'DERİN SULAR': ALIEN, THE ABYSS VE POSEIDON'U 'SOLARIS' USULÜ BİRLEŞTİRİYOR
FİLMİN NOTU: 5.5
|
Bilimkurgu sinemasında kendine özgü üslubuyla her zaman bir dünyanın sözünü William Eubank’ın üçüncü uzun metrajı. “Derin Sular”, ‘denizaltı macerası’na ‘bellek’, ‘uzaylı istilası’, ‘felaket’, ‘yaratık’ gibi motifler üzerinden yeni bir şekil vermek isteyen oyalayıcı bir yapıt.
ANA KARAKTERİNİN BİLİNÇALTINDA BİLİMKURGU DENEYİMİ
“Sevgi” (“Love”, 2011), bir uzay istasyonunda nefes alıp vererek bilinçaltında dolaşan bir astronotun hikayesini anlatıyordu. Bunun adı bir asid tribi, matem travması, ayrılık sancısı veya başka bir şeydi. Ama o güne kadar video klipleriyle bilinen William Eubank’ın özgün rock grubu Angels and Airwaves’in ufuk açıcı şarkıları eşliğinde yarattığı biçimci imgeler hatıralarımızda yer etti. Uygulanan formülün kökeninde Tarkovsky’nin ‘uzay gotiği bilimkurgusu’ alt-alt türünü yaratan başyapıtı “Solaris” (1972) vardı.
2014’te “Sinyal” (“The Signal”) geldi, bu kez de meditatif yolculuğu devam ettirirken, alternatif işitsel yapıyla bunu bir yalnızlık senfonisine dönüştürme algısı devreye giriyordu. Yine bir ana karakterin peşine takılan dramatik yapı, ‘sanal gerçeklik bilimkurgusu’na bir hacker’ın gözünden bakıp biraz tanıdık duruyordu. “Derin Sular”da (“Underwater”, 2020) bir kez daha modern bir astronot hikayesi izliyoruz. Ama Eubank’ın bildiğimiz o şaşırtmacalı yapbozu da devreye giriyor, çok sevdiği ‘gotik bilimkurgu’ sular altına yerleşiyor.
‘ALIEN’İN RIPLEY VE ‘ARRIVAL’IN LOUISE TİPLEMELERİYLE KARDEŞ
Burada “Solaris”in uzaylı istilası filmi ardılı “Geliş”in (“Arrival”, 2016) Amy Adams’ın canlandırdığı Louise Banks’ine kardeş gelen bir #meToo dönemi bireyiyle buluşmasını deneyimliyoruz. Stewart’ın canlandırdığı Norah, Sigourney Weaver’ın Ripley’ini uzay gemisinden denizaltına taşımak için her şeyi yapmış.
ANA KARAKTERİNİN BİLİNÇALTINDA BİLİMKURGU DENEYİMİ
“Sevgi” (“Love”, 2011), bir uzay istasyonunda nefes alıp vererek bilinçaltında dolaşan bir astronotun hikayesini anlatıyordu. Bunun adı bir asid tribi, matem travması, ayrılık sancısı veya başka bir şeydi. Ama o güne kadar video klipleriyle bilinen William Eubank’ın özgün rock grubu Angels and Airwaves’in ufuk açıcı şarkıları eşliğinde yarattığı biçimci imgeler hatıralarımızda yer etti. Uygulanan formülün kökeninde Tarkovsky’nin ‘uzay gotiği bilimkurgusu’ alt-alt türünü yaratan başyapıtı “Solaris” (1972) vardı.
2014’te “Sinyal” (“The Signal”) geldi, bu kez de meditatif yolculuğu devam ettirirken, alternatif işitsel yapıyla bunu bir yalnızlık senfonisine dönüştürme algısı devreye giriyordu. Yine bir ana karakterin peşine takılan dramatik yapı, ‘sanal gerçeklik bilimkurgusu’na bir hacker’ın gözünden bakıp biraz tanıdık duruyordu. “Derin Sular”da (“Underwater”, 2020) bir kez daha modern bir astronot hikayesi izliyoruz. Ama Eubank’ın bildiğimiz o şaşırtmacalı yapbozu da devreye giriyor, çok sevdiği ‘gotik bilimkurgu’ sular altına yerleşiyor.
‘ALIEN’İN RIPLEY VE ‘ARRIVAL’IN LOUISE TİPLEMELERİYLE KARDEŞ
Burada “Solaris”in uzaylı istilası filmi ardılı “Geliş”in (“Arrival”, 2016) Amy Adams’ın canlandırdığı Louise Banks’ine kardeş gelen bir #meToo dönemi bireyiyle buluşmasını deneyimliyoruz. Stewart’ın canlandırdığı Norah, Sigourney Weaver’ın Ripley’ini uzay gemisinden denizaltına taşımak için her şeyi yapmış.
Filmin tek problemi uzaylı bir yaratığın kollarını çok erken göstermesi. İlk iki filmindeki gibi gizemi sona kadar taşıyıp, ‘neden-sonuç ilişkisi klasik olmalı!’ algısına kapılması ne kadar doğru tartışılır. “Derin Sular”ın finalinde neredeyse “Poseydon Macerası” (“The Poseidon Adventure”, 1972) kıvamında batan bir gerçek gemi olayının üzerine dönen bir hikaye, bir ‘deniz felaketi filmi’ örgüsü var.
“IŞIĞIN BİTTİĞİ YER”İN ARDILI MI?
Melez yapısıyla diken üstünde tuttuktan sonra direksiyonu oraya çevirmek filmi aşağı çekiyor. Ama “Yaratık” (“Alien”, 1979) sonrasında uzaylı yaratık istilasını denizin altına taşıyan “Deepstar Six” (1989), “Derinlikte Dehşet” (“Deep Rising”, 1998), “Küre” (“Sphere”, 1998) gibi bir fiyasko da olmuyor. Aksine bu arayışı başarılı bir şekilde devreye sokan ve kült olan James Cameron imzalı “Işığın Bittiği Yer” (“The Abyss”, 1989) ile akrabalık canlanıyor.
