'TENET': 'ABAR'IN ANDROID KUŞAĞINDAN 'SON HAVA BÜKÜCÜ' ETKİLİ ÖZENTİ ARDILI
FİLMİN NOTU: 3.6
|
“Tenet”, yön vermeye çalıştığı zamanın kıvrımlarında kafa karışıklığından dolayı kendini kaybediyor. Nolan, özenti, pespaye ve ucuz bir siyahi ajan/süper kahraman tanımına imza atıyor. Başından da sonundan da aynı okunması fark etmeyen derme çatma yapboz, “Dünyayı Kurtaran Adam”ın rakibi, “Abar”ın ardılı olarak noktalanıyor.
BELLEK MERKEZLİ BİLİMKURGUDA NE KADAR BAŞARILI?
Nolan’ın tür sinemasında bellek ve hafıza üzerinden yarattıklarıyla konuşulan bir yönetmen olduğu muhakkak. Kariyerine girişi “Takip” (“Following”, 1998) ve “Akıl Defteri” (“Memento”, 2000) gibi bu konuda iddialı ve bağımsız ruhlu filmlerle yapması da şaşırtmaz. Onu son 20-25 yılda sinemaya giren yönetmenler arasında Fincher ile beraber en net ‘neo-noir yenilikçisi’ olarak görmek mümkün. Ama yönetmenin özellikle “Başlangıç”la (“Inception”, 2010) beraber bilimkurguya da kaydığına tanıklık ettik.
Bu durum karşısında bir çeşit ‘rüya inşaatı bilimkurgusu’ alt türü yaratmak için yola çıkıyordu. Aslında türün ‘bellek merkezli filmler’den de destek aldığı bilinir. Bu alanın bilinen ilk örneği Soğuk Savaş arka planlı Frankenheimer klasiği “İki Yüzlü Adam”dı (“Seconds”, 1966). Bu konuda bir tarih var. Yönetmen ilk bilimkurgu denemesinde “Dreamscape”in (1984) modelinin ‘aksiyon’la donatmıştı. Yaratıcı-yaratan ilişkisine dair bambaşka metinler açmıştı. Altı katmanlı paralel kurgu mest etmişti, ‘soygun filmi’ de yeni bir metot kazanmıştı.
Ancak “Yıldızlararası”nda (“Interstellar”, 2014) bir görsel efekt becerisi vardı belki. Ama ‘kara delik’, ‘solucan deliği’ gibi uzun süredir kullanılan kavramları ele alan hikayenin melodrama kaydığı görüldü. Sömürülen ise “Kara Delik” (“The Black Hole”, 1979) ve “Mesaj” (“Contact”, 1997) gibi nev-i şansına münhasır tür filmleriydi. Bu sebeple de “Başlangıç” sonrası ‘bilimkurgu’nun ‘zihinsel’ tarafında hiç de iyi sınav vermedi İngiliz yönetmen.
BELLEK MERKEZLİ BİLİMKURGUDA NE KADAR BAŞARILI?
Nolan’ın tür sinemasında bellek ve hafıza üzerinden yarattıklarıyla konuşulan bir yönetmen olduğu muhakkak. Kariyerine girişi “Takip” (“Following”, 1998) ve “Akıl Defteri” (“Memento”, 2000) gibi bu konuda iddialı ve bağımsız ruhlu filmlerle yapması da şaşırtmaz. Onu son 20-25 yılda sinemaya giren yönetmenler arasında Fincher ile beraber en net ‘neo-noir yenilikçisi’ olarak görmek mümkün. Ama yönetmenin özellikle “Başlangıç”la (“Inception”, 2010) beraber bilimkurguya da kaydığına tanıklık ettik.
Bu durum karşısında bir çeşit ‘rüya inşaatı bilimkurgusu’ alt türü yaratmak için yola çıkıyordu. Aslında türün ‘bellek merkezli filmler’den de destek aldığı bilinir. Bu alanın bilinen ilk örneği Soğuk Savaş arka planlı Frankenheimer klasiği “İki Yüzlü Adam”dı (“Seconds”, 1966). Bu konuda bir tarih var. Yönetmen ilk bilimkurgu denemesinde “Dreamscape”in (1984) modelinin ‘aksiyon’la donatmıştı. Yaratıcı-yaratan ilişkisine dair bambaşka metinler açmıştı. Altı katmanlı paralel kurgu mest etmişti, ‘soygun filmi’ de yeni bir metot kazanmıştı.
