90'LARDAN ÇIKIŞ YOK!
15/05/2015 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 6.8 |
Bolca müzik sevgisi, disko kültürü
ve Fransız Yeni Dalgası boca edilmiş bir DJ biyografisi… Mia
Hansen-Løve, dördüncü filminde anbean olgunlaştığını kanıtlıyor.
“Cennet”, işitsel ve görsel tercihleriyle 90’ları solumamızı sağlarken,
‘epizodik’ ve ‘destansı’ anlatıları kendine göre yorumlayan özel bir
film.
Mia Hansen-Løve hikaye kurgusuyla oynamayı seven, kadın hikayelerine ilgi duyan bir yönetmen. Aile ilişkilerini çoğu zaman ‘kişisel’ bir kesitle ameliyata alıyor. Onun filmlerini izleyince geleneksel zaman akışıyla inatlaşma görebiliyoruz. Parçalı bir anlatıyla bölerek, hareketten kesmeyle araya boşluk koyarak veya zamansal deformasyon kullanarak, o bir şekilde bunu istiyor. Aynen Lindsay Anderson gibi…
ÖNCÜLÜK YAPAN DJ TANIMI
Ama tek fark Godard’ın ilk yıllarında, Yeni Dalga’yı teneffüs etmiş bir kadın yönetmen olarak bunu planlamasında... Yönetmen-senaristin baba-kız ilişkisini ele aldığı 2007 yapımı ilk filmi “All is Forgiven”da (“Tout Est Pardonné”), meseleye evliliğin çatlakları ile güzelliklerini kaynaştırarak başlamıştı. Ardından durumun ucunun baba-kız sevgisine uzandığını görmüştük. Başlangıç ile final noktası arasındaki çizginin netliğine değil keskinliğine inanan bir isim kendisi.
Burada 90’larda yükselişe geçen bir DJ’in öyküsü merkeze yerleşiyor. Daft Punk’ın kullandığı French house türünün mucidi olan bu isim, “Daft Punk’s Electroma” (2006) gibi deneysel bir işe malzeme olmuyor. Hansen-Løve’ın ağabeyinden esintiler taşıyan Paul’ün, Cheers adlı DJ ekibini kurması uzun sürmüyor. Böylece seks fantezileri, cinsel arayış ve uyuşturucu kullanımı devreye giriyor. Disko ortamına ayna tutan film, enerji yüklemesi yaparken, ekran bölme tekniğinden görüntü bindirmeye uzanan kurgu tekniklerini sıçramalı kurguya ekliyor. Yönetmenin filmografisi açısından en plastik iş bu sayede canlanıyor.
SARILMA ARZUSU YARATIYOR
Böylece 60’ların Yeni Dalga döneminin Paris sokakları özgür bireylerin içinde kendine yol buluyor. Tek fark müziğin, disko mantığının iyiden iyiye içeri girmesi, şarkıların da o dönemden seçilip X kuşağının arasından bir hikaye anlatılması. Mat renklere karşın sahiciliğiyle Hansen-Løve’ın en fazla kucaklanmak istenecek filmi olabilir “Eden”.
Arafta sıkışmış bir bireyin, kadınları umursamadan yaşadığı seks hayatının ve iş hayatındaki bunalımın melankolik taraflarına değil, önayak olduğu umutlu yolculuğa odaklanıyor. Yönetmende bir Godard anlayışı olsa da her zaman finalde bir iyimser tablo görürüz. Belki de ‘feminist’ ruh bunu doğurur. Burada da büyük İngilizce puntolarla iki bölüm adını yazıp çok ileriye atladıktan sonra aslında ‘biyografik film’in ‘bilinmeyen birey’ katmanından dinamik bir iş canlanıyor. Sanki sade bir destansılık canlanıyor.
DİNAMİZM VE CİNSELLİK
“Cennet”, hikaye kurgusu, sıçramalı kurgu ve doğal ses kullanımına gece hayatının hareketliliğini eklemesiyle anılacak. Cinsel açıdan dozunda ama anlamlı sekanslarla da bir dönemin ruhunu yansıtmasıyla değer arz edecek. Kadın-erkek ilişkilerinin “Hisseli Çete”ye (“Bande à Part”, 1964) benzediği ve biyografik bir Amerikan filmine (İngilizce müzikler var) sıçrayan süreç bunu anlatıyor.
