'YIRTICI KUŞLAR': RENGARENK, FEMİNİST, CAMP VE STİLİZE BİR GOTHAM
FİLMİN NOTU: 6.7
|
Sinema göndermeleriyle kalp atışlarımızı hızlandıran lezzetli bir çizgi roman uyarlaması. “Yırtıcı Kuşlar”, #meToo dönemine yakışan enerjik bir başkaldırıyı, rengarenk bir Gotham eşliğinde, feminist bir John Woo imzasıyla harekete geçiriyor.
HONG KONG AKSİYON SİNEMASININ RUHU SİNMİŞ
Hollywood’un günümüzde özellikle cinsiyet eşitsizliğine kafa yorması sevindirici. Bu strateji ışığında çizgi roman uyarlamaları da başka bir eğilimin sözünü veriyor. 1996’da ilki çıkan ‘Birds of Prey’ çizgi romanı, DC’nin tasarladığı bir erkek egemen düzene isyan serisi aslında. Bunun da günümüze fazlasıyla uygun olduğunu belirtmek gerek.
2019’da Sundance’de yarışan “Dead Pigs” ile ‘Dünya Sineması’ndan En İyi Oyuncu Kadrosu ödülüne ulaşmıştı Cathy Yan. Burada o başarının tesadüf olmadığını kanıtlıyor. Hong Kong’da doğan yönetmen, bu filmde de fazlasıyla bu duyguyu hissettiriyor. Stilize aksiyon ve dövüş sahneleri, bir triad filmden, bir wuxia filminden kopup gelmiş gibi. John Woo’ya camp bir dokunuş izlenimi bırakıyor.
BU DEVİRDE HEYECAN VEREN BİR SÜPER KAHRAMAN EKİBİ
“Yırtıcı Kuşlar”, özellikle #meToo döneminde yapmak istediğini beceriyor. Girişten itibaren yönetmenin Harley Quinn’i gerçek bir anti-çizgi roman kahramanı olarak planladığı net. Bu doğrultuda da Terry Zwigoff’un “Hayalet Dünya”daki (“Ghost World”, 2000), Jason Reitman’ın “Juno”daki (2007) akraba tiplemeleri geliyor.
Bu doğrultuda da onun çevresinde aslında bir ‘kız çetesi’nin kurulmasına tanıklık ediyoruz. Huntress ve Black Canary’nin eklemesiyle bir enerji ve renk de getiriyor aslında. Bu durumun bize tesir edişi, Joker’in kız arkadaşının aslında rengarenk bir Gotham dinamizmi aşıladığı söylenebilir. Belki bir Batgirl ve Batwoman eksikliği var. Ama bu tercih, ‘bu taktikleri daha önce görmüştük’ etkisi de yapabiliyor.
“JOKER” İLE NASIL BİR İLİŞKİ KURUYOR?
Phillips’in “Joker”iyle uzaktan yakından alakası olmayan bu durum, aslında nev-i şahsına münhasır bir feminist başkaldırının adını koyuyor. Cathy Yan’ın eşliğinde aslında özgün kadın süper kahraman filmi “Tank Girl”ün (1995) ardılı, belki de onun seviyesinde bütçeli bir film izliyoruz bayadır ilk kez.
Bu doğrultuda konumlanan “Kedi Kadın” (“Catwoman”, 2004), “Elektra” (2005), “Wonder Woman” (2017) kendi halindeydi, “Captain Marvel” (2019) ise hiç olmamıştı. BU sebeple 2018’de “Assasination Nation” ile başlayan ‘#meToo filmi’ modelinin bu dönemde böylesi bir süper kahraman ekibi filmine malzeme olması sevindirici, heyecanlandırıyor.
PARLAK RENKLERDEN DESTEK ALAN FEMİNİST BİR GOTHAM TANIMI
Harley Quinn-Cathy Tan ilişkisi o kadar berrak ve enerjik ki bize de tesir ediyor. İki kişilik kurgu ekibi bir yana görüntü yönetmeninin Matthew Libatique olması da önemli bir artı olarak geliyor. Mordan yeşile, kırmızıdan turuncuya kadar gerçekten de Gotham’ın dışavurumcu dünyasına fazlasıyla parlak renk gelmiş, çizgi roman renkleri bize tesir ediyor.
Senarist Christina Hodson “Bumbleebee”den (2018) sonra burada da modern bir tazelik katıyor fantastik/bilimkurgu serilerine... Orada John Hughes etkili bir X kuşağı analizi varken burada tamamen android kuşağının hallerini inandırıcı bir şekilde ele alıyor. Ona ‘John Woo usulü çizgi romansılık’ da destek veriyor. Camp yapıya Robbie ile enerji katmak bu sayede önemli hale geliyor.
HONG KONG AKSİYON SİNEMASININ RUHU SİNMİŞ
Hollywood’un günümüzde özellikle cinsiyet eşitsizliğine kafa yorması sevindirici. Bu strateji ışığında çizgi roman uyarlamaları da başka bir eğilimin sözünü veriyor. 1996’da ilki çıkan ‘Birds of Prey’ çizgi romanı, DC’nin tasarladığı bir erkek egemen düzene isyan serisi aslında. Bunun da günümüze fazlasıyla uygun olduğunu belirtmek gerek.
2019’da Sundance’de yarışan “Dead Pigs” ile ‘Dünya Sineması’ndan En İyi Oyuncu Kadrosu ödülüne ulaşmıştı Cathy Yan. Burada o başarının tesadüf olmadığını kanıtlıyor. Hong Kong’da doğan yönetmen, bu filmde de fazlasıyla bu duyguyu hissettiriyor. Stilize aksiyon ve dövüş sahneleri, bir triad filmden, bir wuxia filminden kopup gelmiş gibi. John Woo’ya camp bir dokunuş izlenimi bırakıyor.