Ancak “Yıldızlararası”nda (“Interstellar”, 2014) bir görsel efekt becerisi vardı belki. Ama ‘kara delik’, ‘solucan deliği’ gibi uzun süredir kullanılan kavramları ele alan hikayenin melodrama kaydığı görüldü. Sömürülen ise “Kara Delik” (“The Black Hole”, 1979) ve “Mesaj” (“Contact”, 1997) gibi nev-i şansına münhasır tür filmleriydi. Bu sebeple de “Başlangıç” sonrası ‘bilimkurgu’nun ‘zihinsel’ tarafında hiç de iyi sınav vermedi İngiliz yönetmen.
ÖTE DÜNYANIN TASARIMI FENA DURMUYOR
“Tenet”te aslında daha en baştan bir uluslararası istihbarat örgütünün üzerine giderek yola çıkıyor. Bu konuda da açılış sekansında bir konserin arasında teröristleri devirme kısmı, Mann’in “Büyük Hesaplaşma”sına (“Heat”, 1995) atıfta bulunan bir stilize yaklaşımla çekilmiş. Bunun devamında ise ölümle birlikte ‘Kahraman’ adı konan John David Washington’ın gözünü ‘öte dünya’da açtığına tanıklık ediyoruz.
Ancak ritmik kurguyla müthiş halledilen, besteci Göransson’un elektronik bestelerinin ve sağlam ses tasarımı ile ses kurgusunun parladığı girişin ardından senaryonun zafiyetleri açığa çıkıyor. O diyarda karşılayan Martin Donovan’ın Victor’unun ‘öte dünyaya hoş geldin’ lafı dalga geçilesi anlara açılıyor. O bölge aslında sular içerisinde görsel efekt ve yapım tasarımı açısından iyi tasarlanmış. Bunu inkar edemeyiz.
‘SON HAVA BÜKÜCÜ’NÜN AĞABEYİ ‘SON ZAMAN BÜKÜCÜ’
Ama “Su Dünyası” (“Waterworld”, 1995) kadar yaratıcılık, işin ucunu ‘waterpunk’ gibi bir kavram yaratmaya kadar götüren bir iddia yok. ‘Tenet’ üzerinden kurulan ‘tersine zaman bükücülük’, bizi Shyamalan’ın son yılların en büyük fantastik film fiyaskosuna dönüşen “Son Hava Bükücü”sünü (“The Last Airbender”, 2010) akla getiriyor. Oradaki ‘hava’nın yerini ‘zaman’ alıyor. Aslında zamanı tersine çevirmek çok da görmediğimiz bir durum değil.
Ortada Nolan’ın başyapıt seviyesindeki “Akıl Defteri”, “Takip” ve “Başlangıç”ındaki gibi özgün bir fikir yok. “Akıl Defteri”nde kurguyu son sekanstan ilk sekansa doğru yapıp lineer akışı yıkmak devrimci bir model yaratmıştı. Filmin fazlasıyla ardılı da oldu. Burada ise ‘zamanı tersine çevirme’ düşüncesini bilimkurguya transfer ederken yüzüne gözüne bulaştıran acemi bir yönetmen görüyoruz sanki. İlginçtir ikinci eserdeki ‘gençlik cesareti’, 50 yaşında ‘önlenemez bir korkaklık’a kayıyor.
Oyunculuk yeteneği tartışmalı John David Washington’ın fazlasıyla ciddi bir casusluk geriliminin içine atılması probleme dönüşüyor. Daha önce “Karanlıkla Karşı Karşıya” (“Blackkklansman”, 2018) gibi filmlerde tökezleyen siyahi oyuncu, sözde bir Afro-Amerikan kültürünün içine sokuluyor. Ama onun teni beyaz olsa filmin izleyişinde hiçbir değişiklik olmazdı!
