'JUDY': BAŞROLÜN ELE GEÇİRDİĞİ AKTRİS BİYOGRAFİSİ
FİLMİN NOTU: 3.8
|
‘Somewhere Over the Rainbow’ şarkısını içimizden tekrar ederek noktaladığımız bir film. “Judy”, yönetmeninin beceriksizliğinin zararını görse de Renée ZelLweger’in üstün performansıyla akılda kalacak.
ZELLWEGER’İN KARİYERİNİN EN İYİ PERFORMANSI OLABİLİR
Oyuncularla ilgili biyografiler çekilmeye devam ettikçe kaçırılan fırsatlar için ‘ah’ demeyi sürdürüyoruz. Marilyn Monroe’dan Joan Crawford’a uzanan uzun bir liste yapmak mümkün. Judy Garland özellikle peri masalı filmi klasiği “Oz Büyücüsü”nün (“The Wizard of Oz”, 1939) gökkuşağı şanı ile başka bir boyuta taşınan, eşcinsellerin Elvis’i olarak anılan kült bir oyuncuydu. Açıkçası onu hakkıyla oynayacak yegane isim Renée Zelweeger olabilirdi.
Çocuk oyuncu olarak kariyerine 1930’ların sonunda uzun metrajlarda başlayan 1922’li oyuncu, ancak yeni nesilden böylesi dönüşüm geçirebilen bir oyuncu tarafından canlandırılabilirdi. Zellweger, makyajıyla aksanını dengelemesiyle adeta filmi kontrolü altına alıyor. Belki de kariyerinin en iyi performansına imza atıyor. Ebette ‘Somewhere over the Rainbow’ ile de ağlatarak perdeden çekilip gidiyor. Ama ona biraz daha destek olacak bir yönetmen gerekliymiş.
GOOLD, SİNEMA KARİYERİNE BAŞLADIĞI YERDEN ALMIYOR
1968’de Londra’ya varan oyuncunun, oradaki sahne şovları ‘End of the Rainbow’ adlı Peter Quilley oyunundan yola çıkarak perdeye aktarılıyor. Ama Dean Martin ve Frank Sinatra’ ile 1960’larda yaptıkları Judy Garland Show’u, Carnegie Hall’a çıkması ve daha fazlası müzikal kariyerine başka bir boyut getirdi, onlara da el atmak daha sağlıklı olurmuş.
Aslında burada Rupert Goold’un yerine Tom Hooper’ın gelmesiyle gerçek hikaye, objektif bozulumuyla “Zoraki Kral”vari (“The King’s Speech”, 2010) bir sıkışmışlık aşılayabilirmiş. Ama sahnedeki şarkılar ve dönemi portreleme gücünü dar alana sıkıştırma dışında bir reji becerisi içermeyen bir biyografik filme dönüşmüş “Judy”. Ama İskandinav görüntü yönetmeni, filme hiçbir katkıda bulunmuyor, her şeyi başrolün omzuna yükleyip geri çekiliyor.
Elbette son yıllarını anlatmak ‘sahne estetiği’ni öne çıkarıyor. Ama bunun altından kurguyla da hayali dünyayla da kalkılabilirdi. Goold, film olarak aynı sene çekildiği “Spotlight”ı (2015) sollarken zorlanmayan, iyi kurgulanmış gizemli gazetecilik filmi örneği “True Story” (2015) ile başladığı kariyerinde böylesi bir fırsatı bekliyordu, ama nafile…
GARLAND’A SAYGISIZLIK YAPAN VASAT BİR BIO-PIC
Akrabalık kurduğu bio-pic’ler söz konusu olduğunda “Kaldırım Serçesi” (“La Vie en Rose”, 2007), “Marilyn ile Bir Hafta” (“My Week with Marilyn” gibi vasat durmak durumunda kalıyor “Judy”. “Monako Prensesi Grace” (“Grace of Monaco”, 2014), “Yıldızlar Asla Ölmez” (“Film Stars Don’t Die in Liverpool”, 2017) ve “Hitchcock Kızı” (“The Girl”, 2012) gibi Hollywood ihtişamını yansıtırken kendi tutarlılığıyla öne çıkan denemelere dönüşmüyor.
