'KADIN KOKUSU' GELİYOR MU?
11/05/2012 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 3
|
Sinemada dostluk hikayelerinin ‘zıt kutuplar’ arasında kurulmasıyla oluşan elektrik, eğer doğru düzenlenirse ‘kalp çarpıntısı’ yaratabilecek bir yetkinliğe kavuşturulabilir. “Can Dostum” da tarihteki çoğu örnek gibi bu durumun üzerine çekinmeden gidip biri felçli, diğeri suçlu iki karakterin zaaflarından yararlanırken, arkasına Roma İmparatorluğu döneminden kalma bir siyah-beyaz ayrımını ekliyor. “Scarecrow”, “Mary ve Max”, “Yağmur Adam” gibi kalıcı dostluk hikayelerinin yaratıcılarını utandıracak bayat bir melodram karşımızdaki.
Belki de John Steinbeck’in Büyük Bunalım dönemini merkezine alan ‘Fareler ve İnsanlar’ (‘Of Mice and Men’) kaynağından büyüyen bir formül. Birbirine zıt iki karakteri bir araya getiren dostluk hikayeleri, acısıyla tatlısıyla fazlaca karşımıza çıkmıştır. Ancak bunların neredeyse tamamı da anlık ‘kalp çarpıntısı’ bırakıp devamında kalıcı olmamıştır.
Bayat bir dostluk melodramı
“Kadın Kokusu” (“Scent of a Woman”, 1992), “Can Dostum” (“Good Will Hunting”, 1997) gibi etiketleşse de altı doldurulmayan insanlık mesajları, tek boyutlu karakterler ve kalp atışlarını arttırma hedefli olay örgüsüyle bir anda unutulup giden eserler vardır. Chris O’Donnell’ı veya Ben Affleck-Matt Damon senarist ikilisini bir daha sinema sahnesinde gören var mıdır? Orası meçhul.
“Can Dostum” (“Intouchables”, 2011) daha önce Gérard Depardieu’lü bu formül türevi bir filmle karşımıza çıkan Olivier Nakache-Eric Toledano ikilisinin imzasını taşıyor. ‘Başı sonu var’ dışında bir sinemasal tespitte bulunulamayacak eser için bayat bir ‘dostluk melodramı’ yorumu yapılabilir. Bu da François Cluzet-Omar Sy çiftinden yükselen sınıfsal ayrım meselesini hiç de doğru bir politik zemine veya ideolojik görüşe yerleştiremiyor.
Çiğ ırkçılık, milattan öncesinde yaşayabilecek karakterler ve bildik numaralar
Irkçılığı çiğ kelimelerle yapan, sürekli aşağılamayla da neredeyse David W. Griffith’in “Bir Ulusun Doğuşu”ndaki (“Birth of a Nation”, 1915) kadar eski model cümlelerle simgeleyen bir eser duruyor karşımızda. Elbette sözlü esprilerin bir iki gülümseme dışında etki bırakmadığı, dramatik yapının ise ‘ayrılık’ ve ‘birbirine bağlanma’ gibi iki kilit numarayı kalıbına uygun bir ‘nokta atışı’na dönüştürdüğü yapıt, kısa sürede unutulacak gibi.
Zira fazlasıyla Hollywood’daki örneklerinin kopyası kokan, montaj sekans gibi kurgu hızlandırma tekniklerini dahi lehine çeviremeyen bir duruşa sahip. Driss adlı siyahi karakter deseniz, eskimeyen aynı elbiseyle dolaşmasının yanında son derece yapay bir geçmişe de sahip. Cluzet’nin Philippe’i de ondan farklı değil. Yakalandığı hastalığın ‘konformizm’ depolayan sınıfsal yalnızlığını aktarmanın peşinde bile koşmayan bir karakter tanımının mağduru olmuş kendisi. Her ikisi için milattan öncesinde yaşamış gibi duran siyah ve beyaz tipler demek daha doğru olacaktır. Tabii Philippe’in felçli olmasıyla beraber yüklendiği ‘ötekilik’ süzgeciyle Driss ile birlikte oluşturdukları temsillerin, her iki tanım için de iç açıcı olmadığı söylenebilir.
Kısa sürede unutulup gidecektir
Yaşanmış bir hikayeye uzansa da bunun tarihine dair herhangi bir kanıt sunmayan filmin asla “Scarecrow” (1973), “Kadın Kokusu” (“Profumo di donna”, 1974), “Yağmur Adam” (“Rain Man”, 1988), “Leon” (1994), “Mary ve Max” (“Mary and Max”, 2009) gibi mesafeli dostluk hikayelerine tutunma çabası da olmamış. Onların ‘farklı türün içine girerek sömürüye kayan risk’ten arınma kurnazlığını ise hiç ama hiç göremiyoruz.
Aksine karton bir klasik müzik numarasıyla etki altına alıp ‘temel’lerini sağlam atan ve akla gelince de ‘mucize gerçekleşti’, ‘vay be nasıl bağlandılar!’ gibi günlük tepkiler uyandırma peşinde koşan bir yapıt karşımızdaki. Yönetmenlik deseniz ne popüler Amerikan sinemasının yetkinliğini, ne Fransız sanat sinemasının durağanlığını yakalayabiliyor. İki arada bir derede kalış da her şeyin sonunu hazırlıyor. Yarı teatral bir yapının tanımını yapıyor.
