'NEW YORK'TA YAĞMURLU BİR GÜN': BÜYÜLÜ BİR GENÇLİK FİLMİ
FİLMİN NOTU: 5.2
|
Genelde 30 yaş üzeri karakterleri ele alan Woody Allen, yeni filminde üniversite öğrencisi bir gencin hikayesini izliyor. “New York’ta Yağmurlu Bir Gün”, içinden aşk, New York, sinema ve sanat geçen entelektüel bir gençlik filmi ve Y kuşağı analizi.
NEW JERSEY’DE OKUYAN BİR KARAKTER
Woody Allen, New York’un kıvrımlarından ‘ilişki filmi’ çıkarmayı alışkanlık haline getiren bir yönetmen. Genelde de onun ‘dramedi’ üzerine kurulu tonu sebebiyle bir gelenek oluşturduğu, hatta her zaman sanki daktilo ile yazılmış nostaljik açılış jeneriğiyle ilerlediği görülüyor. Doğrusunu söylemek gerekirse kendi yaşadığı ‘Büyük Elma’ya dair fikirleri daha samimi olabiliyor. Los Angeles’a veya Avrupa’ya açıldığında sosyetik ve ukala bir Amerikan burjuvası gibi hareket edebiliyor.
“New York’ta Yağmurlu Bir Gün”, New Jersey’de Yardley College’da okuyan Gatsby Welles isimli, yani her açıdan entelektüel bir karakterin peşine takılıyor. Hem Orson Welles’e, hem Muhteşem Gatsby’ye göndermelerle dolu bir tipleme bu… Onun Elle Fanning ile aşkının yanına Selena Gomez’le veya başkalarıyla mecburi yasak ilişkileri de devreye girebiliyor. New York’a yani o büyülü eyalete gelince ise karşımıza bir yönetmen, onun senaristi ve oyuncuları çıkabiliyor.
BIGGS’TEN 15 YIL SONRA CHALAMET’YLE Y KUŞAĞI GÖZLEMİ
Liev Schreiber, Diego Luna ve Jude Law’un olayın ‘film çekimi’ tarafını devreye soktuğu görülüyor. Bu iki filmin birleşmesindeki ‘hayal-gerçek’ arasında gidip gelme de Allen’ın zaman zaman devreye giren ‘büyülü gerçekçi’ tarafını devreye sokuyor. Elbette burada yönetmenin kariyerinin zirvelerinden “Kahire’nin Mor Gülü” (“The Purple Rose of Cairo”, 1985) kadar üst seviye bir iş yok. Ana karakterler “Alice” (1990) gibi büyülü gerçekçi bir ‘Alice Harikalar Diyarında’ hikayesine de evrilmiyor.
Ama “Yok Ya”da (“Anything Else”, 2003) nasıl yönetmen X kuşağından bir ilişki gözlemini başarıyla yansıttıysa burada da 23’ündeki Chalamet’nin üzerinden böylesi bir inceleme yapıyor. Vittorio Storaro, yönetmenin 2010'lardaki en iyisine dönüştürdüğü “Dönme Dolap”tan (“Wonder Wheel”, 2017) sonra günümüz New York’unda da iş bitiriyor.
Yağmurlu New York günlerinde devreye deneysel bir şekilde sarı/turuncu ışık sokarak aslında eyaletin ‘masalsı’ya kayma potansiyeline dikkat çekiyor. Bu da Allen’ın filmleri için aslında iz bırakan bir sinematografi izi olarak beliriyor. Özellikle New York’un dış mekan sahnelerinde soğuk havanın mat renk tonunun üzerine gelen bu ışıltı büyülü bir hava katıyor.
