TSAI MING-LIANG: 'KENDİMİ SIRADAN BİR YÖNETMEN OLARAK GÖRÜYORUM'
Nisan 2007 - Sinema Dergisi
|
Uzakdoğu sinemasının 90’lı yıllarda
çıkardığı en önemli yönetmenlerden olan Tsai Ming-Liang, 23. İstanbul Film
Festivali’nde, “Elveda Sinema” ile Altın Lale’yi kucaklamıştı. Neredeyse bütün
filmleriyle festivale konuk olan yönetmen, bu yıl da kendi ülkesi Malezya’da çektiği
ilk filmi “Yalnız Yatmak İstemiyorum” ("Hei Yan Quan") ile karşımıza çıkacak.
Yönetmenle yeni filmi vesilesiyle, 2006 Toronto Film Festivali’nde yaptığımız
özel söyleşiyi sunuyoruz.
“Elveda Sinema"nın ("Bu San", 2004), 23. İstanbul Film Festivali’ndeki gösteriminde birçok kişi salonu terk etti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Kendi sinema anlayışınızın izleyiciye hitap ettiğini düşünüyor musunuz?
Benim için en önemli şey, filmi izleyicinin sevip sevmemesi değil.
Aynı zamanda film, festivalde bir de ödül aldı.
(gülüyor) Bunların önemi yok. En önemli şey, filmimin benim için önemli olup olmadığıdır. Ben de bazı filmlerde sıkılıyorum ve arada çıkmak istiyorum. Örneğin, kung fu filmleri için geçerli bu (gülüyor).
Filmlerinizin sonunu genelde açık bırakıyorsunuz. Bu tercihi, kendi sinema felsefeniz içinde nasıl yorumlayabilirsiniz?
Sorulara cevap aradığım için kendimi kutsanmış hissediyorum. Zaten, hayat felsefenizi koyduğunuz filmler yapmanın yolu da buradan geçiyor. Buna rağmen, bazen çok fazla soru sormaktan rahatsız olabiliyorsunuz. Kimi zaman bir çare veya çıkış yolu da bulamıyorsunuz. Örneğin bir yakınınız vefat edebiliyor. Öyle zamanlarda, ölümün korkusunu ensemde hissediyorum. Örneğin “Ni Neibian Jidian/Orada Saat Kaç?”ı (2001) çekerken ölümle ilgilendim. Eğer cesaretiniz varsa, ölüm duygusunu daha hassas bir hale getirebilirsiniz. Bu da beni, ölümün yüzünü görmeye itiyor. Böyle bir deneyimle, aile bağlarınız daha da güçleniyor. “Yalnız Yatmak İstemiyorum”un setinde de, ölüm sahnesini çekerken, çok heyecan verici anlar yaşadığımı söyleyebilirim.
Filmlerinizde, minimalist bir yapı kullanıyorsunuz. Neredeyse diyalogsuz çalışıyorsunuz. Bu, filmografinizin ana özelliği olarak dikkat çekiyor. Filmlerinizi çekerken, sessiz sinema döneminden veya herhangi bir minimalist yönetmenden esinleniyor musunuz? Örneğin Charlie Chaplin, zamanında sizin gibi minimalist filmler çeken bir yönetmendi...
Elbet bir etkisi vardır. Sessiz filmleri seviyorum. Birçok yönetmenden etkilendiğimi söyleyebilirim; çünkü bu, doğal bir süreç. Ama bir film çekerken, bilinçli olarak birinden esinlenemezsin. Elindeki malzemeyle ne yapacağına bakarsın. Esinlenme, bilinçaltından gelebilir.
Kadrajlarınızda ufak detaylar yakalayabiliyoruz. Böyle bir sinema anlayışını bilinçli olarak mı kullanıyorsunuz?
İzleyicimin, filmlerimde ufak detaylar bulmasını seviyorum. Bugünkü filmlerin çoğunluğu, hikayelerle ilgili. Detaylar, asla ön plana çıkmıyor. Kendi hayatınızda her zaman hikayeler yaratabilirsiniz. Önemli olan farklı anlamlar yaratmaktır. Bu da filmlerin neden önemli olduğunu kanıtlıyor.
Yönetmenliğinizin, auteur teorisine uyduğunu düşünüyorum. Kendinizi auteur bir yönetmen olarak görüyor musunuz?
