'TOLKIEN': DESTANSI HAYATLARIN EFENDİSİ
FİLMİN NOTU: 5.7
|
‘Yüzüklerin Efendisi’ ve ‘The Hobbit’in efsane yazarını ‘destansı hayatların efendisi’ olarak yorumlayan fantastik ve öznel bir biyografik film... Elbette zayıf başrol performansı haricinde “Tolkien”e karşı çıkmak mümkün değil.
BİR FİLM ŞERİDİ GİBİ GÖZLERİN ÖNÜNDEN GEÇEN HAYAT
Hayatın bir film şeridi gibi gözlerin önünde geçtiği öznel bir biyografi… 1892 Güney Afrika doğumlu, İngiliz edebiyatçı ve akademisyen J.R.R. Tolkien, Orta Dünya’yı miras bırakmasıyla bilinen bir isim. Ona uygun bulunan “Tolkien” filmi de aslında bu durumun hangi anlarla, enstantanelerle ve görüntülerle ortaya çıktığına ayna tutuyor. Adeta Tarkovsky’nin özyaşamsal başyapıtı “Ayna”da (“Zerkalo”, 1975) ‘hayatın aynası’ olarak planladığı model fantastik bir evrene transfer oluyor.
Dome Karukoski, “Tom of Finland” (“Touko”, 2017) ile Kino Lorber tarafından Finlandiya’nın Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı aday adayı olarak pazarlanmıştı. Düzgün çekilmiş film, çıtayı yükseğe koymasa da bir LGBTİ+ figürünü yansıtmakta becerikliydi. Yönetmen burada kendisi için bütçenin 5 milyon avrodan 20 milyon dolara yükseldiği bir Fox Searchlight projesinde de kalitesini ispatlama olanağı buluyor.
HOGWARTS KIVAMINDA BİR ÜNİVERSİTE
Filmin Tolkien’in çocukluğunun geçtiği Worcestershire’daki tarladaki nostaljik binayla Hobbit köyü ‘Shire’ı hatırlatarak start aldığı söylenebilir. Onun arkasına da 1. Dünya Savaşı’ndan bir şövalyeyi yerleştirerek aslında imgelerin gösterisine dönüşme hedefini açık ettiği çok açık. Bu durum 112 dakika boyunca devam ediyor.
Sanki seyirci olarak gözümüzün önündeki bir tülün, perdenin kalkmasını bekliyoruz ve karakterimizin bilinçaltından geçen savaş, okul, aşk, kardeşlik, çocukluk anılarına giriyoruz. Özellikle Oxford Üniversitesi’nin din adamı yetiştiren Exeter Okulu’nun, Hogwarts misali bir görünüme büründüğü söylenebilir. Onun ötesinde quidditch yerine de gerçekçi bir rugby maçı bahçede canlanıyor. The Gothic Language kitabına girişin resmedilmesi aslında ana karakterin edebiyatçı kimliği için değerli bir detay.
‘TITANIC’ VE ‘SAURON’LA YÜZLEŞME
Harry Gilby, çocuk Tolkien’e heyecan katmış. Film, Hoult’un omuzlarına bir şeyler yüklediğinde, özellikle 30 ile 70. dakikalar arasında tökezleyebiliyor. Onunla Collins’in yemek sahnesi gereğinden fazla ciddiyet içeriyor. Ama 1912’de batan Titanic’e binip binmeme kararını verme bile ‘Tolkien’in fantastik evreni’ni teneffüs ettirme için çok güzel tasarlanmış, senaryonun hoş sürprizlerinden.
Fantastik edebiyatın ustasının dünyası ancak böyle tasarlanabilirdi. Dengeli görsel efektlerle savaşın arkasından dev bir Sauron imgesi çıkması da şaşırtmıyor elbette. Zaten savaş sekanslarında özellikle cepheye yerleştirilen kameranın gözlemci hali çok belirgin. Bu sebeple de hikaye akışı bilinçli olarak lineer akmıyor.
