SİNEMAYA YÖN VEREN FİLMLER: MAYMUNLAR CEHENNEMİ (1968)
29/04/2009 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 10
|
"Maymunlar Cehennemi", 1968'de ‘Kıyamet sonrası bilimkurgu filmi’ alt türünü sinemaya sokmasının yanında, bilimkurguyu da ciddiye alınan A sınıf bir tür haline getirmesiyle dikkat çekmiştir.
Taylor (Charlton Heston), üç arkadaşıyla birlikte bir uzay gemisinde yol almaktadır. Bu dörtlünün amacı oradan başka bir gezegenin 1000 yıl sonrasına yolculuk yapmaktır. Ancak bu zaman yolculuğu sırasında karakterlerden biri ölür. Diğerleri, öncü gemileri ile gezegene inseler de gölde boğulmaktan zor kurtulurlar. Böylece geriye kalan bu üçlü, oradaki medeniyet durumunu öğrenmek için kolları sıvar. Çölde bir süre yürüdükten sonra konuşamayan yerlilerle karşılaşırlar. Bunun ardından ise yollarına‘yürüyen maymunlar’ ya da ‘yürüyen şempanzeler’ çıkar. İnsanların etrafını sararlar ve onları hapse tıkarlar.
‘Kıyamet sonrası bilimkurgu’ (post-apocaliptic science-fiction) alt türünü başlatan bu yapıt, 2001’de bir de Tim Burton imzalı ‘aksiyon dozu yüksek’ yeniden çevrimle onurlandırıldı. Peki dört de devam filmine sahip olan filmin, sinema tarihinde bu kadar kilit bir noktaya gelmesinin sebepleri ne? İşte beş maddede bunun cevabı...
1-Yeni bir alt tür
Bilimkurgu, o zamana kadar fantastik ve ciddiye alınmayan motiflerle donatılmışken, bu konuda 1968 milat oldu. Çünkü o zamana kadar ‘bilimkurgu’ deyince akıllara sadece istilacı uzaylılar geliyordu. “Dünyanın Durduğu Gün” (“The Day The Earth Stood Still”) gibi filmlerde ‘iyi uzaylılar’, “Dünyalar Savaşı”nda (“War of the Worlds”) kötü uzaylılar veya “Ceset Yiyicilerin İstilası” (“Invasion of Body Snatchers”) ve “Quatermass Experiment”da insanların içine girerek onları sömüren güçlü uzaylılar vardı.
Yani her şey ötekileştirilen uzaylılardan ibaretti. Bu sebeple de şu an nasıl ‘siber-punk’ bilimkurgu ‘aman çok fantastik ve saçma sapan’ diye düşünen kitlelerin hedefi oluyorsa, o zaman da bilimkurguların tamamı aşağılanıyordu.
“Maymunlar Cehennemi” ise “Kwai Köprüsü”nün romanının yazarı Pierre Boul’un eserinden uyarlanması sebebiyle ciddiye alınmaya çok açıktı. Bu bağlamda da o zamanlar Post-Vietnam dönemi, Watergate skandalı gibi olaylarla çalkalanan politik atmosferde ‘dışarıdan gelen tehdit’e ve ‘paranoya’ya açık ülkenin aradığı film oldu bir şekilde.
Yapıt, daha önce ‘uzaylı istilası’, ‘uzay operası’, ‘bilimkurgu/korku filmi’, ‘yaratık filmi’ gibi alt türlerin hakimiyetinde olan türe ‘kıyamet sonrası bilimkurgu’ alt türünü kattı. Böylece ‘felaket filmi’nde felaketten sonra neler olabileceğini ‘distopik’ (zihinlerde yaratılan veya tasarlanan bir anti-dünya) motiflerle perdeye aktaran ilk film olma özelliği taşıdı.
Zira bu alt türün esas amacı, dünyanın sonu geldikten sonra ortaya çıkan düzen, düzensizlik, sistem veya boşluk her neyse, bunların birinden veya toplamından bir distopya yaratmak. “Maymunlar Cehennemi” de Charlton Heston’ın ana karakterinin zaman yolculuğuna çıkmasıyla birlikte dünyanın 4000 yılındaki haline uzanıyor.