İÇ MEKANLARDA ÜŞENGEÇ SAHNELER VAR
Bunun ötesinde Selena Gomez ve diğer kız oyuncular, ne tercih olarak ne de karakter olarak inandırıcı durabiliyor. Allen, iç mekanlarda üşengeçlikten tek plana sararak Diego Luna’nın bir öpüşme sahnesinde eski zindeliğini kaybettiğini gösteriyor. Ama bu gereksiz uzama problemlerine karşın “Yok Ya”dan sonra bir başka ‘gençlik filmi’ ya da ‘gençlik romantik-komedisi’ anılası bir bütünle karşımızdan ayrılıyor. Chalamet de tüm gerçekçiliğiyle New York’un dönüşüm potansiyeline destek oluyor.
“New York’ta Yağmurlu Bir Gün”, yönetmenin en iyilerinden olmasa da ortalama filmleri arasında anılabilir. Fazla uzasa ve bazı oyuncu tercihleriyle yapaylık hissi bıraksa da New York’a dair ‘masalsı’ ve ‘büyülü’ yol arayan filmleri arasında anılacak bir film. Genelde arka plandaki gizemli yer olarak beliren Central Park’ın finaldeki işlevselliğiyle gelen fantastik detaylar ise geriye bırakılacak seviyede ve New York dostu! Biggs’in 2003’teki X kuşağı gözleminden sonra Chalamet’nin 2018’deki Y kuşağı gözlemi de değerli bir miras bırakıyor Allen filmografisinde...
NEW JERSEY’DE OKUYAN BİR KARAKTER
Woody Allen, New York’un kıvrımlarından ‘ilişki filmi’ çıkarmayı alışkanlık haline getiren bir yönetmen. Genelde de onun ‘dramedi’ üzerine kurulu tonu sebebiyle bir gelenek oluşturduğu, hatta her zaman sanki daktilo ile yazılmış nostaljik açılış jeneriğiyle ilerlediği görülüyor. Doğrusunu söylemek gerekirse kendi yaşadığı ‘Büyük Elma’ya dair fikirleri daha samimi olabiliyor. Los Angeles’a veya Avrupa’ya açıldığında sosyetik ve ukala bir Amerikan burjuvası gibi hareket edebiliyor.
“New York’ta Yağmurlu Bir Gün”, New Jersey’de Yardley College’da okuyan Gatsby Welles isimli, yani her açıdan entelektüel bir karakterin peşine takılıyor. Hem Orson Welles’e, hem Muhteşem Gatsby’ye göndermelerle dolu bir tipleme bu… Onun Elle Fanning ile aşkının yanına Selena Gomez’le veya başkalarıyla mecburi yasak ilişkileri de devreye girebiliyor. New York’a yani o büyülü eyalete gelince ise karşımıza bir yönetmen, onun senaristi ve oyuncuları çıkabiliyor.
BIGGS’TEN 15 YIL SONRA CHALAMET’YLE Y KUŞAĞI GÖZLEMİ
Liev Schreiber, Diego Luna ve Jude Law’un olayın ‘film çekimi’ tarafını devreye soktuğu görülüyor. Bu iki filmin birleşmesindeki ‘hayal-gerçek’ arasında gidip gelme de Allen’ın zaman zaman devreye giren ‘büyülü gerçekçi’ tarafını devreye sokuyor. Elbette burada yönetmenin kariyerinin zirvelerinden “Kahire’nin Mor Gülü” (“The Purple Rose of Cairo”, 1985) kadar üst seviye bir iş yok. Ana karakterler “Alice” (1990) gibi büyülü gerçekçi bir ‘Alice Harikalar Diyarında’ hikayesine de evrilmiyor.
Ama “Yok Ya”da (“Anything Else”, 2003) nasıl yönetmen X kuşağından bir ilişki gözlemini başarıyla yansıttıysa burada da 23’ündeki Chalamet’nin üzerinden böylesi bir inceleme yapıyor. Vittorio Storaro, yönetmenin 2010'lardaki en iyisine dönüştürdüğü “Dönme Dolap”tan (“Wonder Wheel”, 2017) sonra günümüz New York’unda da iş bitiriyor.