Kendimi sıradan bir yönetmen olarak görüyorum... İyi bir sıradan yönetmen. Etrafta bir çok filmin, neden mücadele içinde olduğunu anlamıyorum. (Alaycı bir ifadeyle) Ben de filmleri kendime göre bir sınıflandırmaya tabi tutacağım (gülüyor)
“Les 400 Coups/400 Darbe”yi (1959) sevdiğinizi biliyorum. Bu film, bildiğiniz gibi auteur teorisini başlatan filmlerden. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Filmlerimde, Amerikan ve Hong Kong filmlerinin etkisini görebilirsiniz. Siz etkilendiğimi düşünüyorsunuz, ama ben filmlerimi çekerken böyle düşünmüyorum. Zamanla film kültürü olan insanlara ulaşmaya başladığımı söyleyebilirim. Bu ayrıcalığı sizin gibi izleyicilerimden alıyorum.
Önceki filminiz "Serseri Bulut" ("Tian Bian Yi Duo Yun", 2005), sizden beklenmeyecek bir yapıya sahipti. Müzikal olmasına karşın seks sahnelerini de öne çıkaran bir istismar filmiydi. Sinemanızı takip edenler için ilginç ve farklı bir deneyimdi. Kariyerinizin ileriki bölümünde bunun gibi sürprizler yapmayı düşünüyor musunuz?
Seks, her toplumda ilgi çekici bir konudur. Bunu anlamak için belli bir çaba göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Ama ileride böyle filmler yapmak, şimdilik aklımın ucundan geçmiyor.
O zaman her zamanki ‘auteur sinema’nıza devam edeceksiniz, öyle mi?
(gülüyor) Demek “Serseri Bulut” gibi bir film bekliyorsun. (Alaycı bir gülüşle) Sadece senin için özel bir sürpriz hazırlayabilirim!
Minimalist kimlikli bir yönetmen olarak Alfred Hitchcock’un “Rope/İp”te (1948) yaptığı gibi, tek plan sekanstan oluşan bir film çekmeyi düşünüyor musunuz? Düşünmüyorsanız, bu yapıdaki filmler hakkındaki fikriniz nedir?
Böyle bir deney yapmayı hiç düşünmedim. Eğer çok inanırsanız önemli bir deneyim olabilir. Zaten, kendi filmlerimde gerçekliği koruyan uzun planlar kullanıyorum. Anı yakalamak için kamerayı sabit tutuyorum. Kimi zaman, plan sekansları da yakalıyorum.
Neredeyse bütün filmlerinizde aynı görüntü yönetmeniyle çalışıyorsunuz. Pen-Jung Liao ile olan ortaklığınızdan biraz bahseder misiniz?
Onu çok seviyorum. Sinemaya başladığımdan beri, hep yanımda oldu. Bakış açımı biliyor. Nasıl kadrajlar kullanacağımı önceden tahmin ediyor. Kısacası, ne istediğimi biliyor diyebilirim. O da benimle çalışmaktan çok memnun. Bence bir film çekerken, güvenilir bir mağara bulmanız gerekir. Bir kaç tane denersiniz. En rahatını bulunca, çıkmak istemezsiniz. O, benim için güvenilir bir mağara gibi...
“Elveda Sinema"nın ("Bu San", 2004), 23. İstanbul Film Festivali’ndeki gösteriminde birçok kişi salonu terk etti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Kendi sinema anlayışınızın izleyiciye hitap ettiğini düşünüyor musunuz?
Benim için en önemli şey, filmi izleyicinin sevip sevmemesi değil.
Aynı zamanda film, festivalde bir de ödül aldı.
(gülüyor) Bunların önemi yok. En önemli şey, filmimin benim için önemli olup olmadığıdır. Ben de bazı filmlerde sıkılıyorum ve arada çıkmak istiyorum. Örneğin, kung fu filmleri için geçerli bu (gülüyor).
Filmlerinizin sonunu genelde açık bırakıyorsunuz. Bu tercihi, kendi sinema felsefeniz içinde nasıl yorumlayabilirsiniz?
Sorulara cevap aradığım için kendimi kutsanmış hissediyorum. Zaten, hayat felsefenizi koyduğunuz filmler yapmanın yolu da buradan geçiyor. Buna rağmen, bazen çok fazla soru sormaktan rahatsız olabiliyorsunuz. Kimi zaman bir çare veya çıkış yolu da bulamıyorsunuz. Örneğin bir yakınınız vefat edebiliyor. Öyle zamanlarda, ölümün korkusunu ensemde hissediyorum. Örneğin “Ni Neibian Jidian/Orada Saat Kaç?”ı (2001) çekerken ölümle ilgilendim. Eğer cesaretiniz varsa, ölüm duygusunu daha hassas bir hale getirebilirsiniz. Bu da beni, ölümün yüzünü görmeye itiyor. Böyle bir deneyimle, aile bağlarınız daha da güçleniyor. “Yalnız Yatmak İstemiyorum”un setinde de, ölüm sahnesini çekerken, çok heyecan verici anlar yaşadığımı söyleyebilirim.
