RUTGER HAUER: 'TÜRK LOKUMUNU GÖRÜNCE HEMEN YEDİM'
18/11/2016 - Habertürk |
“Ölüm Takibi” (“Blade Runner”), “Otostopçu” (“The Hitcher”) gibi filmlerdeki ikonik kötü adam rolleriyle sinema tarihinde özel bir yere sahip Rutger Hauer ile Antalya’da bir araya geldik. 70 yaşını geçen Altın Küre’li oyuncu 16-23 Ekim arasında düzenlenen 53. Uluslararası Antalya Film Festivali’nin uluslararası jürisindeydi. Ridley Scott’tan Sam Peckinpah’a kadar birçok yönetmenin filminde oynayan Hauer, saygılı cevaplarıyla bir beyefendi olduğunu kanıtladı.
Hollanda sinemasının bir geleneği yok. Ama özellikle Paul Verhoeven’ın 1970’lerde çektiği filmlerde ayrıksı bir dokunuş gördük. Cesur sahnelerin ve öğelerin öne çıktığı özgürlükçü yaklaşım, “Türk Lokumu” (“Turks Fruit”, 1973), “Katie Tippel” (“Keetje Tippel”, 1975), “Soldier Orange” (“Soldaat Van Orange”, 1977), “Spetters” (1980) gibi tartışılan filmler doğurdu. Bunlarda sizin de ‘karşıt kültür’ ezberiyle belirleyici olduğunuz netti.
Hollanda filmleri fazla dolaşmıyor. Verhoeven’la ilk İngilizce filmim “Flesh + Blood”dı (1985). Çok mücadele vardı. Onun dünyaya ilk açılışı, uluslararası anlamda bir zıplama idi. Flemenkçe’den ya da Türkçe’den İngilizce’ye zıplamak büyük bir iş. Para toplamak veya dağıtım olanaklarını zorlamak çok farklı. Bambaşka bakışlarınız olabiliyor. İngilizce ile dünyayı fethetme şansı olabiliyor.
Verhoeven, Amerikan sinemasında da başarılıydı, kilit filmlere imza attı. Ama Hollanda kariyerinde ayrı bir dil oluşturmuştu. Son Fransız filmi de başarılı. Sanki Hollanda kariyerine geri dönüş gibiydi “O” (“Elle”, 2016). “Kara Kitap” (“Zwartboek”, 2006) için de size bir rol teklif etmişti.
Evet, bir rol teklif etti. Ben de o rolde bir Alman karakteri oynayabilirim dedi. Onu başkasına verdim. “O” ile çıkışı önemli, Fransa’nın Oscar adayı oldu film.
“Türk Lokumu” adlı filmle sinemaya adım attıktan 43 yıl sonra kendinizi Türkiye’de bulmanızla ilgili nasıl bir yorumunuz olur?
Doğru, ilginç bir noktaya parmak bastın. Türk lokumunu görünce hemen yedim.
Türk tatlılarını sevdiniz mi?
Çok fazla çeşit var. Tatlılar çok güzel. Aşure yedim. Mükemmel.
Verhoeven ile çektiğiniz filmlerde en favori karakteriniz hangisiydi?
Aslında “Soldier Orange”. Çünkü gerçek birini oynadım. Hikayeyi ve her şeyi sevdim. Duygusal açıdan doyurucu bir tiplemeydi. Çünkü “Soldier Orange” bana yakın değildi. O olabilir miyim emin değildim. Karar vermek için bir sene bekledim. Ama ‘evet’ dediğim için mutluyum. Yoksa burada olamazdım. Tanınmak çok önemliydi. Seattle’da ödül aldım. Film, ABD’de limitli vizyona girdi. Bir menajer tuttum. Bir oyuncunun imkanlarını ortaya koyma şansı yakaladım. 4 hafta sonra bir kontrat vardı.
“Gece Şahinleri” (“Nighthawks”, 1981) için bir dönüş noktası mıydı?
Hayır isminden emin olamadım, ama Hollywood’da ‘ışığı kontrol edebilen adam’ rolü teklif ettiler. Çok komik ve tuhaftı. İki hafta sonra menajerim ve prodüksiyon ekibi arayıp film olmayacağını söyledi. Ama anlaşma için özür dilediler. Neyse ki menajer sayesinde o zamana kadar kazandığım en yüksek parayı aldım.