Yağmurlu New York günlerinde devreye deneysel bir şekilde sarı/turuncu ışık sokarak aslında eyaletin ‘masalsı’ya kayma potansiyeline dikkat çekiyor. Bu da Allen’ın filmleri için aslında iz bırakan bir sinematografi izi olarak beliriyor. Özellikle New York’un dış mekan sahnelerinde soğuk havanın mat renk tonunun üzerine gelen bu ışıltı büyülü bir hava katıyor.
İÇ MEKANLARDA ÜŞENGEÇ SAHNELER VAR
Bunun ötesinde Selena Gomez ve diğer kız oyuncular, ne tercih olarak ne de karakter olarak inandırıcı durabiliyor. Allen, iç mekanlarda üşengeçlikten tek plana sararak Diego Luna’nın bir öpüşme sahnesinde eski zindeliğini kaybettiğini gösteriyor. Ama bu gereksiz uzama problemlerine karşın “Yok Ya”dan sonra bir başka ‘gençlik filmi’ ya da ‘gençlik romantik-komedisi’ anılası bir bütünle karşımızdan ayrılıyor. Chalamet de tüm gerçekçiliğiyle New York’un dönüşüm potansiyeline destek oluyor.
“New York’ta Yağmurlu Bir Gün”, yönetmenin en iyilerinden olmasa da ortalama filmleri arasında anılabilir. Fazla uzasa ve bazı oyuncu tercihleriyle yapaylık hissi bıraksa da New York’a dair ‘masalsı’ ve ‘büyülü’ yol arayan filmleri arasında anılacak bir film. Genelde arka plandaki gizemli yer olarak beliren Central Park’ın finaldeki işlevselliğiyle gelen fantastik detaylar ise geriye bırakılacak seviyede ve New York dostu! Biggs’in 2003’teki X kuşağı gözleminden sonra Chalamet’nin 2018’deki Y kuşağı gözlemi de değerli bir miras bırakıyor Allen filmografisinde...
'ELVEDA OĞLUM': 'ÇOCUK KAYBI'NA MİNİMALİST YAKLAŞIM
FİLMİN NOTU: 5.8
|
Çin’in Altın Kuşağı’nın önde gelen yönetmenlerinden Wang Xiaoshuai’nin 12. uzun metrajı… “Elveda Oğlum” (“Di Jiu Tian Chang”), çocuk kaybı üzerine ülkenin farklı dönemleri arasında gidip gelen, Ozu ve Antonioni etkili minimalist ve sade bir yapıt.
SOSYOLOJİK DAMAR BİLDİK
Çin sineması, 1966-1976 arasına sıkışan göstermelik Kültür Devrimi’nin işlemediğini vurgulan filmlerle doludur. Özellikle 1976’da Mao’nun ölümü sonrasında 1980’lerden bugüne uzanan sosyo-ekonomik gelişmeleri inceleyen yapıtları çok fazla gördük. 1982’de Pekin Film Akademisi’nin ilk mezunları Beşinci Kuşak olarak kalıcı oldular, özellikle de Zhang Yimou ve Chen Kaige…
“Kızıl Amnezi”de (“Chuang Ru Zhe”, 2014) toplumsal hafızayı bir hastalık metaforu üzerinden inceleyen Wang Xiaoshuai ise, bunlardan sonraki jenerasyonun en bilinen isimlerinden. Burada da uzun planlar, plan sekanslar ve derin odakla ilgi çekici bir tutarlılık servis ediyor. Film, ülkenin tek çocuk politikasına yorumunu olgun bir şekilde yapıyor. Ama model olarak yeni bir şey izliyor izlenimi bırakmıyor.
Açıkçası Çin’in Altıncı Kuşağı, Jia Zhangke dışında her işiyle güven veren bir ‘auteur’e sahip mi, tartışılır. Lou Ye, Zhang Yuan, Wang Quan’an mayınlı bölge gibi yönetmenler. Xiaoshuai, ise ‘sosyal gerçekçi sinema’ üzerinden ilerleyen Beşinci Kuşak’ın gerçekçi işlerini hatırlatıyor. Ama minimaliste ve Antonioni damarına daha yaklaşıyor bu kez.
