'CHI-RAQ': SPIKE LEE'DEN DEVRİM NİTELİĞİNDE POSTMODERN VE DENEYSEL BİR HOOD FİLM FÜZYONU
FİLMİN NOTU: 8.8
|
Milattan önce Eski Yunan’da Lysistrata’nın Sparta’nın Peloponez Savaşı’na tepki olarak başlattığı cinsiyet eşitsizliği karşıtı mücadeleyi 2000'lere taşıyor. İki çetenin arasına İkinci Liberya İç Savaşı’nın yürüyüşünün girmesiyle birlikte Yunan ve Amerikan tarihleri iç içe geçiyor. Bunların arasından hip-hop klipleri ve rap kültürüyle nefes alan Brechtiyen bir tiyatro uyarlaması çıkıyor. Spike Lee'nin Prime Video'ya çektiği “Chi-Raq” (2015), 2010-2020 arası yaptığı en iyi yapıt ve kariyerinin de en iyi 5 filmi arasında. Zamanla kendi modelini yaratacak, Luhrmann, Pasolini ile Jarman bir araya gelip 'Coffy’yi çekmiş dedirten postmodern ve deneysel bir Afro-Amerikan suç filmi füzyonu.
PASOLINI-LUHRMANN-JARMAN KIRMASI BİR AFRO-AMERİKAN FİLMİ
1960’larda Pasolini’nin mitolojik filmleri ile ilgili ilginç bir dokunuş görmüştük. Eski Yunan’ın karakterlerinin modern dünyada canlandırıldığına tanıklık etmiştik. Bu durumun sahiciliği ‘capcanlı’ gözüküyordu. "Kral Oedipus" (“Edipo Re”, 1967) ve “Medea” (1969), günümüzle önceki yüzyıllar arasında bağ kuran bir gerçekçilikle de farklarını göstermişlerdi.
Derek Jarman ve Baz Luhrmann’ın Shakespeare uyarlamalarına postmodern ve deneysel heyecan getirdiği muhakkak. 90’lardan itibaren bu durumu furya olarak hissediyoruz. Günümüze ışınlanarak ses veya görüntü ayarıyla oynanıp yeniden yaratılan tiplemeleri bu sayede gördük. 70’lerin Afro-Amerikan istismar filmleri furyası hepimizin malumu. Orada bir kültürün suç filmi türüne dönüşen ‘hood film’in köklerini görmüştük. Jack Hill’in “Coffy” (1973) ve “Foxy Brown”u (1974) ise Pam Grier’i parlatan filmlerdi. Ama esasen feminist ve Afro-Amerikan intikamcı filmi kahramanlarını kültleştirmişlerdi. "Jackie Brown"da (1997) Tarantino oyuncuyu 'Rashomon' ve 'Afro-Amerikan istismar filmleri' etkili postmodern bir kara komedi başyapıtının içine atmıştı. "Chi-Raq", o eserin deneysel-müzikal kardeşine dönüşürken 'iddialı' olma konusunda sıkıntı çekmiyor.
Spike Lee, milattan önce 400 yılında çıkan bir mitolojik karakteri, yeni milenyumun sokak kültürünün arasına atıyor. Luhrmann, Pasolini ile Jarman'ın postmodern uyarlama mantığını ‘Coffy’ye uygulamak istiyor. Sophocles’in “Antigone” (2019) uyarlamasındaki işin içinde sosyal medyayı sokan ‘gençlik ve suç’ portresinin de öncülüne dönüşüyor sanki. Alexander Kluge ile Khavn de la Cruz’un mucizevi “Orphea”sıyla (2020) ile kardeşlik ilişkisi kuruyor. Orada meşhur mitolojik şair bambaşka bir boyuta taşınıyordu.