‘1987’DE KARİYERİM ÖNEMLİ BİR İVME KAZANDI’
Verhoeven’ın ayrıksı filmleri kariyerinizi bir yere taşıdı. Onunla son filminiz “Flesh+Blood” idi. Sonrasında ise “Robocop” (1987) rolünü kabul etmediniz. Bu sizin kariyerinizi nasıl etkiledi?
Filmografimde kilit dönüş noktaları olabilir. Bu da onlardan biriydi. O zaman bununla ilgili ne düşünmüştüm hatırlamıyorum. Çünkü yılını tamamen unutmuşum.
1987’de çekilmişti “Robocop”.
Tamam 1987 en güzel yıllarımdandı. Beş filmim vardı o sene çektiğim. O da olsa ‘ok’ olurdu. Robocop rolünün ilgi çekici olup olmadığını düşünmemiştim. Ama “The Legend of the Holy Drinker”ı (“La Leggenda Del Santo Bevitore”, 1988) yaptım o sene.
Evet evet Ermanno Olmi’nin filmi, kariyeriniz için çok önemli bir ivmeydi.
Benim için çok değerli bir filmdi. Çünkü Ermanno’nun ilk sözleri: ‘Rutger bu bir aksiyon filmi ama kafada’ oldu. Benim bilinçaltımda bu çok şey ifade etti. Çünkü kendi yeteneğimin ve kimliğimin en verimli tarafından haberim yoktu. Ağzından çıkan ilk cümle bir anda bana bunu hatırlattı. “Robocop”un tam tersiydi. Orada ‘yüz’ olmadan aksiyon vardı. Aynı zamanda bana da ihtiyacı yoktu. Peter Weller rolün altından iyi kalktı.
Olmi’nin Altın Aslan Ödülü’ne ulaşması çok prestijli oldu sizin için.
Kendi özelliklerimde yepyeni bir şey keşfettim. Çok iyiydi. Farklı işler yapıp nasıl işlediğini düşünmek ile aynı zamanda kendi yeteneğinizi, sahne kimliğinizi keşfetmeyi öğrenmek güzel bir şey. 1987 müthiş bir seneydi. “Blind Fury”de ve Avustralya’da bir filmde oynadım.
“Robocop” rolünü kabul etmemeniz çok önemli bir dönüm noktası oldu. Verhoeven’la altıncı filminize imza atacaktınız. Belki biz Verhoeven-Hauer birlikteliği olarak sinema tarihinin en önemli birlikteliklerinden birinden bahsedecektik. Beşinci film “Flesh+Blood”dan sonra böyle bir yakıştırmaya nadiren rastlıyoruz.
Bir film yapmazsanız başka bir film yerini alıyordu. 1987’de bu durumu çok doğru idare ettim. İyi bir karar olduğunu söyleyebilirim.
‘BLADE RUNNER ROLÜ OLMASAYDI BURADA OTURUYOR OLMAZDIM’
“Gece Şahinleri” ilk İngilizce rolünüzdü.
Evet sözde tek film için gittim.
Ama sonrasında “Ölüm Takibi” ile bir yükseliş oldu.
Wolfgang Petersen’ın “Mukaddes Vazife”si (“Das Boot”, 1981) için teklif aldım. Klişe bir izci öyküsüydü, denizaltındaki adamları izliyordu. Bunu TV’ye de çektiler. Anca 14 ayda bitti çekimler, “Ölüm Takibi” o seneye denk geldi. O rolü kabul etmeseydim burada oturuyor olmazdım.
Aslında “Gece Şahinleri”ndeki rolle beraber Arnold Schwarzenegger, Sylvester Stallone, Jean-Claude Van Damme ve Dolph Lungdren ile birlikte anılan bir 80’ler aksiyon kahramanına dönüştünüz. Belki de kazara…
Schwarzenegger çok farklıydı. Sürekli kahramandı.
Evet burada bir ayrım ‘kötü adam’ rollerine kaymanızdı sanki.
Evet ABD’de hemen yabancıları kötü adam rollerine sıkıştırırlar. Belki benim kariyerim için iyi olmadığını düşündüler.
Olmi’nin filminden sonra değişti her şey sanki.
Benim için değil, kariyerim içindi. “Ölüm Takibi” ile insanlar aydınlandı.