Denizin altında geçen tür filmleri arasında David Twohy’nin belleksel denizaltı gerilimi “Diptekiler” (“Below”, 2002) da zihnimizde beliriyor. Ama “Denizler Altında 20.000 Fersah” (“20.000 Leagues under the Sea”, 1954), “Deniz Altında Seyahat” (“Voyage to the Bottom of the Sea”, 1961) gibi klasik deniz felaketi filmlerine bağlandığı için bu damar yarıda kalıyor.
“Solaris” gibi başlayan film, “Yaratık”a dönüşse de zamanla “Işığın Bittiği Yer”in yolunu sapmak için ant içiyor. Bu konuda gizemiyle ve gerilim duygusuyla keyif veriyor. Ama son düzlükte görsel efekte boğulup noktalanıyor. Denizin altındaki yaratıkların hiçbir yaratıcılık sunmadığı söylenmeli. Bu da Stewart’ın feminist ve erkeksi aksiyon kahramanı triplerini finale götürmek için son noktayı koymamak anlamına geliyor.
UZAYLI YARATIK MOTİFİNİ SÖMÜRMÜYOR
“Derin Sular”, son 20 yılda deniz altında veya uzayda ‘yaratık motifi’ni kullanan filmlerin çoğundan daha yaratıcı. “Hayat” (“Life”, 2017), “Alien: Covenant” (2017) gibi filmleri kolaylıkla ekarte ediyor. Eubank bu kez ikili bir besteciyle çalışmış, üçlü kurgucu ekibi bir yana yabancı görüntü yönetmeni de el-omuz kamerasının anlamlı kullanımına destek veriyor, gizemi arttırabiliyor.
Hatta ‘Alien’ serisinin uzay gotiği bilimkurgusuna kaykılan ürünü “Prometheus”la (2017) kardeşlik ilişkisi kuran film, gaza basılan noktada Villeneuve klasında özgün bir “Geliş” yaratmakta problem yaşıyor. Belki de baştan itibaren üssün adı olarak devreye giren ‘Poseidon’ bir yana ‘Alien’, “Işığın Bittiği Yer” gibi göndermeleri fazla abartıp stüdyolarda olduğunu bildiği için basit bir deniz macerası olarak noktalanıyor. ‘Gerçek bir olay yaşanmış klişesi ya da duygusallığı’ bu kadar şart olmamalı artık!
FİNAL SEYİRCİYE OYNUYOR
Eubank’in kafa yapan sinemasının yerine klasik bir eğip bükme, kendi tarafına çekme ya da ‘sömürme’ mekanizması devreye giriyor burada. 50 milyon dolarlık bütçeye ilk kez geçmek ve stüdyo düzenine kaymak yönetmene yaramamış! Kendi sinemasında bellek ve sanal gerçeklikle ilişkide, modern astronot tanımlarıyla iyiydi yönetmen. Ama burada sürprizi ve finali belirlerken biraz fazla seyirciye oynuyor. Kabul etmeliyiz ki ortada "K-19: The Widowmaker" (2002) gibi politik açıdan yerlerde sürünen, emperyalist ve milliyetçi bir film de yok.
Ama “Yaratık” ile “Işığın Bittiği Yer”i “Solaris” usulü buluşturan ‘denizde geçen gotik yaratık istilası macerası’ damarında kalmış olsa tatmin ederdi. Ama bu füzyona "Poseydon Macerası"nın karıştırılması 'yapma' duruyor, 'yenilikçilik durma' ve 'bilinçaltı yolculuğu yaratma' arzusunu da baltalıyor. Bu sebeple de bu dört önemli filmin toplamından kendi içinde tutarlı bir kalıcı filmden ziyade gizemiyle oyalayan iyi çekilmiş bir tür filmi çıkıyor. ‘Gotik bilimkurgu’ auteur’ü olma yolunda ilerleyen Eubank, ikincisinde olduğu gibi üçüncü uzununda da ilk filmi “Sevgi”nin seviyesini, serbestliğini ve görüntü sarhoşluğunu yakalayamıyor.
'AJANLAR İŞ BAŞINDA': İKİ KAFADAR CASUSLUK KOMEDİSİ KAHKAHA KRİZİNE SOKACAK
FİLMİN NOTU: 6.5
|
Blue Sky Studios’un “Horton”dan sonra en kaliteli animasyonu. “Ajanlar İş Başında”, kurgusundan karakter modellemelerine kadar casusluk filmi klişelerini allak bullak edip ‘Bond’ ve ‘Görevimiz Tehlike’nin pabucunu dama atıyor. Türün tarihine enerjik bir ikili armağan ediyor.
GÜVERCİNE DÖNÜŞEN AJAN PROTOTİPİ
‘Buz Devri’nin (‘Ice Age’) yaratıcısı şirketten çıktığını düşününce aslında mesafeyle yaklaşıyoruz. Ama bu şirkette arka plan animasyoncusu olarak çalışan Troy Quane-Nick Bruno ikilisinin, 2009 tarihli ‘Pigeon: Impossible’ adlı kısasından feyz alıyor. Onun büyük bütçeli bir stüdyo animasyonuna çevrildiği söylenebilir.
Özellikle Will Smith’in ses tonu, Theodore Shapiro’nun ikonik ezgileri ve iki kişilik kurgucu ekibi filmin esas yıldızları. “Ajanlar İş Başında” (“Spies in Disguise”, 2019), casusluktaki ‘kılık değiştirme’ meselesini mizahi bir şekilde ti’ye alıyor. Onun için de devreye güvercine dönüştürüp kazara o bedende kalan bir ajan yerleştiriyor.
‘MEN IN BLACK’İN VELİAHTI MI OLACAK?
Aslında Lance Sterling’in, 15 yaşındaki bilim adamı Walter Beckett tarafından böyle bir kılığa sokulması filmin esaslı eksenini belli ediyor. Sanki ‘beden değiştirme komedisi’ damarlı bir casusluk parodisi izliyoruz. Aslında “Siyah Giyen Adamlar” (“Men in Black”, 1997) uzaylı istilası parodisi klasiğine dönüşürken bu damardan, numaradan faydalanmış, sinemaya muzip bir iki kafadar armağan etmişti.