PASOLINI-LUHRMANN-JARMAN KIRMASI BİR AFRO-AMERİKAN FİLMİ
1960’larda Pasolini’nin mitolojik filmleri ile ilgili ilginç bir dokunuş görmüştük. Eski Yunan’ın karakterlerinin modern dünyada canlandırıldığına tanıklık etmiştik. Bu durumun sahiciliği ‘capcanlı’ gözüküyordu. "Kral Oedipus" (“Edipo Re”, 1967) ve “Medea” (1969), günümüzle önceki yüzyıllar arasında bağ kuran bir gerçekçilikle de farklarını göstermişlerdi.
Derek Jarman ve Baz Luhrmann’ın Shakespeare uyarlamalarına postmodern ve deneysel heyecan getirdiği muhakkak. 90’lardan itibaren bu durumu furya olarak hissediyoruz. Günümüze ışınlanarak ses veya görüntü ayarıyla oynanıp yeniden yaratılan tiplemeleri bu sayede gördük. 70’lerin Afro-Amerikan istismar filmleri furyası hepimizin malumu. Orada bir kültürün suç filmi türüne dönüşen ‘hood film’in köklerini görmüştük. Jack Hill’in “Coffy” (1973) ve “Foxy Brown”u (1974) ise Pam Grier’i parlatan filmlerdi. Ama esasen feminist ve Afro-Amerikan intikamcı filmi kahramanlarını kültleştirmişlerdi. "Jackie Brown"da (1997) Tarantino oyuncuyu 'Rashomon' ve 'Afro-Amerikan istismar filmleri' etkili postmodern bir kara komedi başyapıtının içine atmıştı. "Chi-Raq", o eserin deneysel-müzikal kardeşine dönüşürken 'iddialı' olma konusunda sıkıntı çekmiyor.
Spike Lee, milattan önce 400 yılında çıkan bir mitolojik karakteri, yeni milenyumun sokak kültürünün arasına atıyor. Luhrmann, Pasolini ile Jarman'ın postmodern uyarlama mantığını ‘Coffy’ye uygulamak istiyor. Sophocles’in “Antigone” (2019) uyarlamasındaki işin içinde sosyal medyayı sokan ‘gençlik ve suç’ portresinin de öncülüne dönüşüyor sanki. Alexander Kluge ile Khavn de la Cruz’un mucizevi “Orphea”sıyla (2020) ile kardeşlik ilişkisi kuruyor. Orada meşhur mitolojik şair bambaşka bir boyuta taşınıyordu.
SİNEMAYA ALTI KEZ UYARLANMIŞTI
Yönetmen, Aristophanes’in Lysistrata oyununun postmodern uyarlamasına imza atıyor. İlk olarak milattan önce 411 yılında görülen karakteri sinema kariyerindeki en iddialı zaman yolculuğuna çıkarıyor. Onu Afro-Amerikan sokak kültürünün arasına atıyor. George Marshall’ın “The Second Greatest Sex”ine (1955), Fritz Korner'ın "Die Sendung Der Lysistrata"sına (1961), Léon Klimowsky'nin "Escuela de Seductras"ına (1962), Mai Zetterling’in “The Girls”üne ("Flickorna", 1968), George Zerboulakos’un “Lysistrati”sine (1972) ve Inger Aby'nin "Lysistrate"ine (1982) enerjik bir uyarlama ekliyor. Bunlardan sadece üçüncüsünün bir nebze de olsa kalıcı olabilmesinin faydasını görüyor. Elbette Kartal Tibet'in Müjde Ar'lı serbest uyarlama "Şalvar Davası"nı (1983) da kolaylıkla ezip geçiyor. Asi Teyonah Parris'i ise yeni Pam Grier olarak sunuyor.
Film, 2001-2015 arasında Irak Savaşı ve 11 Eylül sonrası dönemin ölüm sayılarının Chicago’dan az olduğunu söyleyerek başlıyor. Ve bizi bir suç imparatorluğu olarak o eyalete gönderiyor. Englewood mahallesinin kullanılışı ciddi anlamda iz bırakacak hale sokuluyor. Singleton imzalı her açıdan tutmamış kült hood film “New Jack City”yi (1991) kolaylıkla ekarte edebiliyor bu konuda. Daha önce yapılan altı uyarlamanın ikisinin direk TV piyasasına düşmesini lehine çeviriyor. Prime Video gibi 'yasal dijital platform' ürünü olsa da bunun zararını görmüyor.