Her yer çöl olmuş. İnsanlar konuşamayan hayvanlar konumunda. Maymunlar ise yönetimi ele geçirmiş. Yani başlı başına yeni bir ‘Maymunlar Cumhuriyeti’ hakim. Elbette bu, felaket sonrası ortaya çıkan bir düzen. Gezegenin ise deniz kenarında yaklaşılamayan ‘yasak bölge’ adlı bir bölgesi var. Maymunlar da ilkel mağaraların iyi dekore edilmiş hallerinde yaşamaya çalışıyorlar. Yani bir bakıma insanlığın başlangıcına geri dönülmüş. Ancak bu sefer maymunlar, ‘monkey’ yerine ‘ape’ adını almışlar. Zira artık yürüyebiliyorlar. ‘Ape’in tam Türkçe karşılığı ‘insansı’ ya da ‘insansı maymun’ olarak anılıyor sözlüklerde.
Bu demokrasi düzeni, filmin bir şekilde her şeyi tersyüz etmesini sağlıyor ve korkutucu bir felaket portresi salgılıyor. Asıl hedef ise dünyada tek kalan insanın mücadelesini, izole edilmişliğini ve yalnızlığını işlemek aslında. Burada o işlevi Charlton Heston’ın karakteri üstleniyor. Zaten filmin ilk ve son 20 dakikası da onun bu mücadelesini devreye sokan ‘boş ve izole edilmiş çöller’de geçiyor.
Bu açıdan ise biraz da ‘zombi filmi’ ve ‘uzaylı istilası filmi’ ile yakından akraba ‘kıyamet sonrası bilimkurgu’. Bu yönüyle de aslında yine farklılaşan dünyayı ele alan ‘siber-punk bilimkurgu’dan ayrılıyor. Zira o alt tür, fütüristik binaların ve şehir portrelerinin etrafına kurulan bir dünyaya sahip. Yani ‘felaket sonrası’ yeni bir düzen çoktan kurulmuş, gelişen beyinler tarafından. ‘Kıyamet sonrası bilimkurgu’da ise öyle bir beyin ortaya çıkmadığından ilkel bir düzen hakimiyet kuruyor.
2-B sınıfından A sınıfına geçiş
20th Century Fox’un altı milyon dolar yatırıp aşağı yukarı 35 milyon dolarlık bir gelir elde ettiği yapım, sonradan ciddiye alınan filmleri yöneten Franklin J. Shaffner’ın imzasını taşıyor. Bu sebeple de aslında o dönemin psikolojisini, fantastik öğelerden daha öne çıkarıyor. Özellikle de ‘öteki’ kavramına yaklaşımıyla dikkat çekiyor. Tabii filmin 2.35:1 oranında çekilip ‘büyük prodüksiyon’ havası yaratması da önemli...
“Maymunlar Cehennemi”, 1967’de çekilen “2001: Bir Uzay Macerası” (“2001: A Space Odyseey”) ile birlikte bilimkurguyu stüdyoların içinde A sınıfına transfer eden iki filmden biri. Yani türün, artık ötekileştirilen uzaylıların veya fantastik yaratıkları içermesinden ziyade, insanların ciddi politik ve felsefik meselelerle uğraştığı bir alan olduğu anlaşılıyor bu dönemde.
Filmin çok iğreti duran efektler kullanmak yerine maymun kılığına giren insanlarla bu meseleyi çözmesi, “2001: Bir Uzay Macerası”nın uzay operası alt türünde benzer bir ‘ciddiyet’ içinde ona destek olmasıyla bir bütün çıkarıyor ortaya.
Yani ucuz ve kitsch, ciddi ve sterile bırakıyor yerini bilimkurguda. Bu eğilimin 1970’lerde “Star Wars” gibi bir uzay operası alt türü örneğiyle daha da ayyuka çıktığını ve artık yıkılmaz hale geldiğini de söyleyebiliriz.