“Otostopçu” da öyle.
“Ladyhawke” için de söyleyebiliriz bunu. Kılıç dövüşü ve romans gibi önemsenmeyenler şeyler olmasına karşın…
Evet kült bir film.
“Otostopçu”nun senaryosunu okuyunca ‘vauw!’ dedim. Yönetmenin kısa filmine görünce de aynı tepkiyi verdim. Yapmalıydım bunu. Bu zor bir karar değil, bu şekilde gelişiyor olaylar. İçgüdülerle hareket ediyorum ve bir anda en iyi filmlerim çıkabiliyor.
“Ölüm Takibi”, “Otostopçu”, “The Legend of the Holy Drinker” ve “Ladyhawke” 80’lerden en akılda kalan filmleriniz.
Ermanno’nun filmi de orada olmalı. “Blind Fury” farklı bir tona sahipti. Benim için bir gülücük ve perukla oynama adına farklı bir deneyimdi. “Otostopçu” da öyleydi ama insanlar korktu, olsun fikir de buydu.
İyiydi de. 80’lerin aksiyon kahramanları döneminde tiyatro arka planıyla bir fark yarattığınızı söyleyebilir miyiz? Van Damme, Lundgren, Schwarzenegger ile Stallone’un arasında belki de bir oyunculuk katabildiğiniz gerçeğini nasıl yorumlayabiliriz? Kötü adam karakterlerinde performans becerisiyle kalıcı roller yaratmanızın sırrı bu muydu?
Ben rollerde oynuyorum. İyi ve kötü adam karakterlerimin de dönüşümleri var. Net değilim. İyi veya kötü adam diye ayırmıyorum. Aptalca. Bir oyuncu olarak böyle bir konuda hayal kırıklığına uğrarım. Karakter nasıl ilginç olabilir? Yönetmenlerin beni soktuğu yöne kayıyorum.
‘YENİDEN ÇEVİRMEYE BAŞLADILARSA SIKINTI VAR’
“Otostopçu”nun yeniden çevrimi yapıldı. “Ölüm Takibi”nin ise yıllar sonra Ridley Scott yapımcılığında bir devam filmi gelecek. Bu yeni filmler hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Soldier Orange”a da Hollanda’da opera yaptılar. Yeniden çevirmeye başladılarsa ölmen gerekiyor diye düşünüyorsunuz.
“Otostopçu”nun 2007’de çekilen yeniden çevriminde sizin rolünüzü oynayan Sean Bean’le ilgili yorumunuz nedir?
‘Niye yapıyorlar ki bunu!’ diye düşünüyorsunuz. İzledim beni şaşırtmadı. Neredeyse aynı senaryo. Ama bir karakteri erkekten kadına çevirdiler. Menajerim arayıp böyle bir film çekildiğini ve beni konuk oyuncu olarak alacaklarını söyledi. Rolü sordum. İki gün gözüken bir karakter dedi, ben de ‘unut bunu!’ diye cevap verdim. 10’ar sene aralıklarla devam filmlerinde oynasaydım ilginç olabilirdi.
Siz olmadan “Blade Runner”ı hayal edemiyorum. Ama 2017 tarihli, Villeneuve’ün yönettiği “Blade Runner 2049”de Robin Wright, Jared Leto gibi oyuncular var.
Ford’un filmiydi. Hala oradan devam ediyor. Anladığımı kadarıyla benim pilim bitti, gittim. Yeniden geri gelemem. İstemiyorlardı. İnsanların hakkında konuşacağı yeni bir hikaye olacak. Orijinal “Ölüm Takibi”, Ford’un filmi olarak başlasa da şimdi benim filmim oldu. Bu çok komik ama iyi. Bizim orijinal film kadar etki bırakıp 15-20 sene konuşulabilir.
Eğer bundan sonra bir film çekmeseniz de Maciste’yi canlandırdığınız Roberto Bolano uyarlaması “Il Futuro” (2013) ile Tarantino’nun ‘Grindhouse’ projesinin yan bölümü “Hobo with a Shotgun” (2011) miras filmleriniz olarak kalabilir.
Farklı gelenekler. “Hobo”, yeraltı hiti oldu, “Il Futuro” çok güzel bir film. Ama bu görüşe katılmıyorum. Çünkü başka filmler de yaptım.