Grace Kelly, Gloria Grahame ve Tippi Hedren kadar şanslı olamıyor. Aksine Zelweeger’i Rufus Sewell de, Michael Gambon da alkışlıyor. Senarist Tom Edge’in fantastik öğeleri devre dışı bırakması bir zaaf gibi gözükürken bir tuhaf tercih de Garland’a saygısızlık olarak devreye giriyor. Onun 1939’da “Oz Büyücüsü” setinde Darci Shaw gibi yüzü dışında bir anlamı olmayan dizi oyuncusuna emanet edilmesi ‘yapaylık’ göstergesi. Halbuki ikonik oyuncunun en kilit rolü daha anlamlı ve saygı değer hale getirilebilirdi. Zelweeger’in gözünden bir fantastik temsil olarak canlanabilirdi.
ZELLWEGER’İN KARİYERİNİN EN İYİ PERFORMANSI OLABİLİR
Oyuncularla ilgili biyografiler çekilmeye devam ettikçe kaçırılan fırsatlar için ‘ah’ demeyi sürdürüyoruz. Marilyn Monroe’dan Joan Crawford’a uzanan uzun bir liste yapmak mümkün. Judy Garland özellikle peri masalı filmi klasiği “Oz Büyücüsü”nün (“The Wizard of Oz”, 1939) gökkuşağı şanı ile başka bir boyuta taşınan, eşcinsellerin Elvis’i olarak anılan kült bir oyuncuydu. Açıkçası onu hakkıyla oynayacak yegane isim Renée Zelweeger olabilirdi.
Çocuk oyuncu olarak kariyerine 1930’ların sonunda uzun metrajlarda başlayan 1922’li oyuncu, ancak yeni nesilden böylesi dönüşüm geçirebilen bir oyuncu tarafından canlandırılabilirdi. Zellweger, makyajıyla aksanını dengelemesiyle adeta filmi kontrolü altına alıyor. Belki de kariyerinin en iyi performansına imza atıyor. Ebette ‘Somewhere over the Rainbow’ ile de ağlatarak perdeden çekilip gidiyor. Ama ona biraz daha destek olacak bir yönetmen gerekliymiş.
GOOLD, SİNEMA KARİYERİNE BAŞLADIĞI YERDEN ALMIYOR
1968’de Londra’ya varan oyuncunun, oradaki sahne şovları ‘End of the Rainbow’ adlı Peter Quilley oyunundan yola çıkarak perdeye aktarılıyor. Ama Dean Martin ve Frank Sinatra’ ile 1960’larda yaptıkları Judy Garland Show’u, Carnegie Hall’a çıkması ve daha fazlası müzikal kariyerine başka bir boyut getirdi, onlara da el atmak daha sağlıklı olurmuş.
Aslında burada Rupert Goold’un yerine Tom Hooper’ın gelmesiyle gerçek hikaye, objektif bozulumuyla “Zoraki Kral”vari (“The King’s Speech”, 2010) bir sıkışmışlık aşılayabilirmiş. Ama sahnedeki şarkılar ve dönemi portreleme gücünü dar alana sıkıştırma dışında bir reji becerisi içermeyen bir biyografik filme dönüşmüş “Judy”. Ama İskandinav görüntü yönetmeni, filme hiçbir katkıda bulunmuyor, her şeyi başrolün omzuna yükleyip geri çekiliyor.