‘TERMINATÖR’ VE ‘WATCHMEN’ BAĞLANTILARINI İYİ KULLANAMIYOR
‘Nükleer Savaş fonlu casusluk filmi’ ile ‘zaman yolculuğu filmi’nin iç içe geçirilmesi sendromu cidden evlere şenlik! Afro-Amerikan sinemasının Bourne’unu yaratma hedefinde ciddi bir tökezleme var. O serinin zeki teknolojik ve muhalif yapısı öncelikle hiçbir şekilde buraya yansımıyor.
2009’da Snyder’in başarılı Soğuk Savaş arka planlı anti-süper kahraman ekibi filmi “Watchmen”in postmodern tonu da hiç ortada yok. “Dead Man’s Letters”ın (“Pisma Myorgotvogo Cheloveka”, 1986) büyüleyici ve monokrom Çernobil melankolisi ise asla canlanamıyor. Ama sanki oradaki kurgu ile “Terminatör”ün (“Terminator”, 1984) zaman yolcuğu filmi algısı müthiş bir özgüvenle iç içe geçirilmeye çalışılıyor.
Ama “Su Dünyası” (“Waterworld”, 1995) kadar yaratıcılık, işin ucunu ‘waterpunk’ gibi bir kavram yaratmaya kadar götüren bir iddia yok. ‘Tenet’ üzerinden kurulan ‘tersine zaman bükücülük’, bizi Shyamalan’ın son yılların en büyük fantastik film fiyaskosuna dönüşen “Son Hava Bükücü”sünü (“The Last Airbender”, 2010) akla getiriyor. Oradaki ‘hava’nın yerini ‘zaman’ alıyor. Aslında zamanı tersine çevirmek çok da görmediğimiz bir durum değil.
Ortada Nolan’ın başyapıt seviyesindeki “Akıl Defteri”, “Takip” ve “Başlangıç”ındaki gibi özgün bir fikir yok. “Akıl Defteri”nde kurguyu son sekanstan ilk sekansa doğru yapıp lineer akışı yıkmak devrimci bir model yaratmıştı. Filmin fazlasıyla ardılı da oldu. Burada ise ‘zamanı tersine çevirme’ düşüncesini bilimkurguya transfer ederken yüzüne gözüne bulaştıran acemi bir yönetmen görüyoruz sanki. İlginçtir ikinci eserdeki ‘gençlik cesareti’, 50 yaşında ‘önlenemez bir korkaklık’a kayıyor.
Oyunculuk yeteneği tartışmalı John David Washington’ın fazlasıyla ciddi bir casusluk geriliminin içine atılması probleme dönüşüyor. Daha önce “Karanlıkla Karşı Karşıya” (“Blackkklansman”, 2018) gibi filmlerde tökezleyen siyahi oyuncu, sözde bir Afro-Amerikan kültürünün içine sokuluyor. Ama onun teni beyaz olsa filmin izleyişinde hiçbir değişiklik olmazdı!
‘TERMINATÖR’ VE ‘WATCHMEN’ BAĞLANTILARINI İYİ KULLANAMIYOR
‘Nükleer Savaş fonlu casusluk filmi’ ile ‘zaman yolculuğu filmi’nin iç içe geçirilmesi sendromu cidden evlere şenlik! Afro-Amerikan sinemasının Bourne’unu yaratma hedefinde ciddi bir tökezleme var. O serinin zeki teknolojik ve muhalif yapısı öncelikle hiçbir şekilde buraya yansımıyor.
2009’da Snyder’in başarılı Soğuk Savaş arka planlı anti-süper kahraman ekibi filmi “Watchmen”in postmodern tonu da hiç ortada yok. “Dead Man’s Letters”ın (“Pisma Myorgotvogo Cheloveka”, 1986) büyüleyici ve monokrom Çernobil melankolisi ise asla canlanamıyor. Ama sanki oradaki kurgu ile “Terminatör”ün (“Terminator”, 1984) zaman yolcuğu filmi algısı müthiş bir özgüvenle iç içe geçirilmeye çalışılıyor.
‘LOOPER’ VE ‘PREDESTINATION’ MUMLA ARANIYOR!