25 SENEDE BIRAKTIĞI GELENEĞİN DIŞINA ÇIKIYOR MU?
1993’te ilk filmi “The Days” (“Dongchun De Rizi”) ile Selanik’ten zaferle dönen, 1996’da ikinci uzunu “Frozen”ı (“Jidu Hanleng”, 1996), Rotterdam ana yarışmasında açılan, hatırı sayılır üne sahip bir sinemacı. 2001’den beri filmleri genelde üç majör festivalden birinde yarışıyor, Berlin’den “Pekin Bisikleti (“Shiqi Sui de Dan Che”, 2001) ile Jüri Büyük Ödülü, “In Love We Trust” (“Zuo You”, 2007) ile En İyi Senaryo ödülleri bir yana, “Şangay Rüyaları” (“Qing Dong”, 2005) da Cannes’dan Jüri Ödülü’yle dönmüştü.
1966’lı Xiaoshuai, “Pekin Bisikleti” (2001), “Şangay Rüyaları” (2005), “11 Çiçek” (2011), “Kızıl Amnezi” (2014) ile özellikle belli bir seviyenin sözünü verdi. Ama düzgün yapılmış, belgesel gerçekliğine yakın filmlerine karşın çıtayı yükseğe koymadı, hiçbir zaman özgün bir ses olamadı. Bu da yönetmenin sıradanlık sorunu...
“Elveda Oğlum”da da bu durum 180 dakikada sadece klasik lineer akışı kullanmayan çarpıcı bir toplumsal hafıza hikayesini, çekirdek aileye uyguluyor gibi gözüküyor. Komünist uygulamaları alttan alta topa tutuyor. Elbette film, tutarlı, izleyeni etkiliyor, sömürü yapmıyor. Çocuk kaybının bir ailede yaratabileceği bunalımı doğrudan hissetmemizi sağlıyor. Tarz olarak Ozu’ya da yaklaşıyor. Ama çok da çığır açıcı değil. 180 dakikanın biraz kırpılması gerektiği hissi ile seyir sürecini tamamlatıyor.
SOSYOLOJİK DAMAR BİLDİK
Çin sineması, 1966-1976 arasına sıkışan göstermelik Kültür Devrimi’nin işlemediğini vurgulan filmlerle doludur. Özellikle 1976’da Mao’nun ölümü sonrasında 1980’lerden bugüne uzanan sosyo-ekonomik gelişmeleri inceleyen yapıtları çok fazla gördük. 1982’de Pekin Film Akademisi’nin ilk mezunları Beşinci Kuşak olarak kalıcı oldular, özellikle de Zhang Yimou ve Chen Kaige…
“Kızıl Amnezi”de (“Chuang Ru Zhe”, 2014) toplumsal hafızayı bir hastalık metaforu üzerinden inceleyen Wang Xiaoshuai ise, bunlardan sonraki jenerasyonun en bilinen isimlerinden. Burada da uzun planlar, plan sekanslar ve derin odakla ilgi çekici bir tutarlılık servis ediyor. Film, ülkenin tek çocuk politikasına yorumunu olgun bir şekilde yapıyor. Ama model olarak yeni bir şey izliyor izlenimi bırakmıyor.
Açıkçası Çin’in Altıncı Kuşağı, Jia Zhangke dışında her işiyle güven veren bir ‘auteur’e sahip mi, tartışılır. Lou Ye, Zhang Yuan, Wang Quan’an mayınlı bölge gibi yönetmenler. Xiaoshuai, ise ‘sosyal gerçekçi sinema’ üzerinden ilerleyen Beşinci Kuşak’ın gerçekçi işlerini hatırlatıyor. Ama minimaliste ve Antonioni damarına daha yaklaşıyor bu kez.
