dolaşan ve sürpriz algısını sürekli açık tutarken tempo belirleme becerisiyle de zeka aşılamayı bilen bir eser. Jaume Collet-Serra “Mumya Evi”nden sonra bir kez daha Hitchcock’a saygı duruşunda bulunsa da, bu sefer bir politik-gerilim ile dikiliyor karşımıza. Senaryonun omurgasına zarar veren bütün o mantık boşluklarına karşın, oyuncuların karakterleri vücutlarına geçirme becerisinin de katkısıyla yönetmenin ‘sürpriz son üzerine film inşa etme’ güdüsünün yeni bir ürünü bu. “Kimliksiz”, özellikle Post-Irak dönemiyle ilgili söyledikleri ve Hitchcockyen duygusu ile dikkate değer bir çalışma.
“Mumya Evi” (“House of Wax”, 2005), “Goal 2” (“Goal II: Living the Dream”, 2007) ve “İçimdeki Düşman” (“Orphan”, 2009) gibi genelde korku eğilimi gösteren eserlerle tanıdığımız Jaume Collet-Serra, bir kez daha Dark Castle ürünü bir yapıtla dikiliyor burada karşımıza. Ancak ne bunlardan ilki ve sonuncusu gibi bir slasher filmi, ne de iyi anlatılmış bir spor filmiyle yüzleşiyoruz bu sefer. Aksine Hitchcockyen bir gerilim ile karşı karşıyayız.
Hitchcock’un filmografisinde gezintiye çıkan sürpriz algısı açık bir eser
Doğrusunu söylemek gerekirse “Mumya Evi”ndeki “Sapık” (“Sapık”, 1960) göndermesi sebebiyle ortaya çıkması garip karşılanmayacak bir eser “Kimliksiz” (“Unknown”, 2011). Aslında Collet-Serra, daha çok sinemasındaki korku-gerilime hakim eserleri olarak görülebilecek ilk ve üçüncü filminde olduğu gibi yine iyi bir anlatıyı, sürpriz algısı açık bir hikayeyi ve bolca şüphe (ya da suspens) duygusunu iç içe geçirmeyi beceriyor.
Bu bağlamda nihai finişe ilerlerken Almanya’ya gelen ABD’li isimsiz karakterin gözünden bir tutam “Gizli Teşkilat” (“North by Northwest”, 1959), bir tutam “Ölüm Korkusu” (“Vertigo”, 1958), bir tutam “Kadın Kayboldu” (“The Lady Vanishes”, 1938), bir tutam “Yırtık Perde” (“Torn Curtain”, 1966) ve bir tutam ‘Bourne’ geleneği izliyoruz. Bunlardan güç alan dramatik iskelet de aslında sürprizli bitirişini yaparken motiflerini tabanına zekice yerleştiriyor.
Romantik casusluk gerilimi olarak start alması yanıltmasın!
Zira burada eşiyle birlikte Berlin’e gelip bir kaza sonucunda dört gün komada kalan ve gözlerini hastanede açan adamın izini sürdüğü gizemin bir çekiciliği var. Çünkü Collet-Serra o süreçteki zaman dilimini izleyiciye göstermediği için hemen zihinlerde “Gizli Teşkilat” sonrasında üreyen “Öldüren Şüphe” (“Charade”, 1963), “Çılgın” (“Frantic”, 1988) ve “Gece ve Gündüz” (“Knight and Day”, 2010) gibi romantik casusluk-gerilimlerinin canlanmasına yol açıyor.
“Kimliksiz”, “Çılgın”da Polanski’nin alana hakimiyetsizliğiyle gelen inandırıcılık açmazına sürüklenerek bütün klişeleri kullansa da, aslında etap etap daha şaşırtıcı bir noktaya ulaşacağının sinyallerini veriyor. Oraya vardığında ise ABD’nin münferit şirketlerinin politik ve maddi amaçları sebebiyle insanları köle yerine koyduğu bir sistemin içinde buluyoruz kendimizi.
Şüphe motifini ve ikiyüzlülüğü bir politik-gerilim iskeletine yerleştirmiş
Zira Collet-Serra’nın filmi, rahatlıkla algısı açık bir Post-Irak politik-gerilimi olarak okunabilir. Buna ulaşırken kimlik bunalımını sorgular gibi görünmesi de aslında ‘karaktersiz’ insanlarla ya da kölelerle donatılan büyük bir devletin (yani ABD’nin) tasvirini yapmasına yarıyor eserin. Collet-Serra olaya yaklaşımıyla psycho-noir, sub-noir, psikolojik-gerilim, casusluk gerilimi, politik-gerilim, terör-gerilimi, suikast filmi gibi yollardan geçip son derece anlamlı ve muhalif bir finale doğru yönlendiriyor seyircisini.
Aslında bu noktada Neeson’ın kaybolmuş koca tiplemesinden January Jones’un ikili oynayan eş karakterine, Frank Langella’nın büyük patron karakterinden Bruno Ganz’ın vücut verdiği eski casusluk ünitesi sorumlusuna, Aidan Quinn’in ikinci Harris’teki performansından Diane Kruger’ın Bosnalı tiplemeyi üzerine giyme becerisine kadar, şüphe ve ikiyüzlülük patlaması yapan evren çok iyi yürüyor.