Bunun ötesinde 2010’larda “Tetikçiler” (“Looper”, 2012), yeni kuşak için ‘Terminator’ olarak canlanmışken, oradaki ‘tech-scifi-noir’ damarından ‘düzen koruyucusu’, ‘döngü denetleyicisi’ anlamına gelen ikonik isim gibi bir kalıcılığa ulaşmak mümkün olmuyor. Yönetmen, türleri eğip büken Rian Johnson kadar zeki duramamış bu konuda.
“Predestination”da (2014) Avustralyalı Spierig Kardeşler’in dönemler arasında dolaşan bir casusun üzerinden kurduğu zeki ve kalıcı zaman yolcuğu filmi şablonu da hiçbir şekilde başarıyla kavranamıyor. Ethan Hawke’un merkezi bir şekilde kalıcı olmasına ayak uydurma gibi bir durum göremiyoruz. Johnson ve Spierig’lerin soyadı Nolan olsa belki de şu anda başka şeyler konuşurduk.
Ama işin tuhafı, ortada fena bağlanmamış aksiyon sahnelerinin yanında dramatik açıdan ‘dibi görme’ var. David Washington’a Pattinson, Debicki, Caine ve Branagh sahnede oyunculuk dersi veriyor. Üstüne üstlük bu durumdan bir sonuç çıkarmak için kasılıyor. Biz ise bu çekişmeyi bir senaryo rezaleti olarak izliyoruz.
Bunun ötesinde 2010’larda “Tetikçiler” (“Looper”, 2012), yeni kuşak için ‘Terminator’ olarak canlanmışken, oradaki ‘tech-scifi-noir’ damarından ‘düzen koruyucusu’, ‘döngü denetleyicisi’ anlamına gelen ikonik isim gibi bir kalıcılığa ulaşmak mümkün olmuyor. Yönetmen, türleri eğip büken Rian Johnson kadar zeki duramamış bu konuda.
“Predestination”da (2014) Avustralyalı Spierig Kardeşler’in dönemler arasında dolaşan bir casusun üzerinden kurduğu zeki ve kalıcı zaman yolcuğu filmi şablonu da hiçbir şekilde başarıyla kavranamıyor. Ethan Hawke’un merkezi bir şekilde kalıcı olmasına ayak uydurma gibi bir durum göremiyoruz. Johnson ve Spierig’lerin soyadı Nolan olsa belki de şu anda başka şeyler konuşurduk.
Ama işin tuhafı, ortada fena bağlanmamış aksiyon sahnelerinin yanında dramatik açıdan ‘dibi görme’ var. David Washington’a Pattinson, Debicki, Caine ve Branagh sahnede oyunculuk dersi veriyor. Üstüne üstlük bu durumdan bir sonuç çıkarmak için kasılıyor. Biz ise bu çekişmeyi bir senaryo rezaleti olarak izliyoruz.
70’LERİN KÜLT SİYAHİ İSTİSMAR FİLMİNİN ÖZENTİ ARDILI OLABİLİYOR
Filmin senaryosu zamanla ‘dünyayı kurtaran süper kahraman filmleri’ne doğru ilerliyor. Karakterin teni siyah olunca da ister istemez “Abar”ın (1977) Tobar Mayo’nun canlandırdığı ana karakter akla geliyor. “Super Fly” (1972), “Shaft” (1971) gibi yeniden çevrime kavuşmuş siyahi istismar filmlerinin çekildiği dönemde o camp eser de ilk Afro-Amerikan süper kahraman filmi olarak kabul görmüştür. Telekinetik güçlere sahip Abar’ın kenar mahalle kültürünün içindeki plastik varlığı doyumsuz bir kült albeniye sahiptir. A-tipi Hollywood algısına ayak uyduramayn “Superman”i (1978) ise cesaretlendirmişti. Onun sonrasında daha iddialı çizgi roman uyarlamaları çekilmişti.