BU DEVİRDE HEYECAN VEREN BİR SÜPER KAHRAMAN EKİBİ
“Yırtıcı Kuşlar”, özellikle #meToo döneminde yapmak istediğini beceriyor. Girişten itibaren yönetmenin Harley Quinn’i gerçek bir anti-çizgi roman kahramanı olarak planladığı net. Bu doğrultuda da Terry Zwigoff’un “Hayalet Dünya”daki (“Ghost World”, 2000), Jason Reitman’ın “Juno”daki (2007) akraba tiplemeleri geliyor.
Bu doğrultuda da onun çevresinde aslında bir ‘kız çetesi’nin kurulmasına tanıklık ediyoruz. Huntress ve Black Canary’nin eklemesiyle bir enerji ve renk de getiriyor aslında. Bu durumun bize tesir edişi, Joker’in kız arkadaşının aslında rengarenk bir Gotham dinamizmi aşıladığı söylenebilir. Belki bir Batgirl ve Batwoman eksikliği var. Ama bu tercih, ‘bu taktikleri daha önce görmüştük’ etkisi de yapabiliyor.
“JOKER” İLE NASIL BİR İLİŞKİ KURUYOR?
Phillips’in “Joker”iyle uzaktan yakından alakası olmayan bu durum, aslında nev-i şahsına münhasır bir feminist başkaldırının adını koyuyor. Cathy Yan’ın eşliğinde aslında özgün kadın süper kahraman filmi “Tank Girl”ün (1995) ardılı, belki de onun seviyesinde bütçeli bir film izliyoruz bayadır ilk kez.
Bu doğrultuda konumlanan “Kedi Kadın” (“Catwoman”, 2004), “Elektra” (2005), “Wonder Woman” (2017) kendi halindeydi, “Captain Marvel” (2019) ise hiç olmamıştı. BU sebeple 2018’de “Assasination Nation” ile başlayan ‘#meToo filmi’ modelinin bu dönemde böylesi bir süper kahraman ekibi filmine malzeme olması sevindirici, heyecanlandırıyor.
PARLAK RENKLERDEN DESTEK ALAN FEMİNİST BİR GOTHAM TANIMI
Harley Quinn-Cathy Tan ilişkisi o kadar berrak ve enerjik ki bize de tesir ediyor. İki kişilik kurgu ekibi bir yana görüntü yönetmeninin Matthew Libatique olması da önemli bir artı olarak geliyor. Mordan yeşile, kırmızıdan turuncuya kadar gerçekten de Gotham’ın dışavurumcu dünyasına fazlasıyla parlak renk gelmiş, çizgi roman renkleri bize tesir ediyor.
Senarist Christina Hodson “Bumbleebee”den (2018) sonra burada da modern bir tazelik katıyor fantastik/bilimkurgu serilerine... Orada John Hughes etkili bir X kuşağı analizi varken burada tamamen android kuşağının hallerini inandırıcı bir şekilde ele alıyor. Ona ‘John Woo usulü çizgi romansılık’ da destek veriyor. Camp yapıya Robbie ile enerji katmak bu sayede önemli hale geliyor.
“KIRMIZI DEĞİRMEN!” VE “KILL BILL” GÖNDERMELERİ ÇOK LEZZETLİ!
“Yırtıcı Kuşlar”, yeni milenyumun iki postmodern başyapıtına akılda kalıcı göndermeler yapmasıyla da hafızalara kazınacaktır. Ewan McGregor’un Kidman’dan sonraki yeni kuşaktan çiftini Robbie olarak duyuran kıpkırmızı “Kırmızı Değirmen!” (“Moulin Rouge!”, 2001) göndermesi ile “Kill Bill”e (2003) atıfta bulunarak vukuatlarına başlayan Winstead’in karakteri gerçekten de leziz anlar servis ediyor. Bir sahnede ise 70'lerin bilimkurgu klasiği "Rollerball"u (1975) hedef alabiliyor.
Böylesi pastiş saygı duruşları dahi bu sinema deneyimini yaşamak için yeterli olabilir. Bu her iki sahnenin de karakterlerin hap içmiş evreni olarak tasarlamak ayrı bir uçarılık getiriyor aslında. Joker ve ‘Kara Şövalye’ nezdinde kapkaranlık bildiğimiz Gotham, burada öyle bir hal almış ki, #meToo olgulu başkaldırı için her şey tavan!
“KICK-ASS”E KIZ KARDEŞ OLARAK GELİYOR
Lulu Wang’tan tartışmasız iyi bir yönetmen olan Yan’ın yolu açık denebilir. İlk filminden sonra “Yırtıcı Kuşlar”, cinsiyet eşitsizliğine isyan eden büyük bütçeli süper kahraman filmlerine ezber bozan bir giriş değil belki. Ama üretildiği alanda başarılı bir deneme. Elbette Ewan McGregor, Rosie Perez, Chris Messina’nın sade ve sempatik katkısı da zalim ekibe destek veriyor. Senaryo ile kurgunun kesiştiği alternatif ve dinamik Gotham dünyası çok kıvrak!