25 SENEDE BIRAKTIĞI GELENEĞİN DIŞINA ÇIKIYOR MU?
1993’te ilk filmi “The Days” (“Dongchun De Rizi”) ile Selanik’ten zaferle dönen, 1996’da ikinci uzunu “Frozen”ı (“Jidu Hanleng”, 1996), Rotterdam ana yarışmasında açılan, hatırı sayılır üne sahip bir sinemacı. 2001’den beri filmleri genelde üç majör festivalden birinde yarışıyor, Berlin’den “Pekin Bisikleti (“Shiqi Sui de Dan Che”, 2001) ile Jüri Büyük Ödülü, “In Love We Trust” (“Zuo You”, 2007) ile En İyi Senaryo ödülleri bir yana, “Şangay Rüyaları” (“Qing Dong”, 2005) da Cannes’dan Jüri Ödülü’yle dönmüştü.
1966’lı Xiaoshuai, “Pekin Bisikleti” (2001), “Şangay Rüyaları” (2005), “11 Çiçek” (2011), “Kızıl Amnezi” (2014) ile özellikle belli bir seviyenin sözünü verdi. Ama düzgün yapılmış, belgesel gerçekliğine yakın filmlerine karşın çıtayı yükseğe koymadı, hiçbir zaman özgün bir ses olamadı. Bu da yönetmenin sıradanlık sorunu...
“Elveda Oğlum”da da bu durum 180 dakikada sadece klasik lineer akışı kullanmayan çarpıcı bir toplumsal hafıza hikayesini, çekirdek aileye uyguluyor gibi gözüküyor. Komünist uygulamaları alttan alta topa tutuyor. Elbette film, tutarlı, izleyeni etkiliyor, sömürü yapmıyor. Çocuk kaybının bir ailede yaratabileceği bunalımı doğrudan hissetmemizi sağlıyor. Tarz olarak Ozu’ya da yaklaşıyor. Ama çok da çığır açıcı değil. 180 dakikanın biraz kırpılması gerektiği hissi ile seyir sürecini tamamlatıyor.
'ABIGAIL': RUS STEAMPUNK BİLİMKURGUSU
FİLMİN NOTU: 4
|
Rus sinemasının bilimkurgu/fantastik kanadı ilginç keşiflerle doludur. Ama steampunk bilimkurgu filmi “Abigail”, bunlar arasına katılamayıp B-tipi bir seyirlik sunmakla kalıyor.
RUSLARIN BİLİMKURGU DAMARI HAREKETLENDİRMEYİ BEKLER
Hollywood’un tür sineması profesyonelliğiyle mücadele etmek kolay değil. Ama Rusya’nın özellikle bilimkurguda devreye girince ilginç bir damarı vardır. 1924’te çekilen ilk Mars’a yolculuk filmi “Aelita”nın ülkeden çıkması bir tarafa, 1970’lerde Tarkovsky’nin “Solaris” (1972) ve “Stalker”ı (1979), 2000’lerde Aleksei German’ın “Tanrı Olmak Zor İş”i (2013) iddialı uyarlamalar olarak sinema tarihine kazındı.
2004’te Timur Bekmambetov, “Gece Nöbeti” (“Nochnoy Dozor”, 2004) ile ülkenin melez ‘Yüzüklerin Efendisi’ne imza attı ve film külte dönüştü. “Kara Şimşek” (“Chernaya Molniya”, 2009) de bu toprakların ‘Geleceğe Dönüş’üydü (‘Back to the Future’) adeta. Kendi içinde tutarlı olsa da ‘kalıcı’ denebilecek bir film değildi. Rus sinemasının kalıcı bilimkurgu filmleri genelde kitap uyarlamasıdır ve ülkenin edebiyat geleneğinden beslenir.