"Chi-Raq", bir konserde başlıyor. “Doğruyu Seç”ten (“Do the Right Thing”, 1989) bu yana yönetmenin anlatıcısı L. Jackson’ın Dolemes adıyla aynı görevi üstlenmesi bir Yunan şiirinden, mitosundan ziyade hip hop ve rap kültürünün giriş uzmanı olarak devreye giriyor. Onun ardından ise biz ‘Chi-Raq’ın konserini izliyoruz. Devamında ise işlenen toplu kıyıma tanıklık ediyoruz. Bu da çete şiddetini ortaya koyuyor. Ama her kurbanın yüzünün üzerine bir WhatsApp mesajının yerleştirilmesiyle ‘postmodern’ sıfatının yanına ‘teknolojik’i de alıyor bu hood film deliliği.
‘SCHOOL DAZE’İN ENERJİSİ 'JUBILEE' ETKİSİYLE CANLANIYOR
Lee, başyapıtı “School Daze”le (1988) aslında ‘gençlik müzikali’ tabanından ilerlemişti. "Grease" (1978) fonunu bambaşka bir boyuta taşımıştı. Oradaki kadınlar ile erkeklerin mücadelesinin bize mucizevi ve camp video klipler olarak yansıdığını görmüştük.. Buraya o durumun yansıdığına tanıklık edebiliyoruz. Okulun antrenman sahasındaki koreografinin oradan alındığı çok açık. Yönetmen 1990’da “İki Kadın Arasında” (“Mo Better Blues”) blues estetiğini plastik bir şekilde karşımıza çıkarıp Wong Kar Wai’ye öncülük yaparken, iki yerde ‘snorricam’ kullanımıyla da Scorsese’ye selam çakmıştı. Başyapıtlarından “25. Saat”te (“25th Hour”, 2001) de bu kamera kullanımı 11 Eylül’ün ‘afyon çekmiş hayatları’na atıfta bulunmak için vardı.
Burada ise sanki içinden ‘İki Şehrin Hikayesi’ (‘A Tale of Two Cities’), “Batı Yakasının Hikayesi” (“West Side Story”, 1961) ve “Savaşçılar” (“The Warriors”, 1979) geçen bir ‘çeteler savaşı’nın nesnesi haline geliyor. Bu damardan da aslında karşımıza müzikal ve gospel’in de girebildiği anlar var. Ama filmin Cusack’ın rahibinin sürekli bağırması bir yana sonlara doğru ekran bölme tekniğiyle birlikte bir müzikal sahnesine kaydığı net. Bunu “Kırmızı Değirmen” (“Moulin Rouge!”, 2001) gibi yapmıyor, sanki modern "Medea" ve Jarman'ın Kraliçe Elizabeth'i 70'lerin punk kültürünün arasına getirip zaman yolculuğuna soktuğu başyapıtı "Jubilee" (1978) bir araya geliyor.
Lee, başyapıtı “School Daze”le (1988) aslında ‘gençlik müzikali’ tabanından ilerlemişti. "Grease" (1978) fonunu bambaşka bir boyuta taşımıştı. Oradaki kadınlar ile erkeklerin mücadelesinin bize mucizevi ve camp video klipler olarak yansıdığını görmüştük.. Buraya o durumun yansıdığına tanıklık edebiliyoruz. Okulun antrenman sahasındaki koreografinin oradan alındığı çok açık. Yönetmen 1990’da “İki Kadın Arasında” (“Mo Better Blues”) blues estetiğini plastik bir şekilde karşımıza çıkarıp Wong Kar Wai’ye öncülük yaparken, iki yerde ‘snorricam’ kullanımıyla da Scorsese’ye selam çakmıştı. Başyapıtlarından “25. Saat”te (“25th Hour”, 2001) de bu kamera kullanımı 11 Eylül’ün ‘afyon çekmiş hayatları’na atıfta bulunmak için vardı.
