BİZE DE BEKLERİZ # 30: MARGARET
18/07/2012 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 7.8
|
New York’taki yaşayışlardan ‘11 Eylül’ sonrasına uygun bir ‘kötücül davranış’ merkezi çıkaran “Margaret”, Antonioni’nin soyut mekan kullanımını ABD’nin en çok etnik gruba sahip eyaletine uygun bulmuş. Kenneth Lonergan da beraketin bozulmasını yani ‘en saf motivasyon’un açığa çıkmasını, dramatik çekirdek olarak bir ‘kaza’nın peşine takarak yetkin bir modern sinema örneği koyuyor önümüze. Hem de detaycı karakter analizleri, çok boyutlu diyalogları, derin felsefik yapısı ve iz bırakan performansları ile dikkat çekerken, Lumet, Antonioni ile Cassavetes’ten birer parça bulunduran ve biraz mistik biraz öznel duran bir ‘karakter draması’nın eşliğinde...
“You Can Count on Me” (2000) ile çeşitli ödüller kazanan Kenneth Lonergan, kalemiyle dikkat çeken bir ‘bağımsız ruh’ olmasına karşın bir şekilde 11 senedir sinema sahnesinden uzak kaldı. Arada birkaç filmde ortak senaristlikler yapmasını saymıyoruz elbette. “Margaret” (2011) ise onun kendisini ne kadar geliştirdiğini kanıtlayan bir proje. Filmin 2005’te çekimlerinin, 2009’da kurgusunun son haline yakınının tamamlanabildiği ‘tam bir baş belası’na dönüştüğünü biz değil, kitabi bilgiler söylüyor.
DETAYCI KARAKTER ANALİZLERİ VE ÇOK BOYUTLU KARAKTERLER
Ancak bu durum çekimler bittiğinde 23 yaşında olan Anna Paquin’in, bu dolgun rol sayesinde ‘yükselme’sini engellenmiş gibi. Zira bekareti bozulmamış 17 yaşında bir ergeni oynayan oyuncu, şimdi bakınca karakterinin yaşıtlarının bir hayli üzerinde gözüküyor. Ancak bu, çok fazla göze çarpmıyor neyse ki. Öyle ki Lonergan, Mark Ruffalo’yu 2000’de sinemaya kazandırmasından da bildiğimiz gibi oyuncu yönetimi konusunda takıntılı bir isim.
Onun bu bakış açısı da detaycı karakter analizlerine, en ince mimiğine kadar çizilen oyuncu performanslarına ve çok boyutlu diyaloglara kadar uzanmış. “Margaret”, son zamanlarda gördüğümüz en derinlikli karakterleri ve en katmanlı senaryolardan birini sunuyor bizlere. Böylece bu doğrultuda yaptıklarını farklı bir işleve büründüren Lonergan’a daha fazla değer biçiyoruz.
DRAMATİK AÇIDAN LUMET, GÖRSEL AÇIDAN ANTONIONI
Zira yönetmen ilk filminden bildiğimiz ‘iki kardeş hikayesi’ odaklı karakter draması omurgasını durgunlukla peliküle aktarma güdüsünü biraz farklılaştırmış burada. Bu sefer bir ergenin varoluş öyküsünü annesi ile babasını da kapsayarak anlatırken, kalıpların dışına çıkmayı tercih etmiş. Antonioni’nin filmlerinde gördüğümüz ‘belli bir olayı soyut analiz için maşa olarak kullanmak’ geleneğini devreye sokmuş.
Bu durum da “Margaret”ın Cassavetes’den gelen etkiyi dramatik çatışma noktasında korumasını sağlarken, Lonergan’ın orta sınıf ahlakını Sidney Lumet’vari inceleyen ama dilsel anlamda Antonioni’ye benzeyen bir yapı servis etmesini sağlamış. Zira burada 17 yaşındaki karakterimizin gördüğü bir kaza ve onun getirdikleri var. Ancak o, karakterin açılmasını, bekaretini bozmasını, annesine kafa tutmasını ve bir şeyleri başarmasını tetikleyen öğeye dönüşmüş.