HANGİ OYUNCULAR İZ BIRAKABİLİYOR?
Hoult’un özellikle sonlara doğru bir dramatik yola sapma çabası ve gelişme bölümünde aşk seçeneğine tutunma arzusu yarıda kalıyor. “Çavdar Tarlasındaki Asi”den (“Rebel in the Rye”, 2017) sonra bir biyografinin başrolünde daha genç yaşında tökezlediği söylenebilir. Lily Collins ise dönem atmosferine hiçbir şekilde yakışmıyor. Sadece tiyatronun kulisindeki dans sahnesine katılan hayal gücü dikkat çekebiliyor. Filmi Colm Meaney ve Derek Jacobi sırtlayabiliyor zaman zaman.
Jacobi’nin nasihat veren Hermes’vari öğretmen tiplemesinin Gandalf’a (Ian McKellen), Colm Meaney’nin Rahip Frances’ının Bilbo’ya (Ian Holm) benzediği söylenebilir. Bunlar tip olarak Orta Dünya’ya transfer edilmiş karakterler... “Tolkien”, usta bir edebiyatçının çocukluk ve gençlik yıllarına bakarak, aslında 1. Dünya Savaşı’nın da ‘Yüzüklerin Efendisi’ ve ‘The Hobbit’ için malzeme verdiğini ispatlıyor.
DESTANSI HAYATLARIN EFENDİSİ
Öte yandan “Tolkien”, Timo Vuorensola’nın “Iron Sky”yı (2012) ve Jalmari Hellander’ın “Büyük Oyun”undan (“Big Game”, 2014) sonra bir başka Fin yönetmenin daha çekmek istediği İngilizce filmde belli bir tutarlılıkla sınıfı geçtiğini görmemizi sağlıyor. İlkinin bilimkurgu, ikincisinin aksiyon, üçüncüsünün fantastikten yürüdüğü söylenebilir. Daha ziyade Aki Karusmaki gibi bir minimalist sinemacıyla anılan ülkenin tür sinemasında da bir furya başlaması ise incelenmesi gereken bir husus.
Bunlar arasında en yüksek bütçeli olan Karukoski’nin filminin, sanki gözün açılıp kapanmasıyla hareketlenebilen ve bir ‘film şeridi’ kıvamındaki sinema evreni işliyor. Görsel efektlerle yapım tasarımının birlikteliği, çok iddialı olmasa da dönemi yaratmakta bir hayli becerikli. Film, Hoult’un öne çıktığı anlarda sahicilik problemi çekse de ‘destansı hayatların efendisi’ olarak Tolkien’in portresini çizmesiyle hatırlanacaktır.
BİR FİLM ŞERİDİ GİBİ GÖZLERİN ÖNÜNDEN GEÇEN HAYAT
Hayatın bir film şeridi gibi gözlerin önünde geçtiği öznel bir biyografi… 1892 Güney Afrika doğumlu, İngiliz edebiyatçı ve akademisyen J.R.R. Tolkien, Orta Dünya’yı miras bırakmasıyla bilinen bir isim. Ona uygun bulunan “Tolkien” filmi de aslında bu durumun hangi anlarla, enstantanelerle ve görüntülerle ortaya çıktığına ayna tutuyor. Adeta Tarkovsky’nin özyaşamsal başyapıtı “Ayna”da (“Zerkalo”, 1975) ‘hayatın aynası’ olarak planladığı model fantastik bir evrene transfer oluyor.
Dome Karukoski, “Tom of Finland” (“Touko”, 2017) ile Kino Lorber tarafından Finlandiya’nın Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ı aday adayı olarak pazarlanmıştı. Düzgün çekilmiş film, çıtayı yükseğe koymasa da bir LGBTİ+ figürünü yansıtmakta becerikliydi. Yönetmen burada kendisi için bütçenin 5 milyon avrodan 20 milyon dolara yükseldiği bir Fox Searchlight projesinde de kalitesini ispatlama olanağı buluyor.