Olmi ile bir film daha vardı doğru.
25 sene sonra göçmenlikle ilgili bir film yaptı. Kilise konusunda problem yaşadı sonrasında. Şimdilerde bir senaryo yazıyorum. İlk kez uzun metraj yönetmenliği yapacağım. Yoğunluk durumuma göre gelecek sene bitirmeyi planlıyorum.
Hollanda sinemasının bir geleneği yok. Ama özellikle Paul Verhoeven’ın 1970’lerde çektiği filmlerde ayrıksı bir dokunuş gördük. Cesur sahnelerin ve öğelerin öne çıktığı özgürlükçü yaklaşım, “Türk Lokumu” (“Turks Fruit”, 1973), “Katie Tippel” (“Keetje Tippel”, 1975), “Soldier Orange” (“Soldaat Van Orange”, 1977), “Spetters” (1980) gibi tartışılan filmler doğurdu. Bunlarda sizin de ‘karşıt kültür’ ezberiyle belirleyici olduğunuz netti.
Hollanda filmleri fazla dolaşmıyor. Verhoeven’la ilk İngilizce filmim “Flesh + Blood”dı (1985). Çok mücadele vardı. Onun dünyaya ilk açılışı, uluslararası anlamda bir zıplama idi. Flemenkçe’den ya da Türkçe’den İngilizce’ye zıplamak büyük bir iş. Para toplamak veya dağıtım olanaklarını zorlamak çok farklı. Bambaşka bakışlarınız olabiliyor. İngilizce ile dünyayı fethetme şansı olabiliyor.
Verhoeven, Amerikan sinemasında da başarılıydı, kilit filmlere imza attı. Ama Hollanda kariyerinde ayrı bir dil oluşturmuştu. Son Fransız filmi de başarılı. Sanki Hollanda kariyerine geri dönüş gibiydi “O” (“Elle”, 2016). “Kara Kitap” (“Zwartboek”, 2006) için de size bir rol teklif etmişti.
Evet, bir rol teklif etti. Ben de o rolde bir Alman karakteri oynayabilirim dedi. Onu başkasına verdim. “O” ile çıkışı önemli, Fransa’nın Oscar adayı oldu film.
“Türk Lokumu” adlı filmle sinemaya adım attıktan 43 yıl sonra kendinizi Türkiye’de bulmanızla ilgili nasıl bir yorumunuz olur?
Doğru, ilginç bir noktaya parmak bastın. Türk lokumunu görünce hemen yedim.
Türk tatlılarını sevdiniz mi?
Çok fazla çeşit var. Tatlılar çok güzel. Aşure yedim. Mükemmel.
Verhoeven ile çektiğiniz filmlerde en favori karakteriniz hangisiydi?
Aslında “Soldier Orange”. Çünkü gerçek birini oynadım. Hikayeyi ve her şeyi sevdim. Duygusal açıdan doyurucu bir tiplemeydi. Çünkü “Soldier Orange” bana yakın değildi. O olabilir miyim emin değildim. Karar vermek için bir sene bekledim. Ama ‘evet’ dediğim için mutluyum. Yoksa burada olamazdım. Tanınmak çok önemliydi. Seattle’da ödül aldım. Film, ABD’de limitli vizyona girdi. Bir menajer tuttum. Bir oyuncunun imkanlarını ortaya koyma şansı yakaladım. 4 hafta sonra bir kontrat vardı.
“Gece Şahinleri” (“Nighthawks”, 1981) için bir dönüş noktası mıydı?
Hayır isminden emin olamadım, ama Hollywood’da ‘ışığı kontrol edebilen adam’ rolü teklif ettiler. Çok komik ve tuhaftı. İki hafta sonra menajerim ve prodüksiyon ekibi arayıp film olmayacağını söyledi. Ama anlaşma için özür dilediler. Neyse ki menajer sayesinde o zamana kadar kazandığım en yüksek parayı aldım.
‘1987’DE KARİYERİM ÖNEMLİ BİR İVME KAZANDI’
Verhoeven’ın ayrıksı filmleri kariyerinizi bir yere taşıdı. Onunla son filminiz “Flesh+Blood” idi. Sonrasında ise “Robocop” (1987) rolünü kabul etmediniz. Bu sizin kariyerinizi nasıl etkiledi?