Elbette son yıllarını anlatmak ‘sahne estetiği’ni öne çıkarıyor. Ama bunun altından kurguyla da hayali dünyayla da kalkılabilirdi. Goold, film olarak aynı sene çekildiği “Spotlight”ı (2015) sollarken zorlanmayan, iyi kurgulanmış gizemli gazetecilik filmi örneği “True Story” (2015) ile başladığı kariyerinde böylesi bir fırsatı bekliyordu, ama nafile…
GARLAND’A SAYGISIZLIK YAPAN VASAT BİR BIO-PIC
Akrabalık kurduğu bio-pic’ler söz konusu olduğunda “Kaldırım Serçesi” (“La Vie en Rose”, 2007), “Marilyn ile Bir Hafta” (“My Week with Marilyn” gibi vasat durmak durumunda kalıyor “Judy”. “Monako Prensesi Grace” (“Grace of Monaco”, 2014), “Yıldızlar Asla Ölmez” (“Film Stars Don’t Die in Liverpool”, 2017) ve “Hitchcock Kızı” (“The Girl”, 2012) gibi Hollywood ihtişamını yansıtırken kendi tutarlılığıyla öne çıkan denemelere dönüşmüyor.
Grace Kelly, Gloria Grahame ve Tippi Hedren kadar şanslı olamıyor. Aksine Zelweeger’i Rufus Sewell de, Michael Gambon da alkışlıyor. Senarist Tom Edge’in fantastik öğeleri devre dışı bırakması bir zaaf gibi gözükürken bir tuhaf tercih de Garland’a saygısızlık olarak devreye giriyor. Onun 1939’da “Oz Büyücüsü” setinde Darci Shaw gibi yüzü dışında bir anlamı olmayan dizi oyuncusuna emanet edilmesi ‘yapaylık’ göstergesi. Halbuki ikonik oyuncunun en kilit rolü daha anlamlı ve saygı değer hale getirilebilirdi. Zelweeger’in gözünden bir fantastik temsil olarak canlanabilirdi.
'GÖKKUŞAĞININ ÖTESİNE YOLCULUK'UN HAKKINI VERMİŞ Mİ?
“Judy”de Goold, o filmden itibaren başlayan şöhret basamaklarını ve Shirley Temple ile rekabetin üzerine en azından hikaye kurgusunu bozarak gidilebilirdi. Ama sahne ışıklarına yüklenen kostüm tasarımı ve makyaj dışında filmden geriye bir şey kalmıyor. İngilizlerin oda filmlerinden farksız bir iddiasızlık “Judy”yi aşağı çekiyor. Sahne-hayat ilişkisini Kübalı balet Carlos Acosta üzerinden ‘modern bir bio-pic’e çeviren Bollain’in “Yuli”sinin (2018) becerisini mumla aranıyor.
Sahne ve sinema hayatındaki şansızlığını, fazla doz uyuşturucu sebebiyle erken vefat etmesine bir şanssızlık da burada ekleniyor. Aslında ‘gökkuşağının ötesine yolculuk’unu LGBTİ+ sembolüne dönüştüren “Oz Büyücüsü” ve oradaki karakteri bayağı bir konuk oyuncuya emanet edilmenin ötesinde daha işlevsel kullanabilirdi. Burada öyle bir imgeden ziyade klasik bir sahne kimliği tasvir edilip aslında bir miktar homofobik ve muhafazakar davranılmış.
2018’de “Laurel ile Hardy” (“Stan and Ollie”), ünlü komedi ikilisinin kariyerinin çöküş yıllarına uzanmıştı. Burada da Rupert Goold’un Judy Garland için benzer bir dönemi çerçeveleme arayışı var. Bu sebeple de Hollywood’un bir yaştan sonra dönen o korkutucu çarkını eleştirmek hedefleniyor. Garland’ın Temple’ın rakibine dönüşmesiyle yaşananları biliyoruz. Ancak her iki film de yetkin olmayan yönetmenlere emanet edilince, sonuç ‘kalıcı başrol performanslarıyla anılacak vasat bir bio-pic’in ötesi olamıyor.
'RESMİ SIRLAR': 'SPOTLIGHT'IN YÜZÜNDEN OLUYOR BUNLAR!