Burada da Smith’in o zamandan beri en eğlenclei rolü canlanıyor. Sanki bir çeşit bilimsel deney olarak 50’lerin B-tipi filmlerinden fışkırmış, ama işi eğlenceye vurmuş bir yapıda film. Bunu yaparken de Holland ile Smith’in birlikteliğinden fazlasıyla besleniyor. Elbette ‘Johnny English’, “I-Spy” (2002), “Casus” (“Spy”) gibi anlamsız güncel casusluk parodileri izledik.
CASUSLUK PARODİLERİNDE ‘AUSTIN POWERS’ GİBİ SERİLERE AÇIZ
O sebeple de ‘Austin Powers’ gibi deliliklere açız. “Spy Kids” (2001) ‘aile komedisi’ damarlı ‘casusluk parodisi’ olarak işleyen bir Rodriguez serisine dönüşmüştü. “Ajanlar İş Başında” da fenomen olmak için yola çıkıyor. Ama bunların Arasında ‘iki kafadar casus komedisi’ ekleme hedefi var.
Elbette şimdiden bir “Kiss Kiss Bang BANG” (2005), “Sıkı Aynasızlar” (“Hot Fuzz”, 2007), “Ölümsüz Polisler” (“R.I.P.D.”, 2013) kadar kült ve ikonik değiller. Ama “Liseli Polisler” (“21 Jump Street”, 2012) gibi işlerin seriye dönüştüğü bir on yılda fazlasıyla bir boşluğu dolduruyor bu animasyon. Quane-Bruno ikilisi özellikle son model arabalar eşliğinde kurguya fazlaca yüklenip aksiyonu da kökleyerek tempo olarak süper kahraman ekibi animasyonu “İnanılmaz Aile”yi (“The Incredibles”, 2004) de hatırlatmıyor değiller.
BİLİMSEL DENEY DAMARLI İKİ KAFADAR CASUSLUK KOMEDİSİ
“Ajanlar İş Başında”, bilimsel deney damarlı iki kafadar casusluk komedisi olarak hatırlanacaktır her zaman. Smith ile Holland’ın uyumu ve onlara eşlik eden diğer seslerle de aslında bir ‘Spy Kids’ olmaya aday olarak devreye giriyor.
“Horton”da (“Horton Hears a Who”, 2008) ciddi bir meselesi olan bir bilimkurgu animasyonu klasiği üretme hedefi vardı. Ama ‘Blue Sky Studios’ ilk kez bu kadar iddialı bir komedi ürününe imza attı. Bunun devamı da gelmeli! Smith-Holland ikilisi, hem baba-oğul, hem usta-çırak, hem aile, hem iki kafadar damarından alacağı çok yol var. Buradaki bilimkurgu-fantastik tonu da sınır tanımıyor!
GÜVERCİNE DÖNÜŞEN AJAN PROTOTİPİ
‘Buz Devri’nin (‘Ice Age’) yaratıcısı şirketten çıktığını düşününce aslında mesafeyle yaklaşıyoruz. Ama bu şirkette arka plan animasyoncusu olarak çalışan Troy Quane-Nick Bruno ikilisinin, 2009 tarihli ‘Pigeon: Impossible’ adlı kısasından feyz alıyor. Onun büyük bütçeli bir stüdyo animasyonuna çevrildiği söylenebilir.
Özellikle Will Smith’in ses tonu, Theodore Shapiro’nun ikonik ezgileri ve iki kişilik kurgucu ekibi filmin esas yıldızları. “Ajanlar İş Başında” (“Spies in Disguise”, 2019), casusluktaki ‘kılık değiştirme’ meselesini mizahi bir şekilde ti’ye alıyor. Onun için de devreye güvercine dönüştürüp kazara o bedende kalan bir ajan yerleştiriyor.
‘MEN IN BLACK’İN VELİAHTI MI OLACAK?
Aslında Lance Sterling’in, 15 yaşındaki bilim adamı Walter Beckett tarafından böyle bir kılığa sokulması filmin esaslı eksenini belli ediyor. Sanki ‘beden değiştirme komedisi’ damarlı bir casusluk parodisi izliyoruz. Aslında “Siyah Giyen Adamlar” (“Men in Black”, 1997) uzaylı istilası parodisi klasiğine dönüşürken bu damardan, numaradan faydalanmış, sinemaya muzip bir iki kafadar armağan etmişti.
Burada da Smith’in o zamandan beri en eğlenclei rolü canlanıyor. Sanki bir çeşit bilimsel deney olarak 50’lerin B-tipi filmlerinden fışkırmış, ama işi eğlenceye vurmuş bir yapıda film. Bunu yaparken de Holland ile Smith’in birlikteliğinden fazlasıyla besleniyor. Elbette ‘Johnny English’, “I-Spy” (2002), “Casus” (“Spy”) gibi anlamsız güncel casusluk parodileri izledik.
CASUSLUK PARODİLERİNDE ‘AUSTIN POWERS’ GİBİ SERİLERE AÇIZ
O sebeple de ‘Austin Powers’ gibi deliliklere açız. “Spy Kids” (2001) ‘aile komedisi’ damarlı ‘casusluk parodisi’ olarak işleyen bir Rodriguez serisine dönüşmüştü. “Ajanlar İş Başında” da fenomen olmak için yola çıkıyor. Ama bunların Arasında ‘iki kafadar casus komedisi’ ekleme hedefi var.
Elbette şimdiden bir “Kiss Kiss Bang BANG” (2005), “Sıkı Aynasızlar” (“Hot Fuzz”, 2007), “Ölümsüz Polisler” (“R.I.P.D.”, 2013) kadar kült ve ikonik değiller. Ama “Liseli Polisler” (“21 Jump Street”, 2012) gibi işlerin seriye dönüştüğü bir on yılda fazlasıyla bir boşluğu dolduruyor bu animasyon. Quane-Bruno ikilisi özellikle son model arabalar eşliğinde kurguya fazlaca yüklenip aksiyonu da kökleyerek tempo olarak süper kahraman ekibi animasyonu “İnanılmaz Aile”yi (“The Incredibles”, 2004) de hatırlatmıyor değiller.