MASAL ETKİSİYLE JAPON ANİMELERİNİ DEVİRMEK ZOR
“Abigail: Sınırların Ötesinde” (“Abigail”, 2019), #MeToo dönemine uygun bir ana karakterin izini sürüyor. ‘Captain Marvel’, ‘Wonder Woman’ uyarlamalarına rakip olarak… Tinatin Dalakishvili, Rusya’nın Milla Jovovich’i olmaya oynuyor. Küt saçları, ölümcül mizacı ve süper güçleriyle de bir kimliğe sahip. Ama onun hikayesinde bolca ‘80 Günde Devrialem’ ve ‘Peter Pan’ etkisi var.
Film, bir noktadan sonra ‘steampunk bilimkurgu’ya kayarak, daha ziyade bu alt türdeki kaliteli Japon animeleriyle mücadele etmek durumunda kalıyor. Bu hedef yüksek bütçe iddiası olmadığından, 25 milyon dolarlık yapımın ‘ucuz’ durmasına sebebiyet veriyor. Özellikle son bölümde gaza basan görsel efektler fazla ‘camp’ duruyor.
ALT TÜRÜNDE ‘MUHTEMEŞEN KAHRAMANLAR’IN OLMAMIŞLIĞINI HATIRLATIYOR
Hollywood’daki güncel örneklerden gidersek alt türde “Muhteşem Kahramanlar” (“The League of Extraordinary Gentlemen”, 2003), “Vahşi Vahşi Batı” (“Wild Wild West”, 1999) gibi denemelerin olmamışlığı akla geliyor. Halbuki Kerry Conran’ın yeşil ekran teknolojisi devrimi “Sky Captain ve Yarının Dünyası” (“Sky Captain and the World of Tomorrow”, 2004), bu konuda başarılı bir tür işçiliği sunup sinemaya kalıcı bir eser armağan etmişti.
İlk uzununda fantastik kumar filmine imza atan Aleksandr Boguslavskiy, ikinci eserinde steampunk bilimkurguya girip tür alışkanlığından sapmıyor. Ama edebi bir eserden yola çıkmayıp ‘kopyala-yapıştır’ yapmayı abartıyor. Belli keyifli anları olsa da görsel efektlerinden dublajla konuştuğu belli olan Rus oyuncularına kadar B-tipi seyirliğin ötesine geçemiyor bu film. Bu da Anna Melikyan’ın ülkenin “Amelie”si (“Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain”, 2001) olarak konumlanan “Deniz Kızı” (“Rusalka”, 2007) gibi bir fantastik başarı yok ortada. Yönetmen olarak ise Hollywood’a transfer olan bir Bekmambetov kalitesi veya kumaşı çıkmıyor.
RUSLARIN BİLİMKURGU DAMARI HAREKETLENDİRMEYİ BEKLER
Hollywood’un tür sineması profesyonelliğiyle mücadele etmek kolay değil. Ama Rusya’nın özellikle bilimkurguda devreye girince ilginç bir damarı vardır. 1924’te çekilen ilk Mars’a yolculuk filmi “Aelita”nın ülkeden çıkması bir tarafa, 1970’lerde Tarkovsky’nin “Solaris” (1972) ve “Stalker”ı (1979), 2000’lerde Aleksei German’ın “Tanrı Olmak Zor İş”i (2013) iddialı uyarlamalar olarak sinema tarihine kazındı.
2004’te Timur Bekmambetov, “Gece Nöbeti” (“Nochnoy Dozor”, 2004) ile ülkenin melez ‘Yüzüklerin Efendisi’ne imza attı ve film külte dönüştü. “Kara Şimşek” (“Chernaya Molniya”, 2009) de bu toprakların ‘Geleceğe Dönüş’üydü (‘Back to the Future’) adeta. Kendi içinde tutarlı olsa da ‘kalıcı’ denebilecek bir film değildi. Rus sinemasının kalıcı bilimkurgu filmleri genelde kitap uyarlamasıdır ve ülkenin edebiyat geleneğinden beslenir.
