BİR SALGININ VİDEO GÜNLÜKLERİ
21/10/2011 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 7.5
|
Karakterlerle özdeşleşerek, lineer hikaye kurgusunu takip ederek, mükemmeliyetçi görkeme-görüntülere kapılarak veya ana akım anlatıyla izlenerek tüketilmeyi reddeden bir salgın filmi. ‘Bir bağımsız film-bir stüdyo filmi’ içeren filmografisiyle bilinen Steven Soderbergh, bu sefer bunların ilkini ikincisinin bütçe ve oyuncu kadrosuyla dengelemiş. Çevreci bir salgın filmiyle dünyanın döngüsel sorunlarına dikkat çekerken, türün kalıplarını bozup ‘ana akışın başı ile sonunun yerini değiştirmek’ gibi dönüşümsel şeylere de imza atmış. İlerleyen dönemde “Salgın”, “Yeryüzündeki Aşk” ve “Körlük” ile birlikte yeni milenyumun ‘postmodern’ algılı salgın filmlerinden biri olarak anılacak ona şüphe yok.
Zombi filmi ve felaket filmi ile akrabalık kuran salgın filmi, aslında 2000’ler coğrafyasına ve sinemasına uygun bir alan değil. Zaten türün, “Körlük” (“Blindness”, 2008) ve “Yeryüzündeki Son Aşk” (“Perfect Sense”, 2011) gibi dönüşümcü ya da tabiri caizse postmodern ürünler dışında bir ‘gövde gösterisi’ yapması da kolay değil formatına bakınca. Bu sebeple de Soderbergh’in önünde şapka çıkarmak gerek.
'PARANORMAL ACTIVITY'NİN SALGIN FİLMİ VERSİYONU
En son iddialı stüdyo projesini 1995 tarihli “Tehdit” (“Outbreak”) ile hatırladığımız alanı, o günlerine geri götürmek için yola çıkmış zira kendisi. “Trafik” (“Traffic”, 2000) sonrası “Ocean’s Eleven” (2001) ile stüdyolara anlatı tekniği olarak soktuğu renk filtresi dokusunun yerini, burada ayrıksı bir ‘video günlüğü’ estetiği almış. RED (gelişmiş HD kamera türü) ile çekilmiş ama ışık yalıtımıyla dijital dokusunu korumuş bir yapıdan bahsedebiliriz. Yani ‘Paranormal Activity’, ‘REC’ gibi korku serilerinde gördüğümüz ‘gerçekçi’ ya da ‘belgeci’ anlayışın farklı bir versiyonu ile yüzleşiyoruz.
Onların atmosfer dokusunu oturtmak için başvurduğu üç-dört sabit kamera odaklı sessiz anlayış veya el kamerası hakimiyeti burada bir anlatı gösterisine çevrilmiş. Bir salgının 4.5 ayına odaklanan filmin, ikinci günden başlayarak o olayı gün gün portreleme duygusuyla hareket ettiğini gözleyebiliyoruz. 1.85:1 yani geniş sinemaskop formatının daha dar versiyonuyla yol alan eserin, bunu da ‘karakterlerin çevresel sıkışmışlıkları’nı göstermek için yaptığı ortada.
Zombi filmi ve felaket filmi ile akrabalık kuran salgın filmi, aslında 2000’ler coğrafyasına ve sinemasına uygun bir alan değil. Zaten türün, “Körlük” (“Blindness”, 2008) ve “Yeryüzündeki Son Aşk” (“Perfect Sense”, 2011) gibi dönüşümcü ya da tabiri caizse postmodern ürünler dışında bir ‘gövde gösterisi’ yapması da kolay değil formatına bakınca. Bu sebeple de Soderbergh’in önünde şapka çıkarmak gerek.
'PARANORMAL ACTIVITY'NİN SALGIN FİLMİ VERSİYONU
En son iddialı stüdyo projesini 1995 tarihli “Tehdit” (“Outbreak”) ile hatırladığımız alanı, o günlerine geri götürmek için yola çıkmış zira kendisi. “Trafik” (“Traffic”, 2000) sonrası “Ocean’s Eleven” (2001) ile stüdyolara anlatı tekniği olarak soktuğu renk filtresi dokusunun yerini, burada ayrıksı bir ‘video günlüğü’ estetiği almış. RED (gelişmiş HD kamera türü) ile çekilmiş ama ışık yalıtımıyla dijital dokusunu korumuş bir yapıdan bahsedebiliriz. Yani ‘Paranormal Activity’, ‘REC’ gibi korku serilerinde gördüğümüz ‘gerçekçi’ ya da ‘belgeci’ anlayışın farklı bir versiyonu ile yüzleşiyoruz.