Fakat ‘Blade’ (1998) gibi başyapıt seviyesinde bir süper kahraman filminin, vampir filmi damarlı bir mucizenin tadı asla yok. “Kara Panter”in (“Kara Panther”, 2018) android kuşağının ciddi bir şekilde “Shaft”ini yaratan A-tipi damarıyla da rekabet girmek mümkün olmuyor. Oradaki Chadwick Boseman’ın Afro-Amerikan kültürünün sahiciliğinden beslenen kaliteli başrolü mumla aranıyor. Eğer bu konuya girersek X-Men serisinin başarılı zaman yolculuğu filmi “X: Geçmiş Günler Gelecek” (“X: Days of Future Past”, 2014) da retro dokulu ve Nükleer Savaş fonluydu.
Nolan, kağıt üstünde “Terminatör”den, “Watchmen”den ve Bourne serisinden beslenmek isterken kendini “Abar”ın “Son Hava Bükücü” etkili ardılı olarak buluyor.
DÜNYAYI KURTARAN ADAM’LA REKABETE GİRİYOR
Yanından ayrılan görüntü yönetmeni Wally Pfister’i rezil eden “Başlangıç” özentisi “Evrim” (“Transcendence”, 2014) ile de bu konuda makus talihi paylaşıyor. “Tenet”in devamı gelebilir. Ama Nolan’ın, ‘scifi-tech-noir’ dokusuna çok hakimmiş gibi takılması ise en büyük sıkıntılardan biri.
Debicki’yi de femme fatale niyetine bir karaktere dönüştürüyor. Ama açıldığı nokta C sınıfı bir teknolojik aksiyon filmi tadında. Bu melez türde Joe Wright’in “Hanna”sının (2011) estetik açıdan yaratıcılığını da göremiyoruz. Hoyte Van Hoytema gerçekçi dursa da idare etmekle kalıyor. Böyle olunca “Tenet”, rekabetçileriyle mücadele etmekte zorlanıyor. Will Smith’in ‘gerçekçiyim’ deyip kontrolden çıkan anti-süper kahraman filmi “Hancock”la (2018) veya Cüneyt Arkın’ın çöp klasiği “Dünyayı Kurtaran Adam”la (1982) yarışır hale geliyor.
Filmin senaryosu zamanla ‘dünyayı kurtaran süper kahraman filmleri’ne doğru ilerliyor. Karakterin teni siyah olunca da ister istemez “Abar”ın (1977) Tobar Mayo’nun canlandırdığı ana karakter akla geliyor. “Super Fly” (1972), “Shaft” (1971) gibi yeniden çevrime kavuşmuş siyahi istismar filmlerinin çekildiği dönemde o camp eser de ilk Afro-Amerikan süper kahraman filmi olarak kabul görmüştür. Telekinetik güçlere sahip Abar’ın kenar mahalle kültürünün içindeki plastik varlığı doyumsuz bir kült albeniye sahiptir. A-tipi Hollywood algısına ayak uyduramayn “Superman”i (1978) ise cesaretlendirmişti. Onun sonrasında daha iddialı çizgi roman uyarlamaları çekilmişti.
Fakat ‘Blade’ (1998) gibi başyapıt seviyesinde bir süper kahraman filminin, vampir filmi damarlı bir mucizenin tadı asla yok. “Kara Panter”in (“Kara Panther”, 2018) android kuşağının ciddi bir şekilde “Shaft”ini yaratan A-tipi damarıyla da rekabet girmek mümkün olmuyor. Oradaki Chadwick Boseman’ın Afro-Amerikan kültürünün sahiciliğinden beslenen kaliteli başrolü mumla aranıyor. Eğer bu konuya girersek X-Men serisinin başarılı zaman yolculuğu filmi “X: Geçmiş Günler Gelecek” (“X: Days of Future Past”, 2014) da retro dokulu ve Nükleer Savaş fonluydu.
Nolan, kağıt üstünde “Terminatör”den, “Watchmen”den ve Bourne serisinden beslenmek isterken kendini “Abar”ın “Son Hava Bükücü” etkili ardılı olarak buluyor.
DÜNYAYI KURTARAN ADAM’LA REKABETE GİRİYOR
Yanından ayrılan görüntü yönetmeni Wally Pfister’i rezil eden “Başlangıç” özentisi “Evrim” (“Transcendence”, 2014) ile de bu konuda makus talihi paylaşıyor. “Tenet”in devamı gelebilir. Ama Nolan’ın, ‘scifi-tech-noir’ dokusuna çok hakimmiş gibi takılması ise en büyük sıkıntılardan biri.