Filmografimde kilit dönüş noktaları olabilir. Bu da onlardan biriydi. O zaman bununla ilgili ne düşünmüştüm hatırlamıyorum. Çünkü yılını tamamen unutmuşum.
1987’de çekilmişti “Robocop”.
Tamam 1987 en güzel yıllarımdandı. Beş filmim vardı o sene çektiğim. O da olsa ‘ok’ olurdu. Robocop rolünün ilgi çekici olup olmadığını düşünmemiştim. Ama “The Legend of the Holy Drinker”ı (“La Leggenda Del Santo Bevitore”, 1988) yaptım o sene.
Evet evet Ermanno Olmi’nin filmi, kariyeriniz için çok önemli bir ivmeydi.
Benim için çok değerli bir filmdi. Çünkü Ermanno’nun ilk sözleri: ‘Rutger bu bir aksiyon filmi ama kafada’ oldu. Benim bilinçaltımda bu çok şey ifade etti. Çünkü kendi yeteneğimin ve kimliğimin en verimli tarafından haberim yoktu. Ağzından çıkan ilk cümle bir anda bana bunu hatırlattı. “Robocop”un tam tersiydi. Orada ‘yüz’ olmadan aksiyon vardı. Aynı zamanda bana da ihtiyacı yoktu. Peter Weller rolün altından iyi kalktı.
Olmi’nin Altın Aslan Ödülü’ne ulaşması çok prestijli oldu sizin için.
Kendi özelliklerimde yepyeni bir şey keşfettim. Çok iyiydi. Farklı işler yapıp nasıl işlediğini düşünmek ile aynı zamanda kendi yeteneğinizi, sahne kimliğinizi keşfetmeyi öğrenmek güzel bir şey. 1987 müthiş bir seneydi. “Blind Fury”de ve Avustralya’da bir filmde oynadım.
“Robocop” rolünü kabul etmemeniz çok önemli bir dönüm noktası oldu. Verhoeven’la altıncı filminize imza atacaktınız. Belki biz Verhoeven-Hauer birlikteliği olarak sinema tarihinin en önemli birlikteliklerinden birinden bahsedecektik. Beşinci film “Flesh+Blood”dan sonra böyle bir yakıştırmaya nadiren rastlıyoruz.
Bir film yapmazsanız başka bir film yerini alıyordu. 1987’de bu durumu çok doğru idare ettim. İyi bir karar olduğunu söyleyebilirim.
‘BLADE RUNNER ROLÜ OLMASAYDI BURADA OTURUYOR OLMAZDIM’
“Gece Şahinleri” ilk İngilizce rolünüzdü.
Evet sözde tek film için gittim.
Ama sonrasında “Ölüm Takibi” ile bir yükseliş oldu.
Wolfgang Petersen’ın “Mukaddes Vazife”si (“Das Boot”, 1981) için teklif aldım. Klişe bir izci öyküsüydü, denizaltındaki adamları izliyordu. Bunu TV’ye de çektiler. Anca 14 ayda bitti çekimler, “Ölüm Takibi” o seneye denk geldi. O rolü kabul etmeseydim burada oturuyor olmazdım.
Aslında “Gece Şahinleri”ndeki rolle beraber Arnold Schwarzenegger, Sylvester Stallone, Jean-Claude Van Damme ve Dolph Lungdren ile birlikte anılan bir 80’ler aksiyon kahramanına dönüştünüz. Belki de kazara…
Schwarzenegger çok farklıydı. Sürekli kahramandı.
Evet burada bir ayrım ‘kötü adam’ rollerine kaymanızdı sanki.
Evet ABD’de hemen yabancıları kötü adam rollerine sıkıştırırlar. Belki benim kariyerim için iyi olmadığını düşündüler.
Olmi’nin filminden sonra değişti her şey sanki.
Benim için değil, kariyerim içindi. “Ölüm Takibi” ile insanlar aydınlandı.
“Otostopçu” da öyle.
“Ladyhawke” için de söyleyebiliriz bunu. Kılıç dövüşü ve romans gibi önemsenmeyenler şeyler olmasına karşın…
Evet kült bir film.