HOGWARTS KIVAMINDA BİR ÜNİVERSİTE
Filmin Tolkien’in çocukluğunun geçtiği Worcestershire’daki tarladaki nostaljik binayla Hobbit köyü ‘Shire’ı hatırlatarak start aldığı söylenebilir. Onun arkasına da 1. Dünya Savaşı’ndan bir şövalyeyi yerleştirerek aslında imgelerin gösterisine dönüşme hedefini açık ettiği çok açık. Bu durum 112 dakika boyunca devam ediyor.
Sanki seyirci olarak gözümüzün önündeki bir tülün, perdenin kalkmasını bekliyoruz ve karakterimizin bilinçaltından geçen savaş, okul, aşk, kardeşlik, çocukluk anılarına giriyoruz. Özellikle Oxford Üniversitesi’nin din adamı yetiştiren Exeter Okulu’nun, Hogwarts misali bir görünüme büründüğü söylenebilir. Onun ötesinde quidditch yerine de gerçekçi bir rugby maçı bahçede canlanıyor. The Gothic Language kitabına girişin resmedilmesi aslında ana karakterin edebiyatçı kimliği için değerli bir detay.
‘TITANIC’ VE ‘SAURON’LA YÜZLEŞME
Harry Gilby, çocuk Tolkien’e heyecan katmış. Film, Hoult’un omuzlarına bir şeyler yüklediğinde, özellikle 30 ile 70. dakikalar arasında tökezleyebiliyor. Onunla Collins’in yemek sahnesi gereğinden fazla ciddiyet içeriyor. Ama 1912’de batan Titanic’e binip binmeme kararını verme bile ‘Tolkien’in fantastik evreni’ni teneffüs ettirme için çok güzel tasarlanmış, senaryonun hoş sürprizlerinden.
Fantastik edebiyatın ustasının dünyası ancak böyle tasarlanabilirdi. Dengeli görsel efektlerle savaşın arkasından dev bir Sauron imgesi çıkması da şaşırtmıyor elbette. Zaten savaş sekanslarında özellikle cepheye yerleştirilen kameranın gözlemci hali çok belirgin. Bu sebeple de hikaye akışı bilinçli olarak lineer akmıyor.
HANGİ OYUNCULAR İZ BIRAKABİLİYOR?
Hoult’un özellikle sonlara doğru bir dramatik yola sapma çabası ve gelişme bölümünde aşk seçeneğine tutunma arzusu yarıda kalıyor. “Çavdar Tarlasındaki Asi”den (“Rebel in the Rye”, 2017) sonra bir biyografinin başrolünde daha genç yaşında tökezlediği söylenebilir. Lily Collins ise dönem atmosferine hiçbir şekilde yakışmıyor. Sadece tiyatronun kulisindeki dans sahnesine katılan hayal gücü dikkat çekebiliyor. Filmi Colm Meaney ve Derek Jacobi sırtlayabiliyor zaman zaman.
Jacobi’nin nasihat veren Hermes’vari öğretmen tiplemesinin Gandalf’a (Ian McKellen), Colm Meaney’nin Rahip Frances’ının Bilbo’ya (Ian Holm) benzediği söylenebilir. Bunlar tip olarak Orta Dünya’ya transfer edilmiş karakterler... “Tolkien”, usta bir edebiyatçının çocukluk ve gençlik yıllarına bakarak, aslında 1. Dünya Savaşı’nın da ‘Yüzüklerin Efendisi’ ve ‘The Hobbit’ için malzeme verdiğini ispatlıyor.