Tabii bir not olarak da şunu düşmekte fayda var. “Maymunlar Cehennemi”, bunu yaparken aynı zamanda, “Zaman Makinesi”nde (“The Time Machine”, 1960) ilk kez karşımıza çıkan ‘zaman yolculuğu’ alt türünü de belli bir şekle sokmuştur. Alt türü A sınıfına transfer ettikten sonra melez bir yapının içine yerleştirmiştir. ‘Kıyamet sonrası bilimkurgu’da bir rol oynar hale getirmiştir.
3-Doğa-kültür çatışmasının en bariz hali
Herhalde sinemada maymun-insan çatışmasının bu kadar özgün bir temsili daha görülmemiştir. Zira burada her şey tam tersine çevriliyor. ‘Öteki’ olarak görülen hayvanlar, gezegeni yönetenler, tek bir insan ise onlara karşı ayakta durmaya çalışan kişi konumuna yerleştiriliyor. Aynen tek bir köpeğin insanların arasında ayakta kalmaya çalıştığı birçok aile filmi veya tek bir uzaylının insanlığın içinde yaşamaya çabaladığı bilimkurgular gibi...
Elbette bu doğa-kültür çatışmasının tersine çevrildiği alt metinler de bir hayli ilginç. Çünkü Heston’ın canlandırdığı Taylor karakterinin gezegenin insanları ile maymunları arasındaki özel ve melez bir varlık olduğu dahi iddia ediliyor. Yani ırklarla ilgili ciddi bir tersyüz etme durumu var burada. Zaten filmin ilk 30 dakikalık kısmında bölgede kimseyi görmeden hareket eden üç gerçek insan, bu aşamanın ardından tam anlamıyla maymunların gazabına uğruyor. Böylece ‘birincil karakterler’ yer değiştiriyor.
Yönetmen Shaffner, filmi biraz minimalize edilmiş kamera hareketleriyle perdeye aktarıyor. Ancak maymunların ilk ortaya çıktığı andaki korkutucu müziğin ve maymun karakterin yakın planının akıllardan çıkması mümkün değil. Zira el kamerası ile temponun yükseldiği anlarda onların arasına girmeyi tercih ediyor yönetmen. Bu da bir şekilde iyi-kötü ayrımının tersi istikamette yapıldığını kanıtlıyor.
Bir diğer taraftan da bu ‘kültürel oluşum’un ilerisine gittiğimizde, çılgın bilim adamı prototipinin maymunlar şehrinin hem rahibi, hem Tanrısı, hem yöneticisi, hem savcısı, hem de doktoru olmasının aslında oranın monarşik bir düzenle yönetildiğini ve ilkel olduğunu görebiliyoruz. O da elbette bir şekilde konuşamayan insanlar ile ilgili kanıtların veya daha bir sürü şeyin tersine çevrilmesine ön ayaklık eden bir karakter. Sonuçta demokrasi-monarşi ayrımı da yapılmış oluyor doğa-kültür farkları üzerinden.
Filmin korkutucu kıyamet portresiyle ilgili uygulamak istediklerinin ardı ardı kesilmez lafın özü...
4-Unutulmaz son
Sinema tarihinin en sürprizli, etkileyici ve unutulmaz sonlarından birinin bu filmde olduğunu da es geçmemek lazım. O da Charlton Heston’ın canlandırdığı gezegende kalan tek insan Taylor’ın şokuyla sonuçlanan an.
Zira karakterimiz, kendisinin ‘gerçek dünya’dan geldiğini kabul ettirmekle uğraşıyor filmin tamamında. Hapishaneden bir türlü çıkamasa da iki maymunun yardımı ile bir şekilde deniz kenarına gelebiliyor. Orada ‘çılgın bilim adamı’ tarafından sıkıştırılan karakterimiz, ondan kurtulup atıyla ve gezegende yaşayan ama konuşamayan Nova adlı kızla yol almayı beceriyor. Esas amacı ise maymunlardan uzak bir bölge bulmak.
Ancak ilerledikçe karşısına seyircinin ve kendisinin bekleyebileceği en imkansız şey çıkıyor. Kumsalda Hürriyet Heykeli’nin kesilmiş kafasının kuma batırıldığına tanık oluyor. Uzun lafın kısası, yürüdüğü ve hapsolduğu yer aslında gerçek dünyanın ta kendisi. Bunun için dövünmesi ve ‘baştan beri dünyaymış burası!’ gibi nağaralar atması ise o noktadan sonra bir işe yaramıyor.
