'FATHER SOLDIER SON': 'MİLLİYETÇİ BABA-OĞUL MELODRAMI' NİYETİNE BELGESEL
FİLMİN NOTU: 3
|
Adeta Eastwood’un “American Sniper”ı ile Çağan Irmak’ın “Babam ve Oğlum”unu birleştiren milliyetçi bir belgesel. Türünde aşırı klasik olmanın zararını gören “Father Soldier Son”, Tribeca Film Festivali’nde Belgesel Yarışması’ndan En İyi Kurgu Ödülü’nü dijital olarak aldıktan 3 ay sonra Netflix’te 17 Temmuz’da başladı.
EN AZ ‘AMERICAN SNIPER’ KADAR MİLLİYETÇİ
Sinemada babalar ile oğulların hikayelerini çokça görmüşüzdür. Bu damar ise genelde ‘melodram’ ya da ‘dramedi’ ile sarılır. “Babam ve Oğlum”da (2005) ise onu siyasi bir olayla, 12 Eylül’le kesiştirme popüler bir omurgaya yaslanmıştı. Bunun da çok fazla ilgi gördüğü görülmüştü. “Father Soldier Son”da babalar ile oğulların kuşaklar boyu ilişkisini ele alan bir belgesel görüyoruz.
Lesyle Davis-Catrin Einhorn ikilisi büyük oranda 10 senelik çalışmanın ürününü ortaya koyuyorlar görünürde. Bu durum karşısında da bize bir şeyler sunuyorlar. Ama 11 Eylül sonrası Irak Savaşı’na girişi samimi ve sinemasal hale getiremiyorlar. Aksine en az Eastwood’un “Keskin Nişancı”sı (“American Sniper”ı, 2014) kadar milliyetçi, emperyalist ve ırkçı bir bakış var.
BEYAZLARIN DOKUNAKLI HİKAYESİ
Uzun bir arşiv görüntüsü toplama süreci belgeselin klasikliğin sınırlarını zorlamasını sağlıyor. Beyaz babalar ve evde kalan oğullar üzerinden müziği en kritik yerlerde gaza basma kaygısı ise çok göze batıyor. Beyaz renklerin aşırı sade ve dokunaklı hale getirmek için uğraştıkları kurgu, klasikliğin bayatlığa kaymasına yol açıyor. Bu durum karşısında da yıllara yayılmanın anlamsızlaştığına tanıklık ediyoruz.
“Father Soldier Son”, “Keskin Nişancı” izlenen bir sinema salonu sekansına boşuna sahip deil. Afganistan’a giden baba askerlerin güdülerine ve aile hayatlarına dair bir şeylerin peşinde. Ama o filmin içten pazarlıklı kardeşi olmaktan başka bir vasfı olmayan bir noktaya ulaşıyor.
‘BABAM VE OĞLUM’UN HESAPLI TAVRINI HATIRLATIYOR
Belgesel, “Babam ve Oğlum”un melodramatik bir damardan yaptığını yineliyor. Evde kalan çocukların giden babaları sonrası yalnızlıklarını görünürde ‘dengeli’ ve ‘mesafeli’ anlatıyor. Ama bu durumun göstermelik olduğu çok açık. Zaten ortada ne bir askeri sistem ne de bir şovenist Amerika eleştirisi var.
Aksine her telden çalarken aile ilişkisiyle ağlatmak isteyen bir belgesel izliyoruz. Kurmaca olsa da fark etmezmiş. Finalinin Amerikan bayrağının dalgalanmasıyla bağlanması da şaşırtıcı bir hamle değil elbette. Belgeseli izlerken kendimizi ‘Babam, oğlum ve askerim’ kıvamında bir sömürünün orta yerinde buluyoruz. Yönetmenler çok planlı gözükseler de belge toplamaktan başka bir şey yapmamışlar. Günümüzde belgeselcilik bu değil!
EN AZ ‘AMERICAN SNIPER’ KADAR MİLLİYETÇİ
Sinemada babalar ile oğulların hikayelerini çokça görmüşüzdür. Bu damar ise genelde ‘melodram’ ya da ‘dramedi’ ile sarılır. “Babam ve Oğlum”da (2005) ise onu siyasi bir olayla, 12 Eylül’le kesiştirme popüler bir omurgaya yaslanmıştı. Bunun da çok fazla ilgi gördüğü görülmüştü. “Father Soldier Son”da babalar ile oğulların kuşaklar boyu ilişkisini ele alan bir belgesel görüyoruz.