DESTANSI HAYATLARIN EFENDİSİ
Öte yandan “Tolkien”, Timo Vuorensola’nın “Iron Sky”yı (2012) ve Jalmari Hellander’ın “Büyük Oyun”undan (“Big Game”, 2014) sonra bir başka Fin yönetmenin daha çekmek istediği İngilizce filmde belli bir tutarlılıkla sınıfı geçtiğini görmemizi sağlıyor. İlkinin bilimkurgu, ikincisinin aksiyon, üçüncüsünün fantastikten yürüdüğü söylenebilir. Daha ziyade Aki Karusmaki gibi bir minimalist sinemacıyla anılan ülkenin tür sinemasında da bir furya başlaması ise incelenmesi gereken bir husus.
Bunlar arasında en yüksek bütçeli olan Karukoski’nin filminin, sanki gözün açılıp kapanmasıyla hareketlenebilen ve bir ‘film şeridi’ kıvamındaki sinema evreni işliyor. Görsel efektlerle yapım tasarımının birlikteliği, çok iddialı olmasa da dönemi yaratmakta bir hayli becerikli. Film, Hoult’un öne çıktığı anlarda sahicilik problemi çekse de ‘destansı hayatların efendisi’ olarak Tolkien’in portresini çizmesiyle hatırlanacaktır.
'KÜL EN SAF BEYAZDIR': ZHANG-KE USULÜ AŞK FİLMİ
FİLMİN NOTU: 6.1
|
Çin’in altıncı kuşağının en iyi yönetmeninin Türkiye’de vizyona giren ilk filmi. “Kül En Saf Beyazdır” (“Jiang Hu Er Nü”), 2018’de Cannes ana yarışmasının en iyilerindendi.
KÜRELLEŞMEYE KARŞI ÇIKAN MİNİMALİST BİR AUTEUR KİMLİĞİ
Çin sinemasının 90’lara denk gelen altıncı kuşağında Jia Zhang-ke, Wang Xiaoshuai ve Lou Ye en önde gelen isimlerdir. Zhang-ke için son 20 yılda Uzakdoğu sinemasından çıkan en iyi minimalist sinemacı yakıştırmasını yapmak doğru olabilir. Çinli yönetmen, küreselleşme karşıtı temalarıyla ülkesindeki nüfus artışını eleştiri yağmuruna tutmasıyla bilinir. “Kül En Saf Beyazdır”ı da sayarsak 9 uzun kurmacaya, 4 uzun belgesele imza atmıştır. 2010’larda ise hikaye kurgusunu yıkan bir anlayışa kayıp dilini olgunlaştırmıştır.
Venedik yarışmasından Altın Aslan’a ulaştığı “Durgun Yaşam” (“San Xia Hao Ren”, 2006) örnek filmi olarak anılabilir. Orada yok edilen bir kasabanın arka planında ekonomik yapının çarpıklığının, kapitalist düzenin ve küreselleşmenin yol açabileceklerini sabit açılarla poker surat komedisine malzeme ediliyordu. Bu da ona Çin’in Ozu’su olma işlevi yükler.
2010’larda hikaye kurgusunu bozmaya odaklanan yönetmen, stil denemelerine de girmiştir. “Günahın Dokunuşu”nda (“Tian Zhu Ding”, 2013) Weibo’da keşfedilen dört şiddet hikayesi toplumun yozlaşmasına dikkat çekmişti. “Dağlar Uzaklaştığında"da (“Shan He Gu Ren”, 2015) bir ailenin 1999, 2014 ile 2025’e uzanan hikayesi devreye girerek parça parça sosyolojik analiz yapma olanağı sundu.
ZHANG-KE’DEN ‘ASİ AŞIKLAR’ TANIMI
Burada ise 2001-2017 arasına yerleşen, tam ekran ve 1.85:1 görüntü formatını, dijital ve pelikül tercihleriyle saran bir yaklaşım var. “Kül En Saf Beyazdır” aslında suça kayan asi gençlerin hikayesi gibi başlıyor ve ‘gangster aşıklar’ tanımı arıyor. Ama bunun ötesinde “Kader”le (2006) de akrabalık ilişkisi kuruyor.