Çünkü bu detay, bizi bir anda dünyanın mahşer gününde yıkıldığı gerçeğine götürüyor. Bütün insanlar ölmüş. Yeni egemenlik maymunlara geçmiş. Bu da elbette fazlasıyla korkutucu olmasının yanında, bir o kadar da muhalif ve sistem karşıtı bir sona yol açıyor.
5-Takipçileri
Filmin bilimkurguyu A sınıfına transfer etmesinin ve başlı başına yeni bir alt tür üretmesinin somut etkileri olması da kaçınılmazdı. 1979’da başlayan Mel Gibson’ın başrolünde oynadığı “Mad Max” serisi, en önemli üretimlerindendir “Maymunlar Cehennemi”nin. 1970’lere genel bakış attığımızda ise düşünsel tarafı ağır basarak A sınıfına giriş yapabilen “Westworld”, “Omega Man”, “Silent Running” gibi bilimkurguların çekilmesine yol açtığını da görebiliyoruz.
Kıyamet sonrası bilimkurgu örneklerinin ise tamamının esin kaynağı konumunda. Bunların başında “Son Umut” (“Children of men”), “New York’dan Kaçış” (“Escape from New York”), “Los Angeles’dan Kaçış” (“Escape from L.A.”), “Su Dünyası” (“Waterworld”) ve “Postacı” (“The Postman”) var.
Tabii zaman yolculuğu kavramını kullanışıyla “Terminator” serisinde bıraktığı izi de unutmayalım.
Kimlik:
Maymunlar Cehennemi (Planet of the Apes)
Yapım yılı: 1968
Yönetmen: Franklin J. Shaffner
Oyuncular: Charlton Heston, Roddy McDowell, Kim Hunter, Maurice Evans, James Whitmore, Linda Harrison
Senaryo: Michael Wilson, Rod Sterling (Pierre Boulle’un romanından)
Önemli Adaylıkları: Oscar’1969: En İyi Müzik, En İyi Kostüm Tasarımı
Bütçe: $ 5.800.000
Taylor (Charlton Heston), üç arkadaşıyla birlikte bir uzay gemisinde yol almaktadır. Bu dörtlünün amacı oradan başka bir gezegenin 1000 yıl sonrasına yolculuk yapmaktır. Ancak bu zaman yolculuğu sırasında karakterlerden biri ölür. Diğerleri, öncü gemileri ile gezegene inseler de gölde boğulmaktan zor kurtulurlar. Böylece geriye kalan bu üçlü, oradaki medeniyet durumunu öğrenmek için kolları sıvar. Çölde bir süre yürüdükten sonra konuşamayan yerlilerle karşılaşırlar. Bunun ardından ise yollarına‘yürüyen maymunlar’ ya da ‘yürüyen şempanzeler’ çıkar. İnsanların etrafını sararlar ve onları hapse tıkarlar.
‘Kıyamet sonrası bilimkurgu’ (post-apocaliptic science-fiction) alt türünü başlatan bu yapıt, 2001’de bir de Tim Burton imzalı ‘aksiyon dozu yüksek’ yeniden çevrimle onurlandırıldı. Peki dört de devam filmine sahip olan filmin, sinema tarihinde bu kadar kilit bir noktaya gelmesinin sebepleri ne? İşte beş maddede bunun cevabı...
1-Yeni bir alt tür
Bilimkurgu, o zamana kadar fantastik ve ciddiye alınmayan motiflerle donatılmışken, bu konuda 1968 milat oldu. Çünkü o zamana kadar ‘bilimkurgu’ deyince akıllara sadece istilacı uzaylılar geliyordu. “Dünyanın Durduğu Gün” (“The Day The Earth Stood Still”) gibi filmlerde ‘iyi uzaylılar’, “Dünyalar Savaşı”nda (“War of the Worlds”) kötü uzaylılar veya “Ceset Yiyicilerin İstilası” (“Invasion of Body Snatchers”) ve “Quatermass Experiment”da insanların içine girerek onları sömüren güçlü uzaylılar vardı.