Burada ise sanki içinden ‘İki Şehrin Hikayesi’ (‘A Tale of Two Cities’), “Batı Yakasının Hikayesi” (“West Side Story”, 1961) ve “Savaşçılar” (“The Warriors”, 1979) geçen bir ‘çeteler savaşı’nın nesnesi haline geliyor. Bu damardan da aslında karşımıza müzikal ve gospel’in de girebildiği anlar var. Ama filmin Cusack’ın rahibinin sürekli bağırması bir yana sonlara doğru ekran bölme tekniğiyle birlikte bir müzikal sahnesine kaydığı net. Bunu “Kırmızı Değirmen” (“Moulin Rouge!”, 2001) gibi yapmıyor, sanki modern "Medea" ve Jarman'ın Kraliçe Elizabeth'i 70'lerin punk kültürünün arasına getirip zaman yolculuğuna soktuğu başyapıtı "Jubilee" (1978) bir araya geliyor.
BÜYÜK BİR AFRO-AMERİKAN SUÇ FİLMİ OLABİLİR
Yönetmen, fazlasıyla Kevin Wilmott ile yazılan senaryonun değerine dikkat çekmiştir. Film, 0-30 arasında bomba gibi açılıyor. Bu girizgah ustalıklı da dedirtiyor. 30-75 arasında ise bir gospel aşkıyla, sokakta feminist bir başkaldırıyı metinsel açıdan abartma ile yol alıyor. Bu durum aslında işin Greenaway ve Jarman kadar deneysel bir Brecht etkisine kadar götürüyor. Ama bu kısım biraz kısalabilirmiş de dedirtiyor. Zira 80-120 arasında ustalıklı bir şekilde toparlanıyor.
Belki de orta bölüm yönetmenin o hep ‘siyahi kesişen hayatlar’ damarlı, “Tatlı Hayatlar” (“La Dolce Vita”, 1960) rap/hip-hop kültürüyle yoğrulmuş gibi yapan modelinin postmodern haline tutunmak için canlanıyor. Bu da John Cuscak'ın beyaz rahibinin de, siyahi isyancının da, erkeklere karşı gelenlerin de bir araya geldiği bir ‘hip-hop video klipleri potpurisi’ çıkarıyor karşımıza.
Bu durum aslında 2. Liberya İç Savaşı’na karşı çıkılan ayaklanmaya, 1999’a kadar uzanan bir ırklar arası mücadelenin de adını koyuyor. Bu açıdan çok kıvrak bir filme imza atıyor Lee. Eski bir Yunan oyunun metinlerinden ve karakterlerini günümüzün siyasi olayının, Chicago’da artan şiddetin ortasına yerleştirilmesi başlı başına bir devrim. Ama bunun içine video klip parçalarının ve rap şarkılarının da girmesiyle bir çeşit ‘hip hop antik Yunan’ı soluyoruz.
Bunun etrafı ise Pasolini, Luhrmann ve Jarman’vari bir noktaya açılıyor. Buradan nefes alıp verirken noktayı da L. Jackson’ın müthiş bir şekilde kapalı bir angara girip ‘çetelerin vurgusu’yla koyuyor. Büyük bir suç filmi yaratmak için ant içiyor Lee burada. Bu konuda da fazlasıyla iddialı.
BRECHTIYEN DAMAR RAP VIDEO KLİP AYARI İÇİN VAR
Neredeyse Chi-Raq’ın durumunu canlı yayında seyirciler eşliğinde görme de bize Lee’nin” “Bamboozled”daki (2000) zeki TV estetiğini de akla getirebiliyor. Aslında içinden absürd komedi de, suç filmi de, müzikal de, aşk filmi de, ilişki filmi de geçen bir suç imparatorluğu füzyonu izlediğimiz. Araya anlatıcı olarak giren L. Jackson’ın verdiği destekle de aslında ABD bayrağının önünde son bulmasıyla çarpıcı hale geliyor.