STANDART BİR BEKARETİN BOZULMASI DEĞİL
Kazanın etrafındaki karakterler de bu vicdan muhasebesi, suçluluk duygusu, kendini sorgulama, ölüm gibi kavramlara eşlik etmiş. Aslında Lonergan, durağan bir çocuktan çıkma teklifi alan Lisa’nın (Paquin) bunun sonrasında okulun en çapkın erkeğine bekaretini bozdurmasını ve tabiri caizse öğretmeniyle yatağa girmesini ele alıyor. Bu doğrultuda da anne ile babasının iletişimsel düsturlarını devreye sokuyor.
Ancak akış beklediğimiz gibi cinsel uyanışa ya da bekaretin bozulmasına açılma gibi klasik örgüde ilerlemiyor. Aksine yönetmen, mahalle olarak Manhattan’ın Upper West Side bölgesine, yani New York’un daha orta sınıfa mensup insanlarının ikamet ettiği bir yere odaklanmış. Otobüs şoförünün (Mark Ruffalo) Lisa’nın katkısıyla ‘suçlu’ konumuna düşürüldüğü ‘kaza olayı’nın devamında da olaylar şekillenmiş.
SINIFSAL AHLAK MESELESİ 'VİCDAN' ÜZERİNDEN OKUNUYOR
Bu ana ‘sebebiyet veren’ karakterimiz de sözde vicdan muhasebesi yapıp ölümün ardında yatan ‘şoför hatalıydı’ görüşünü açığa çıkarmaya çalışıyor. Adalet sistemini sorgularken, MTA’yı (taşıtlar birliği) tazminat davasına sokmaya çalışıyor. Aslında Lonergan, bu yan hikayeyi ‘yem’ olarak yerleştirmiş. Zira onun amacı Lisa’nın varoluşunu gözden geçirdiği ergenlik dönemiyle ilgilenmek.
Bu durum için de onun karaktersel ayaklanma ve bir şeyleri ilk kez kendi yapıp ayakları üzerinde durabilme algısını açığa bu olayla çıkarıyor. Olaya sebebiyet veren karakterimizin şoförü suçlu göstermesi, bir sınıfsal ahlak muhakemesine götürüyor bizleri. Ancak esasen cinsel ve ailesel arayışta ‘cesaret’ olgusu ‘vicdan’ ile birlikte devreye sokulmuş.
NEW YORK ZEMİNLİ BİR ANTONIONI FİLMİ GİBİ
11 Eylül sonrası “25. Saat”vari (“25th Hour”, 2002) bir insanlığın kötücüllüğüne bakış olarak da anılabilecek “Margaret”, okuldaki dersleri araya ‘didaktizm’ niyetine sokup Shakespeare’den başka yazarlara uzanan bir felsefi ve dini okuma tutanağı da veriyor seyircinin eline. Bunun da hedefi ana akıştan kopup esas olması gerekenleri düzine düzine kağıt halinde göstermek adeta. ‘Margaret’ adının Shakespeare’in ‘Much Ado About Nothing’ eserinde ‘kraliçenin ruhani kızkardeşi’ olarak kullanılıp, ‘inci’ anlamına gelmesi de ‘hafif mistik’ bir tonu devreye sokuyor.
Bu duruma annenin sevgilisinin ölmesi de eklenince ‘ölüm’ ile gelen hüznün operadaki insanlar arasında kalmış halini izliyoruz. Aslında Lonergan’ın amacı New York zemininde Antonioni’nin üst-orta sınıf eleştirisini canlandırırken yabancılaşan-yalnızlaşan arkadaşsız Lisa’nın uyuşturucu, cinsellik ve ölüm ile imtihanını masaya yatırmış. ‘Suçluluk duygusu’nu da onun sorular sorması gereğiyle açığa çıkarmış. Filmin girişini yavaş çekim ile New York insanlarının arasında yapması veya aralarına sürekli uzaktan-alttan çekilmiş görüntü ya da Lisa’nın ortadan kaybolması ‘efekt’lerini sokması da tesadüf değil.