Fazlasıyla da “Kick-Ass”in (2010) Leone etkili camp parodi evrenini akla getiriyor. Bunu hem film için hem de Taylor-Johnson’ın ‘Kick-Ass’i için ‘kardeş’ tabiriyle açıklamak mümkün olabilir. Bu açıdan ufuk açıcı bir noktaya uzanıyor film. ‘Saygı duruşu’ niyetine canlanan sinema göndermelerinin lezzeti daha da değerli hale geliyor bu sayede…
“Yırtıcı Kuşlar”, yeni milenyumun iki postmodern başyapıtına akılda kalıcı göndermeler yapmasıyla da hafızalara kazınacaktır. Ewan McGregor’un Kidman’dan sonraki yeni kuşaktan çiftini Robbie olarak duyuran kıpkırmızı “Kırmızı Değirmen!” (“Moulin Rouge!”, 2001) göndermesi ile “Kill Bill”e (2003) atıfta bulunarak vukuatlarına başlayan Winstead’in karakteri gerçekten de leziz anlar servis ediyor. Bir sahnede ise 70'lerin bilimkurgu klasiği "Rollerball"u (1975) hedef alabiliyor.
Böylesi pastiş saygı duruşları dahi bu sinema deneyimini yaşamak için yeterli olabilir. Bu her iki sahnenin de karakterlerin hap içmiş evreni olarak tasarlamak ayrı bir uçarılık getiriyor aslında. Joker ve ‘Kara Şövalye’ nezdinde kapkaranlık bildiğimiz Gotham, burada öyle bir hal almış ki, #meToo olgulu başkaldırı için her şey tavan!
“KICK-ASS”E KIZ KARDEŞ OLARAK GELİYOR
Lulu Wang’tan tartışmasız iyi bir yönetmen olan Yan’ın yolu açık denebilir. İlk filminden sonra “Yırtıcı Kuşlar”, cinsiyet eşitsizliğine isyan eden büyük bütçeli süper kahraman filmlerine ezber bozan bir giriş değil belki. Ama üretildiği alanda başarılı bir deneme. Elbette Ewan McGregor, Rosie Perez, Chris Messina’nın sade ve sempatik katkısı da zalim ekibe destek veriyor. Senaryo ile kurgunun kesiştiği alternatif ve dinamik Gotham dünyası çok kıvrak!
Fazlasıyla da “Kick-Ass”in (2010) Leone etkili camp parodi evrenini akla getiriyor. Bunu hem film için hem de Taylor-Johnson’ın ‘Kick-Ass’i için ‘kardeş’ tabiriyle açıklamak mümkün olabilir. Bu açıdan ufuk açıcı bir noktaya uzanıyor film. ‘Saygı duruşu’ niyetine canlanan sinema göndermelerinin lezzeti daha da değerli hale geliyor bu sayede…
'KARANLIK SULAR': HER ŞEY 'TEFLON' İÇİN!
FİLMİN NOTU: 4.2
|
Teflon’u bulan şirketin haklı davası, başarılı yönetmen Todd Haynes’in gözünden karşımıza çıkarılıyor. “Karanlık Sular” (“Dark Waters”), yeni bir “Dava” (“A Civil Action”) olmaktan uzak, Ed Lachman imzasını barındırmasıyla şaşırtarak sadece memuriyetle kalan vasat bir film.
‘CAROL’ NERE, ‘KARANLIK SULAR’ NERE?
Yeni Eşcinsel Sineması’nın (New Queer Cinema) öncülerinden Todd Haynes, plastik ve deneysel filmleriyle bilinir. Başyapıtları “Beni Orada Arama” (“I’m Not There”, 2007) ile biyografide çığır açması bir yana, “Cennetten Çok Uzakta” (“Far From Heaven”, 2002) ile Douglas Sirk’e cesur ve plastik bir saygı duruşunda bulunmuştu. İlk döneminde kült LGBTİ+ başyapıtı “Poison”u (1991) da aslında ufuk açıcı bir seyir servis etmesiyle kolay kolay unutulmamıştır.
2017’deki olmamış “Wonderstruck”tan sonra 2019’da “Karanlık Sular”la (“Dark Waters”) da yönetmen anlamsız bir memuriyet yapmış. Ed Lachman’ın tarihi lezbiyen ilişki filmi “Carol”ın (2015) ustalığının ardından buradaki sıradanlığa akıl sır erdirmek kolay değil. Filmin 1995-2011 arasında davanın süreçlerinde geçtiği görülüyor. Ama esas kaynak Teflon’u mal eden bir şirket. Ona kimsenin bir şey diyememesiyle bütün gümbürtü kopuyor.
“BENİ ORADA ARAMA”NIN YÖNETMENİ Mİ?
Yönetmen son 30 dakikada 2005-2012 arasında seneleri hızlandırma metoduyla biraz olsun bu durumun melankolisini de sinemasal coşkusunu de test etmiş. Görüntü yönetmeninin Ruffalo’nun canlandırdığı ana karakterin bir anda kusup hastaneye yatması yetkin bir uyum kesmesi ile canlanıyor. Bunun yanında bir sahnede kameranın üst açıdan yana dönüp onu turuncu ışıklarla takip etmesi de bir duyarlılık getiriyor.
Haynes, “Beni Orada Arama”da Bob Dylan’a 9 oyuncu ile yaklaşıp bio-pic’in kalıplarını delik deşik edip postmodern bir klasiğe imza atmıştı. “Karanlık Sular”da bu ‘parça parça ilerleme’ algısı yine var. Fakat işin doğrusu başlardaki ‘karanlık su’ niyetine canlanan grinin koyu tonları çok da işlevsel durmuyor. Anne Hathaway, Bill Camp, Tim Robbins devreye girdiğinde filmin ‘Oscar’a uygun bir şekilde gösterişli makyajla süslenmiş karakterler’e dönüşüyorlar.