11 senelik atlamanın ardından flashback kullanma olgunluğunu gösteren Hansen-Løve burada da benzer kıvraklıkla karşımıza dikiliyor. Yönetmenlik açısından kendini geliştiren bir kadın sinemacı olduğunu her karede hissettiriyor. En kişisel işinde 130 dakikayı da ‘Yeni Dalga’ zorluğu olarak kullanıyor. Kadın kurgucusu Marion Monnier’yi her daim yanında tutması “Cennet”e de olumlu yansıyor.
Mia Hansen-Løve hikaye kurgusuyla oynamayı seven, kadın hikayelerine ilgi duyan bir yönetmen. Aile ilişkilerini çoğu zaman ‘kişisel’ bir kesitle ameliyata alıyor. Onun filmlerini izleyince geleneksel zaman akışıyla inatlaşma görebiliyoruz. Parçalı bir anlatıyla bölerek, hareketten kesmeyle araya boşluk koyarak veya zamansal deformasyon kullanarak, o bir şekilde bunu istiyor. Aynen Lindsay Anderson gibi…
ÖNCÜLÜK YAPAN DJ TANIMI
Ama tek fark Godard’ın ilk yıllarında, Yeni Dalga’yı teneffüs etmiş bir kadın yönetmen olarak bunu planlamasında... Yönetmen-senaristin baba-kız ilişkisini ele aldığı 2007 yapımı ilk filmi “All is Forgiven”da (“Tout Est Pardonné”), meseleye evliliğin çatlakları ile güzelliklerini kaynaştırarak başlamıştı. Ardından durumun ucunun baba-kız sevgisine uzandığını görmüştük. Başlangıç ile final noktası arasındaki çizginin netliğine değil keskinliğine inanan bir isim kendisi.
Burada 90’larda yükselişe geçen bir DJ’in öyküsü merkeze yerleşiyor. Daft Punk’ın kullandığı French house türünün mucidi olan bu isim, “Daft Punk’s Electroma” (2006) gibi deneysel bir işe malzeme olmuyor. Hansen-Løve’ın ağabeyinden esintiler taşıyan Paul’ün, Cheers adlı DJ ekibini kurması uzun sürmüyor. Böylece seks fantezileri, cinsel arayış ve uyuşturucu kullanımı devreye giriyor. Disko ortamına ayna tutan film, enerji yüklemesi yaparken, ekran bölme tekniğinden görüntü bindirmeye uzanan kurgu tekniklerini sıçramalı kurguya ekliyor. Yönetmenin filmografisi açısından en plastik iş bu sayede canlanıyor.
SARILMA ARZUSU YARATIYOR
Böylece 60’ların Yeni Dalga döneminin Paris sokakları özgür bireylerin içinde kendine yol buluyor. Tek fark müziğin, disko mantığının iyiden iyiye içeri girmesi, şarkıların da o dönemden seçilip X kuşağının arasından bir hikaye anlatılması. Mat renklere karşın sahiciliğiyle Hansen-Løve’ın en fazla kucaklanmak istenecek filmi olabilir “Eden”.
Arafta sıkışmış bir bireyin, kadınları umursamadan yaşadığı seks hayatının ve iş hayatındaki bunalımın melankolik taraflarına değil, önayak olduğu umutlu yolculuğa odaklanıyor. Yönetmende bir Godard anlayışı olsa da her zaman finalde bir iyimser tablo görürüz. Belki de ‘feminist’ ruh bunu doğurur. Burada da büyük İngilizce puntolarla iki bölüm adını yazıp çok ileriye atladıktan sonra aslında ‘biyografik film’in ‘bilinmeyen birey’ katmanından dinamik bir iş canlanıyor. Sanki sade bir destansılık canlanıyor.
DİNAMİZM VE CİNSELLİK
“Cennet”, hikaye kurgusu, sıçramalı kurgu ve doğal ses kullanımına gece hayatının hareketliliğini eklemesiyle anılacak. Cinsel açıdan dozunda ama anlamlı sekanslarla da bir dönemin ruhunu yansıtmasıyla değer arz edecek. Kadın-erkek ilişkilerinin “Hisseli Çete”ye (“Bande à Part”, 1964) benzediği ve biyografik bir Amerikan filmine (İngilizce müzikler var) sıçrayan süreç bunu anlatıyor.
11 senelik atlamanın ardından flashback kullanma olgunluğunu gösteren Hansen-Løve burada da benzer kıvraklıkla karşımıza dikiliyor. Yönetmenlik açısından kendini geliştiren bir kadın sinemacı olduğunu her karede hissettiriyor. En kişisel işinde 130 dakikayı da ‘Yeni Dalga’ zorluğu olarak kullanıyor. Kadın kurgucusu Marion Monnier’yi her daim yanında tutması “Cennet”e de olumlu yansıyor.