Lesyle Davis-Catrin Einhorn ikilisi büyük oranda 10 senelik çalışmanın ürününü ortaya koyuyorlar görünürde. Bu durum karşısında da bize bir şeyler sunuyorlar. Ama 11 Eylül sonrası Irak Savaşı’na girişi samimi ve sinemasal hale getiremiyorlar. Aksine en az Eastwood’un “Keskin Nişancı”sı (“American Sniper”ı, 2014) kadar milliyetçi, emperyalist ve ırkçı bir bakış var.
BEYAZLARIN DOKUNAKLI HİKAYESİ
Uzun bir arşiv görüntüsü toplama süreci belgeselin klasikliğin sınırlarını zorlamasını sağlıyor. Beyaz babalar ve evde kalan oğullar üzerinden müziği en kritik yerlerde gaza basma kaygısı ise çok göze batıyor. Beyaz renklerin aşırı sade ve dokunaklı hale getirmek için uğraştıkları kurgu, klasikliğin bayatlığa kaymasına yol açıyor. Bu durum karşısında da yıllara yayılmanın anlamsızlaştığına tanıklık ediyoruz.
“Father Soldier Son”, “Keskin Nişancı” izlenen bir sinema salonu sekansına boşuna sahip deil. Afganistan’a giden baba askerlerin güdülerine ve aile hayatlarına dair bir şeylerin peşinde. Ama o filmin içten pazarlıklı kardeşi olmaktan başka bir vasfı olmayan bir noktaya ulaşıyor.
‘BABAM VE OĞLUM’UN HESAPLI TAVRINI HATIRLATIYOR
Belgesel, “Babam ve Oğlum”un melodramatik bir damardan yaptığını yineliyor. Evde kalan çocukların giden babaları sonrası yalnızlıklarını görünürde ‘dengeli’ ve ‘mesafeli’ anlatıyor. Ama bu durumun göstermelik olduğu çok açık. Zaten ortada ne bir askeri sistem ne de bir şovenist Amerika eleştirisi var.
Aksine her telden çalarken aile ilişkisiyle ağlatmak isteyen bir belgesel izliyoruz. Kurmaca olsa da fark etmezmiş. Finalinin Amerikan bayrağının dalgalanmasıyla bağlanması da şaşırtıcı bir hamle değil elbette. Belgeseli izlerken kendimizi ‘Babam, oğlum ve askerim’ kıvamında bir sömürünün orta yerinde buluyoruz. Yönetmenler çok planlı gözükseler de belge toplamaktan başka bir şey yapmamışlar. Günümüzde belgeselcilik bu değil!
'BRAHMS: THE BOY II': TEKİNSİZ OYUNCAK BEBEK KALDIĞI YERDEN!
FİLMİN NOTU: 5.4
|
İlki 10 milyon dolarla 60 milyon dolar kazanmıştı. İkincisinde ise ‘Annabelle’ ile ‘Chucky’nin ezber bozan oğlu işlevi, yoluna kaldığı yerden devam ediyor. Netflix’te 17 Temmuz’da yayınlanan “Brahms: The Boy II”, William Brent Bell’in tutan oyuncak bebek motifini sürdürüyor.
BAŞROLE KATIE HOLMES YERLEŞİYOR
‘Oyuncak bebekli korku filmi’ alt türü, “Devil-Doll”dan (1964) bu yana sinemada karşımıza çıkıyor. Ama bunun uygulamalarının çok kalıcı olduğu söylenemeyebilir. James Wan’ın tekinsiz korkunç çocuk motiflerinin külte dönüşmesiyle birlikte, bu tekinsiz öğe furyaya dönüştü. 2016 tarihli büyük oranda tutan “Lanetli Çocuk”a (“The Boy”) gecikmeyen bir devam filmi geliyor.
Orada bakıcı Greta (Lauren Cohan) akla Deborah Kerr’in “The Innocents”taki (1961) Bayan Giddens’ını getirmişti. Bu kez ise Katie Holmes’un önderlik ettiği bir çekirdek aile var. Yine ayakları üzerinde durmaya çalışan ve ‘female gothic’e meyleden bir tipleme izliyoruz. Ama bu durum yarıda kalıyor. Stacey Menear’ın senaryosu klasik bir yönelime sahip değil.
İLK FİLMİN BAŞARISI TEKRALANIYOR MU?
Bell’in seriye dönüşen tekinsiz motifinin burada büyük oranda sorunsuz ilerlediği söylenebilir. Bu kez ‘Brahms’ geçmişinin daha üzerine gidiliyor. ‘Çocuk’a ise ‘Annabelle-Chucky’vari bir isim veriliyor. Bu ikisinin çocuğu gibiyken aslında bu entelektüel ve karizmatik ad tutarlı duruyor.