FİLMİN NOTU: 3.5
|
Gavin Hood’un sekizinci uzun metrajı… “Resmi Sırlar” (“Official Secrets”), Irak Savaşı sonrasının GCHQ muhbirlerinden Katharine Gun’ın biyografisini devreye ‘gazetecilik filmi’, ‘casusluk filmi’, ‘politik-gerilim’ formüllerinden beslenerek sokuyor.
GÜNEY AFRİKA’DAN GÖÇ YARADI MI?
2005’de Afrika lehçesinde çekilmiş gangster filmi “Tsotsi” ile ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ Oscar’ına ulaşırken her şey masumdu aslında. Ama Güney Afrikalı Gavin Hood’un kariyeri hiç de öyle gitmedi. Tür sinemasında memuriyet ve politik filmlerde nabza göre şerbetin adresine dönüştü. 2007’de “Yargısız İnfaz” (“Rendition”, 2007) Irak Savaşı’na gidenlere dair korkutucu bir kurala odaklanırken liberal olmak için çok kasmasının zararını gören vasat bir seyirlikti.
“Resmi Sırlar” (“Official Secrets”, 2019) ise varlığından haberdar olmadığımız bir muhbir şirketinin üyesinin gözünden akan bir casusluk filmi kağıt üstünde. Yönetmenin en başarılı siyasi filmi “Ölüm Emri”ndeydi (“Eye in the Sky”, 2015). Orada terörizmle ilgili hem gerçekçi hem de teknolojik olabilen yaklaşım ilgi çekici bir gizem ve gerilim servis ediyordu. ‘Öteki’ olarak konumlanan Kenya’nın masum insanları sömürülmüyordu. Burada ise perdeye fazla iş yapmayan Alman bir görüntü yönetmenine, Florian Hoffmeister’a bel bağlamak doğru bir karar olmamış.
KNIGHTLEY’NİN YETENEĞİ YETMEMİŞ
CIA’den bilgi sızdırdığı için hapse atılan gazeteci Rachel Armstrong ve onun 20 yıla Rod Lurie’nin reji becerisiyle damga vuran gazetecilik filmi “Nothing But The Truth”una (2008) atıfta bulunuyor. Ancak “Resmi Sırlar”, o eserin yolundan ilerleyip ana karakterine kardeş yaratmaktansa “Spotlight”ın (2015) sinemasız görünümünden feyz alıyor. Bu durum, ilk olarak mat renkler ve ağır tempoyu 2.35:1’de sinema zannetmekle başlıyor.
Ardından ise oyuncu kumaşı olmadığını, ancak sahne kimliğine uygun rollerde idare edebileceğini çoktan kanıtlayan Keira Knightley’den gerçekçi bir performans alma hevesi devreye giriyor. Ama Jeremy Northam da Ralph Fiennes da yeri geldiğinde onu ezip geçiyor. Bu ikili devreye girmediği anlarda ise yönetmenler ile oyuncular arasında bir boşluk var. Bu ciddi iletişimsizlik problemi filmin inandırıcılık problemi çekmesine sebebiyet veriyor.
2019, BİLGİ SIZDIRMA MEVZUSUNDA ‘THE REPORT’LA ANILACAK
Bu durum da “Resmi Sırlar”ı kalıcı olmaktan ziyade bu yıl izlediğimiz “The Report” adlı 11 Eylül’ün işkence raporlarını afişe eden CIA memurunun akıllara durgunluk veren hikayesinin arkasına koyuyor. En azından orada Scott Z. Burns’ün Post-Irak yıllarına liberal yaklaşımı, her şeyi yüze vurma algısını yaşatıyor, bir kendi içinde tutarlılık sunuluyordu.