STEVEN ZAILLIAN’IN “DAVA”SI KADAR YETKİN DEĞİL
Hepsi de çok uğraşmış. Oyuncuları suçlayamayız. Ama özellikle Camp’in aksanından hareketlerine kadar en inandırıcı karaktere can verdiği söylenebilir. Bunun ötesinde Ruffalo’nun evde kendini arkalara yerleştirip Anne Hathaway’den, yani eşinden kaçtığı bir görsel düzen var. Sonlara doğru hastane bölümünde Hathaway’in yüzünü görüyoruz. Bu da onun kalitesini ispatlıyor.
Elbette Dupont’a karşı gelen Mark Ruffalo’nun varlığı ilgi çekici. Ama onun da filmi alıp götürdüğü söylenemez. Daha ziyade bizle olabilecek ‘fabrikanın yarattığı yan sorunlar/çevre kirliliği’ne dair bir şeyler söyleme konusunda değerli bir yapıt ortaya çıkıyor. Bu da Steve Zaillian’ın başarılı mahkeme filmi “Dava”sı (“A Civil Action”, 1998) kadar etkili değil.
Orada Duvall-Travolta ilişkisi bile kalıcı olmuştu. Burada aile yapısına, ev hayatına odaklanan bir psikolojik yıkım var. Ama o omurgadan da “Safe” (1995), “Cennetten Çok Uzakta” gibi etkili bir film çıkmıyor. Aksine filmin yapısal çalkalanması yönetmenin en klasik çalışmasını işaret ediyor. Arada kalmış dil numarası da “Karanlık Sular”ın noktalanışının, yalpalanmaya tekabül etmesini duyuruyor.
SADECE BELGE DEĞERİ OLAN VASAT BİR FİLM
Marcelo Zarvos, Todd Haynes’in etkili besteleriyle sonladığı anlarda hikayenin ‘önemli’ hale gelmesini, yaşamasını sağlıyor. Ama bunun ötesinde “Karanlık Sular”, fabrikaların yarattığı zehirli teflon vakasına dair sadece belge değeri olan bir film. Bunun ötesinde de ulaştığı bir yer, önemli bir nokta, kalıcı bir seviyeden söz etmek güç.
Ruffalo’nun avukat tiplemesinin bile korkak planlandığı söylenebilir. Şirketten korkulduğu için onun aile hayatında vakit kaybedilip bir açmazın daha etkisiz olması sağlanmış. Karakterlerin gerçeklerini gösteren final dışında bir heyecan aşılamaktan uzak hantal “Karanlık Sular”. 1985’teki olay, ardından 1995 ve sonrası ise dava sürecinde hiçbir mahkeme sahnesi olmadan da bir vasatlık servis etmekle kalıyor.
‘CAROL’ NERE, ‘KARANLIK SULAR’ NERE?
Yeni Eşcinsel Sineması’nın (New Queer Cinema) öncülerinden Todd Haynes, plastik ve deneysel filmleriyle bilinir. Başyapıtları “Beni Orada Arama” (“I’m Not There”, 2007) ile biyografide çığır açması bir yana, “Cennetten Çok Uzakta” (“Far From Heaven”, 2002) ile Douglas Sirk’e cesur ve plastik bir saygı duruşunda bulunmuştu. İlk döneminde kült LGBTİ+ başyapıtı “Poison”u (1991) da aslında ufuk açıcı bir seyir servis etmesiyle kolay kolay unutulmamıştır.
2017’deki olmamış “Wonderstruck”tan sonra 2019’da “Karanlık Sular”la (“Dark Waters”) da yönetmen anlamsız bir memuriyet yapmış. Ed Lachman’ın tarihi lezbiyen ilişki filmi “Carol”ın (2015) ustalığının ardından buradaki sıradanlığa akıl sır erdirmek kolay değil. Filmin 1995-2011 arasında davanın süreçlerinde geçtiği görülüyor. Ama esas kaynak Teflon’u mal eden bir şirket. Ona kimsenin bir şey diyememesiyle bütün gümbürtü kopuyor.
“BENİ ORADA ARAMA”NIN YÖNETMENİ Mİ?
Yönetmen son 30 dakikada 2005-2012 arasında seneleri hızlandırma metoduyla biraz olsun bu durumun melankolisini de sinemasal coşkusunu de test etmiş. Görüntü yönetmeninin Ruffalo’nun canlandırdığı ana karakterin bir anda kusup hastaneye yatması yetkin bir uyum kesmesi ile canlanıyor. Bunun yanında bir sahnede kameranın üst açıdan yana dönüp onu turuncu ışıklarla takip etmesi de bir duyarlılık getiriyor.
Haynes, “Beni Orada Arama”da Bob Dylan’a 9 oyuncu ile yaklaşıp bio-pic’in kalıplarını delik deşik edip postmodern bir klasiğe imza atmıştı. “Karanlık Sular”da bu ‘parça parça ilerleme’ algısı yine var. Fakat işin doğrusu başlardaki ‘karanlık su’ niyetine canlanan grinin koyu tonları çok da işlevsel durmuyor. Anne Hathaway, Bill Camp, Tim Robbins devreye girdiğinde filmin ‘Oscar’a uygun bir şekilde gösterişli makyajla süslenmiş karakterler’e dönüşüyorlar.
