'BOMBSHELL': ROGER AILES 'THE LOUDEST VOICE' İLE ANILACAK
FİLMİN NOTU: 4.5
|
Fox News’un başındaki Roger Ailes’in hayatı 2019’da hem bir mini diziye hem de bir sinema filmine uyarlandı. “Bombshell”, ‘The Loudest Voice’in altında kalsa da ilginç detayları aydınlığa kavuşturması açısından da tamamlayıcı bir Megyn Kelly bölümü olarak anılmaya açık.
BU ALANDA ADINDAN SÖZ ETTİRECEK SAĞLAM BİR MİNİ DİZİ
2016’da patlayan Roger Ailes skandalı, aslında #meToo ve Time’s Up öncesi Amerikan medya-sinema sektörünün orta kanadının yaralanmasını duyurdu. 2014’te yayınlanan Gabriel Sherman’ın kitabı, öncesinde bir gazete makalesi olarak sansasyon yaratmıştı. ‘The Loudest Voice in the Room’, her şeyin ortaya çıkmasına vesile oldu.
2019 başlarında Showtime’ın yaptığı ‘The Loudest Voice’ adlı mini dizi, 7 bölümlük, 350 dakikada sağcı, cinsiyetçi, muhafazakar, şişman ve tacizci bir medya patronunu incelemek için çok değerli bir çalışma. 1995-2016 arasında olup bitenleri detaylarıyla yüzümüze vuruyor. Her bölüm başka bir senenin özel bir günü olarak planlanmış.
Oscar’lı “Spotlight”ın (2015) yönetmeni Tom McCarthy ile Alex Metcalf’in senaryosuna karşın 20 yıldır dizi (Boardwalk Empire, The Handmaid’s Tale dahil) ve film çeken deneyimli Kanadalı yönetmen Kari Skogland’in üç bölümle iz bıraktığını gördük. Onun ilk iki bölümde ve kritik beşinci bölümde devreye girmesiyle kendi cinsiyetinin sorunlarını ne kadar politik açıdan doğru ve çarpıcı resmettiğine tanıklık ettik. Ailes’in kibir yüklü ve cinsel tacize yatkın bir kötü adama dönüşmesinde Skogland’in payı büyük.
BU ALANDA ADINDAN SÖZ ETTİRECEK SAĞLAM BİR MİNİ DİZİ
2016’da patlayan Roger Ailes skandalı, aslında #meToo ve Time’s Up öncesi Amerikan medya-sinema sektörünün orta kanadının yaralanmasını duyurdu. 2014’te yayınlanan Gabriel Sherman’ın kitabı, öncesinde bir gazete makalesi olarak sansasyon yaratmıştı. ‘The Loudest Voice in the Room’, her şeyin ortaya çıkmasına vesile oldu.
2019 başlarında Showtime’ın yaptığı ‘The Loudest Voice’ adlı mini dizi, 7 bölümlük, 350 dakikada sağcı, cinsiyetçi, muhafazakar, şişman ve tacizci bir medya patronunu incelemek için çok değerli bir çalışma. 1995-2016 arasında olup bitenleri detaylarıyla yüzümüze vuruyor. Her bölüm başka bir senenin özel bir günü olarak planlanmış.
Oscar’lı “Spotlight”ın (2015) yönetmeni Tom McCarthy ile Alex Metcalf’in senaryosuna karşın 20 yıldır dizi (Boardwalk Empire, The Handmaid’s Tale dahil) ve film çeken deneyimli Kanadalı yönetmen Kari Skogland’in üç bölümle iz bıraktığını gördük. Onun ilk iki bölümde ve kritik beşinci bölümde devreye girmesiyle kendi cinsiyetinin sorunlarını ne kadar politik açıdan doğru ve çarpıcı resmettiğine tanıklık ettik. Ailes’in kibir yüklü ve cinsel tacize yatkın bir kötü adama dönüşmesinde Skogland’in payı büyük.