Yani her şey ötekileştirilen uzaylılardan ibaretti. Bu sebeple de şu an nasıl ‘siber-punk’ bilimkurgu ‘aman çok fantastik ve saçma sapan’ diye düşünen kitlelerin hedefi oluyorsa, o zaman da bilimkurguların tamamı aşağılanıyordu.
“Maymunlar Cehennemi” ise “Kwai Köprüsü”nün romanının yazarı Pierre Boul’un eserinden uyarlanması sebebiyle ciddiye alınmaya çok açıktı. Bu bağlamda da o zamanlar Post-Vietnam dönemi, Watergate skandalı gibi olaylarla çalkalanan politik atmosferde ‘dışarıdan gelen tehdit’e ve ‘paranoya’ya açık ülkenin aradığı film oldu bir şekilde.
Yapıt, daha önce ‘uzaylı istilası’, ‘uzay operası’, ‘bilimkurgu/korku filmi’, ‘yaratık filmi’ gibi alt türlerin hakimiyetinde olan türe ‘kıyamet sonrası bilimkurgu’ alt türünü kattı. Böylece ‘felaket filmi’nde felaketten sonra neler olabileceğini ‘distopik’ (zihinlerde yaratılan veya tasarlanan bir anti-dünya) motiflerle perdeye aktaran ilk film olma özelliği taşıdı.
Zira bu alt türün esas amacı, dünyanın sonu geldikten sonra ortaya çıkan düzen, düzensizlik, sistem veya boşluk her neyse, bunların birinden veya toplamından bir distopya yaratmak. “Maymunlar Cehennemi” de Charlton Heston’ın ana karakterinin zaman yolculuğuna çıkmasıyla birlikte dünyanın 4000 yılındaki haline uzanıyor.
Her yer çöl olmuş. İnsanlar konuşamayan hayvanlar konumunda. Maymunlar ise yönetimi ele geçirmiş. Yani başlı başına yeni bir ‘Maymunlar Cumhuriyeti’ hakim. Elbette bu, felaket sonrası ortaya çıkan bir düzen. Gezegenin ise deniz kenarında yaklaşılamayan ‘yasak bölge’ adlı bir bölgesi var. Maymunlar da ilkel mağaraların iyi dekore edilmiş hallerinde yaşamaya çalışıyorlar. Yani bir bakıma insanlığın başlangıcına geri dönülmüş. Ancak bu sefer maymunlar, ‘monkey’ yerine ‘ape’ adını almışlar. Zira artık yürüyebiliyorlar. ‘Ape’in tam Türkçe karşılığı ‘insansı’ ya da ‘insansı maymun’ olarak anılıyor sözlüklerde.
Bu demokrasi düzeni, filmin bir şekilde her şeyi tersyüz etmesini sağlıyor ve korkutucu bir felaket portresi salgılıyor. Asıl hedef ise dünyada tek kalan insanın mücadelesini, izole edilmişliğini ve yalnızlığını işlemek aslında. Burada o işlevi Charlton Heston’ın karakteri üstleniyor. Zaten filmin ilk ve son 20 dakikası da onun bu mücadelesini devreye sokan ‘boş ve izole edilmiş çöller’de geçiyor.
Bu açıdan ise biraz da ‘zombi filmi’ ve ‘uzaylı istilası filmi’ ile yakından akraba ‘kıyamet sonrası bilimkurgu’. Bu yönüyle de aslında yine farklılaşan dünyayı ele alan ‘siber-punk bilimkurgu’dan ayrılıyor. Zira o alt tür, fütüristik binaların ve şehir portrelerinin etrafına kurulan bir dünyaya sahip. Yani ‘felaket sonrası’ yeni bir düzen çoktan kurulmuş, gelişen beyinler tarafından. ‘Kıyamet sonrası bilimkurgu’da ise öyle bir beyin ortaya çıkmadığından ilkel bir düzen hakimiyet kuruyor.
2-B sınıfından A sınıfına geçiş
20th Century Fox’un altı milyon dolar yatırıp aşağı yukarı 35 milyon dolarlık bir gelir elde ettiği yapım, sonradan ciddiye alınan filmleri yöneten Franklin J. Shaffner’ın imzasını taşıyor. Bu sebeple de aslında o dönemin psikolojisini, fantastik öğelerden daha öne çıkarıyor. Özellikle de ‘öteki’ kavramına yaklaşımıyla dikkat çekiyor. Tabii filmin 2.35:1 oranında çekilip ‘büyük prodüksiyon’ havası yaratması da önemli...