Hitchcockyen bir gerilim
Bunun içinde de 2. Dünya Savaşı zamanının Soğuk Savaş ve Nükleer Savaş paranoyasının yenilendiği bir coğrafya ve Berlin’deki göçmen sorununa ABD müdahalesi başta olmak üzere birçok siyasi motivasyonla yükleniyor hikaye.
Belki bu noktada Collet-Serra’nın “Ölüm Korkusu” göndermesi yapmak için yerleştirdiği ‘eşin değilim’ tribi yapan Jones’un otel sahnesindeki davranışı ve modern sanat galerisindeki kovalamaca sahnesi ile sonda okları “Gizli Teşkilat”a yönelttiği somut gönderme, Hitchcock mirasına saygı duruşunda bulunan bir gerilim üretmek istediğini kanıtlıyor.
Mantık boşluklarına teslim olan senaryosuna karşın şaşırtıcı sürpriz sonunu inandırıcı kılmayı becermiş
Ancak bu noktaya ulaşırken Brian De Palma’nın böylesi filmleri kadar iddialı durmak bir kenara, sahnelerin aksiyonunda kilit yere sahip senaryonun omurgasını kurmayı unutmasıyla çelme yediği söylenebilir yönetmenin. Bu da mantık boşluklarından destek alan dramatik yapısından mustarip olmasına yol açmış “Kimliksiz”in.
Bunun devamında bir süre sonra Kruger-Neeson ikilisinin sistemden kaçışlarının kıstasları bize hiç inandırıcı gelmiyor. Hastaneden, havaalanından ve daha nicesinden şans eseri hayat kurtarmaya yarayan bilinçli mantık boşlukları; aslında mavi doku, tempo ayarlama becerisi ve sinematografiden güç alan aksiyonun ciddi gerilime meyletmesi noktasında filmin biraz hasara uğramasına yol açıyor.
Ancak finişte bu omurgasal zaafı bertaraf eden Collet-Serra, iki slasher filminden sonra bir de Hitchcockyen gerilim ile sinema dünyasında aldığı sahneyi kolay kolay bırakmayacağını ispatlıyor. Bu konuda iddialı oyuncu kadrosunun canlandırdığı karakterlere bakmak da yeterli olabilir. Ufak bir not olarak Berlin sahnelerinde bolca Türk’ün sahne alıp bir şekilde ‘alt kültür’ temsili sunduklarını da ekleyelim. Collet-Serra’nın, Türk mahallesindeki barı ve daireyi düzenleme becerisinin hiçbir Türk filminde görülemeyeceği meselesi de ayrı bir tartışma konusu tabii. Ancak bu görüşü başka bir yazıda detaylı incelemek daha doğru olacaktır.
“Mumya Evi” (“House of Wax”, 2005), “Goal 2” (“Goal II: Living the Dream”, 2007) ve “İçimdeki Düşman” (“Orphan”, 2009) gibi genelde korku eğilimi gösteren eserlerle tanıdığımız Jaume Collet-Serra, bir kez daha Dark Castle ürünü bir yapıtla dikiliyor burada karşımıza. Ancak ne bunlardan ilki ve sonuncusu gibi bir slasher filmi, ne de iyi anlatılmış bir spor filmiyle yüzleşiyoruz bu sefer. Aksine Hitchcockyen bir gerilim ile karşı karşıyayız.
Hitchcock’un filmografisinde gezintiye çıkan sürpriz algısı açık bir eser
Doğrusunu söylemek gerekirse “Mumya Evi”ndeki “Sapık” (“Sapık”, 1960) göndermesi sebebiyle ortaya çıkması garip karşılanmayacak bir eser “Kimliksiz” (“Unknown”, 2011). Aslında Collet-Serra, daha çok sinemasındaki korku-gerilime hakim eserleri olarak görülebilecek ilk ve üçüncü filminde olduğu gibi yine iyi bir anlatıyı, sürpriz algısı açık bir hikayeyi ve bolca şüphe (ya da suspens) duygusunu iç içe geçirmeyi beceriyor.
Bu bağlamda nihai finişe ilerlerken Almanya’ya gelen ABD’li isimsiz karakterin gözünden bir tutam “Gizli Teşkilat” (“North by Northwest”, 1959), bir tutam “Ölüm Korkusu” (“Vertigo”, 1958), bir tutam “Kadın Kayboldu” (“The Lady Vanishes”, 1938), bir tutam “Yırtık Perde” (“Torn Curtain”, 1966) ve bir tutam ‘Bourne’ geleneği izliyoruz. Bunlardan güç alan dramatik iskelet de aslında sürprizli bitirişini yaparken motiflerini tabanına zekice yerleştiriyor.
Romantik casusluk gerilimi olarak start alması yanıltmasın!