STEVEN ZAILLIAN’IN “DAVA”SI KADAR YETKİN DEĞİL
Hepsi de çok uğraşmış. Oyuncuları suçlayamayız. Ama özellikle Camp’in aksanından hareketlerine kadar en inandırıcı karaktere can verdiği söylenebilir. Bunun ötesinde Ruffalo’nun evde kendini arkalara yerleştirip Anne Hathaway’den, yani eşinden kaçtığı bir görsel düzen var. Sonlara doğru hastane bölümünde Hathaway’in yüzünü görüyoruz. Bu da onun kalitesini ispatlıyor.
Elbette Dupont’a karşı gelen Mark Ruffalo’nun varlığı ilgi çekici. Ama onun da filmi alıp götürdüğü söylenemez. Daha ziyade bizle olabilecek ‘fabrikanın yarattığı yan sorunlar/çevre kirliliği’ne dair bir şeyler söyleme konusunda değerli bir yapıt ortaya çıkıyor. Bu da Steve Zaillian’ın başarılı mahkeme filmi “Dava”sı (“A Civil Action”, 1998) kadar etkili değil.
Orada Duvall-Travolta ilişkisi bile kalıcı olmuştu. Burada aile yapısına, ev hayatına odaklanan bir psikolojik yıkım var. Ama o omurgadan da “Safe” (1995), “Cennetten Çok Uzakta” gibi etkili bir film çıkmıyor. Aksine filmin yapısal çalkalanması yönetmenin en klasik çalışmasını işaret ediyor. Arada kalmış dil numarası da “Karanlık Sular”ın noktalanışının, yalpalanmaya tekabül etmesini duyuruyor.
SADECE BELGE DEĞERİ OLAN VASAT BİR FİLM
Marcelo Zarvos, Todd Haynes’in etkili besteleriyle sonladığı anlarda hikayenin ‘önemli’ hale gelmesini, yaşamasını sağlıyor. Ama bunun ötesinde “Karanlık Sular”, fabrikaların yarattığı zehirli teflon vakasına dair sadece belge değeri olan bir film. Bunun ötesinde de ulaştığı bir yer, önemli bir nokta, kalıcı bir seviyeden söz etmek güç.
Ruffalo’nun avukat tiplemesinin bile korkak planlandığı söylenebilir. Şirketten korkulduğu için onun aile hayatında vakit kaybedilip bir açmazın daha etkisiz olması sağlanmış. Karakterlerin gerçeklerini gösteren final dışında bir heyecan aşılamaktan uzak hantal “Karanlık Sular”. 1985’teki olay, ardından 1995 ve sonrası ise dava sürecinde hiçbir mahkeme sahnesi olmadan da bir vasatlık servis etmekle kalıyor.
'ŞEKER ÇOCUK': 'HAYAL ARKADAŞI FİLMİ' DAMARLI 'BABA-OĞUL İLİŞKİSİ FİLMİ'
FİLMİN NOTU: 5
|
Shia LaBeouf, kendi kariyerindeki sancıları senaryolaştırarak bir sinema filmiyle sunuyor. “Şeker Çocuk”, onun baba karakterine can verdiği, her karesine bal rengi ve tadı damlamış büyülü gerçekçi bir hayal arkadaşı/baba-oğul ilişkisi filmi. LaBoeuf’un katmanlı ve unutulmaz performansıyla anılacak.
LABOEUF’UN İTİRAFLARI
Shia LaBoeuf’un yükselişi hepimizin malumu. Ama ilginç bir şekilde boş blockbuster’lardan ziyade bağımsız filmlerde de oynama çalıştığını görüyoruz. Bunlar arasında özellikle “American Honey”de (2016) bir kalıcılığı var. “Şeker Çocuk” (“Honey Boy”, 2019) kendi oyunculuğa giriş, yükseleme anlarının ışığında bir yaklaşımı izliyoruz. ‘Transformers’ serisine gidip gelmenin yarattığı kafa karışıklığı ve ötesi devreye sokuluyor.
Başroldeki Noah Jupe ile Lucas Hedges’ın can verdiği 12 ve 22 yaşlarındaki Otis’in bize bıraktığı duygu ise aslında baba niyetine bir hayal arkadaşı görmek. Har’el, Braier’dan altın ve bal renginin sızdığı el-omuz kamerasının büyüleyici bir şekle sokulduğu bir görsellik istemiş. Bu durum da baba-oğul ilişkisinin gerçekçiliğini fazlasıyla ‘hayal arkadaşım baba’ olarak tasarlanmış bir yere taşıyor.
SANKİ ANTİ-META FİLMİN DEHLİZLERİ
Anıların sanrılar olarak filizlendiği, LaBoeuf’un da fazlasıyla bize bir hap anısı olarak belirdiği bir arayış var. Bu durum aslında anti-popüler film noktasında da bir arayışı duyuruyor. Büyük oranda büyülü gerçekçi bir baba-oğul ilişkisine kadar gidiyor. Bu doğrultuda planlanan bir ilk film çıkışı olarak günümüz Hollywood’una dair bir anti-meta-filme de dönüşüyor.
“Şeker Çocuk” (“Honey Boy”), kendi bal tadını arayan yeniyetme bir oyuncunun öyküsü. Onun halüsinasyonlarını da devreye sokarak fazlasıyla sahici olmayı beceriyor. Belki 94 dakikadan daha kısa olabilirmiş. Ama özellikle LaBoeuf’un “The Peanut Butter Falcon”la beraber 2019’dan iki kalıcı ve unutulmaz performansını izliyoruz.
KENDİNİ TEKRAR EDEBİLİYOR
Özellikle burada kendisini oynarken gerçekten de kontrolden çıkmış, diyaloglarla müthiş bir şekilde rol çalma denen şeyi gerçekleştiriyor. Har’el-Braier ikilisi onun bu boyutluluğu olmasaydı belki de bu kadar etkili bir baba-oğul ilişkisi tasvir edemeyebilirdi.