Bu durum için yola çıkarken özellikle Zhao Tao’nun ve Fan Liao’nun uyumlu performansları yeni milenyumu bir dönem atmosferine malzeme ediyor. Zaman zaman büyülü, zaman zaman renk filtresiyle, zaman zaman sade yansıtılan, ama çokça karanlık bir mafya dünyası var. Bu da ‘gangster-aşk filmi’ arası yapıyı destekliyor. Filmin Zhang-ke’nin en iyilerinden olduğu tartışılır.
SÜRESİNİN UZUNLUĞU NOKTA ATIŞI MI?
Ama 136 dakika boyunca es vermeden her saniyesiyle iyi planlanmış dingin bir reji geleneği var. “Kül En Saf Beyazdır”a bu durum tesir ediyor. Sadece biraz fazla uzun olduğuna dair tartışmalar açılabilecek bir film bu. Zira 1.33:1 açılışın etkisi seyir süreci uzadıkça azalıyor.
“Kül En Saf Beyazdır”, yönetmenin adı akla gelince onun yaptığı ‘aşk filmi’ olarak anılacaktır ilerleyen yıllarda. Bu da büyük oranda belgesel ile kurmaca dahil 10’un üzerinde uzun metraj çeken bir sinemacının geleneğiyle nefes alıp olgunluk kazanmak demek sanki. Fransız görüntü yönetmeni Eric Gautier’nin varlığı özellikle gece sahnelerine bir sahicilik ve farkındalık getiriyor. Ama “Dağlar Uzaklaştığında" ile başlayan hikaye kurgusuyla oynayıp Çin’in değişkenlik gösteren sosyo-ekonomik yapısını analiz etme algısını o kadar da ileri götürmüyor film.
KÜRELLEŞMEYE KARŞI ÇIKAN MİNİMALİST BİR AUTEUR KİMLİĞİ
Çin sinemasının 90’lara denk gelen altıncı kuşağında Jia Zhang-ke, Wang Xiaoshuai ve Lou Ye en önde gelen isimlerdir. Zhang-ke için son 20 yılda Uzakdoğu sinemasından çıkan en iyi minimalist sinemacı yakıştırmasını yapmak doğru olabilir. Çinli yönetmen, küreselleşme karşıtı temalarıyla ülkesindeki nüfus artışını eleştiri yağmuruna tutmasıyla bilinir. “Kül En Saf Beyazdır”ı da sayarsak 9 uzun kurmacaya, 4 uzun belgesele imza atmıştır. 2010’larda ise hikaye kurgusunu yıkan bir anlayışa kayıp dilini olgunlaştırmıştır.
Venedik yarışmasından Altın Aslan’a ulaştığı “Durgun Yaşam” (“San Xia Hao Ren”, 2006) örnek filmi olarak anılabilir. Orada yok edilen bir kasabanın arka planında ekonomik yapının çarpıklığının, kapitalist düzenin ve küreselleşmenin yol açabileceklerini sabit açılarla poker surat komedisine malzeme ediliyordu. Bu da ona Çin’in Ozu’su olma işlevi yükler.
2010’larda hikaye kurgusunu bozmaya odaklanan yönetmen, stil denemelerine de girmiştir. “Günahın Dokunuşu”nda (“Tian Zhu Ding”, 2013) Weibo’da keşfedilen dört şiddet hikayesi toplumun yozlaşmasına dikkat çekmişti. “Dağlar Uzaklaştığında"da (“Shan He Gu Ren”, 2015) bir ailenin 1999, 2014 ile 2025’e uzanan hikayesi devreye girerek parça parça sosyolojik analiz yapma olanağı sundu.