Onların atmosfer dokusunu oturtmak için başvurduğu üç-dört sabit kamera odaklı sessiz anlayış veya el kamerası hakimiyeti burada bir anlatı gösterisine çevrilmiş. Bir salgının 4.5 ayına odaklanan filmin, ikinci günden başlayarak o olayı gün gün portreleme duygusuyla hareket ettiğini gözleyebiliyoruz. 1.85:1 yani geniş sinemaskop formatının daha dar versiyonuyla yol alan eserin, bunu da ‘karakterlerin çevresel sıkışmışlıkları’nı göstermek için yaptığı ortada.
TÜRÜN OMURGASINI ALLAK BULLAK ETMİŞ
Orijinal isminin tam çevirisi ‘bulaşma’ anlamına gelen “Salgın” (“Contagion”, 2011) da zaten bu durum üzerinden hareket ederek bir salgın meselesinin çevresinde olabilecek her türlü insanın hayatına girmiş. Bunun ardından salgın filminin, ‘salgın ile mücadele etmek için bir araya gelip toplumu temsil etme’ klişesini ve ana karakterin yenilmezliği gerçeğini elinin tersiyle itmiş. Zira kesişen hayatlar filmi edasında bir 4.5 aya odaklanmış.
Filmin bunu ölümle, virüsle, itaatsizlikle ve iktidar gerçeğiyle sarsılan hayatlar üzerinden akmasını sağladığı çok açık. “Balon”un (“Bubble”, 2005) görsel yapısına yakın, Alan J. Pakula’nın ağır tempolu hallerini hatırlatan eserin, böylesi bir ‘boyutsuzluk’u ya da HD dokusunu lehine çevirdiği görülebiliyor. Zira amacı video günlüklerinin estetiğini gerçekleştirerek, aralarda bunu gün atlamasıyla da yapıp karşımıza sadece salgından doğan insani kıyımları, psikolojiyi ve hüzünleri yansıtmak. Bu durum zaman zaman ‘yalancı belgesel algısıyla çekilmiş bir modern sinema ürünü’nün içinde olduğumuzu da düşünmemizi sağlıyor aslında.
ÇEVRENİN DENGESİNİN BOZULMASIYLA GERÇEKLEŞEBİLECEK KIYAMET
Bu doğrultuda da gerçek bir olay akışından veya hikaye yapısından söz etmek mümkün değil. Zaten Soderbergh, filmi ‘ölüm’ ile açıp ‘salgının başladığı an’ ile kapatarak, yani ikinci günü açılış, birinci günü kapanış sekansı yaparak seyirci ile arasına mesafeyi daha en baştan koymuş. Aradaki boşluklarda gelişen antifrizin devreye girmesi ve insanlar üzerinde etki kurması da bu anlayış ışığında gerçekleşmiş. Zira onun üreticisi, taşıyıcısı veya hükümet sorumlusu noktasında gerçek bir karakter incelemesi sunmayı asla istememiş yönetmen.
Aksine salgının ‘çevrenin dengesini bozarsan virüs yayılır ve dünyanın sonu gelir’ mesajıyla ufacık bir tesadüfle değişen hayatları taşlamayı ana amaç belirlemiş kendisine. Soderbergh’in esaslı yola çıkış sebebi ise; kapitalizm, küreselleşme, hükümet gibi kavramlardan ziyade insanoğlunun olmaması gereken yerde bulunmasıyla hayatının tepetaklak olabileceğini ve yaşam döngüsünün şansa bağlı seyrettiğini ele almak. Tabiri caizse evrenin bozulan dengesiyle nasıl canlar yanabileceğini o sisteme dokunan kişilere göstermek istemiş yönetmen.
Orijinal isminin tam çevirisi ‘bulaşma’ anlamına gelen “Salgın” (“Contagion”, 2011) da zaten bu durum üzerinden hareket ederek bir salgın meselesinin çevresinde olabilecek her türlü insanın hayatına girmiş. Bunun ardından salgın filminin, ‘salgın ile mücadele etmek için bir araya gelip toplumu temsil etme’ klişesini ve ana karakterin yenilmezliği gerçeğini elinin tersiyle itmiş. Zira kesişen hayatlar filmi edasında bir 4.5 aya odaklanmış.
Filmin bunu ölümle, virüsle, itaatsizlikle ve iktidar gerçeğiyle sarsılan hayatlar üzerinden akmasını sağladığı çok açık. “Balon”un (“Bubble”, 2005) görsel yapısına yakın, Alan J. Pakula’nın ağır tempolu hallerini hatırlatan eserin, böylesi bir ‘boyutsuzluk’u ya da HD dokusunu lehine çevirdiği görülebiliyor. Zira amacı video günlüklerinin estetiğini gerçekleştirerek, aralarda bunu gün atlamasıyla da yapıp karşımıza sadece salgından doğan insani kıyımları, psikolojiyi ve hüzünleri yansıtmak. Bu durum zaman zaman ‘yalancı belgesel algısıyla çekilmiş bir modern sinema ürünü’nün içinde olduğumuzu da düşünmemizi sağlıyor aslında.