Çekim aşamasının anti-anlatısı bu kadar iz bırakmayabilirdi evrensel açıdan. ‘Daha kısa mı olmalıymış?’ konusunda kendini tekrar edebilse de “Şeker Çocuk”, ‘kişisellik’in ötesine geçen bir film…
LABOEUF’UN İTİRAFLARI
Shia LaBoeuf’un yükselişi hepimizin malumu. Ama ilginç bir şekilde boş blockbuster’lardan ziyade bağımsız filmlerde de oynama çalıştığını görüyoruz. Bunlar arasında özellikle “American Honey”de (2016) bir kalıcılığı var. “Şeker Çocuk” (“Honey Boy”, 2019) kendi oyunculuğa giriş, yükseleme anlarının ışığında bir yaklaşımı izliyoruz. ‘Transformers’ serisine gidip gelmenin yarattığı kafa karışıklığı ve ötesi devreye sokuluyor.
Başroldeki Noah Jupe ile Lucas Hedges’ın can verdiği 12 ve 22 yaşlarındaki Otis’in bize bıraktığı duygu ise aslında baba niyetine bir hayal arkadaşı görmek. Har’el, Braier’dan altın ve bal renginin sızdığı el-omuz kamerasının büyüleyici bir şekle sokulduğu bir görsellik istemiş. Bu durum da baba-oğul ilişkisinin gerçekçiliğini fazlasıyla ‘hayal arkadaşım baba’ olarak tasarlanmış bir yere taşıyor.
SANKİ ANTİ-META FİLMİN DEHLİZLERİ
Anıların sanrılar olarak filizlendiği, LaBoeuf’un da fazlasıyla bize bir hap anısı olarak belirdiği bir arayış var. Bu durum aslında anti-popüler film noktasında da bir arayışı duyuruyor. Büyük oranda büyülü gerçekçi bir baba-oğul ilişkisine kadar gidiyor. Bu doğrultuda planlanan bir ilk film çıkışı olarak günümüz Hollywood’una dair bir anti-meta-filme de dönüşüyor.
“Şeker Çocuk” (“Honey Boy”), kendi bal tadını arayan yeniyetme bir oyuncunun öyküsü. Onun halüsinasyonlarını da devreye sokarak fazlasıyla sahici olmayı beceriyor. Belki 94 dakikadan daha kısa olabilirmiş. Ama özellikle LaBoeuf’un “The Peanut Butter Falcon”la beraber 2019’dan iki kalıcı ve unutulmaz performansını izliyoruz.
KENDİNİ TEKRAR EDEBİLİYOR
Özellikle burada kendisini oynarken gerçekten de kontrolden çıkmış, diyaloglarla müthiş bir şekilde rol çalma denen şeyi gerçekleştiriyor. Har’el-Braier ikilisi onun bu boyutluluğu olmasaydı belki de bu kadar etkili bir baba-oğul ilişkisi tasvir edemeyebilirdi.
Çekim aşamasının anti-anlatısı bu kadar iz bırakmayabilirdi evrensel açıdan. ‘Daha kısa mı olmalıymış?’ konusunda kendini tekrar edebilse de “Şeker Çocuk”, ‘kişisellik’in ötesine geçen bir film…
'ANNELERİMİZ': GERÇEKLİĞİYLE ÇARPAN TARİHİ BİR YAS FİLMİ
FİLMİN NOTU: 5.9
|
César Diaz’ın Cannes 2019’dan Altın Kamera'yla dönen filmi, son dönemde Guatemala sinemasından çıkan başarılı ilk filmlerden. “Annelerimiz”, erkek egemen toplum eleştirisini yas ve kayıp üzerinden modern bir dille sinemaya taşıyor.
GUATEMALA SİNEMASINDAKİ YÜKSELİŞ EGZOTİK DOĞAYLA DEĞERLİ
Son yıllarda çıkış yapan Guatemala sineması aslında tek bir ismin yoğunluklu üretiminden gidiyor. Genel anlamda ise ‘çarpıcı gerçeklikleri’, sömürmeden yansıtma hedefiyle yola çıkıyor. Bu durumun egzotik bir mana üzerinden gitmesine karşın dürüst bir ifade gücünü devreye sokabildiği de muhakkak.
“Gasolin” (“Gasolina”, 2008) gibi amatör işlerden sıyrılma var. Bu durum karşısında Jayro Bustamante’nin “Volkan” (“Ixcanul”, 2015), “Tremors” (“Temblores”, 2018), “The Weeping Woman” ( (“La Lorona”, 2019) filmleriyle bir gelenek yarattığı görülüyor. Ama egzotik diyarları çıkış filminde abarttığı da gözden kaçmıyor.
2020’deyse “Hayaletler” (“Los Fantasmas”, 2020) gibi dikkat çekici bir ilk filmin çıkması şaşırtıcı değil. Diaz ise “Volkan”ın kurguculuğundan sonra "Annelerimiz"de ("Nuestra Madres", 2019) senarist-yönetmen kimliğiyle bir kuşağın mensubu olarak karşımıza çıkıyor.