Burada ise tuhaf bir şekilde ‘Bourne’un gerçekçi kardeşi’ yaratma çabası, yarı yolda kalmış bir hesaplılıkla karşılık buluyor. Gazetecilik filmi damarlı anti-casusluk filmi hiç de planlandığı noktaya ulaşmıyor. Yönetmenin her zamanki kurgucusu en zayıf çalışmasına imza atıyor. Gerçekçilik ise boyutsuz olarak algılanacak boş bir tempo düşürme numarası olarak algılanıyor. Kadrajların arkasının dolu olup olmadığını idrak edemiyoruz.
“Resmi Sırlar”, ilgi çekici bir GCHQ muhbiri filmi olacakken başka yollara saparak kendini baltalıyor. Öyküsünü anlatarak tarihi bir gerçekliği aralama hedefi bir noktaya ulaşmıyor, yamama sanat yapıyor izlenimi bırakıyor. İlk sinema deneyiminin ardından yönetmeninin doğrudan dizi piyasasını boyladığı, el-omuz kamerası mağduru, olmamış muhbir filmi “Muhbir” (“The Whistleblower”, 2010) ile aynı kaderi paylaşıyor.
GÜNEY AFRİKA’DAN GÖÇ YARADI MI?
2005’de Afrika lehçesinde çekilmiş gangster filmi “Tsotsi” ile ‘Yabancı Dilde En İyi Film’ Oscar’ına ulaşırken her şey masumdu aslında. Ama Güney Afrikalı Gavin Hood’un kariyeri hiç de öyle gitmedi. Tür sinemasında memuriyet ve politik filmlerde nabza göre şerbetin adresine dönüştü. 2007’de “Yargısız İnfaz” (“Rendition”, 2007) Irak Savaşı’na gidenlere dair korkutucu bir kurala odaklanırken liberal olmak için çok kasmasının zararını gören vasat bir seyirlikti.
“Resmi Sırlar” (“Official Secrets”, 2019) ise varlığından haberdar olmadığımız bir muhbir şirketinin üyesinin gözünden akan bir casusluk filmi kağıt üstünde. Yönetmenin en başarılı siyasi filmi “Ölüm Emri”ndeydi (“Eye in the Sky”, 2015). Orada terörizmle ilgili hem gerçekçi hem de teknolojik olabilen yaklaşım ilgi çekici bir gizem ve gerilim servis ediyordu. ‘Öteki’ olarak konumlanan Kenya’nın masum insanları sömürülmüyordu. Burada ise perdeye fazla iş yapmayan Alman bir görüntü yönetmenine, Florian Hoffmeister’a bel bağlamak doğru bir karar olmamış.
KNIGHTLEY’NİN YETENEĞİ YETMEMİŞ
CIA’den bilgi sızdırdığı için hapse atılan gazeteci Rachel Armstrong ve onun 20 yıla Rod Lurie’nin reji becerisiyle damga vuran gazetecilik filmi “Nothing But The Truth”una (2008) atıfta bulunuyor. Ancak “Resmi Sırlar”, o eserin yolundan ilerleyip ana karakterine kardeş yaratmaktansa “Spotlight”ın (2015) sinemasız görünümünden feyz alıyor. Bu durum, ilk olarak mat renkler ve ağır tempoyu 2.35:1’de sinema zannetmekle başlıyor.
Ardından ise oyuncu kumaşı olmadığını, ancak sahne kimliğine uygun rollerde idare edebileceğini çoktan kanıtlayan Keira Knightley’den gerçekçi bir performans alma hevesi devreye giriyor. Ama Jeremy Northam da Ralph Fiennes da yeri geldiğinde onu ezip geçiyor. Bu ikili devreye girmediği anlarda ise yönetmenler ile oyuncular arasında bir boşluk var. Bu ciddi iletişimsizlik problemi filmin inandırıcılık problemi çekmesine sebebiyet veriyor.
2019, BİLGİ SIZDIRMA MEVZUSUNDA ‘THE REPORT’LA ANILACAK
Bu durum da “Resmi Sırlar”ı kalıcı olmaktan ziyade bu yıl izlediğimiz “The Report” adlı 11 Eylül’ün işkence raporlarını afişe eden CIA memurunun akıllara durgunluk veren hikayesinin arkasına koyuyor. En azından orada Scott Z. Burns’ün Post-Irak yıllarına liberal yaklaşımı, her şeyi yüze vurma algısını yaşatıyor, bir kendi içinde tutarlılık sunuluyordu.