BİLİMSEL DENEY DAMARLI İKİ KAFADAR CASUSLUK KOMEDİSİ
“Ajanlar İş Başında”, bilimsel deney damarlı iki kafadar casusluk komedisi olarak hatırlanacaktır her zaman. Smith ile Holland’ın uyumu ve onlara eşlik eden diğer seslerle de aslında bir ‘Spy Kids’ olmaya aday olarak devreye giriyor.
“Horton”da (“Horton Hears a Who”, 2008) ciddi bir meselesi olan bir bilimkurgu animasyonu klasiği üretme hedefi vardı. Ama ‘Blue Sky Studios’ ilk kez bu kadar iddialı bir komedi ürününe imza attı. Bunun devamı da gelmeli! Smith-Holland ikilisi, hem baba-oğul, hem usta-çırak, hem aile, hem iki kafadar damarından alacağı çok yol var. Buradaki bilimkurgu-fantastik tonu da sınır tanımıyor!
'KNIVES OUT': 70 SENE GERİ KALMIŞ BAYAT BİR WHODUNNIT FİLMİ
FİLMİN NOTU: 4
|
Yeni milenyumda bağımsız sinemaya postmodern bir heyecan getiren Rian Johnson, beşinci uzun metrajında 70 sene geriden gelen tatsız tuzsuz bir yapıta imza atıyor. “Bıçaklar Çekildi”, kimi oyuncuların özenine karşın android çağında görebileceğiniz en demode, bayat ve vasat whodunnit filmi olabilir.
YAŞLANDIKÇA ÖZGÜNLÜĞÜNÜ KAYBEDİYOR
Biçimci ve postmodern yönetmenler, Hollywood’un kontrolü altına geçince kendilerini önlenemez bir ‘liyakat’la sararlar. Bunun sonucu da seri üretimlere, demode filmlere, daha önce defalarca kez gördüğümüz denemelere yeniden imza atmak olur genelde. Marc Webb’in ‘Örümcek Adam’ serisiyle, Guy Ritchie’nin “Aladdin”le yaptıklarını biliyoruz.
475.000 dolarla çektiği ilk uzunu “Asi Gençlik” (“Brick”, 2005) ile “Siyam Balığı”nın (“Rumble Fish”, 1983) melez türüne farklı bir bakış getiren ‘postmodern bir teen-noir klasiği’ne imza atmıştı Rian Johnson. O yıl Sundance’te zafere ulaşmasa da kalitesini belli eden bir yönetmenlik kumaşı sergilemişti. 2008’de “Bloom Kardeşler” (“The Brothers Bloom”, 2008) masalsı, çizgi romansı ve taze bir dolandırıcılık filmi hediyesiydi, iki kafadarıyla çığır açtı. 2012’de gelen “Tetikçiler” (“Looper”) ise zaman yolculuğu filmi alanında zeki ve sağlam bir çalışmaydı.
BİRÇOK OYUNCU ‘NE İŞLERİ VAR?’ SORUSU İÇİN VAR
Ama 2017’de gelen “Star Wars: the Last Jedi” (“Star Wars: The Last Jedi”) her ne kadar Abrams için derslik bir üçlemenin ikinci filmi olsa da onun sinemayı oyuncağa çevirme arzusunu hissettirse de ‘bir yere kadar’ dedirtiyordu. Android yıllarında yaptığı “Bıçaklar Çekildi” (“Knives Out”, 2019) ise olabilecek en demode whodunnit filmini üretmek anlamına geliyor. Yönetmenin ‘suç filmi’ ve ‘film-noir’ sevgisini biliyoruz.
Burada ise popüler kültürde Agatha Christie’nin dedektif Hercule Poirot’suyla bilinen ‘cinayeti kim işledi?’ araştırmasıyla bilinen ve katil zanlılarının bakış açılarına odaklanan gizem filmi alt türüne kayarak şaşırtmıyor. Ama bu alanda olabilecek en bayat ve vasat denemeye imza atıyor. Daniel Craig, LaKeith Stanfeld, Jamie Lee Curtis ara ara güldürebiliyor, ama Ana de Armas ve Chris Evans’ın yeteneksizliği de belli oluyor. Oyuncular, sanki ‘büyük bir kast olsun, dikkat çekelim’ taktiğiyle öylesine aralara serpiştirilmiş, senaryoda bir karakter yazıldığını görmek güç. Özellikle Don Johnson ile Frank Oz misafir sanatçı gibi.
ALT TÜRÜN EN KLASİK FORMÜLÜ 70’LERDE BİLE O KADAR GEÇERLİ DEĞİLDİ
40 milyon dolarlık bir tek mekan filmine nasıl sıçradı Rian Johnson, anlamak kolay değil. Üstelik onun postmodern kimliğinde 2005-2012 arası üç üst seviye filmindeki yaklaşımını yaşatan çalışmaların görüntü yönetmeni ve kurgucusuyla birlikte... Poirot’nun hikayeleri, “Rashomon” (1950) ve “Yurttaş Kane” (“Citizen Kane”, 1942) gibi iki belirleyici klasik sonrası 70’lerde bile ‘iyi ama başyapıt değil’ dedirten, usta oyunculuklarla dolu bir uyarlama serisine dönüşmüştü. “Doğu Ekspresinde Cinayet” (“Murder on Orient Express”, 1976) ile başlayan seride Albert Finney gerçeği de değerliydi.
Onun yerini Daniel Craig almış olabilir. Ama 2001’de “Gosford Park” (2001) aşağıdaki-yukarıdakiler hiyerarşini de es geçmeyen “Oyunun Kuralı” (“La Regle du Jeu”, 1938) ile “Doğu Ekspresinde Cinayet”i birleştiren bir modellemeye girilmişti. Altman’ın ustalığı o filme çok yakışmıştır. “Kimlik” (“Identity”, 2003) ve “Olağan Şüpheliler” (“The Usual Suspects”, 1995) gibi bu modelin modern temsilcileri de ‘neo-noir’ın içinde keyifli seyirlikler sunup modern klasiğe dönüştüler.