“Otostopçu”nun senaryosunu okuyunca ‘vauw!’ dedim. Yönetmenin kısa filmine görünce de aynı tepkiyi verdim. Yapmalıydım bunu. Bu zor bir karar değil, bu şekilde gelişiyor olaylar. İçgüdülerle hareket ediyorum ve bir anda en iyi filmlerim çıkabiliyor.
“Ölüm Takibi”, “Otostopçu”, “The Legend of the Holy Drinker” ve “Ladyhawke” 80’lerden en akılda kalan filmleriniz.
Ermanno’nun filmi de orada olmalı. “Blind Fury” farklı bir tona sahipti. Benim için bir gülücük ve perukla oynama adına farklı bir deneyimdi. “Otostopçu” da öyleydi ama insanlar korktu, olsun fikir de buydu.
İyiydi de. 80’lerin aksiyon kahramanları döneminde tiyatro arka planıyla bir fark yarattığınızı söyleyebilir miyiz? Van Damme, Lundgren, Schwarzenegger ile Stallone’un arasında belki de bir oyunculuk katabildiğiniz gerçeğini nasıl yorumlayabiliriz? Kötü adam karakterlerinde performans becerisiyle kalıcı roller yaratmanızın sırrı bu muydu?
Ben rollerde oynuyorum. İyi ve kötü adam karakterlerimin de dönüşümleri var. Net değilim. İyi veya kötü adam diye ayırmıyorum. Aptalca. Bir oyuncu olarak böyle bir konuda hayal kırıklığına uğrarım. Karakter nasıl ilginç olabilir? Yönetmenlerin beni soktuğu yöne kayıyorum.
‘YENİDEN ÇEVİRMEYE BAŞLADILARSA SIKINTI VAR’
“Otostopçu”nun yeniden çevrimi yapıldı. “Ölüm Takibi”nin ise yıllar sonra Ridley Scott yapımcılığında bir devam filmi gelecek. Bu yeni filmler hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Soldier Orange”a da Hollanda’da opera yaptılar. Yeniden çevirmeye başladılarsa ölmen gerekiyor diye düşünüyorsunuz.
“Otostopçu”nun 2007’de çekilen yeniden çevriminde sizin rolünüzü oynayan Sean Bean’le ilgili yorumunuz nedir?
‘Niye yapıyorlar ki bunu!’ diye düşünüyorsunuz. İzledim beni şaşırtmadı. Neredeyse aynı senaryo. Ama bir karakteri erkekten kadına çevirdiler. Menajerim arayıp böyle bir film çekildiğini ve beni konuk oyuncu olarak alacaklarını söyledi. Rolü sordum. İki gün gözüken bir karakter dedi, ben de ‘unut bunu!’ diye cevap verdim. 10’ar sene aralıklarla devam filmlerinde oynasaydım ilginç olabilirdi.
Siz olmadan “Blade Runner”ı hayal edemiyorum. Ama 2017 tarihli, Villeneuve’ün yönettiği “Blade Runner 2049”de Robin Wright, Jared Leto gibi oyuncular var.
Ford’un filmiydi. Hala oradan devam ediyor. Anladığımı kadarıyla benim pilim bitti, gittim. Yeniden geri gelemem. İstemiyorlardı. İnsanların hakkında konuşacağı yeni bir hikaye olacak. Orijinal “Ölüm Takibi”, Ford’un filmi olarak başlasa da şimdi benim filmim oldu. Bu çok komik ama iyi. Bizim orijinal film kadar etki bırakıp 15-20 sene konuşulabilir.
Eğer bundan sonra bir film çekmeseniz de Maciste’yi canlandırdığınız Roberto Bolano uyarlaması “Il Futuro” (2013) ile Tarantino’nun ‘Grindhouse’ projesinin yan bölümü “Hobo with a Shotgun” (2011) miras filmleriniz olarak kalabilir.
Farklı gelenekler. “Hobo”, yeraltı hiti oldu, “Il Futuro” çok güzel bir film. Ama bu görüşe katılmıyorum. Çünkü başka filmler de yaptım.
Olmi ile bir film daha vardı doğru.
25 sene sonra göçmenlikle ilgili bir film yaptı. Kilise konusunda problem yaşadı sonrasında. Şimdilerde bir senaryo yazıyorum. İlk kez uzun metraj yönetmenliği yapacağım. Yoğunluk durumuma göre gelecek sene bitirmeyi planlıyorum.