Burada ise tuhaf bir şekilde ‘Bourne’un gerçekçi kardeşi’ yaratma çabası, yarı yolda kalmış bir hesaplılıkla karşılık buluyor. Gazetecilik filmi damarlı anti-casusluk filmi hiç de planlandığı noktaya ulaşmıyor. Yönetmenin her zamanki kurgucusu en zayıf çalışmasına imza atıyor. Gerçekçilik ise boyutsuz olarak algılanacak boş bir tempo düşürme numarası olarak algılanıyor. Kadrajların arkasının dolu olup olmadığını idrak edemiyoruz.
“Resmi Sırlar”, ilgi çekici bir GCHQ muhbiri filmi olacakken başka yollara saparak kendini baltalıyor. Öyküsünü anlatarak tarihi bir gerçekliği aralama hedefi bir noktaya ulaşmıyor, yamama sanat yapıyor izlenimi bırakıyor. İlk sinema deneyiminin ardından yönetmeninin doğrudan dizi piyasasını boyladığı, el-omuz kamerası mağduru, olmamış muhbir filmi “Muhbir” (“The Whistleblower”, 2010) ile aynı kaderi paylaşıyor.
'BACURAU': WESTWORLD'ÜN LATİN AMERİKA PEMBE DİZİSİ ŞUBESİ
FİLMİN NOTU: 5
|
Haftanın en kayda değer filmi "Bacurau"yu Cannes'da dünya prömiyerinde izleyip kaleme almıştım. Yazı için => https://bit.ly/39ABfng
'YABANİ': ŞEYTAN ÇOCUK KLİŞESİ RUSYA'DA
FİLMİN NOTU: 4.5
|
Rusya’nın ‘Omen’ini yaratmak için yola çıkan bir film. “Yabani” (“Tvar”), tür sinemasında yolu açık yönetmen Olga Gododetskaya’nın çıkışını duyuruyor.
‘NETFLIX’TEKİ “ELI”YI KOLAYLIKLA DEVİRİYOR
‘Evil Child’ motifi, özellikle 70’lerdeki ‘Omen’ serisinden bu yana sinemanın genel konusu olmuştur. O günden bugüne bunu sömüren veya hakkıyla kullanan filmler izledik. Ülkemizde ise genelde içine cin kaçma ‘istismar’ filmlerine malzeme edilen bir motife dönüştü aslında. 2019’da Netflix orijinali “Eli”de olabilecek en ilkel haliyle kullanılmıştı.
“Yabani”de (“Tvar”, 2019), bu motifi izlerken o kadar da klişe durmayan bir film izliyoruz. Özellikle iki kısa filmiyle dikkat çeken Olga Gorodetskaya ve görüntü yönetmeninin katkısıyla filmin bir izlenirlik sunduğu kesin. Hollywood usulü bir kolaycılığa saptığı söylenemez. Bu sebeple de akıcı bir tür sineması denemesi karşımızda beliriyor.
KENDİNİ İZLETSE DE HİKAYESİYLE İÇİNE ALAMIYOR
Bunun ötesinde ‘perili ev motifi’ de sömürülmeden kullanılıyor. Bolca göz alıcı dış mekan sahneleri de buna ekleniyor. Yönetmenin rahatlıkla Hollywood’da iş bitirme ihtimali var. Böyle bir vizyon, bakış açıcı ve memuriyetin birçok yeniden çevrime ihtiyacı var.
İşçiliğiyle dikkat çekse de zaman geçtikçe ana karakterin süper kahramanlaşıp ‘seçilmiş kişi’ye dönüşmesi ise o kadar da onaylanır bir olay değil. Film, öyle ya da böyle kendini dekupaj duygusu ve anlık kare alma becerisiyle izletiyor, ama bunun ötesinde bir kalıcılık sunmuyor.