UCU 1982’YE UZANAN BİR ARAŞTIRMA SÜRECİ
Sinemacı, filmi 2018’de açsa da 1982’te İç Savaş yıllarında kaybedilen annelerin izini süren bir çeşit seremoninin peşine takılıyor. Aslında Brezilya’nın Cinema Novo’su ile Arjantin’in Solanas önderliğindeki Yeni Sineması’nın damarının yüzleşmesi olarak anılabilir. Ülkenin tarihindeki erkek egemen düzene dair, ‘anneler’ üzerinden acı yüklü ve sömürüye kaymayan bir dramatik damar buluyor film.
Guatemala usulü bir yas-kayıp filmi işleyen. Bu da büyük oranda bir siyasi irade ve erkek egemen düzen eleştirisi getiriyor. “Annelerimiz”, tersyüz edilen aileler, kadın istismarı ve kıyım üzerine bir film aslında. Bunlara dair bir ağıt olarak da planlanıyor. Virginie Surdej’in kaydırılan kamerayla gerçekleri resmetmesi doğru bir kurguyla elden geçiyor. İmgeler ne yüzümüze vuruyor, ne de sıradanlığın dozunu kaçırıyor. Diaz’ın arka planındaki kurguculuk filmin dengeli yapısına yansımış.
ÇARPICI BİR ANNELİK ÖYKÜSÜ
Bu omurga eşliğinde bir anlam bütünlüğü aranıyor. Kocasını arayan antropolog Ernesto üzerinden aslında ülkenin bütün tarihini keşfe çıkan çarpıcı bir annelik öyküsü akıyor. Metaforik yas filmi, annenin de babanın da arandığı süreçte gerçekten kayıp yüzleri keşfe çıkarken iç burkuyor.
Ama bunu melodramatik bir şekilde yapmıyor. Aksine Orta Amerika doğasının, oraların siyasetinin eleştiriler bir dışavuruma, başkaldırıya eşliğini izliyoruz. “Annelerimiz”, içimizi burkan bir Guatemala filmi. Fonundaki savaşın yarattığı katman katman ilerleyen aile tablosuyla da etkilemeyi beceriyor. Diaz’ın sinematografik dili orijinal olmasa da senaryosu ilmik ilmik örülmüş.
GUATEMALA SİNEMASINDAKİ YÜKSELİŞ EGZOTİK DOĞAYLA DEĞERLİ
Son yıllarda çıkış yapan Guatemala sineması aslında tek bir ismin yoğunluklu üretiminden gidiyor. Genel anlamda ise ‘çarpıcı gerçeklikleri’, sömürmeden yansıtma hedefiyle yola çıkıyor. Bu durumun egzotik bir mana üzerinden gitmesine karşın dürüst bir ifade gücünü devreye sokabildiği de muhakkak.
“Gasolin” (“Gasolina”, 2008) gibi amatör işlerden sıyrılma var. Bu durum karşısında Jayro Bustamante’nin “Volkan” (“Ixcanul”, 2015), “Tremors” (“Temblores”, 2018), “The Weeping Woman” ( (“La Lorona”, 2019) filmleriyle bir gelenek yarattığı görülüyor. Ama egzotik diyarları çıkış filminde abarttığı da gözden kaçmıyor.
2020’deyse “Hayaletler” (“Los Fantasmas”, 2020) gibi dikkat çekici bir ilk filmin çıkması şaşırtıcı değil. Diaz ise “Volkan”ın kurguculuğundan sonra "Annelerimiz"de ("Nuestra Madres", 2019) senarist-yönetmen kimliğiyle bir kuşağın mensubu olarak karşımıza çıkıyor.
UCU 1982’YE UZANAN BİR ARAŞTIRMA SÜRECİ
Sinemacı, filmi 2018’de açsa da 1982’te İç Savaş yıllarında kaybedilen annelerin izini süren bir çeşit seremoninin peşine takılıyor. Aslında Brezilya’nın Cinema Novo’su ile Arjantin’in Solanas önderliğindeki Yeni Sineması’nın damarının yüzleşmesi olarak anılabilir. Ülkenin tarihindeki erkek egemen düzene dair, ‘anneler’ üzerinden acı yüklü ve sömürüye kaymayan bir dramatik damar buluyor film.
Guatemala usulü bir yas-kayıp filmi işleyen. Bu da büyük oranda bir siyasi irade ve erkek egemen düzen eleştirisi getiriyor. “Annelerimiz”, tersyüz edilen aileler, kadın istismarı ve kıyım üzerine bir film aslında. Bunlara dair bir ağıt olarak da planlanıyor. Virginie Surdej’in kaydırılan kamerayla gerçekleri resmetmesi doğru bir kurguyla elden geçiyor. İmgeler ne yüzümüze vuruyor, ne de sıradanlığın dozunu kaçırıyor. Diaz’ın arka planındaki kurguculuk filmin dengeli yapısına yansımış.
ÇARPICI BİR ANNELİK ÖYKÜSÜ
Bu omurga eşliğinde bir anlam bütünlüğü aranıyor. Kocasını arayan antropolog Ernesto üzerinden aslında ülkenin bütün tarihini keşfe çıkan çarpıcı bir annelik öyküsü akıyor. Metaforik yas filmi, annenin de babanın da arandığı süreçte gerçekten kayıp yüzleri keşfe çıkarken iç burkuyor.
Ama bunu melodramatik bir şekilde yapmıyor. Aksine Orta Amerika doğasının, oraların siyasetinin eleştiriler bir dışavuruma, başkaldırıya eşliğini izliyoruz. “Annelerimiz”, içimizi burkan bir Guatemala filmi. Fonundaki savaşın yarattığı katman katman ilerleyen aile tablosuyla da etkilemeyi beceriyor. Diaz’ın sinematografik dili orijinal olmasa da senaryosu ilmik ilmik örülmüş.