“Maymunlar Cehennemi”, 1967’de çekilen “2001: Bir Uzay Macerası” (“2001: A Space Odyseey”) ile birlikte bilimkurguyu stüdyoların içinde A sınıfına transfer eden iki filmden biri. Yani türün, artık ötekileştirilen uzaylıların veya fantastik yaratıkları içermesinden ziyade, insanların ciddi politik ve felsefik meselelerle uğraştığı bir alan olduğu anlaşılıyor bu dönemde.
Filmin çok iğreti duran efektler kullanmak yerine maymun kılığına giren insanlarla bu meseleyi çözmesi, “2001: Bir Uzay Macerası”nın uzay operası alt türünde benzer bir ‘ciddiyet’ içinde ona destek olmasıyla bir bütün çıkarıyor ortaya.
Yani ucuz ve kitsch, ciddi ve sterile bırakıyor yerini bilimkurguda. Bu eğilimin 1970’lerde “Star Wars” gibi bir uzay operası alt türü örneğiyle daha da ayyuka çıktığını ve artık yıkılmaz hale geldiğini de söyleyebiliriz.
Tabii bir not olarak da şunu düşmekte fayda var. “Maymunlar Cehennemi”, bunu yaparken aynı zamanda, “Zaman Makinesi”nde (“The Time Machine”, 1960) ilk kez karşımıza çıkan ‘zaman yolculuğu’ alt türünü de belli bir şekle sokmuştur. Alt türü A sınıfına transfer ettikten sonra melez bir yapının içine yerleştirmiştir. ‘Kıyamet sonrası bilimkurgu’da bir rol oynar hale getirmiştir.
3-Doğa-kültür çatışmasının en bariz hali
Herhalde sinemada maymun-insan çatışmasının bu kadar özgün bir temsili daha görülmemiştir. Zira burada her şey tam tersine çevriliyor. ‘Öteki’ olarak görülen hayvanlar, gezegeni yönetenler, tek bir insan ise onlara karşı ayakta durmaya çalışan kişi konumuna yerleştiriliyor. Aynen tek bir köpeğin insanların arasında ayakta kalmaya çalıştığı birçok aile filmi veya tek bir uzaylının insanlığın içinde yaşamaya çabaladığı bilimkurgular gibi...
Elbette bu doğa-kültür çatışmasının tersine çevrildiği alt metinler de bir hayli ilginç. Çünkü Heston’ın canlandırdığı Taylor karakterinin gezegenin insanları ile maymunları arasındaki özel ve melez bir varlık olduğu dahi iddia ediliyor. Yani ırklarla ilgili ciddi bir tersyüz etme durumu var burada. Zaten filmin ilk 30 dakikalık kısmında bölgede kimseyi görmeden hareket eden üç gerçek insan, bu aşamanın ardından tam anlamıyla maymunların gazabına uğruyor. Böylece ‘birincil karakterler’ yer değiştiriyor.
Yönetmen Shaffner, filmi biraz minimalize edilmiş kamera hareketleriyle perdeye aktarıyor. Ancak maymunların ilk ortaya çıktığı andaki korkutucu müziğin ve maymun karakterin yakın planının akıllardan çıkması mümkün değil. Zira el kamerası ile temponun yükseldiği anlarda onların arasına girmeyi tercih ediyor yönetmen. Bu da bir şekilde iyi-kötü ayrımının tersi istikamette yapıldığını kanıtlıyor.
Bir diğer taraftan da bu ‘kültürel oluşum’un ilerisine gittiğimizde, çılgın bilim adamı prototipinin maymunlar şehrinin hem rahibi, hem Tanrısı, hem yöneticisi, hem savcısı, hem de doktoru olmasının aslında oranın monarşik bir düzenle yönetildiğini ve ilkel olduğunu görebiliyoruz. O da elbette bir şekilde konuşamayan insanlar ile ilgili kanıtların veya daha bir sürü şeyin tersine çevrilmesine ön ayaklık eden bir karakter. Sonuçta demokrasi-monarşi ayrımı da yapılmış oluyor doğa-kültür farkları üzerinden.