Zira burada eşiyle birlikte Berlin’e gelip bir kaza sonucunda dört gün komada kalan ve gözlerini hastanede açan adamın izini sürdüğü gizemin bir çekiciliği var. Çünkü Collet-Serra o süreçteki zaman dilimini izleyiciye göstermediği için hemen zihinlerde “Gizli Teşkilat” sonrasında üreyen “Öldüren Şüphe” (“Charade”, 1963), “Çılgın” (“Frantic”, 1988) ve “Gece ve Gündüz” (“Knight and Day”, 2010) gibi romantik casusluk-gerilimlerinin canlanmasına yol açıyor.
“Kimliksiz”, “Çılgın”da Polanski’nin alana hakimiyetsizliğiyle gelen inandırıcılık açmazına sürüklenerek bütün klişeleri kullansa da, aslında etap etap daha şaşırtıcı bir noktaya ulaşacağının sinyallerini veriyor. Oraya vardığında ise ABD’nin münferit şirketlerinin politik ve maddi amaçları sebebiyle insanları köle yerine koyduğu bir sistemin içinde buluyoruz kendimizi.
Şüphe motifini ve ikiyüzlülüğü bir politik-gerilim iskeletine yerleştirmiş
Zira Collet-Serra’nın filmi, rahatlıkla algısı açık bir Post-Irak politik-gerilimi olarak okunabilir. Buna ulaşırken kimlik bunalımını sorgular gibi görünmesi de aslında ‘karaktersiz’ insanlarla ya da kölelerle donatılan büyük bir devletin (yani ABD’nin) tasvirini yapmasına yarıyor eserin. Collet-Serra olaya yaklaşımıyla psycho-noir, sub-noir, psikolojik-gerilim, casusluk gerilimi, politik-gerilim, terör-gerilimi, suikast filmi gibi yollardan geçip son derece anlamlı ve muhalif bir finale doğru yönlendiriyor seyircisini.
Aslında bu noktada Neeson’ın kaybolmuş koca tiplemesinden January Jones’un ikili oynayan eş karakterine, Frank Langella’nın büyük patron karakterinden Bruno Ganz’ın vücut verdiği eski casusluk ünitesi sorumlusuna, Aidan Quinn’in ikinci Harris’teki performansından Diane Kruger’ın Bosnalı tiplemeyi üzerine giyme becerisine kadar, şüphe ve ikiyüzlülük patlaması yapan evren çok iyi yürüyor.
Hitchcockyen bir gerilim
Bunun içinde de 2. Dünya Savaşı zamanının Soğuk Savaş ve Nükleer Savaş paranoyasının yenilendiği bir coğrafya ve Berlin’deki göçmen sorununa ABD müdahalesi başta olmak üzere birçok siyasi motivasyonla yükleniyor hikaye.
Belki bu noktada Collet-Serra’nın “Ölüm Korkusu” göndermesi yapmak için yerleştirdiği ‘eşin değilim’ tribi yapan Jones’un otel sahnesindeki davranışı ve modern sanat galerisindeki kovalamaca sahnesi ile sonda okları “Gizli Teşkilat”a yönelttiği somut gönderme, Hitchcock mirasına saygı duruşunda bulunan bir gerilim üretmek istediğini kanıtlıyor.
Mantık boşluklarına teslim olan senaryosuna karşın şaşırtıcı sürpriz sonunu inandırıcı kılmayı becermiş
Ancak bu noktaya ulaşırken Brian De Palma’nın böylesi filmleri kadar iddialı durmak bir kenara, sahnelerin aksiyonunda kilit yere sahip senaryonun omurgasını kurmayı unutmasıyla çelme yediği söylenebilir yönetmenin. Bu da mantık boşluklarından destek alan dramatik yapısından mustarip olmasına yol açmış “Kimliksiz”in.
Bunun devamında bir süre sonra Kruger-Neeson ikilisinin sistemden kaçışlarının kıstasları bize hiç inandırıcı gelmiyor. Hastaneden, havaalanından ve daha nicesinden şans eseri hayat kurtarmaya yarayan bilinçli mantık boşlukları; aslında mavi doku, tempo ayarlama becerisi ve sinematografiden güç alan aksiyonun ciddi gerilime meyletmesi noktasında filmin biraz hasara uğramasına yol açıyor.
Ancak finişte bu omurgasal zaafı bertaraf eden Collet-Serra, iki slasher filminden sonra bir de Hitchcockyen gerilim ile sinema dünyasında aldığı sahneyi kolay kolay bırakmayacağını ispatlıyor. Bu konuda iddialı oyuncu kadrosunun canlandırdığı karakterlere bakmak da yeterli olabilir. Ufak bir not olarak Berlin sahnelerinde bolca Türk’ün sahne alıp bir şekilde ‘alt kültür’ temsili sunduklarını da ekleyelim. Collet-Serra’nın, Türk mahallesindeki barı ve daireyi düzenleme becerisinin hiçbir Türk filminde görülemeyeceği meselesi de ayrı bir tartışma konusu tabii. Ancak bu görüşü başka bir yazıda detaylı incelemek daha doğru olacaktır.