Bu açıdan da “Brahms: The Boy II”de görüntü yönetmeni değişiyor belki. İlk filmde görülen bebeğin gözünden akarken ‘öznel kamera’ya da ‘çok yakın planlar’a da kayma gibi özgün bir üslup yok. Ama bunun ötesinde gri tonla bir atmosfer kaygısı öne çıkıyor. Bunun sebebi aslında bebeğin gizeminin açığa çıkmış olmasıyla açıklanabilir. Bu yüzden de 2016’da da yaklaşılan William Castle-M. Night Shyamalan arası reji metodunu daha net bir şekilde deneyimliyoruz.
BİR KEZ DAHA ‘ANNABELLE’İ KOLAYLIKLA ALT EDİYOR
Kabul etmeliyiz ki burada ilk filmdeki o gotik mimarinin arasından çıkan ‘Brahms ve ailesi’ tekinsizliği yinelenmiyor. Özellikle ilk düzlük biraz boşa harcanıyor. Hatta belki finalde fazla efekte boğulmuş denebilir.
Hatta serinin ikinci halkasında da ‘The Boy’, ‘Chucky’ye rakip olamıyor. Fakat son dönemin en başarılı oyuncak bebekli korku filmi serilerinden birine alan açmayı sürdürüyor. Elbette Wan’ın “Ölüm Sessizliği”ndeki (“Dead Silence”, 2007) bebekle ve o filmle çekişemez. Ama Annabelle’i kolaylıkla alt edebiliyor.
BAŞROLE KATIE HOLMES YERLEŞİYOR
‘Oyuncak bebekli korku filmi’ alt türü, “Devil-Doll”dan (1964) bu yana sinemada karşımıza çıkıyor. Ama bunun uygulamalarının çok kalıcı olduğu söylenemeyebilir. James Wan’ın tekinsiz korkunç çocuk motiflerinin külte dönüşmesiyle birlikte, bu tekinsiz öğe furyaya dönüştü. 2016 tarihli büyük oranda tutan “Lanetli Çocuk”a (“The Boy”) gecikmeyen bir devam filmi geliyor.
Orada bakıcı Greta (Lauren Cohan) akla Deborah Kerr’in “The Innocents”taki (1961) Bayan Giddens’ını getirmişti. Bu kez ise Katie Holmes’un önderlik ettiği bir çekirdek aile var. Yine ayakları üzerinde durmaya çalışan ve ‘female gothic’e meyleden bir tipleme izliyoruz. Ama bu durum yarıda kalıyor. Stacey Menear’ın senaryosu klasik bir yönelime sahip değil.
İLK FİLMİN BAŞARISI TEKRALANIYOR MU?
Bell’in seriye dönüşen tekinsiz motifinin burada büyük oranda sorunsuz ilerlediği söylenebilir. Bu kez ‘Brahms’ geçmişinin daha üzerine gidiliyor. ‘Çocuk’a ise ‘Annabelle-Chucky’vari bir isim veriliyor. Bu ikisinin çocuğu gibiyken aslında bu entelektüel ve karizmatik ad tutarlı duruyor.
Bu açıdan da “Brahms: The Boy II”de görüntü yönetmeni değişiyor belki. İlk filmde görülen bebeğin gözünden akarken ‘öznel kamera’ya da ‘çok yakın planlar’a da kayma gibi özgün bir üslup yok. Ama bunun ötesinde gri tonla bir atmosfer kaygısı öne çıkıyor. Bunun sebebi aslında bebeğin gizeminin açığa çıkmış olmasıyla açıklanabilir. Bu yüzden de 2016’da da yaklaşılan William Castle-M. Night Shyamalan arası reji metodunu daha net bir şekilde deneyimliyoruz.
BİR KEZ DAHA ‘ANNABELLE’İ KOLAYLIKLA ALT EDİYOR
Kabul etmeliyiz ki burada ilk filmdeki o gotik mimarinin arasından çıkan ‘Brahms ve ailesi’ tekinsizliği yinelenmiyor. Özellikle ilk düzlük biraz boşa harcanıyor. Hatta belki finalde fazla efekte boğulmuş denebilir.
Hatta serinin ikinci halkasında da ‘The Boy’, ‘Chucky’ye rakip olamıyor. Fakat son dönemin en başarılı oyuncak bebekli korku filmi serilerinden birine alan açmayı sürdürüyor. Elbette Wan’ın “Ölüm Sessizliği”ndeki (“Dead Silence”, 2007) bebekle ve o filmle çekişemez. Ama Annabelle’i kolaylıkla alt edebiliyor.