ZHANG-KE’DEN ‘ASİ AŞIKLAR’ TANIMI
Burada ise 2001-2017 arasına yerleşen, tam ekran ve 1.85:1 görüntü formatını, dijital ve pelikül tercihleriyle saran bir yaklaşım var. “Kül En Saf Beyazdır” aslında suça kayan asi gençlerin hikayesi gibi başlıyor ve ‘gangster aşıklar’ tanımı arıyor. Ama bunun ötesinde “Kader”le (2006) de akrabalık ilişkisi kuruyor.
Bu durum için yola çıkarken özellikle Zhao Tao’nun ve Fan Liao’nun uyumlu performansları yeni milenyumu bir dönem atmosferine malzeme ediyor. Zaman zaman büyülü, zaman zaman renk filtresiyle, zaman zaman sade yansıtılan, ama çokça karanlık bir mafya dünyası var. Bu da ‘gangster-aşk filmi’ arası yapıyı destekliyor. Filmin Zhang-ke’nin en iyilerinden olduğu tartışılır.
SÜRESİNİN UZUNLUĞU NOKTA ATIŞI MI?
Ama 136 dakika boyunca es vermeden her saniyesiyle iyi planlanmış dingin bir reji geleneği var. “Kül En Saf Beyazdır”a bu durum tesir ediyor. Sadece biraz fazla uzun olduğuna dair tartışmalar açılabilecek bir film bu. Zira 1.33:1 açılışın etkisi seyir süreci uzadıkça azalıyor.
“Kül En Saf Beyazdır”, yönetmenin adı akla gelince onun yaptığı ‘aşk filmi’ olarak anılacaktır ilerleyen yıllarda. Bu da büyük oranda belgesel ile kurmaca dahil 10’un üzerinde uzun metraj çeken bir sinemacının geleneğiyle nefes alıp olgunluk kazanmak demek sanki. Fransız görüntü yönetmeni Eric Gautier’nin varlığı özellikle gece sahnelerine bir sahicilik ve farkındalık getiriyor. Ama “Dağlar Uzaklaştığında" ile başlayan hikaye kurgusuyla oynayıp Çin’in değişkenlik gösteren sosyo-ekonomik yapısını analiz etme algısını o kadar da ileri götürmüyor film.
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
ADALETSİZ (DRAGGED ACROSS CONCRETE): 2.9
ALADDIN: 4.5
ALEM-İ CİN 2: 3.1
ANNA: 3.3
ANNABELLE 3: 4.5
ASTRAL SEYAHAT: 0.6
ATEŞLE OYNAYANLAR (JOUEURS): 5.3
AVENGERS: ENDGAME: 4.5
AYKUT ENİŞTE: 5.3
BAĞCIK: 0.8
BEKÇİ: 4.1
BEYAZ KARGA (THE WHITE CROW): 6
BÜYÜLÜ GECELER: 5
CİNNET: 5.1
ÇİFTE HAYATLAR (DOUBLES VIES): 5.8
DÜZENBAZLAR (THE HUSTLE): 3.1
EKSİ BİR: 4.8
EN SEVDİĞİM KUMAŞ (MY FAVOURITE FABRIC): 5
ENES BATUR GERÇEK KAHRAMAN: 4.5
EVCİL HAYVANLARIN GİZLİ YAŞAMI 2 (SECRET LIFE OF PETS 2): 3