ÇEVRENİN DENGESİNİN BOZULMASIYLA GERÇEKLEŞEBİLECEK KIYAMET
Bu doğrultuda da gerçek bir olay akışından veya hikaye yapısından söz etmek mümkün değil. Zaten Soderbergh, filmi ‘ölüm’ ile açıp ‘salgının başladığı an’ ile kapatarak, yani ikinci günü açılış, birinci günü kapanış sekansı yaparak seyirci ile arasına mesafeyi daha en baştan koymuş. Aradaki boşluklarda gelişen antifrizin devreye girmesi ve insanlar üzerinde etki kurması da bu anlayış ışığında gerçekleşmiş. Zira onun üreticisi, taşıyıcısı veya hükümet sorumlusu noktasında gerçek bir karakter incelemesi sunmayı asla istememiş yönetmen.
Aksine salgının ‘çevrenin dengesini bozarsan virüs yayılır ve dünyanın sonu gelir’ mesajıyla ufacık bir tesadüfle değişen hayatları taşlamayı ana amaç belirlemiş kendisine. Soderbergh’in esaslı yola çıkış sebebi ise; kapitalizm, küreselleşme, hükümet gibi kavramlardan ziyade insanoğlunun olmaması gereken yerde bulunmasıyla hayatının tepetaklak olabileceğini ve yaşam döngüsünün şansa bağlı seyrettiğini ele almak. Tabiri caizse evrenin bozulan dengesiyle nasıl canlar yanabileceğini o sisteme dokunan kişilere göstermek istemiş yönetmen.
AYRIKSI GÖRSEL YAPI 'GERÇEKLİK'TEN BESLENMİŞ
Bunu birçok bilimkurgu filminde gördüğümüz çevreci bir mesajla yaparken de, lineer akmayan hikaye kurgusunun, ayrıksı geniş açı-orta açı dengesinden oluşan olağan dışı sekansların, dijital renklerin ve açı-karşı açı tekniğinin çeşitliliğinin seyirciyi rahatsız etmesini istemiş. İlk gününde birkaç ölümle açılan filmin, bunun normalde sonda olması gerektiğini bilmesi ise aslında amacını belli etmiş. ‘Gerçeklik’ ile ilgilenip ışık yalıtımını öne çıkaran Soderbergh, salgın filminin genelgeçer kuralları ve muhafazakar söylemleriyle ilgilenmiş.
Onlardan farklı olmak için de dokusal, anlatısal ve merceksel deformasyona gitmiş. Yani “Körlük” ve “Yeryüzündeki Son Aşk”ın duyusal evrenlerinin uzağında adeta tür alanında bir “Paranormal Activity” denemesi var diyebiliriz. Bu da sinemanın yenilikçi eğilimleri açısından bir tuğla da yönetmenin koymasını sağlıyor. Bağımsız dokusunu “Ocean’s Eleven”da olduğu gibi bir kez daha stüdyoların içine taşıması da aslında “Trafik”-“Balon” arasında gidip gelen yapısını daha cüretkar ve önemsenir hale getirmiş kendisinin. “Salgın”, kuşkusuz süprizlerle dolu, ayrıksı ve yapıbozucu bir salgın filmi.
Bunu birçok bilimkurgu filminde gördüğümüz çevreci bir mesajla yaparken de, lineer akmayan hikaye kurgusunun, ayrıksı geniş açı-orta açı dengesinden oluşan olağan dışı sekansların, dijital renklerin ve açı-karşı açı tekniğinin çeşitliliğinin seyirciyi rahatsız etmesini istemiş. İlk gününde birkaç ölümle açılan filmin, bunun normalde sonda olması gerektiğini bilmesi ise aslında amacını belli etmiş. ‘Gerçeklik’ ile ilgilenip ışık yalıtımını öne çıkaran Soderbergh, salgın filminin genelgeçer kuralları ve muhafazakar söylemleriyle ilgilenmiş.
Onlardan farklı olmak için de dokusal, anlatısal ve merceksel deformasyona gitmiş. Yani “Körlük” ve “Yeryüzündeki Son Aşk”ın duyusal evrenlerinin uzağında adeta tür alanında bir “Paranormal Activity” denemesi var diyebiliriz. Bu da sinemanın yenilikçi eğilimleri açısından bir tuğla da yönetmenin koymasını sağlıyor. Bağımsız dokusunu “Ocean’s Eleven”da olduğu gibi bir kez daha stüdyoların içine taşıması da aslında “Trafik”-“Balon” arasında gidip gelen yapısını daha cüretkar ve önemsenir hale getirmiş kendisinin. “Salgın”, kuşkusuz süprizlerle dolu, ayrıksı ve yapıbozucu bir salgın filmi.