‘THE INSIDER’IN ARDILI VE ‘THE POST’UN KARDEŞİ
Son iki bölümde devreye giren Stephen Frears ile Scott Z. Burns, gerçekçi bölümlerde birazcık ‘enerji’ düşüşüne sebebiyet verse, Jeremy Podeswa iki bölümde memuriyet yapsa da hissiyat değişmedi. ‘The Loudest Voice’, Michael Mann’in “Köstebek”te (“The Insider”, 1999) TV programı sunucusu (Al Pacino) ile biyolog konuğu (Russell Crowe) arasındaki gerilimi stilize bir şekilde resmeden zirvesi, başyapıtıyla çığır açmıştı. Oradaki yakın ve çok yakın planların yanı sıra çarpık açıların da hakim olduğu, lenslerin ise çerçevenin farklı yerlerinde duran ana karakteri yabancılaştırıcı bir boşluktan beslemesi esastı. Dante Spinotti’nin mucizevi varlığı elbette unutulmaz…
Dizi ise “Köstebek”in modelinin TV ekranındaki başarılı ardılına dönüşüyor. Russell Crowe’un o zamandan beri en iyi performansını içeriyor, belki de Ailes, Jeffrey Wigand’ın 20 sene sonra gelen devamına dönüşüyor. Oradaki tütün piyasasındaki her türlü yozlaşmayla uğraşan masum kimyacının yerini ise kibirli bir medya patronu alıyor. Açıkçası oyuncunun, Ailes’in dar odağın arkasındaki yanan bir izmaritin yanındaki ölü bedeniyle kadraja girmesi bir yana bize yaşattıklarıyla da klostrofobik bir medya binasının orta yerinde psikolojik açıdan can çekişen bir karakterini tasviri olağanüstü. Bu tipleme renk filtrelerinden de destek alarak kontrolden çıkıp Mann’in filminin modeline başka bir şeyler katıyor. #meToo yıllarında Spielberg’ün The Washington Post’un patronu Kay Graham’ın (Meryl Streep) etkili hikayesini anlatan “The Post”u (2017) kadar kalıcı ve çarpıcı bir gazetecilik filmi üretilmişken, ona iz bırakacak bir kardeş olarak geldi.
MİNİ DİZİDE YER ALMAYAN MEGYN KELLY’NİN FİLMİ
Bizde “Skandal” adıyla vizyona giren “Bombshell”de ise bazı karakterlere daha az yüklenilse de esasen Megyn Kelly’nin gözünden akan bir sinema filmi var. Onun Ailes’in katında ve etrafında olduğunu ifade ederek imalı girişinin, ses tonunun kaydırmalı kamerayla kavranması, devamında da el-omuz kamerası sallantılarının bir gerçekçilik katmasına alan açıyor. 2014'-2016 arasında olup bitenler mercek altına alınıyor.
“Trumbo”yu da (2016) iyi bir memuriyetle çeken Jay Roach, sinemada belgesel gerçekçiliğini daha formda yansıttığı ve ‘Al Gore’un oylarını kim çaldı?’ sorusunu gündeme taşıyan seçim filmi “Oyun” (“Recount”, 2008) gibi ‘kendi için tutarlı bir film’e ulaşamıyor. Aksine kurgunun da sinematografinin de idare ederek #metoo ve Time’s Up’ın yarattıklarına odaklandığı bir yaklaşım var. Kelly, dizide sadece Trump’a TV programında isyan eden bir figür olarak çizilmişken, burada merkeze yerleşiyor. Onun Mark Duplass ile ilişkisi de sahici çiziliyor.
TEKNİK EKİPTE MİNİ DİZİYİ YIKABİLEN YOK
Gretchen Carlson’a ise Watts yerine Kidman gelmiş, ikisi arasında performans olarak pek fark yok. Ama mini dizide özel bir bölüm ayrılan Gretchen’in skandal için kilit ses kayıtlarının hiçbir şekilde esas kurguya dahil edilmediği görülüyor. Roger Ailes’de Joth Lithgow çok çabalasa da Crowe’un performansı, melankolisi kadar kalıcı ve yetkin olmakta zorlanıyor. Burada esas problem, onun makyajının fazla abartı durması ve ister istemez gerçekçilik yanlısı kameranın onu kötü adama dönüştürme becerisine bile sahip olamaması sanki. Sadece mini dizinin hikayesine eklenen kamera arkasındaki tacizci tutumuna dair bir-iki sahne dikkat çekebiliyor.
Rupert Murdoch’ta Malcolm McDowell rolüne yakışmış, mini dizideki oyuncuyu sollayan yegane isimlerden. Filmin teknik ekibinden en çok Theodore Shapiro’nun yükselen besteleri etki yapmış. Onun haricinde kurgucu ve Ken Loach filmleriyle tanınan görüntü yönetmeni Barry Ackroyd idare etmekle kalmış. Film versiyonunda Ailes’le ilgili söylenenlere eklemeler var, ‘The Loudest Voice’ sadece Megyn Kelly’yi içermemesiyle eleştirilebilir. Ama oradaki tutarlılık ve görsel dokuyla, belki de son dönemin en iyi gazetecilik dizisi ve medya patronu biyografisine uzanan kalite “Bombshell”de yok.