MASAL ETKİSİYLE JAPON ANİMELERİNİ DEVİRMEK ZOR
“Abigail: Sınırların Ötesinde” (“Abigail”, 2019), #MeToo dönemine uygun bir ana karakterin izini sürüyor. ‘Captain Marvel’, ‘Wonder Woman’ uyarlamalarına rakip olarak… Tinatin Dalakishvili, Rusya’nın Milla Jovovich’i olmaya oynuyor. Küt saçları, ölümcül mizacı ve süper güçleriyle de bir kimliğe sahip. Ama onun hikayesinde bolca ‘80 Günde Devrialem’ ve ‘Peter Pan’ etkisi var.
Film, bir noktadan sonra ‘steampunk bilimkurgu’ya kayarak, daha ziyade bu alt türdeki kaliteli Japon animeleriyle mücadele etmek durumunda kalıyor. Bu hedef yüksek bütçe iddiası olmadığından, 25 milyon dolarlık yapımın ‘ucuz’ durmasına sebebiyet veriyor. Özellikle son bölümde gaza basan görsel efektler fazla ‘camp’ duruyor.
ALT TÜRÜNDE ‘MUHTEMEŞEN KAHRAMANLAR’IN OLMAMIŞLIĞINI HATIRLATIYOR
Hollywood’daki güncel örneklerden gidersek alt türde “Muhteşem Kahramanlar” (“The League of Extraordinary Gentlemen”, 2003), “Vahşi Vahşi Batı” (“Wild Wild West”, 1999) gibi denemelerin olmamışlığı akla geliyor. Halbuki Kerry Conran’ın yeşil ekran teknolojisi devrimi “Sky Captain ve Yarının Dünyası” (“Sky Captain and the World of Tomorrow”, 2004), bu konuda başarılı bir tür işçiliği sunup sinemaya kalıcı bir eser armağan etmişti.
İlk uzununda fantastik kumar filmine imza atan Aleksandr Boguslavskiy, ikinci eserinde steampunk bilimkurguya girip tür alışkanlığından sapmıyor. Ama edebi bir eserden yola çıkmayıp ‘kopyala-yapıştır’ yapmayı abartıyor. Belli keyifli anları olsa da görsel efektlerinden dublajla konuştuğu belli olan Rus oyuncularına kadar B-tipi seyirliğin ötesine geçemiyor bu film. Bu da Anna Melikyan’ın ülkenin “Amelie”si (“Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain”, 2001) olarak konumlanan “Deniz Kızı” (“Rusalka”, 2007) gibi bir fantastik başarı yok ortada. Yönetmen olarak ise Hollywood’a transfer olan bir Bekmambetov kalitesi veya kumaşı çıkmıyor.
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
AKILLARA SEZA: 2.9
ANNABELLE 3: 4.5
ARKADAŞIMIN AŞKI (AMOUREUX DE MA FEMME): 3.4
ASLAN KRAL (THE LION KING): 5.9
ATEŞLE OYNAYANLAR (JOUEURS): 5.3
AYKUT ENİŞTE: 5.3
BİR ZAMANLAR HOLLYWOOD’DA (ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD): 6
CİNNET: 5.1
COLETTE: 5.5
EN SEVDİĞİM KUMAŞ (MY FAVOURITE FABRIC): 5
GECE KUŞU (LATE NIGHT): 3.6
GLORIA BELL: 5.5
HIZLI VE ÖFKELİ: HOBBS VE SHAW: 4.5