METROPOLÜN SIKIŞTIRDIĞI HAYATLAR NASIL NEFES ALABİLİR?
Zira New York gibi büyük bir eyalette her dakika her insanın böyle bir olay yaşayabileceğini anlatmaya çalışıyor yönetmen. Bunu da duyusal ve soyut bir çerçevede klasik müzik ezgileriyle gerçekleştiriyor. Böylece son dönemde Sofia Coppola’nın ‘Michelangelo Antonioni modeli’ne yaptığına benzer bir yaklaşımda bulunuyor. Kameranın aradan sıkışmışken gökyüzüne bakıp bir uçağı görmesi de aslında bu durumun bir kanıdı.
Çünkü sıkışmışlık sebebiyle tesadüflerin bir araya getirdiği olaylar silsilesi ve sorgulama gerçekleşiyor metropollerde. Bu duruma anne, kız, ölen kadın ve şoförün dramatik öyküleri de eklenebilir. Zira 95. Sokaktaki alt sınıfın yaşadığı mahalle, Soho veya Columbus Circle farketmeden her sınıftan veya etnik gruptan ‘New York’lu’nun (New Yorker) düşünce yapısı farklı. Biri hayatını kurtarmak için yalan söyleyebilirken, diğeri ‘doğrular’ için dürüst davrandığını iddia edebiliyor.
“Margaret” da zaten gerçek bir New York portresi yakalarken, her insanın kesişen hayatlarının bu tarz noktalara ulaşabileceğini masaya yatırmış. Bu bağlamda karşımıza çıkardıklarının Cassavetes’in diyalog ve iletişim duygusu, Lumet’in alt metinleri ile Antonioni’nin ölçek ve soyut anlayış kıstasını bir araya getirdiği görülebiliyor. İnsanlar arasında kaybolmuş, iki ölümle boğuşan karakterin hali ne olacak peki? Aslında bu sorunun cevabı için onun etraflarındakilere bakmak yeterli!
“You Can Count on Me” (2000) ile çeşitli ödüller kazanan Kenneth Lonergan, kalemiyle dikkat çeken bir ‘bağımsız ruh’ olmasına karşın bir şekilde 11 senedir sinema sahnesinden uzak kaldı. Arada birkaç filmde ortak senaristlikler yapmasını saymıyoruz elbette. “Margaret” (2011) ise onun kendisini ne kadar geliştirdiğini kanıtlayan bir proje. Filmin 2005’te çekimlerinin, 2009’da kurgusunun son haline yakınının tamamlanabildiği ‘tam bir baş belası’na dönüştüğünü biz değil, kitabi bilgiler söylüyor.
DETAYCI KARAKTER ANALİZLERİ VE ÇOK BOYUTLU KARAKTERLER
Ancak bu durum çekimler bittiğinde 23 yaşında olan Anna Paquin’in, bu dolgun rol sayesinde ‘yükselme’sini engellenmiş gibi. Zira bekareti bozulmamış 17 yaşında bir ergeni oynayan oyuncu, şimdi bakınca karakterinin yaşıtlarının bir hayli üzerinde gözüküyor. Ancak bu, çok fazla göze çarpmıyor neyse ki. Öyle ki Lonergan, Mark Ruffalo’yu 2000’de sinemaya kazandırmasından da bildiğimiz gibi oyuncu yönetimi konusunda takıntılı bir isim.