MCKINNON VE ROBBIE’YE NE DEMELİ?
Hatta burada komedi oyuncusu Kate McKinnon’ın katkısıyla gelen kurmaca bir LGBTİ+ FoxNews çalışanı da çok hesaplı duruyor. Margot Robbie’nin onun Kayla Popisil adlı yine hayali arkadaşı olarak cinsel kimlik arayışına sürüklenmesi çok da zeki bir politik yaklaşım gibi durmuyor. Aksine bu hamle yapay bir yama gibi canlanıyor. Robbie, “Bir Zamanlar… Hollywood’da”da (“Once Upon a Time… in Hollywood”, 2019) kritik bir rolde cinsiyetçi çizildiğinden burada daha parlak, fakat daha iyi performanslarını da biliyoruz.
Connie Britton’ın Beth Ailes’i ise Sienna Miller’ın makyajla kontrolden çıkmış Beth Ailes’inin altında. Jay Roach elbette memuriyet yapmış. Roger Ailes’in cinsel taciz krizinin patlak verdiği kariyerini kim anlatırsa anlatsın ilk duyanlar veya detaylarını merak edenler için bir albeni içerir. O sebeple de “Skandal” bu avantajla yola çıkıyor. Söylem olarak Trump ile işbirliği yapan sağcı ve cinsiyetçi bir medya patronunun kibri üzerinden politik açıdan tutarlı.
Ama sonuç olarak da ‘Fox News’da öyle bir düzen vardı ki, Roger dışında başkaları da cinsel tacize kaydı’ mevzusunun da afişe olması gibi ilginçlikleri bir yana, aslında hikayenin en önemli tarafları tamamlanmamış bir uzun metraj olmuş. Charles Randolph, becerikli bir senarist olarak çok kasıp, politik açıdan doğru durmak için çabalamış. Kidman ile Robbie’nin, Robbie ile Theron’un diyalogları da ilginç bir çatışmaya yol açıyor.
TAMAMLAYICI BİR FİLM
Ailes’in sinema filmiyle birlikte aslında daha genç yaştakilere bir cinsel çekim hissettiğini anlıyoruz. Bu durum da ister istemez elimize biraz da ‘pedofili’ye yaklaşacak bir beyin getiriyor. İlk afişe olunan günde Sherman’ın makalesinden 6 kişinin itiraflarının burada bir bir dizilmesi ise aslında çarpıcı bir anı duyuruyor ekran bölmeyle… Ama ekran bölme tekniği kurgunun ana taktiğine dönüşüp Kelly’nin filmi daha renkli yansıtılabilirmiş. Önemli günlerin sinemasal kavranışı dahi mini dizideki 'karıncalanarak donuk kareye kayan TV ekranı'nın yerine 'düz bir beyaz yazı'ya dönüşüp boyutsuz hale geliyor.
“Skandal”, her daim ‘The Loudest Voice’in arkasında anılacak. Ama tamamlayıcı bir sinema filmi olarak da ilginç eksikleri kapatmıyor değil. Bu açıdan bir çekiciliği olduğu noktada misal Ailes’in sonda Murdoch’la yüzleşmesi öncesi binaya sokulmamasının yerine mini dizide canlı yayında itirafta bulunma ve onu izleyen ‘Trump TV’de daha popüler oluruz’ haykırışı var. Mini dizi kadar ciddi bir gerilim duygusu burada yok. Sanki gerçekçilik uğruna sinemasız duran konuşan kafalar filmi "Spotlight" (2015) ile gazetecilik sektöründeki kafa karışıklığını zekice anlatan dört başı mamur "Asılsız Haber"in ("Shattered Glass", 2003) arasında sıkışıp kalmış.
Kibir yüklü bir karakter tasvirinden ziyade bir feminist başkaldırının tarafına dönmüş Roach. Theron, Kidman ile Robbie’yi aynı asansöre yerleştirirken örneğin o kadar da inandırıcı durmayan çıkış noktalarından besleniyor. Bu da hesaplılığı devreye sokuyor. Charlize Theron, filmin en büyük yıldızı, Kelly’yi projeden bağımsız olarak o kadar iyi çalışmış ki, sanki onun ta kendisi olmuş.