“Can Dostum”, Fransa’da 100 milyon avroyu bulan gişe başarısının yanında Al Pacino’lu 1974 tarihli Dino Risi filminin yeniden çevrimi “Kadın Kokusu” gibi kalıcı olmayan bir yapım olarak anılacak. O zamanlar abartılan filmin yönetmeni Martin Brest’i şimdilerde hatırlayan var mı? Biz en son “Gigli” ile Altın Ahududu alırken görmüştük.
.
Belki de John Steinbeck’in Büyük Bunalım dönemini merkezine alan ‘Fareler ve İnsanlar’ (‘Of Mice and Men’) kaynağından büyüyen bir formül. Birbirine zıt iki karakteri bir araya getiren dostluk hikayeleri, acısıyla tatlısıyla fazlaca karşımıza çıkmıştır. Ancak bunların neredeyse tamamı da anlık ‘kalp çarpıntısı’ bırakıp devamında kalıcı olmamıştır.
Bayat bir dostluk melodramı
“Kadın Kokusu” (“Scent of a Woman”, 1992), “Can Dostum” (“Good Will Hunting”, 1997) gibi etiketleşse de altı doldurulmayan insanlık mesajları, tek boyutlu karakterler ve kalp atışlarını arttırma hedefli olay örgüsüyle bir anda unutulup giden eserler vardır. Chris O’Donnell’ı veya Ben Affleck-Matt Damon senarist ikilisini bir daha sinema sahnesinde gören var mıdır? Orası meçhul.
“Can Dostum” (“Intouchables”, 2011) daha önce Gérard Depardieu’lü bu formül türevi bir filmle karşımıza çıkan Olivier Nakache-Eric Toledano ikilisinin imzasını taşıyor. ‘Başı sonu var’ dışında bir sinemasal tespitte bulunulamayacak eser için bayat bir ‘dostluk melodramı’ yorumu yapılabilir. Bu da François Cluzet-Omar Sy çiftinden yükselen sınıfsal ayrım meselesini hiç de doğru bir politik zemine veya ideolojik görüşe yerleştiremiyor.
Çiğ ırkçılık, milattan öncesinde yaşayabilecek karakterler ve bildik numaralar
Irkçılığı çiğ kelimelerle yapan, sürekli aşağılamayla da neredeyse David W. Griffith’in “Bir Ulusun Doğuşu”ndaki (“Birth of a Nation”, 1915) kadar eski model cümlelerle simgeleyen bir eser duruyor karşımızda. Elbette sözlü esprilerin bir iki gülümseme dışında etki bırakmadığı, dramatik yapının ise ‘ayrılık’ ve ‘birbirine bağlanma’ gibi iki kilit numarayı kalıbına uygun bir ‘nokta atışı’na dönüştürdüğü yapıt, kısa sürede unutulacak gibi.
Zira fazlasıyla Hollywood’daki örneklerinin kopyası kokan, montaj sekans gibi kurgu hızlandırma tekniklerini dahi lehine çeviremeyen bir duruşa sahip. Driss adlı siyahi karakter deseniz, eskimeyen aynı elbiseyle dolaşmasının yanında son derece yapay bir geçmişe de sahip. Cluzet’nin Philippe’i de ondan farklı değil. Yakalandığı hastalığın ‘konformizm’ depolayan sınıfsal yalnızlığını aktarmanın peşinde bile koşmayan bir karakter tanımının mağduru olmuş kendisi. Her ikisi için milattan öncesinde yaşamış gibi duran siyah ve beyaz tipler demek daha doğru olacaktır. Tabii Philippe’in felçli olmasıyla beraber yüklendiği ‘ötekilik’ süzgeciyle Driss ile birlikte oluşturdukları temsillerin, her iki tanım için de iç açıcı olmadığı söylenebilir.
Kısa sürede unutulup gidecektir
Yaşanmış bir hikayeye uzansa da bunun tarihine dair herhangi bir kanıt sunmayan filmin asla “Scarecrow” (1973), “Kadın Kokusu” (“Profumo di donna”, 1974), “Yağmur Adam” (“Rain Man”, 1988), “Leon” (1994), “Mary ve Max” (“Mary and Max”, 2009) gibi mesafeli dostluk hikayelerine tutunma çabası da olmamış. Onların ‘farklı türün içine girerek sömürüye kayan risk’ten arınma kurnazlığını ise hiç ama hiç göremiyoruz.
Aksine karton bir klasik müzik numarasıyla etki altına alıp ‘temel’lerini sağlam atan ve akla gelince de ‘mucize gerçekleşti’, ‘vay be nasıl bağlandılar!’ gibi günlük tepkiler uyandırma peşinde koşan bir yapıt karşımızdaki. Yönetmenlik deseniz ne popüler Amerikan sinemasının yetkinliğini, ne Fransız sanat sinemasının durağanlığını yakalayabiliyor. İki arada bir derede kalış da her şeyin sonunu hazırlıyor. Yarı teatral bir yapının tanımını yapıyor.
“Can Dostum”, Fransa’da 100 milyon avroyu bulan gişe başarısının yanında Al Pacino’lu 1974 tarihli Dino Risi filminin yeniden çevrimi “Kadın Kokusu” gibi kalıcı olmayan bir yapım olarak anılacak. O zamanlar abartılan filmin yönetmeni Martin Brest’i şimdilerde hatırlayan var mı? Biz en son “Gigli” ile Altın Ahududu alırken görmüştük.
.