Debicki’yi de femme fatale niyetine bir karaktere dönüştürüyor. Ama açıldığı nokta C sınıfı bir teknolojik aksiyon filmi tadında. Bu melez türde Joe Wright’in “Hanna”sının (2011) estetik açıdan yaratıcılığını da göremiyoruz. Hoyte Van Hoytema gerçekçi dursa da idare etmekle kalıyor. Böyle olunca “Tenet”, rekabetçileriyle mücadele etmekte zorlanıyor. Will Smith’in ‘gerçekçiyim’ deyip kontrolden çıkan anti-süper kahraman filmi “Hancock”la (2018) veya Cüneyt Arkın’ın çöp klasiği “Dünyayı Kurtaran Adam”la (1982) yarışır hale geliyor.
POSTMODERN GÖRÜNÜMLÜ KOPYALA-YAPIŞTIR BİR TÜR SEYİRLİĞİ
Yönetmenin The Matrix’in siyahi Kahin’inin yerine Hintli Dimple Kapadia’yı koyması şaşırtmıyor. ‘Terminatör’ün meşhur tırlı aksiyon sahnesinin yeniden çekmesi ise ‘zaman açmazı’nda gayet doğal bir hamle. Ama bu durum da kağıt üstünde olumlu bir hamle olsa da ‘postmodern görünümlü kopyala-yapıştır bir tür sineması seyirliği’ni destekleyebiliyor. Baumbach’ın düşük tempolu son filmlerinin kurgucusunun ilk kez Nolan’la çalışması, aslında düşünsel açıdan iddialı bir yaklaşım. Ama tutmuyor.
Bu riskli tercihin de katkısıyla “Tenet”, ‘başından da sonundan da aynı okunsa da fark etmeyecek’ bir uçuruma sürükleniyor. “Başlangıç”daki ustalıklı kurguyu da, “Akıl Defteri”ndeki devrimci sondan başa sarma esprisini de mumla arıyoruz. O filmlerle ciddi sıklet farkı var. Burada iddialı bir 'hikaye kurgusu vizyonu' bekliyoruz ama nafile! Yönetmen bundan sonra bilimkurguda bu kadar özgüven yüklü olmamalı. Aksi takdirde ‘kopyala-yapıştır’ sahnelerle yürüyüp “Abar”ın ardılı, “Dünyayı Kurtaran Adam”ın rekabetçisi haline gelmeyi sürdürecektir.
Yönetmenin The Matrix’in siyahi Kahin’inin yerine Hintli Dimple Kapadia’yı koyması şaşırtmıyor. ‘Terminatör’ün meşhur tırlı aksiyon sahnesinin yeniden çekmesi ise ‘zaman açmazı’nda gayet doğal bir hamle. Ama bu durum da kağıt üstünde olumlu bir hamle olsa da ‘postmodern görünümlü kopyala-yapıştır bir tür sineması seyirliği’ni destekleyebiliyor. Baumbach’ın düşük tempolu son filmlerinin kurgucusunun ilk kez Nolan’la çalışması, aslında düşünsel açıdan iddialı bir yaklaşım. Ama tutmuyor.
Bu riskli tercihin de katkısıyla “Tenet”, ‘başından da sonundan da aynı okunsa da fark etmeyecek’ bir uçuruma sürükleniyor. “Başlangıç”daki ustalıklı kurguyu da, “Akıl Defteri”ndeki devrimci sondan başa sarma esprisini de mumla arıyoruz. O filmlerle ciddi sıklet farkı var. Burada iddialı bir 'hikaye kurgusu vizyonu' bekliyoruz ama nafile! Yönetmen bundan sonra bilimkurguda bu kadar özgüven yüklü olmamalı. Aksi takdirde ‘kopyala-yapıştır’ sahnelerle yürüyüp “Abar”ın ardılı, “Dünyayı Kurtaran Adam”ın rekabetçisi haline gelmeyi sürdürecektir.