BU KADAR ESKİYE SAYGI KÖRELTİR İNSANI!
1945 tarihli öncü Agatha Christie uyarlaması siyah-beyaz René Clair klasiği "On Küçük Zenci"den (“And There Were None”) 1985’teki masa oyunu uyarlaması kült “Clue”ya uzanan yol derken, 2017’de “Doğu Ekspresinde Cinayet” yeniden çevriminde Poirot’ya Kenneth Branagh çok iyi çare olmuştu. Branagh’ın uyarlaması döneme de ayak uyduran bir kıvraklığa sahipti. “Bıçaklar Çekildi” ise renklerini bilmesek 1940’ta çekilmiş izlenimi bırakan neredeyse 70 sene öncesine ışınlanmaması sağlayan ama bunun farkında olmayan bir seyirlik. Bu kadar da ‘eskiye saygı fazla!’ dedirtiyor.
Yönetmenin “Asi Gençlik”te o yılların hard boiled dedektiflik kahramanlarını retro bir dokuda canlanıp zaman-mekan ilişkisini yıktığını, bunu bir sahne kimliğine dönüştürdüğünü görmüştük. Burada ise 40 milyon dolarlık bütçe sanki ‘yapım tasarımına, alet edevata ve mizaha yüklen ve geri çekil!’ emri vermek için var. Bu da gelecek devam filmi için ‘inşallah küçük ekranda!’ dedirtiyor.
YAŞLANDIKÇA ÖZGÜNLÜĞÜNÜ KAYBEDİYOR
Biçimci ve postmodern yönetmenler, Hollywood’un kontrolü altına geçince kendilerini önlenemez bir ‘liyakat’la sararlar. Bunun sonucu da seri üretimlere, demode filmlere, daha önce defalarca kez gördüğümüz denemelere yeniden imza atmak olur genelde. Marc Webb’in ‘Örümcek Adam’ serisiyle, Guy Ritchie’nin “Aladdin”le yaptıklarını biliyoruz.
475.000 dolarla çektiği ilk uzunu “Asi Gençlik” (“Brick”, 2005) ile “Siyam Balığı”nın (“Rumble Fish”, 1983) melez türüne farklı bir bakış getiren ‘postmodern bir teen-noir klasiği’ne imza atmıştı Rian Johnson. O yıl Sundance’te zafere ulaşmasa da kalitesini belli eden bir yönetmenlik kumaşı sergilemişti. 2008’de “Bloom Kardeşler” (“The Brothers Bloom”, 2008) masalsı, çizgi romansı ve taze bir dolandırıcılık filmi hediyesiydi, iki kafadarıyla çığır açtı. 2012’de gelen “Tetikçiler” (“Looper”) ise zaman yolculuğu filmi alanında zeki ve sağlam bir çalışmaydı.
BİRÇOK OYUNCU ‘NE İŞLERİ VAR?’ SORUSU İÇİN VAR
Ama 2017’de gelen “Star Wars: the Last Jedi” (“Star Wars: The Last Jedi”) her ne kadar Abrams için derslik bir üçlemenin ikinci filmi olsa da onun sinemayı oyuncağa çevirme arzusunu hissettirse de ‘bir yere kadar’ dedirtiyordu. Android yıllarında yaptığı “Bıçaklar Çekildi” (“Knives Out”, 2019) ise olabilecek en demode whodunnit filmini üretmek anlamına geliyor. Yönetmenin ‘suç filmi’ ve ‘film-noir’ sevgisini biliyoruz.
Burada ise popüler kültürde Agatha Christie’nin dedektif Hercule Poirot’suyla bilinen ‘cinayeti kim işledi?’ araştırmasıyla bilinen ve katil zanlılarının bakış açılarına odaklanan gizem filmi alt türüne kayarak şaşırtmıyor. Ama bu alanda olabilecek en bayat ve vasat denemeye imza atıyor. Daniel Craig, LaKeith Stanfeld, Jamie Lee Curtis ara ara güldürebiliyor, ama Ana de Armas ve Chris Evans’ın yeteneksizliği de belli oluyor. Oyuncular, sanki ‘büyük bir kast olsun, dikkat çekelim’ taktiğiyle öylesine aralara serpiştirilmiş, senaryoda bir karakter yazıldığını görmek güç. Özellikle Don Johnson ile Frank Oz misafir sanatçı gibi.
ALT TÜRÜN EN KLASİK FORMÜLÜ 70’LERDE BİLE O KADAR GEÇERLİ DEĞİLDİ
40 milyon dolarlık bir tek mekan filmine nasıl sıçradı Rian Johnson, anlamak kolay değil. Üstelik onun postmodern kimliğinde 2005-2012 arası üç üst seviye filmindeki yaklaşımını yaşatan çalışmaların görüntü yönetmeni ve kurgucusuyla birlikte... Poirot’nun hikayeleri, “Rashomon” (1950) ve “Yurttaş Kane” (“Citizen Kane”, 1942) gibi iki belirleyici klasik sonrası 70’lerde bile ‘iyi ama başyapıt değil’ dedirten, usta oyunculuklarla dolu bir uyarlama serisine dönüşmüştü. “Doğu Ekspresinde Cinayet” (“Murder on Orient Express”, 1976) ile başlayan seride Albert Finney gerçeği de değerliydi.
Onun yerini Daniel Craig almış olabilir. Ama 2001’de “Gosford Park” (2001) aşağıdaki-yukarıdakiler hiyerarşini de es geçmeyen “Oyunun Kuralı” (“La Regle du Jeu”, 1938) ile “Doğu Ekspresinde Cinayet”i birleştiren bir modellemeye girilmişti. Altman’ın ustalığı o filme çok yakışmıştır. “Kimlik” (“Identity”, 2003) ve “Olağan Şüpheliler” (“The Usual Suspects”, 1995) gibi bu modelin modern temsilcileri de ‘neo-noir’ın içinde keyifli seyirlikler sunup modern klasiğe dönüştüler.
BU KADAR ESKİYE SAYGI KÖRELTİR İNSANI!