GODZILLA II: CANAVARLAR KRALI (GODZILLA II: KING OF THE MONSTERS): 2.5
GÖLGE SAVAŞÇI (YING): 6.8
GÜLLER: 3.3
GÜN BATIMI (SUNSET): 6.9
GÜVERCİN HIRSIZLARI: 4
HANGİSİ DAHA MUTLU?: 3.4
HIGH LIFE: 6.9
HOTEL MUMBAI: 4.5
İÇERDEKİLER: 2.7
JOHN WICK 3: 6.3
KARANLIK LANET (THE DARK): 5.5
KRAL MİDAS’IN HAZİNESİ: 1.4
KUKLALI KÖŞK: 3.4
KUYU (HOLE IN THE GROUND): 5.5
LAUREL İLE HARDY (STAN AND OLLIE): 4.5
MA: 2.8
MASUMİYETİN DAYANILMAZ ÇEKİCİLİĞİ (BLANCHE COMME NEIGE): 6.5
ONUN FİLMİ: 5.8
OYUNCAK HİKAYESİ 4 (TOY STORY 4): 3.6
POKEMON DEDEKTİF PIKACHU: 5.7
ROCKETMAN: 6.9
SINIR (GRANS): 5.6
SİYAH GİYEN ADAMLAR: GLOBAL TEHDİT: 3.9
SUİKASTÇI (THE ASSASSİN’S CODE): 2.9
ŞAMPİYONLAR (CAMPEONES): 3.5
ŞEYTANIN KAPISI (THE DEVIL’S DOORWAY): 6.5
TEMİZLİKÇİ (THE CLEANING LADY): 3.5
X-MEN: DARK PHOENIX: 5.5
YESTERDAY: 5.5
YUVA: 7
ADALETSİZ (DRAGGED ACROSS CONCRETE): 2.9
ALADDIN: 4.5
ALEM-İ CİN 2: 3.1
ANNA: 3.3
ANNABELLE 3: 4.5
ASTRAL SEYAHAT: 0.6
ATEŞLE OYNAYANLAR (JOUEURS): 5.3
AVENGERS: ENDGAME: 4.5
AYKUT ENİŞTE: 5.3
BAĞCIK: 0.8
BEKÇİ: 4.1
BEYAZ KARGA (THE WHITE CROW): 6
BÜYÜLÜ GECELER: 5
CİNNET: 5.1
ÇİFTE HAYATLAR (DOUBLES VIES): 5.8
DÜZENBAZLAR (THE HUSTLE): 3.1
EKSİ BİR: 4.8
EN SEVDİĞİM KUMAŞ (MY FAVOURITE FABRIC): 5
ENES BATUR GERÇEK KAHRAMAN: 4.5
EVCİL HAYVANLARIN GİZLİ YAŞAMI 2 (SECRET LIFE OF PETS 2): 3
GODZILLA II: CANAVARLAR KRALI (GODZILLA II: KING OF THE MONSTERS): 2.5
GÖLGE SAVAŞÇI (YING): 6.8
GÜLLER: 3.3
GÜN BATIMI (SUNSET): 6.9
GÜVERCİN HIRSIZLARI: 4
HANGİSİ DAHA MUTLU?: 3.4
HIGH LIFE: 6.9
HOTEL MUMBAI: 4.5
İÇERDEKİLER: 2.7
JOHN WICK 3: 6.3
KARANLIK LANET (THE DARK): 5.5
KRAL MİDAS’IN HAZİNESİ: 1.4
KUKLALI KÖŞK: 3.4
KUYU (HOLE IN THE GROUND): 5.5
LAUREL İLE HARDY (STAN AND OLLIE): 4.5
MA: 2.8
MASUMİYETİN DAYANILMAZ ÇEKİCİLİĞİ (BLANCHE COMME NEIGE): 6.5
ONUN FİLMİ: 5.8
OYUNCAK HİKAYESİ 4 (TOY STORY 4): 3.6
POKEMON DEDEKTİF PIKACHU: 5.7
ROCKETMAN: 6.9
SINIR (GRANS): 5.6
SİYAH GİYEN ADAMLAR: GLOBAL TEHDİT: 3.9
SUİKASTÇI (THE ASSASSİN’S CODE): 2.9
ŞAMPİYONLAR (CAMPEONES): 3.5
ŞEYTANIN KAPISI (THE DEVIL’S DOORWAY): 6.5
TEMİZLİKÇİ (THE CLEANING LADY): 3.5
X-MEN: DARK PHOENIX: 5.5
YESTERDAY: 5.5
YUVA: 7