KİMLİK SAHİBİ MİNİMALİST
Nisan 2007 - Sinema Dergisi
|
Bazı yönetmenler vardır, sinema tarihini değiştirirler. Bazı yönetmenler vardır; tarzlarıyla, stilleriyle, görsel dünyalarıyla kimliklerini ortaya koyarlar. İşte Jim Jarmusch, bu ikinci tanımlamaya giriyor. Tabii birincisi için de aday olabileceğini es geçmeyelim. Jarmusch, sinema tarihinin en önemli minimalist yönetmenlerinden. Bunu kabul ettirmesinin en belirgin nedeni, filmlerinin temasal bütünlük ile görsel bütünlüğü birleştirmesi. Yani, herhangi bir Amerikan bağımsız filmini izlerken ‘Jarmusch filmi izliyorum’ diye tahmin yürütme şansımız yüksek. Bu da onun sinemasının ne kadar çok ismi etkilediğini kanıtlıyor...
Kariyerine, 1980’de başlayan yönetmen; yaklaşık 3’er sene arayla, 7 kurmaca film, 1 de belgesel çekti. Neredeyse eserlerinin tamamında, yol kavramının üzerine gitti. Yola çıkan bir veya birden fazla karakteri merkeze yerleştirip, yolda yaşananlardan çok varılan yerdeki ruhsal değişimi ve kimlik arayışını masaya yatırdı. İlk filmi “Permanent Vacation” ve ikinci filmi “Stranger Than Paradise”, bu modeli ilk hissettiren yapımlar oldular. Yönetmen, birincisinde, yola çıkan 20 yaşlarında bir çocuğun kimlik arayışını perdeye taşırken; ikincisinde, kuzeninin gelişiyle yolculuğa çıkan ve New York’ta yaşayan yalnız bir adamın hikayesine değindi. İki film de yalnız kalan ve varoluşçu dertleri olan karakterlerin izinden gidiyor; bu karakterlerin, minimalist görsel yapı yoluyla hayattan uzaklaşmaları, perdeye yansıtılıyordu. Filmlerin siyah-beyaz olması, Jim Jarmusch’un modeline özel bir ruh katıyordu. İlk iki filmiyle oluşturduğu model, 1986’da “Down By Law” ile ufak da olsa değişime uğruyordu. Bu sefer merkeze, hapishanede tanışan 3 karakteri yerleştirip, onların kimlik arayışlarını anlatıyor; yapısında, dramdan çok komedi ön plana çıkıyordu. Film, aslen minimalist bir komediydi... Ve en saf haliyle siyah-beyaz bir Jarmusch filmiydi. Bu üç film; hem Jarmusch sineması açısından, hem Amerikan bağımsız sineması açısından, hem de Arthouse sinema açısından büyük bir önem arz ederek sinema tarihine yazıldılar.
Onun sayesinde, 1970’lerde Amerikan sinemasında çokça gördüğümüz yol filmleri (Bkz. Two-Lane Blacktop), daha entelektüel ve stilize bir yapıya kavuştular. Ancak asıl önemli olan hikaye iskeletinin, bağımsız sinemanın hammaddesi haline gelmesiydi. Hal Hartley’den Gregg Araki’ye kadar birçok önemli yönetmen, Jarmusch’un temasal bütünlüğünü, görsel yapısını ve hikaye iskeletini kendi ideolojilerine uyarlayarak kullandılar. “Stranger Than Paradise”, Cannes Film Festivali’nde Altın Kamera ödülü almasıyla, Amerikan bağımsız sinemasının uluslararası platformda kabul görmesini sağladı. “Down by Law” ise, minimalist bir yapıyla komedi türüne girerek, Amerikan bağımsız sinemasında daha sonra devreye girecek birçok yönetmenin esin kaynağı oldu. Örneğin, Alexander Payne, Wes Anderson gibi isimlerin, Jarmusch’a çok şey borçlu olduğunu söyleyebiliriz...
Yani yönetmen, hafif değişken filmografisiyle daha 3. filminden sinemanın geleceğini şekillendirmeyi başardı. Bunu, günümüzden geriye bakış attığımızda daha iyi görmemiz mümkün. 1989’a geldiğimizde, Jarmusch 4. filmini ve ilk renkli filmini çekti. Kendi modelini, yine farklı bir düzene oturttu. “Mystery Train” (1989) ve “Night on Earth” (1991), kısa hikayelerden oluşan iki filmdi. Birincisi aynı otelde buluşan 3 hikayeyi, ikincisi ise farklı ülkelerin taksilerinde geçen 5 hikayeyi anlatıyordu. Yani çok hikayeli ve karakterli bir yapı kuruyordu. Robert Altman’ın kullandığı modele yanaşsa da, asıl olarak durum komedisini ve absürt komediyi benimsiyordu. Kariyerinin daha önceki bölümünde de belli ettiği kültür farkları temasını, minimalist bir sinemayla masaya yatırıyordu. Böylece Jarmusch, yine farklı bir yola sapıyordu. Buna rağmen, temasal ve görsel bütünlüğünü korumaya devam ediyordu.
1995’de gelen “Dead Man”, tek hikayeli film modelini western kalıplarına uyarlıyordu. Aynı zamanda da yönetmenin siyah-beyaz sinemaya dönüş eseriydi. Bir anti-kahramanı merkeze yerleştirip, onun yolculuğunu anlatırken 'saykodelik düşler' üzerine gitmeye de ilk kez başlıyordu. 1999’da çektiği “Ghost Dog: The Way of Samurai”, yönetmenin en formalist ve farklı filmiydi. Öznel bir sinemayla, bir katilin hayat hikayesine giriyor; bunu yaparken, daha biçimci bir sinemaya başvuruyordu.
Bu filmle, yönetmenin sinemasının ana özelliklerinden biri daha ortaya çıkıyordu. Jim Jarmusch, genelde anti-kahramanları, ezilenleri ve en önemlisi de sokak kültürüyle yetişen bireyleri anlatan bir yönetmendi. Bunların hikayelerini anlatırken ise, hayatın getirdiği yalnızlığı özümsüyordu. 2003’de “Coffee and Cigarettes” –ki 80’ler çektiği bir grup siyah-beyaz kısa filmi birleştiriyor- ile çok hikayeli film modelini kullanırken, 2005 yılında çektiği “Broken Flowers”la tamamen köklerine dönüyordu. Ama bu seferki renkli ve zihinsel bir yol filmiydi...
EN İYİ 5 JIM JARMUSCH FİLMİ:
1-Mystery Train (1989)
2-Stranger Than Paradise (1984)
3-Ghost Dog: The Way of Samurai (1999)
4-Broken Flowers (2005)
5-Dead Man (1995)