1945 tarihli öncü Agatha Christie uyarlaması siyah-beyaz René Clair klasiği "On Küçük Zenci"den (“And There Were None”) 1985’teki masa oyunu uyarlaması kült “Clue”ya uzanan yol derken, 2017’de “Doğu Ekspresinde Cinayet” yeniden çevriminde Poirot’ya Kenneth Branagh çok iyi çare olmuştu. Branagh’ın uyarlaması döneme de ayak uyduran bir kıvraklığa sahipti. “Bıçaklar Çekildi” ise renklerini bilmesek 1940’ta çekilmiş izlenimi bırakan neredeyse 70 sene öncesine ışınlanmaması sağlayan ama bunun farkında olmayan bir seyirlik. Bu kadar da ‘eskiye saygı fazla!’ dedirtiyor.
Yönetmenin “Asi Gençlik”te o yılların hard boiled dedektiflik kahramanlarını retro bir dokuda canlanıp zaman-mekan ilişkisini yıktığını, bunu bir sahne kimliğine dönüştürdüğünü görmüştük. Burada ise 40 milyon dolarlık bütçe sanki ‘yapım tasarımına, alet edevata ve mizaha yüklen ve geri çekil!’ emri vermek için var. Bu da gelecek devam filmi için ‘inşallah küçük ekranda!’ dedirtiyor.
'MATTHIAS VE MAXIME': BOŞ BİR 'DOĞAÇLAMA GÜNLÜKLERİ' DAHA
FİLMİN NOTU: 3.6
|
Kült Yönetmen Xavier Dolan, yine kişisel bir yolculuğun ötesine imza atmıyor. “Matthias ve Maxime”, 120 dakikalık banal ve karton bir gerçekçiliğin ürünü.
YA PLASTİKLİĞİ ABARTIYOR YA DA GERÇEKÇİLİĞİ
Dolan’ın çıkış filmi “Annemi Öldürdüm” (“J’ai Tué Ma mere”, 2009) aslında iddialı temaları, Fransız Yeni Dalgası’na yatkın bir üslupla sinemalaştırma sözüyle yola çıktı. Sonrasında bu anlamda en azından ilginç denemeler geldi. “Laurence Anyways” (2012) ve “Mommy” (2014) yönetmenin kariyerinin en üstüne yerleşen iyi filmleriydi. Bunlardan ilkinin Gregg Araki damarını canlandırması faydalı bir uygulamaydı.
Ama onlardaki kadar tepeden tırnağa iyi yapılmış, başarılı bir çalışmanın ürünü eserlerle devam ettiği söylenemez. Bunun sonuçları zaman zaman plastik denemelerin kontrolden çıkıp baş ağrısına dönüşmesi (bkz. “Hayali Aşıklar”/2010, “Alt Tarafı Dünyanın Sonu”/2016) veya gerçekçiliği suyunu çıkararak LGBTİ+ kimliğinden kopması problemlerini devreye soktu.
DOLAN’DAN LAWRENCE KASDAN OLUR MU?
Bunlardan ikinci tuzağa düşen filmler arasında “Tom Çiftlikte” (“Tom a la Ferme”, 2013), kasabada geçen bir Hitchcockyen gerilimi yaratma hedefiyle yola çıkıyordu. Burada ise “Matthias ve Maxime” (2019) aile buluşmasının üzerine giderek Lawrence Kasdan’ın 1980’lerde yaptığı filmlere öykünüyor.
Ama el-omuz kamerasının abartılması, filmin gerçekçilik hevesini sıradanlaşan bir şekilde servis ediyor. Bu da yönetmenin kariyerinin en banal filmine yol açıyor. “Matthias ve Maxine”, iki arkadaşın cinsel kimliği de işin içine alan dostluklarını perdeye taşıyor, ama bir şekilde sinemasal olmayı beceremiyor. Plastiklikten kurtulmak Dolan’a yaramamış. Aksine öylesine ilerleyen bir görüntü erozyonuna sebebiyet vermesine yol açmış.
Bu uçurumdan sinemacıyı oyuncuların uyumu ve elektriği de kurtaramıyor. Daha profesyonel ve planlı filmler çekerse Dolan’ın yönetmenlik kumaşı, auteur kimliği daha yetkin yerlere varabilir, saygı duyulur. Bu haliyle sıradanlaşmak doğru değil. Aksine olayı ‘doğaçlama günlükleri’ne götürüyor. İşin tehlikesi bu püf noktasında kopuyor sanki…
YA PLASTİKLİĞİ ABARTIYOR YA DA GERÇEKÇİLİĞİ
Dolan’ın çıkış filmi “Annemi Öldürdüm” (“J’ai Tué Ma mere”, 2009) aslında iddialı temaları, Fransız Yeni Dalgası’na yatkın bir üslupla sinemalaştırma sözüyle yola çıktı. Sonrasında bu anlamda en azından ilginç denemeler geldi. “Laurence Anyways” (2012) ve “Mommy” (2014) yönetmenin kariyerinin en üstüne yerleşen iyi filmleriydi. Bunlardan ilkinin Gregg Araki damarını canlandırması faydalı bir uygulamaydı.
Ama onlardaki kadar tepeden tırnağa iyi yapılmış, başarılı bir çalışmanın ürünü eserlerle devam ettiği söylenemez. Bunun sonuçları zaman zaman plastik denemelerin kontrolden çıkıp baş ağrısına dönüşmesi (bkz. “Hayali Aşıklar”/2010, “Alt Tarafı Dünyanın Sonu”/2016) veya gerçekçiliği suyunu çıkararak LGBTİ+ kimliğinden kopması problemlerini devreye soktu.
DOLAN’DAN LAWRENCE KASDAN OLUR MU?
Bunlardan ikinci tuzağa düşen filmler arasında “Tom Çiftlikte” (“Tom a la Ferme”, 2013), kasabada geçen bir Hitchcockyen gerilimi yaratma hedefiyle yola çıkıyordu. Burada ise “Matthias ve Maxime” (2019) aile buluşmasının üzerine giderek Lawrence Kasdan’ın 1980’lerde yaptığı filmlere öykünüyor.