Onun bu bakış açısı da detaycı karakter analizlerine, en ince mimiğine kadar çizilen oyuncu performanslarına ve çok boyutlu diyaloglara kadar uzanmış. “Margaret”, son zamanlarda gördüğümüz en derinlikli karakterleri ve en katmanlı senaryolardan birini sunuyor bizlere. Böylece bu doğrultuda yaptıklarını farklı bir işleve büründüren Lonergan’a daha fazla değer biçiyoruz.
DRAMATİK AÇIDAN LUMET, GÖRSEL AÇIDAN ANTONIONI
Zira yönetmen ilk filminden bildiğimiz ‘iki kardeş hikayesi’ odaklı karakter draması omurgasını durgunlukla peliküle aktarma güdüsünü biraz farklılaştırmış burada. Bu sefer bir ergenin varoluş öyküsünü annesi ile babasını da kapsayarak anlatırken, kalıpların dışına çıkmayı tercih etmiş. Antonioni’nin filmlerinde gördüğümüz ‘belli bir olayı soyut analiz için maşa olarak kullanmak’ geleneğini devreye sokmuş.
Bu durum da “Margaret”ın Cassavetes’den gelen etkiyi dramatik çatışma noktasında korumasını sağlarken, Lonergan’ın orta sınıf ahlakını Sidney Lumet’vari inceleyen ama dilsel anlamda Antonioni’ye benzeyen bir yapı servis etmesini sağlamış. Zira burada 17 yaşındaki karakterimizin gördüğü bir kaza ve onun getirdikleri var. Ancak o, karakterin açılmasını, bekaretini bozmasını, annesine kafa tutmasını ve bir şeyleri başarmasını tetikleyen öğeye dönüşmüş.
STANDART BİR BEKARETİN BOZULMASI DEĞİL
Kazanın etrafındaki karakterler de bu vicdan muhasebesi, suçluluk duygusu, kendini sorgulama, ölüm gibi kavramlara eşlik etmiş. Aslında Lonergan, durağan bir çocuktan çıkma teklifi alan Lisa’nın (Paquin) bunun sonrasında okulun en çapkın erkeğine bekaretini bozdurmasını ve tabiri caizse öğretmeniyle yatağa girmesini ele alıyor. Bu doğrultuda da anne ile babasının iletişimsel düsturlarını devreye sokuyor.
Ancak akış beklediğimiz gibi cinsel uyanışa ya da bekaretin bozulmasına açılma gibi klasik örgüde ilerlemiyor. Aksine yönetmen, mahalle olarak Manhattan’ın Upper West Side bölgesine, yani New York’un daha orta sınıfa mensup insanlarının ikamet ettiği bir yere odaklanmış. Otobüs şoförünün (Mark Ruffalo) Lisa’nın katkısıyla ‘suçlu’ konumuna düşürüldüğü ‘kaza olayı’nın devamında da olaylar şekillenmiş.
SINIFSAL AHLAK MESELESİ 'VİCDAN' ÜZERİNDEN OKUNUYOR
Bu ana ‘sebebiyet veren’ karakterimiz de sözde vicdan muhasebesi yapıp ölümün ardında yatan ‘şoför hatalıydı’ görüşünü açığa çıkarmaya çalışıyor. Adalet sistemini sorgularken, MTA’yı (taşıtlar birliği) tazminat davasına sokmaya çalışıyor. Aslında Lonergan, bu yan hikayeyi ‘yem’ olarak yerleştirmiş. Zira onun amacı Lisa’nın varoluşunu gözden geçirdiği ergenlik dönemiyle ilgilenmek.
Bu durum için de onun karaktersel ayaklanma ve bir şeyleri ilk kez kendi yapıp ayakları üzerinde durabilme algısını açığa bu olayla çıkarıyor. Olaya sebebiyet veren karakterimizin şoförü suçlu göstermesi, bir sınıfsal ahlak muhakemesine götürüyor bizleri. Ancak esasen cinsel ve ailesel arayışta ‘cesaret’ olgusu ‘vicdan’ ile birlikte devreye sokulmuş.