‘NETFLIX’TEKİ “ELI”YI KOLAYLIKLA DEVİRİYOR
‘Evil Child’ motifi, özellikle 70’lerdeki ‘Omen’ serisinden bu yana sinemanın genel konusu olmuştur. O günden bugüne bunu sömüren veya hakkıyla kullanan filmler izledik. Ülkemizde ise genelde içine cin kaçma ‘istismar’ filmlerine malzeme edilen bir motife dönüştü aslında. 2019’da Netflix orijinali “Eli”de olabilecek en ilkel haliyle kullanılmıştı.
“Yabani”de (“Tvar”, 2019), bu motifi izlerken o kadar da klişe durmayan bir film izliyoruz. Özellikle iki kısa filmiyle dikkat çeken Olga Gorodetskaya ve görüntü yönetmeninin katkısıyla filmin bir izlenirlik sunduğu kesin. Hollywood usulü bir kolaycılığa saptığı söylenemez. Bu sebeple de akıcı bir tür sineması denemesi karşımızda beliriyor.
KENDİNİ İZLETSE DE HİKAYESİYLE İÇİNE ALAMIYOR
Bunun ötesinde ‘perili ev motifi’ de sömürülmeden kullanılıyor. Bolca göz alıcı dış mekan sahneleri de buna ekleniyor. Yönetmenin rahatlıkla Hollywood’da iş bitirme ihtimali var. Böyle bir vizyon, bakış açıcı ve memuriyetin birçok yeniden çevrime ihtiyacı var.
İşçiliğiyle dikkat çekse de zaman geçtikçe ana karakterin süper kahramanlaşıp ‘seçilmiş kişi’ye dönüşmesi ise o kadar da onaylanır bir olay değil. Film, öyle ya da böyle kendini dekupaj duygusu ve anlık kare alma becerisiyle izletiyor, ama bunun ötesinde bir kalıcılık sunmuyor.
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE: 3.2
ACI VE ZAFER (DOLOR Y GLORIA): 6.3
ADDAMS AİLESİ (THE ADDAMS FAMILY): 5.3
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ (PORTRAIT OF A LADY ON FIRE): 5.5
AMAN REİS DUYMASIN: 2.7
ASFALTIN KRALLARI (FORD V FERRARI): 5
ASTRAL BOYUT (ASTRAL): 3.4
AŞKI BEKLERKEN (DEUX MOI): 5.7
BALON PİLOTLARI (THE AERONAUTS): 5.9
BEYAZ HÜZÜN: 4.5
BİR KADIN ZAFERİ (DE DIRIGENT): 3.8
BİR ŞANS DAHA (LAST CHRISTMAS): 5.2
CEP HERKÜLÜ: NAİM SÜLEYMANOĞLU: 4.2
CİNAYET SÜSÜ: 5.2
DERİ CEKET (LE DAIM): 3.8
DOKTOR UYKU (DOCTOR SLEEP): 6.7
EMA: 6.2
GÖRÜLMÜŞTÜR: 6.5
GÜZELLİĞİN PORTRESİ: 4.5
HAİN (IL TRADITORE): 5.2
HAPŞUU: 1.2
İKİZLER PROJESİ (THE GEMINI MAN): 5
JOKER: 7
JUMANJİ: YENİ SEVİYE: 2.5
KADER POSTASI: 4.5
KARA NOEL (BLACK CHRISTMAS): 4
KARLAR ÜLKESİ 2 (FROZEN 2): 5.3
KARAKOMİK FİLMLER: 3
KIZ KARDEŞLER: 5.1
KOLEJ HAVASI: 4.9