Filmlerinizde, minimalist bir yapı kullanıyorsunuz. Neredeyse diyalogsuz çalışıyorsunuz. Bu, filmografinizin ana özelliği olarak dikkat çekiyor. Filmlerinizi çekerken, sessiz sinema döneminden veya herhangi bir minimalist yönetmenden esinleniyor musunuz? Örneğin Charlie Chaplin, zamanında sizin gibi minimalist filmler çeken bir yönetmendi...
Elbet bir etkisi vardır. Sessiz filmleri seviyorum. Birçok yönetmenden etkilendiğimi söyleyebilirim; çünkü bu, doğal bir süreç. Ama bir film çekerken, bilinçli olarak birinden esinlenemezsin. Elindeki malzemeyle ne yapacağına bakarsın. Esinlenme, bilinçaltından gelebilir.
Kadrajlarınızda ufak detaylar yakalayabiliyoruz. Böyle bir sinema anlayışını bilinçli olarak mı kullanıyorsunuz?
İzleyicimin, filmlerimde ufak detaylar bulmasını seviyorum. Bugünkü filmlerin çoğunluğu, hikayelerle ilgili. Detaylar, asla ön plana çıkmıyor. Kendi hayatınızda her zaman hikayeler yaratabilirsiniz. Önemli olan farklı anlamlar yaratmaktır. Bu da filmlerin neden önemli olduğunu kanıtlıyor.
Yönetmenliğinizin, auteur teorisine uyduğunu düşünüyorum. Kendinizi auteur bir yönetmen olarak görüyor musunuz?
Kendimi sıradan bir yönetmen olarak görüyorum... İyi bir sıradan yönetmen. Etrafta bir çok filmin, neden mücadele içinde olduğunu anlamıyorum. (Alaycı bir ifadeyle) Ben de filmleri kendime göre bir sınıflandırmaya tabi tutacağım (gülüyor)
“Les 400 Coups/400 Darbe”yi (1959) sevdiğinizi biliyorum. Bu film, bildiğiniz gibi auteur teorisini başlatan filmlerden. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Filmlerimde, Amerikan ve Hong Kong filmlerinin etkisini görebilirsiniz. Siz etkilendiğimi düşünüyorsunuz, ama ben filmlerimi çekerken böyle düşünmüyorum. Zamanla film kültürü olan insanlara ulaşmaya başladığımı söyleyebilirim. Bu ayrıcalığı sizin gibi izleyicilerimden alıyorum.
Önceki filminiz "Serseri Bulut" ("Tian Bian Yi Duo Yun", 2005), sizden beklenmeyecek bir yapıya sahipti. Müzikal olmasına karşın seks sahnelerini de öne çıkaran bir istismar filmiydi. Sinemanızı takip edenler için ilginç ve farklı bir deneyimdi. Kariyerinizin ileriki bölümünde bunun gibi sürprizler yapmayı düşünüyor musunuz?
Seks, her toplumda ilgi çekici bir konudur. Bunu anlamak için belli bir çaba göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Ama ileride böyle filmler yapmak, şimdilik aklımın ucundan geçmiyor.
O zaman her zamanki ‘auteur sinema’nıza devam edeceksiniz, öyle mi?
(gülüyor) Demek “Serseri Bulut” gibi bir film bekliyorsun. (Alaycı bir gülüşle) Sadece senin için özel bir sürpriz hazırlayabilirim!
Minimalist kimlikli bir yönetmen olarak Alfred Hitchcock’un “Rope/İp”te (1948) yaptığı gibi, tek plan sekanstan oluşan bir film çekmeyi düşünüyor musunuz? Düşünmüyorsanız, bu yapıdaki filmler hakkındaki fikriniz nedir?
Böyle bir deney yapmayı hiç düşünmedim. Eğer çok inanırsanız önemli bir deneyim olabilir. Zaten, kendi filmlerimde gerçekliği koruyan uzun planlar kullanıyorum. Anı yakalamak için kamerayı sabit tutuyorum. Kimi zaman, plan sekansları da yakalıyorum.
Neredeyse bütün filmlerinizde aynı görüntü yönetmeniyle çalışıyorsunuz. Pen-Jung Liao ile olan ortaklığınızdan biraz bahseder misiniz?
Onu çok seviyorum. Sinemaya başladığımdan beri, hep yanımda oldu. Bakış açımı biliyor. Nasıl kadrajlar kullanacağımı önceden tahmin ediyor. Kısacası, ne istediğimi biliyor diyebilirim. O da benimle çalışmaktan çok memnun. Bence bir film çekerken, güvenilir bir mağara bulmanız gerekir. Bir kaç tane denersiniz. En rahatını bulunca, çıkmak istemezsiniz. O, benim için güvenilir bir mağara gibi...