NEW YORK ZEMİNLİ BİR ANTONIONI FİLMİ GİBİ
11 Eylül sonrası “25. Saat”vari (“25th Hour”, 2002) bir insanlığın kötücüllüğüne bakış olarak da anılabilecek “Margaret”, okuldaki dersleri araya ‘didaktizm’ niyetine sokup Shakespeare’den başka yazarlara uzanan bir felsefi ve dini okuma tutanağı da veriyor seyircinin eline. Bunun da hedefi ana akıştan kopup esas olması gerekenleri düzine düzine kağıt halinde göstermek adeta. ‘Margaret’ adının Shakespeare’in ‘Much Ado About Nothing’ eserinde ‘kraliçenin ruhani kızkardeşi’ olarak kullanılıp, ‘inci’ anlamına gelmesi de ‘hafif mistik’ bir tonu devreye sokuyor.
Bu duruma annenin sevgilisinin ölmesi de eklenince ‘ölüm’ ile gelen hüznün operadaki insanlar arasında kalmış halini izliyoruz. Aslında Lonergan’ın amacı New York zemininde Antonioni’nin üst-orta sınıf eleştirisini canlandırırken yabancılaşan-yalnızlaşan arkadaşsız Lisa’nın uyuşturucu, cinsellik ve ölüm ile imtihanını masaya yatırmış. ‘Suçluluk duygusu’nu da onun sorular sorması gereğiyle açığa çıkarmış. Filmin girişini yavaş çekim ile New York insanlarının arasında yapması veya aralarına sürekli uzaktan-alttan çekilmiş görüntü ya da Lisa’nın ortadan kaybolması ‘efekt’lerini sokması da tesadüf değil.
METROPOLÜN SIKIŞTIRDIĞI HAYATLAR NASIL NEFES ALABİLİR?
Zira New York gibi büyük bir eyalette her dakika her insanın böyle bir olay yaşayabileceğini anlatmaya çalışıyor yönetmen. Bunu da duyusal ve soyut bir çerçevede klasik müzik ezgileriyle gerçekleştiriyor. Böylece son dönemde Sofia Coppola’nın ‘Michelangelo Antonioni modeli’ne yaptığına benzer bir yaklaşımda bulunuyor. Kameranın aradan sıkışmışken gökyüzüne bakıp bir uçağı görmesi de aslında bu durumun bir kanıdı.
Çünkü sıkışmışlık sebebiyle tesadüflerin bir araya getirdiği olaylar silsilesi ve sorgulama gerçekleşiyor metropollerde. Bu duruma anne, kız, ölen kadın ve şoförün dramatik öyküleri de eklenebilir. Zira 95. Sokaktaki alt sınıfın yaşadığı mahalle, Soho veya Columbus Circle farketmeden her sınıftan veya etnik gruptan ‘New York’lu’nun (New Yorker) düşünce yapısı farklı. Biri hayatını kurtarmak için yalan söyleyebilirken, diğeri ‘doğrular’ için dürüst davrandığını iddia edebiliyor.
“Margaret” da zaten gerçek bir New York portresi yakalarken, her insanın kesişen hayatlarının bu tarz noktalara ulaşabileceğini masaya yatırmış. Bu bağlamda karşımıza çıkardıklarının Cassavetes’in diyalog ve iletişim duygusu, Lumet’in alt metinleri ile Antonioni’nin ölçek ve soyut anlayış kıstasını bir araya getirdiği görülebiliyor. İnsanlar arasında kaybolmuş, iki ölümle boğuşan karakterin hali ne olacak peki? Aslında bu sorunun cevabı için onun etraflarındakilere bakmak yeterli!
NE DURUMDA?
Ülkemizde sahibi var. Ama vizyon, festival ve DVD görmeyecek. Dileyenler için ABD vizyonunda 149 dakikalık versiyonuyla gösterilen filmin orada çıkan DVD baskısında 180 dakikalık ‘uzatılmış’ versiyonu da mevcut.