Yönetmen, M.Ö 411’de yazılmış bir metni postmodern bir damara kavuşturuyor. Ona bir rap video klip ayarı veriyor. Bu durum fişek gibi bir kurguyla aslında önemli noktalara açılıyor. Terence Blanchard’ın siyahi kültüre uygun şarkıları da filmin hareketlenmesine alan açıyor.
Matthew Libatique’in sinematografisi ise Lee’ye destek veriyor. Burada güncel karakterlerin mitosun hikayesinin ışığında toplanmasıyla aslında tiyatro ezberi de altüst ediliyor. Sonlara doğru Brechtiyen bir yıkım sürecine kadar gidiyor film. Bu da bize aslında Brechtiyen sinema klasiği “Querelle”e (1982) kadar götürmüyor değil.
Yönetmen, fazlasıyla Kevin Wilmott ile yazılan senaryonun değerine dikkat çekmiştir. Film, 0-30 arasında bomba gibi açılıyor. Bu girizgah ustalıklı da dedirtiyor. 30-75 arasında ise bir gospel aşkıyla, sokakta feminist bir başkaldırıyı metinsel açıdan abartma ile yol alıyor. Bu durum aslında işin Greenaway ve Jarman kadar deneysel bir Brecht etkisine kadar götürüyor. Ama bu kısım biraz kısalabilirmiş de dedirtiyor. Zira 80-120 arasında ustalıklı bir şekilde toparlanıyor.
Belki de orta bölüm yönetmenin o hep ‘siyahi kesişen hayatlar’ damarlı, “Tatlı Hayatlar” (“La Dolce Vita”, 1960) rap/hip-hop kültürüyle yoğrulmuş gibi yapan modelinin postmodern haline tutunmak için canlanıyor. Bu da John Cuscak'ın beyaz rahibinin de, siyahi isyancının da, erkeklere karşı gelenlerin de bir araya geldiği bir ‘hip-hop video klipleri potpurisi’ çıkarıyor karşımıza.
Bu durum aslında 2. Liberya İç Savaşı’na karşı çıkılan ayaklanmaya, 1999’a kadar uzanan bir ırklar arası mücadelenin de adını koyuyor. Bu açıdan çok kıvrak bir filme imza atıyor Lee. Eski bir Yunan oyunun metinlerinden ve karakterlerini günümüzün siyasi olayının, Chicago’da artan şiddetin ortasına yerleştirilmesi başlı başına bir devrim. Ama bunun içine video klip parçalarının ve rap şarkılarının da girmesiyle bir çeşit ‘hip hop antik Yunan’ı soluyoruz.
Bunun etrafı ise Pasolini, Luhrmann ve Jarman’vari bir noktaya açılıyor. Buradan nefes alıp verirken noktayı da L. Jackson’ın müthiş bir şekilde kapalı bir angara girip ‘çetelerin vurgusu’yla koyuyor. Büyük bir suç filmi yaratmak için ant içiyor Lee burada. Bu konuda da fazlasıyla iddialı.
BRECHTIYEN DAMAR RAP VIDEO KLİP AYARI İÇİN VAR
Neredeyse Chi-Raq’ın durumunu canlı yayında seyirciler eşliğinde görme de bize Lee’nin” “Bamboozled”daki (2000) zeki TV estetiğini de akla getirebiliyor. Aslında içinden absürd komedi de, suç filmi de, müzikal de, aşk filmi de, ilişki filmi de geçen bir suç imparatorluğu füzyonu izlediğimiz. Araya anlatıcı olarak giren L. Jackson’ın verdiği destekle de aslında ABD bayrağının önünde son bulmasıyla çarpıcı hale geliyor.
Yönetmen, M.Ö 411’de yazılmış bir metni postmodern bir damara kavuşturuyor. Ona bir rap video klip ayarı veriyor. Bu durum fişek gibi bir kurguyla aslında önemli noktalara açılıyor. Terence Blanchard’ın siyahi kültüre uygun şarkıları da filmin hareketlenmesine alan açıyor.