Ama el-omuz kamerasının abartılması, filmin gerçekçilik hevesini sıradanlaşan bir şekilde servis ediyor. Bu da yönetmenin kariyerinin en banal filmine yol açıyor. “Matthias ve Maxine”, iki arkadaşın cinsel kimliği de işin içine alan dostluklarını perdeye taşıyor, ama bir şekilde sinemasal olmayı beceremiyor. Plastiklikten kurtulmak Dolan’a yaramamış. Aksine öylesine ilerleyen bir görüntü erozyonuna sebebiyet vermesine yol açmış.
Bu uçurumdan sinemacıyı oyuncuların uyumu ve elektriği de kurtaramıyor. Daha profesyonel ve planlı filmler çekerse Dolan’ın yönetmenlik kumaşı, auteur kimliği daha yetkin yerlere varabilir, saygı duyulur. Bu haliyle sıradanlaşmak doğru değil. Aksine olayı ‘doğaçlama günlükleri’ne götürüyor. İşin tehlikesi bu püf noktasında kopuyor sanki…
'SIFIR BİR': 'KURTLAR VADİSİ'NE SAMİMİ BİR KARDEŞ
FİLMİN NOTU: 3.9
|
Ünlü internet dizisi yolculuğuna sinemada devam ediyor. “Sıfır Bir”, genelde politik açıdan yanlış olan aksiyon ezberimiz için iyi niyetli ve samimi bir çabayı ortaya koyuyor.
EKİP RUHUNU YANSITAN GERILLA USULÜ AKSİYON
İnternet fenomeni ‘Sıfır Bir’ dizisi, aslında Kurtlar Vadisi’nin anti-tezi olarak anılabilir. ‘Bir Zamanlar Adana’da’ mottosunun çok yakıştığı bir dizi. BluTV’de yıllardır yayınlanıyor ve altıncı sezona kadar uzandı. Oradaki karakterlerin yeni yolculuğu ise bir sinema filminde karşımıza çıkıyor.
Ülkemizde aksiyon genelde ucuz örnekleriyle bilinir. Bu sebeple de aslında deneme yapmak bile heyecanlandırabiliyor. Kadri Beran Taşkın’ın yönettiği ‘Sıfır Bir Adana’sı ekip ruhunu yansıtan bir işti. Sinema şubesi “Sıfır Bir”de (2020) bu durum devam ediyor. Adana’nın mahalle kültürünü çok iyi yansıtan yapıt, el-omuz kamerası gerçekçiliği de günümüzün ‘Bourne’ sonrası eğiliminin peşine takılıyor.
Elbette dizi piyasasındaki duruma da örnek oluşturmuş olabilir. ‘Kurtlar Vadisi’nin fazlasıyla politik açıdan yanlış, milliyetçi olabildiği bir ortamda mafya prototipleriyle, derin devlet ilişkileriyle de samimi durmayı beceriyor. Dizinin esas iyi niyetli yaklaşımı ise bu damardan çıkmış.
“PANZEHİR”İN SEVİYESİNE ULAŞABİLİYOR MU?
Sinema filminde de Naim Kanat’ın kurgusunun katkısıyla bu durum sürüyor. Baskın, çatışma ve araba takip sahnelerinin bir hışımda çıktığı 98 dakika oyalayıcı. Bazen dizinin bir bölümü kadar olsaymış dedirtiyor. Ama iyi niyetine kaptırınca alıp götürüyor. Sonuçta ‘mafya aksiyonu’ bizde ihtiyaç olan bir alan.
“Sıfır Bir” bu boşluğu kapatıyor. “En Uzun Gece”den (2019) sonra bir başka samimi aksiyon filmi izliyoruz bu sayede. Elbette Alper Çağlar’ı “Panzehir”i (2014) gibi profesyonel bir iş değil. Çamur gibi görüntülerden beslenen Ali Yılmaz bir yana oyuncu kadrosunun amatör ruhu ve oyunculuğa yatkın olmaması ise ekip kültürünü birazcık zedeliyor, onu da unutmamak gerek.
EKİP RUHUNU YANSITAN GERILLA USULÜ AKSİYON
İnternet fenomeni ‘Sıfır Bir’ dizisi, aslında Kurtlar Vadisi’nin anti-tezi olarak anılabilir. ‘Bir Zamanlar Adana’da’ mottosunun çok yakıştığı bir dizi. BluTV’de yıllardır yayınlanıyor ve altıncı sezona kadar uzandı. Oradaki karakterlerin yeni yolculuğu ise bir sinema filminde karşımıza çıkıyor.
Ülkemizde aksiyon genelde ucuz örnekleriyle bilinir. Bu sebeple de aslında deneme yapmak bile heyecanlandırabiliyor. Kadri Beran Taşkın’ın yönettiği ‘Sıfır Bir Adana’sı ekip ruhunu yansıtan bir işti. Sinema şubesi “Sıfır Bir”de (2020) bu durum devam ediyor. Adana’nın mahalle kültürünü çok iyi yansıtan yapıt, el-omuz kamerası gerçekçiliği de günümüzün ‘Bourne’ sonrası eğiliminin peşine takılıyor.
Elbette dizi piyasasındaki duruma da örnek oluşturmuş olabilir. ‘Kurtlar Vadisi’nin fazlasıyla politik açıdan yanlış, milliyetçi olabildiği bir ortamda mafya prototipleriyle, derin devlet ilişkileriyle de samimi durmayı beceriyor. Dizinin esas iyi niyetli yaklaşımı ise bu damardan çıkmış.
“PANZEHİR”İN SEVİYESİNE ULAŞABİLİYOR MU?
Sinema filminde de Naim Kanat’ın kurgusunun katkısıyla bu durum sürüyor. Baskın, çatışma ve araba takip sahnelerinin bir hışımda çıktığı 98 dakika oyalayıcı. Bazen dizinin bir bölümü kadar olsaymış dedirtiyor. Ama iyi niyetine kaptırınca alıp götürüyor. Sonuçta ‘mafya aksiyonu’ bizde ihtiyaç olan bir alan.