20 MART-15 TEMMUZ ARASI VİZYONA GİRMEDEN YASAL ONLINE PLATFORMLARDA GÖSTERİLEN FİLMLERİN YILDIZ TABLOSU:
7500: 2.5
A WHISKER AWAY: 6.1
ANGELO: 7.5
APOLLO 11: 7
BAD EDUCATION: 4.5
BEATS: 6.4
BOZKIR: 2
COLDEST GAME: 3.9
CRIP CAMP: 5.3
CURTIZ: 6
DA 5 BLOODS: 5.7
DONNYBROOK: 5.8
EUROVISION SONG CONTEST: 5.5
EXTRACTION: 4.5
FEEL THE BEAT: 2.2
GENÇ AHMED: 3.5
HAVE A GOOD TRIP: ADVENTURES IN PSYCHEDELICS: 5.1
HALF OF IT: 5.5
HOMEMADE: 6
HOUSE OF HUMMINGBIRD: 3.5
I AM NO LONGER HERE: 7
INVISIBLE LIFE: 4
JONATHAN: 5
KRONOLOJİ: 3.7
LEVEL 16: 6.3
LOST IN LONDON: 7.8
LOST GIRLS: 7
MARADONA: 6
MARONA: A FANTASTIC TALE: 6.3
MARWEN: 7.5
MUCHO MUCHO AMOR: 5
NOBODY KNOWS I’M HERE: 5.1
ONCE UPON A TIME IN LONDON: 6.5
OUR TIME: 6.3
PARADISE HILLS: 7.5
PROXIMA: 3.7
RICHARD JEWELL: 5.4
ROUBAIX: UNE LUMIERE: 2.5
RULES DON’T APPLY: 5.5
SOLUK: 4.7
SORRY TO BOTHER YOU: 6.9
THE MAN WHO KILLED HITLER AND BIGFOOT: 5
THE MUSTANG: 5.4
THE OLD GUARD: 3.9
THE SPECIALS: 5.5
THE VAST OF NIGHT: 6.9
THE WILLOUGHBYS: 6
UNCUT GEMS: 6
UNDER THE RICCIONE SUN: 3
WASP NETWORK: 3.7
WILD GOOSE LAKE: 6.5
YARINA TEK BİLET: 5.1
YARDIE: 5
7500: 2.5
A WHISKER AWAY: 6.1
ANGELO: 7.5
APOLLO 11: 7
BAD EDUCATION: 4.5
BEATS: 6.4
BOZKIR: 2
COLDEST GAME: 3.9
CRIP CAMP: 5.3
CURTIZ: 6
DA 5 BLOODS: 5.7
DONNYBROOK: 5.8
EUROVISION SONG CONTEST: 5.5
EXTRACTION: 4.5
FEEL THE BEAT: 2.2
GENÇ AHMED: 3.5
HAVE A GOOD TRIP: ADVENTURES IN PSYCHEDELICS: 5.1
HALF OF IT: 5.5
HOMEMADE: 6
HOUSE OF HUMMINGBIRD: 3.5
I AM NO LONGER HERE: 7
INVISIBLE LIFE: 4
JONATHAN: 5
KRONOLOJİ: 3.7
LEVEL 16: 6.3
LOST IN LONDON: 7.8
LOST GIRLS: 7
MARADONA: 6
MARONA: A FANTASTIC TALE: 6.3
MARWEN: 7.5
MUCHO MUCHO AMOR: 5
NOBODY KNOWS I’M HERE: 5.1
ONCE UPON A TIME IN LONDON: 6.5
OUR TIME: 6.3
PARADISE HILLS: 7.5
PROXIMA: 3.7
RICHARD JEWELL: 5.4
ROUBAIX: UNE LUMIERE: 2.5
RULES DON’T APPLY: 5.5
SOLUK: 4.7
SORRY TO BOTHER YOU: 6.9
THE MAN WHO KILLED HITLER AND BIGFOOT: 5
THE MUSTANG: 5.4
THE OLD GUARD: 3.9
THE SPECIALS: 5.5
THE VAST OF NIGHT: 6.9
THE WILLOUGHBYS: 6
UNCUT GEMS: 6
UNDER THE RICCIONE SUN: 3
WASP NETWORK: 3.7
WILD GOOSE LAKE: 6.5
YARINA TEK BİLET: 5.1
YARDIE: 5