IRON SKY 2: 5.4
İMPARATOR: YERALTI DÜNYASININ HÜKÜMDARI (L’EMPEREUR DE PARIS): 3.9
JOHN WICK 3: 6.3
KIYAMET DENEYİ: APORIA: 3.4
KOD ADI: ANGEL (ANGEL HAS FALLEN): 3.8
KOD ADI: HUMMINGBIRD (THE HUMMINGBIRD PROJECT): 4.5
KONUŞAN HAYVANLAR: 2
KORKU HİKAYELERİ (SCARY STORIES TO TELL IN THE DARK): 5.2
KORUYUCU (THE BOUNCER): 4.5
KRİPTO VURGUN (CRYPTO): 2.5
KUYU (HOLE IN THE GROUND): 5.5
KÜL EN SAF BEYAZDIR (ASH IS PUREST WHITE): 6.1
KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR 2 (NOUS FINIRONS ENSEMBLE): 2.5
LAUREL İLE HARDY (STAN AND OLLIE): 4.5
MA: 2.8
OYUNCAK HİKAYESİ 4 (TOY STORY 4): 3.6
ÖLÜMCÜL SULAR (CRAWL): 3.5
ÖRÜMCEK-ADAM: EVDEN UZAKTA (SPIDER-MAN: FAR FROM HOME): 5.4
RİTÜEL (MIDSOMMAR): 8.3
SADIK BİR ADAM: 5.5
SAR BAŞA: 1.8
SESİNDE AŞK VAR: 4.5
SIR TUTABİLİR MİSİN? (CAN YOU KEEP A SECRET?): 3.1
SİCCİN 6: 5.7
TOLKIEN: 5.8
VAHŞET OYUNU (FRAMED): 5.2
YESTERDAY: 5.5
YULI: 6.8
YUVAYA DÖNÜŞ: 2.8
YÜZLEŞME (GRACE A DIEU): 2.4
ZAVALLI (PITY): 6.8
AKILLARA SEZA: 2.9
ANNABELLE 3: 4.5
ARKADAŞIMIN AŞKI (AMOUREUX DE MA FEMME): 3.4
ASLAN KRAL (THE LION KING): 5.9
ATEŞLE OYNAYANLAR (JOUEURS): 5.3
AYKUT ENİŞTE: 5.3
BİR ZAMANLAR HOLLYWOOD’DA (ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD): 6
CİNNET: 5.1
COLETTE: 5.5
EN SEVDİĞİM KUMAŞ (MY FAVOURITE FABRIC): 5
GECE KUŞU (LATE NIGHT): 3.6
GLORIA BELL: 5.5
HIZLI VE ÖFKELİ: HOBBS VE SHAW: 4.5
IRON SKY 2: 5.4
İMPARATOR: YERALTI DÜNYASININ HÜKÜMDARI (L’EMPEREUR DE PARIS): 3.9
JOHN WICK 3: 6.3
KIYAMET DENEYİ: APORIA: 3.4
KOD ADI: ANGEL (ANGEL HAS FALLEN): 3.8
KOD ADI: HUMMINGBIRD (THE HUMMINGBIRD PROJECT): 4.5
KONUŞAN HAYVANLAR: 2
KORKU HİKAYELERİ (SCARY STORIES TO TELL IN THE DARK): 5.2
KORUYUCU (THE BOUNCER): 4.5
KRİPTO VURGUN (CRYPTO): 2.5
KUYU (HOLE IN THE GROUND): 5.5
KÜL EN SAF BEYAZDIR (ASH IS PUREST WHITE): 6.1
KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR 2 (NOUS FINIRONS ENSEMBLE): 2.5
LAUREL İLE HARDY (STAN AND OLLIE): 4.5
MA: 2.8
OYUNCAK HİKAYESİ 4 (TOY STORY 4): 3.6
ÖLÜMCÜL SULAR (CRAWL): 3.5
ÖRÜMCEK-ADAM: EVDEN UZAKTA (SPIDER-MAN: FAR FROM HOME): 5.4
RİTÜEL (MIDSOMMAR): 8.3
SADIK BİR ADAM: 5.5
SAR BAŞA: 1.8
SESİNDE AŞK VAR: 4.5
SIR TUTABİLİR MİSİN? (CAN YOU KEEP A SECRET?): 3.1
SİCCİN 6: 5.7
TOLKIEN: 5.8
VAHŞET OYUNU (FRAMED): 5.2
YESTERDAY: 5.5
YULI: 6.8
YUVAYA DÖNÜŞ: 2.8
YÜZLEŞME (GRACE A DIEU): 2.4
ZAVALLI (PITY): 6.8