Matthew Libatique’in sinematografisi ise Lee’ye destek veriyor. Burada güncel karakterlerin mitosun hikayesinin ışığında toplanmasıyla aslında tiyatro ezberi de altüst ediliyor. Sonlara doğru Brechtiyen bir yıkım sürecine kadar gidiyor film. Bu da bize aslında Brechtiyen sinema klasiği “Querelle”e (1982) kadar götürmüyor değil.
BİR ÇEŞİT SUÇ İMPARATORLUĞU FÜZYONU YARATIYOR
Lee’nin “Chi-Raq”ı postmodern bir hood film olurken zamansal algı açısından sınırları da zorluyor. Müzikalden de, absürd komediden de, siyasi taşlamadan da, çete filminden de, aşk filminden de parçaları içerisine iliştirip fazlasıyla zevk veren noktalara açılıyor. Kilisenin ve diğer dış mekanların yabancılaştırıcı alt açıları dahi buradaki suç ya da ‘teknolojik hood’ vizyonunu ortaya koyuyor.
Zamanı geçmiş bir Yunan tiyatro oyununun üzerine giderken çok fazla es vermiyor. Aksine bu konudaki modern karakter izlerine “Romeo + Juliet” (1996), “Kırmızı Değirmen” ve "Jubilee" dokunuşunda bulunuyor. Ama bunu yaparken “School Daze”in eklektik ve plastik halinden de beslenmiyor değil. Oradaki aslında bir şiddet olayının etrafına yerleşse de Wes Anderson’a, Alexander Payne’e pencere açan bir Woody Allen soslu diyalog/gençlik/müzikal/komedisi duruşu çığır açmıştı. Burada onun hood filme mitolojik eğilimlerle hareketlenmesiyle değer kazanan bir sanat eseri izliyoruz.
“Chi-Raq”, “Doğruyu Seç” kadar iddialı bir toplumsal şiddet ve ırkçılık eleştirisi de, iz bırakacak bir film modeli de içeriyor. İleride olabilecek en eski cinsiyet eşitsizliği temsilcisini zaman yolculuğuna çıkarıp günümüzdeki haksızlıklarla mücadele eden postmodern bir karaktere dönüştürmesiyle anılacaktır.
Lee’nin “Chi-Raq”ı postmodern bir hood film olurken zamansal algı açısından sınırları da zorluyor. Müzikalden de, absürd komediden de, siyasi taşlamadan da, çete filminden de, aşk filminden de parçaları içerisine iliştirip fazlasıyla zevk veren noktalara açılıyor. Kilisenin ve diğer dış mekanların yabancılaştırıcı alt açıları dahi buradaki suç ya da ‘teknolojik hood’ vizyonunu ortaya koyuyor.
Zamanı geçmiş bir Yunan tiyatro oyununun üzerine giderken çok fazla es vermiyor. Aksine bu konudaki modern karakter izlerine “Romeo + Juliet” (1996), “Kırmızı Değirmen” ve "Jubilee" dokunuşunda bulunuyor. Ama bunu yaparken “School Daze”in eklektik ve plastik halinden de beslenmiyor değil. Oradaki aslında bir şiddet olayının etrafına yerleşse de Wes Anderson’a, Alexander Payne’e pencere açan bir Woody Allen soslu diyalog/gençlik/müzikal/komedisi duruşu çığır açmıştı. Burada onun hood filme mitolojik eğilimlerle hareketlenmesiyle değer kazanan bir sanat eseri izliyoruz.
“Chi-Raq”, “Doğruyu Seç” kadar iddialı bir toplumsal şiddet ve ırkçılık eleştirisi de, iz bırakacak bir film modeli de içeriyor. İleride olabilecek en eski cinsiyet eşitsizliği temsilcisini zaman yolculuğuna çıkarıp günümüzdeki haksızlıklarla mücadele eden postmodern bir karaktere dönüştürmesiyle anılacaktır.