Filmin korkutucu kıyamet portresiyle ilgili uygulamak istediklerinin ardı ardı kesilmez lafın özü...
4-Unutulmaz son
Sinema tarihinin en sürprizli, etkileyici ve unutulmaz sonlarından birinin bu filmde olduğunu da es geçmemek lazım. O da Charlton Heston’ın canlandırdığı gezegende kalan tek insan Taylor’ın şokuyla sonuçlanan an.
Zira karakterimiz, kendisinin ‘gerçek dünya’dan geldiğini kabul ettirmekle uğraşıyor filmin tamamında. Hapishaneden bir türlü çıkamasa da iki maymunun yardımı ile bir şekilde deniz kenarına gelebiliyor. Orada ‘çılgın bilim adamı’ tarafından sıkıştırılan karakterimiz, ondan kurtulup atıyla ve gezegende yaşayan ama konuşamayan Nova adlı kızla yol almayı beceriyor. Esas amacı ise maymunlardan uzak bir bölge bulmak.
Ancak ilerledikçe karşısına seyircinin ve kendisinin bekleyebileceği en imkansız şey çıkıyor. Kumsalda Hürriyet Heykeli’nin kesilmiş kafasının kuma batırıldığına tanık oluyor. Uzun lafın kısası, yürüdüğü ve hapsolduğu yer aslında gerçek dünyanın ta kendisi. Bunun için dövünmesi ve ‘baştan beri dünyaymış burası!’ gibi nağaralar atması ise o noktadan sonra bir işe yaramıyor.
Çünkü bu detay, bizi bir anda dünyanın mahşer gününde yıkıldığı gerçeğine götürüyor. Bütün insanlar ölmüş. Yeni egemenlik maymunlara geçmiş. Bu da elbette fazlasıyla korkutucu olmasının yanında, bir o kadar da muhalif ve sistem karşıtı bir sona yol açıyor.
5-Takipçileri
Filmin bilimkurguyu A sınıfına transfer etmesinin ve başlı başına yeni bir alt tür üretmesinin somut etkileri olması da kaçınılmazdı. 1979’da başlayan Mel Gibson’ın başrolünde oynadığı “Mad Max” serisi, en önemli üretimlerindendir “Maymunlar Cehennemi”nin. 1970’lere genel bakış attığımızda ise düşünsel tarafı ağır basarak A sınıfına giriş yapabilen “Westworld”, “Omega Man”, “Silent Running” gibi bilimkurguların çekilmesine yol açtığını da görebiliyoruz.
Kıyamet sonrası bilimkurgu örneklerinin ise tamamının esin kaynağı konumunda. Bunların başında “Son Umut” (“Children of men”), “New York’dan Kaçış” (“Escape from New York”), “Los Angeles’dan Kaçış” (“Escape from L.A.”), “Su Dünyası” (“Waterworld”) ve “Postacı” (“The Postman”) var.
Tabii zaman yolculuğu kavramını kullanışıyla “Terminator” serisinde bıraktığı izi de unutmayalım.
Kimlik:
Maymunlar Cehennemi (Planet of the Apes)
Yapım yılı: 1968
Yönetmen: Franklin J. Shaffner
Oyuncular: Charlton Heston, Roddy McDowell, Kim Hunter, Maurice Evans, James Whitmore, Linda Harrison
Senaryo: Michael Wilson, Rod Sterling (Pierre Boulle’un romanından)
Önemli Adaylıkları: Oscar’1969: En İyi Müzik, En İyi Kostüm Tasarımı
Bütçe: $ 5.800.000
NEREDEN BULABİLİRİZ?
Ülkemizde hem DVD’si hem de Blu-Ray DVD’si piyasalarda bulunabilir. Ancak özel iki diskli 35. Yıl Versiyonu’nu edinmek isteyenler, amazon.com’dan 1. bölge bir kopya almak zorunda. Tabii oradan serinin beş filminin tamamını içeren bir de box setini edinebilirsiniz.