KRAL ŞAKİR: KORSANLAR DİYARI: 3.5
KÜÇÜK JOE (LITTLE JOE): 6.2
KÜÇÜK ŞEYLER: 6.3
LARA: 4.5
MALEFİZ 2 (MALEFICENT 2): 4.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
MERHABA GÜZEL VATANIM: 2.4
MIDWAY: 4.8
MONOS: 7.5
MUCİZE 2: AŞK: 5.8
MUHBİR (THE INFORMER): 3.7
ONUN ADI PETRUNYA: 5.2
ORAY: 2.6
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PAVAROTTI: 4.5
PİRANALAR: 4.5
RECEP İVEDİK 6: 3.3
SAKLAMBAÇ (READY OR NOT): 6
SKANDAL (BOMBSHELL): 4.5
ŞUURSUZ AŞK: 3.5
STAR WARS: SKYWALKER’IN YÜKSELİŞİ: 3.5
TERMINATOR: KARA KADER: 4.4
UZUN KIZ (BEANPOLE): 7
ÜZGÜNÜZ, SİZE ULAŞAMADIK (SORRY WE MISSED YOU): 2
VE SONRA DANS ETTİK (AND THEN WE DANCED): 4.8
7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE: 3.2
ACI VE ZAFER (DOLOR Y GLORIA): 6.3
ADDAMS AİLESİ (THE ADDAMS FAMILY): 5.3
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ (PORTRAIT OF A LADY ON FIRE): 5.5
AMAN REİS DUYMASIN: 2.7
ASFALTIN KRALLARI (FORD V FERRARI): 5
ASTRAL BOYUT (ASTRAL): 3.4
AŞKI BEKLERKEN (DEUX MOI): 5.7
BALON PİLOTLARI (THE AERONAUTS): 5.9
BEYAZ HÜZÜN: 4.5
BİR KADIN ZAFERİ (DE DIRIGENT): 3.8
BİR ŞANS DAHA (LAST CHRISTMAS): 5.2
CEP HERKÜLÜ: NAİM SÜLEYMANOĞLU: 4.2
CİNAYET SÜSÜ: 5.2
DERİ CEKET (LE DAIM): 3.8
DOKTOR UYKU (DOCTOR SLEEP): 6.7
EMA: 6.2
GÖRÜLMÜŞTÜR: 6.5
GÜZELLİĞİN PORTRESİ: 4.5
HAİN (IL TRADITORE): 5.2
HAPŞUU: 1.2
İKİZLER PROJESİ (THE GEMINI MAN): 5
JOKER: 7
JUMANJİ: YENİ SEVİYE: 2.5
KADER POSTASI: 4.5
KARA NOEL (BLACK CHRISTMAS): 4
KARLAR ÜLKESİ 2 (FROZEN 2): 5.3
KARAKOMİK FİLMLER: 3
KIZ KARDEŞLER: 5.1
KOLEJ HAVASI: 4.9
KRAL ŞAKİR: KORSANLAR DİYARI: 3.5
KÜÇÜK JOE (LITTLE JOE): 6.2
KÜÇÜK ŞEYLER: 6.3
LARA: 4.5
MALEFİZ 2 (MALEFICENT 2): 4.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
MERHABA GÜZEL VATANIM: 2.4
MIDWAY: 4.8
MONOS: 7.5
MUCİZE 2: AŞK: 5.8
MUHBİR (THE INFORMER): 3.7
ONUN ADI PETRUNYA: 5.2
ORAY: 2.6
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PAVAROTTI: 4.5
PİRANALAR: 4.5
RECEP İVEDİK 6: 3.3
SAKLAMBAÇ (READY OR NOT): 6
SKANDAL (BOMBSHELL): 4.5
ŞUURSUZ AŞK: 3.5
STAR WARS: SKYWALKER’IN YÜKSELİŞİ: 3.5
TERMINATOR: KARA KADER: 4.4
UZUN KIZ (BEANPOLE): 7
ÜZGÜNÜZ, SİZE ULAŞAMADIK (SORRY WE MISSED YOU): 2
VE SONRA DANS ETTİK (AND THEN WE DANCED): 4.8