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
AJANLAR İŞ BAŞINDA (SPIES IN DISGUISE): 6.5
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ (PORTRAIT OF A LADY ON FIRE): 5.5
AMAN REİS DUYMASIN: 2.7
ASTRAL BOYUT (ASTRAL): 3.4
AŞK TESADÜFLERİ SEVER 2: 4.6
BABA PARASI: 4.3
BACURAU: 5
BAD BOYS 3 (BAD BOYS FOR LIFE): 5.4
BAL ÜLKESİ (HONEYLAND): 3.5
BEDENİMİ KAYBETTİM (J’AI PERDU MON CORPS): 5.7
BEYAZ HÜZÜN: 4.5
BIÇAKLAR ÇEKİLDİ (KNIVES OUT): 4
BİZ BÖYLEYİZ: 5.6
CATS: 5.5
CEP HERKÜLÜ: NAİM SÜLEYMANOĞLU: 4.2
CİNAYET SÜSÜ: 5.2
DERİN SULAR (UNDERWATER): 5.5
DOKTOR UYKU (DOCTOR SLEEP): 6.7
DOLITTLE: 4.8
ELTİLERİN SAVAŞI: 5
ELVEDA (THE FAREWELL): 2.6
EMA: 6.2
GAMONYA ÜLKESİ: 4.8
GÜZELLİĞİN PORTRESİ: 4.5
HAİN (IL TRADITORE): 5.2
IP MAN 4: 3.7
JUMANJİ: YENİ SEVİYE: 2.5
KARA NOEL (BLACK CHRISTMAS): 4
KARLAR ÜLKESİ 2 (FROZEN 2): 5.3
KÜÇÜK JOE (LITTLE JOE): 6.2
JUDY: 3.8
KUZULAR FİRARDA: UZAY PARKI (SHAUN THE SHEEP: FARMAGEDDON): 6.2
LARA: 4.5
MATTHIAS & MAXIME: 3.6
MUCİZE 2: AŞK: 5.8
PARAZİT (PARASITE): 6.7
RAFADAN TAYFA 2: 1.9
RESMİ SIRLAR (OFFICIAL SECRETS): 3.5
SAKLI GERÇEKLER (LA VERITE): 5
SEFİLLER (LES MISERABLES): 4
SIFIR BİR: 3.9
SKANDAL (BOMBSHELL): 4.5
ŞUURSUZ AŞK: 3.5
STAR WARS: SKYWALKER’IN YÜKSELİŞİ: 3.5
TAVŞAN JOJO (JOJO RABBIT): 4.3
TÜRKLER GELİYOR: 2.6
UZUN KIZ (BEANPOLE): 7
ÜZGÜNÜZ, SİZE ULAŞAMADIK (SORRY WE MISSED YOU): 2
YABANİ (TVAR): 4.5
AJANLAR İŞ BAŞINDA (SPIES IN DISGUISE): 6.5
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ (PORTRAIT OF A LADY ON FIRE): 5.5
AMAN REİS DUYMASIN: 2.7
ASTRAL BOYUT (ASTRAL): 3.4
AŞK TESADÜFLERİ SEVER 2: 4.6
BABA PARASI: 4.3
BACURAU: 5
BAD BOYS 3 (BAD BOYS FOR LIFE): 5.4
BAL ÜLKESİ (HONEYLAND): 3.5
BEDENİMİ KAYBETTİM (J’AI PERDU MON CORPS): 5.7
BEYAZ HÜZÜN: 4.5
BIÇAKLAR ÇEKİLDİ (KNIVES OUT): 4
BİZ BÖYLEYİZ: 5.6
CATS: 5.5
CEP HERKÜLÜ: NAİM SÜLEYMANOĞLU: 4.2
CİNAYET SÜSÜ: 5.2
DERİN SULAR (UNDERWATER): 5.5
DOKTOR UYKU (DOCTOR SLEEP): 6.7
DOLITTLE: 4.8
ELTİLERİN SAVAŞI: 5
ELVEDA (THE FAREWELL): 2.6
EMA: 6.2
GAMONYA ÜLKESİ: 4.8
GÜZELLİĞİN PORTRESİ: 4.5
HAİN (IL TRADITORE): 5.2
IP MAN 4: 3.7
JUMANJİ: YENİ SEVİYE: 2.5
KARA NOEL (BLACK CHRISTMAS): 4
KARLAR ÜLKESİ 2 (FROZEN 2): 5.3
KÜÇÜK JOE (LITTLE JOE): 6.2
JUDY: 3.8
KUZULAR FİRARDA: UZAY PARKI (SHAUN THE SHEEP: FARMAGEDDON): 6.2
LARA: 4.5
MATTHIAS & MAXIME: 3.6
MUCİZE 2: AŞK: 5.8
PARAZİT (PARASITE): 6.7
RAFADAN TAYFA 2: 1.9
RESMİ SIRLAR (OFFICIAL SECRETS): 3.5
SAKLI GERÇEKLER (LA VERITE): 5
SEFİLLER (LES MISERABLES): 4
SIFIR BİR: 3.9
SKANDAL (BOMBSHELL): 4.5
ŞUURSUZ AŞK: 3.5
STAR WARS: SKYWALKER’IN YÜKSELİŞİ: 3.5
TAVŞAN JOJO (JOJO RABBIT): 4.3
TÜRKLER GELİYOR: 2.6
UZUN KIZ (BEANPOLE): 7
ÜZGÜNÜZ, SİZE ULAŞAMADIK (SORRY WE MISSED YOU): 2
YABANİ (TVAR): 4.5