“Sıfır Bir” bu boşluğu kapatıyor. “En Uzun Gece”den (2019) sonra bir başka samimi aksiyon filmi izliyoruz bu sayede. Elbette Alper Çağlar’ı “Panzehir”i (2014) gibi profesyonel bir iş değil. Çamur gibi görüntülerden beslenen Ali Yılmaz bir yana oyuncu kadrosunun amatör ruhu ve oyunculuğa yatkın olmaması ise ekip kültürünü birazcık zedeliyor, onu da unutmamak gerek.
'ISLIKÇILAR': ISLIK ÇALMAK YETERLİ Mİ?
FİLMİN NOTU: 4.1
|
Haftanın Corneliu Porumboiu filmi “Islıkçılar"ı ("The Whistlers") Cannes 2019'da dünya prömiyerinde izleyip kaleme almıştım. O yazı için
=> https://bit.ly/35Df9gz
=> https://bit.ly/35Df9gz
'CATS': SAHNE MÜZİKALİNE SAYGIDA KUSUR ETMEYEN FANTASTİK BİR UYARLAMA
FİLMİN NOTU: 5.5
|
Haftanın kayda değer yabancı filmlerinden “Cats"in eleştirisi için tıklayın:
=> https://bit.ly/2QDqLvJ
=> https://bit.ly/2QDqLvJ
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE: 3.2
ADDAMS AİLESİ (THE ADDAMS FAMILY): 5.3
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ (PORTRAIT OF A LADY ON FIRE): 5.5
AMAN REİS DUYMASIN: 2.7
ASFALTIN KRALLARI (FORD V FERRARI): 5
ASTRAL BOYUT (ASTRAL): 3.4
AŞKI BEKLERKEN (DEUX MOI): 5.7
BABA PARASI: 4.3
BACURAU: 5
BALON PİLOTLARI (THE AERONAUTS): 5.9
BEYAZ HÜZÜN: 4.5
BİR ŞANS DAHA (LAST CHRISTMAS): 5.2
CEP HERKÜLÜ: NAİM SÜLEYMANOĞLU: 4.2
CİNAYET SÜSÜ: 5.2
DOKTOR UYKU (DOCTOR SLEEP): 6.7
EMA: 6.2
GÖRÜLMÜŞTÜR: 6.5
GÜZELLİĞİN PORTRESİ: 4.5
HAİN (IL TRADITORE): 5.2
IP MAN 4: 3.7
JUMANJİ: YENİ SEVİYE: 2.5
KADER POSTASI: 4.5
KARA NOEL (BLACK CHRISTMAS): 4
KARLAR ÜLKESİ 2 (FROZEN 2): 5.3
KÜÇÜK JOE (LITTLE JOE): 6.2
KÜÇÜK ŞEYLER: 6.3
JUDY: 3.8
LARA: 4.5
MALEFİZ 2 (MALEFICENT 2): 4.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
MERHABA GÜZEL VATANIM: 2.4
MIDWAY: 4.8
MONOS: 7.5
MUCİZE 2: AŞK: 5.8
ONUN ADI PETRUNYA: 5.2
ORAY: 2.6
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PAVAROTTI: 4.5
PİRANALAR: 4.5
RECEP İVEDİK 6: 3.3
RESMİ SIRLAR (OFFICIAL SECRETS): 3.5
SKANDAL (BOMBSHELL): 4.5
ŞUURSUZ AŞK: 3.5
STAR WARS: SKYWALKER’IN YÜKSELİŞİ: 3.5
TERMINATOR: KARA KADER: 4.4
UZUN KIZ (BEANPOLE): 7
ÜZGÜNÜZ, SİZE ULAŞAMADIK (SORRY WE MISSED YOU): 2
VE SONRA DANS ETTİK (AND THEN WE DANCED): 4.8
YABANİ (TVAR): 4.5
7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE: 3.2
ADDAMS AİLESİ (THE ADDAMS FAMILY): 5.3
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ (PORTRAIT OF A LADY ON FIRE): 5.5
AMAN REİS DUYMASIN: 2.7
ASFALTIN KRALLARI (FORD V FERRARI): 5
ASTRAL BOYUT (ASTRAL): 3.4
AŞKI BEKLERKEN (DEUX MOI): 5.7
BABA PARASI: 4.3
BACURAU: 5
BALON PİLOTLARI (THE AERONAUTS): 5.9
BEYAZ HÜZÜN: 4.5
BİR ŞANS DAHA (LAST CHRISTMAS): 5.2
CEP HERKÜLÜ: NAİM SÜLEYMANOĞLU: 4.2
CİNAYET SÜSÜ: 5.2
DOKTOR UYKU (DOCTOR SLEEP): 6.7
EMA: 6.2
GÖRÜLMÜŞTÜR: 6.5
GÜZELLİĞİN PORTRESİ: 4.5
HAİN (IL TRADITORE): 5.2
IP MAN 4: 3.7
JUMANJİ: YENİ SEVİYE: 2.5
KADER POSTASI: 4.5
KARA NOEL (BLACK CHRISTMAS): 4
KARLAR ÜLKESİ 2 (FROZEN 2): 5.3
KÜÇÜK JOE (LITTLE JOE): 6.2
KÜÇÜK ŞEYLER: 6.3
JUDY: 3.8
LARA: 4.5
MALEFİZ 2 (MALEFICENT 2): 4.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
MERHABA GÜZEL VATANIM: 2.4
MIDWAY: 4.8
MONOS: 7.5
MUCİZE 2: AŞK: 5.8
ONUN ADI PETRUNYA: 5.2
ORAY: 2.6
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PAVAROTTI: 4.5
PİRANALAR: 4.5
RECEP İVEDİK 6: 3.3
RESMİ SIRLAR (OFFICIAL SECRETS): 3.5
SKANDAL (BOMBSHELL): 4.5
ŞUURSUZ AŞK: 3.5
STAR WARS: SKYWALKER’IN YÜKSELİŞİ: 3.5
TERMINATOR: KARA KADER: 4.4
UZUN KIZ (BEANPOLE): 7
ÜZGÜNÜZ, SİZE ULAŞAMADIK (SORRY WE MISSED YOU): 2
VE SONRA DANS ETTİK (AND THEN WE DANCED): 4.8
YABANİ (TVAR): 4.5