'DOKTOR UYKU': NOSTALJİK VE SAYKODELİK BİR 'THE SHINING' GEZİSİ
FİLMİN NOTU: 6.7
|
22 yaşından beri film çeken, cadıların diyarı Salem doğumlu Mike Flanagan için büyük bir sıçrama hedefi… Yönetmen, kariyerine pek parlak başlamasa da “Gerald’s Game”den sonra ikinci Stephen King uyarlaması “Doktor Uyku”da da iyi bir sınav veriyor.
KLASİKLERE SAYGIDA KUSUR ETMEMEK ŞART MI?
“Cinnet” (“The Shining”, 1980) Stephen King’in en gerçekçi ve sıradan uyarlamalarındandır. Ünlü edebiyatçının metafizikle ilişkili dünyasının 40-50 yaş üzeri kitleye uydurulmasına uygun bir ambalajla sunulmuştur. Kubrick’in mükemmeliyetçiliğiyle dikkat çekse de daha önce Hitchcock (bkz. “Rebecca” /1940), Polanski (bkz. “Tiksinti/Repulsion” /1965, “Kiracı/Le Locataire” /1976) gibilerinin başyapıtlarıyla çığır açtığı ‘gotik korku filmi’ alt türünde yönlendirici olamayan bir eserdir. Temelde korku alt türünün ve perili ev filmi motifinin mekanik bir şekilde ağırlaştırılmış temsilini devreye sokmasıyla akılda kalmıştır. Türü sevmeyen Kubrick’in korkuya girmemesi gerektiğini kanıtlamasıyla anılası bir çalışmadır.
Bu mirasın “Zindan Adası” (“Shutter Island”, 2010) gibi ortalama Scorsese filmlerine dahi yol açtığı ortamda özellikle 2013’te yazılan “Doktor Uyku”yu (“Doctor Sleep”) 2019’da sinemaya taze bir bakışla uyarlamak çok doğru bir tercih. Dan Torrance’ın, Jack Nicholson’ın canlandırdığı Jack’in çocuğunun günümüzdeki büyümüş hali Ewan McGregor’a emanet edilmiş.
Aslında filmin açılış ve kapanışı, 'esas filme saygısızlık mı yapılıyor?' düşüncesini harekete geçiriyor. Jack Torrance’ın Henry Thomas, Wendy Torrance’ın Alex Essoe tarafından canlandırılmasını onaylanabilir mi, o konuda şüpheliyiz. Ama en azından “Judy”de (2019) Garland’ın “Oz Büyücüsü” (“The Wizard of Oz”, 1938) yıllarını yolun başındaki çaylak bir oyuncuya emanet eden göstermelik 'Fleming filmine saygıda kusur etmeme’ anlayışından daha ahlaklı bir girişim var. "Doktor Uyku"nun tartışmalı bir klasiğin etrafında dolaşan sinefil egzersizine dönüştürülme çabası bariz ortada.
SON 20 YILIN EN HEYECAN VERİCİ İKİ KING UYARLAMASI FLANAGAN’DAN
Üstelik bunu Flanagan gibi yıllardır hayali olan King’in 1992’de kaleme aldığı zorlu ‘Gerald’s Game’ romanını Netflix’in katkılarıyla 2017’de hakkıyla sinemaya uyarlayan bir isim yapıyor. Yamyamlıktan cinsel fantezilere uzanan biçimci ve doğaüstü ev kabusunun arka plan öyküsü, doyurucu bir feminist mücadeleyi köklemişti. Meşhur ‘şüphe’ olgusu üst düzeyde bir Hitchcock sosu olarak yansımıştı. Böylece yedi sorunlu, kitsch ve B-tipi filmle sinemaya girdikten sonra 2016’da ‘Ouija’ serisine zeki bir retro ön bölüm armağan etmesinin boş bir hareketlenme olmadığını kanıtlama şansı bulmuştu senarist-yönetmen. Üstelik o da bir stüdyo projesiydi.
Flanagan, ilk uyarlamasını 1963’de korku klasiğine dönüşen Robert Wise imzalı “Lanetli Ev” (“The Haunting”) ile gördüğümüz, ama 90’larda hiç beğenilmeyen bir yeniden çevrime malzeme olan ‘The Haunting of Hill House’ romanını da Netflix dizisine çevirerek android kuşağından alkış topladı. Ana karakterlerin kabuslarının canlanması meselesini ‘karakter draması’na çevirirken altıncı bölümde Hitchcock’un “İp”ine (“Rope”, 1948) saygı duruşunda bulunan bir 55 dakika planlayarak da şaşırtmıyordu aslında. Dizinin belli bir seviyede durmasına ön ayak oluyordu.
“Doktor Uyku”, aslında ‘gotik korku filmi’nden ‘telekinetik korku filmi’ne geçme kıvraklığına sahip bir öykünün izini sürüyor. King’in ‘metafiziksel’ ile ‘psikolojik’ arasında gidip gelen uyarlamalarının içerisinde ilk sıfatı tercih ediyor. Flanagan’ın bir kez daha içindeki ‘biçimci metafiziksel kabusları’ devreye sokmak için bir kimlik belirlediği, kariyerinin başlangıcındaki korkaklığı bütçeye güvenerek bir kenara bıraktığı görülüyor. Rob Zombie, Dario Argento ile bağlantı kurmak da bu sayede kolaylaşıyor.
‘THE SHINING’ EVRENİNDE NOSTALJİK BİR TEMA PARKI GEZİSİ
Rose the Hat’in (Rebecca Ferguson) ve Abra Stone’un (Kyleigh Curran) önderlik ettiği bir grup hippi, filmin ‘saykodelik’ bir dünyaya açılmasını sağlıyor. “Merdiven Altındakiler” (“People Under the Stairs”, 1991), “Candyman” (1992) gibi filmlerde siyah-beyaz ayrımı göz etmeksizin işi böylesi çetemsi gruplara teslim etme vardı. King’in dünyasından ‘Mısır Çocukları’ (‘Children of the Corn’) uyarlamalarının yapamadığı ‘okült grup’ temsili burada capcanlı bir şekilde var. Flanagan hiçbir şeyden aşağı kalmamış, plastik psikolojik dünyaya, yaratıcılık dönemi krizinden fırlamış ötekileri, kötüleri sokmuş.
Açıkçası Ferguson’ın varlığı bir 'artı değer' katıyor. Onun yeni bir keşif olarak gelen siyahi Kyliegh Curran’la birlikteliği; “Günah Tohumu” (“Carrie”, 1976) gibi klasikleşmiş, “Firestarter” (1984) gibi başarılı olamamış telekinetik korku filmleriyle rekabete giren, onlara kardeş bir ‘usta-çırak ilişkisi’ servis ediyor. ‘Doktor Uyku’da esas mesele, “Cinnet” evreninin ihtişamının değerini bilip onu keşfe çıkmakta kopuyor. Film bir çeşit nostaljik rollercoaster gezisi olarak da algılanabilir. Universal Studios’da bu filme özel bir alan açılırsa şaşırmayız. “Ready Player One”daki (2018) gönderme içeren sekansın ardından marka değerine bir de uzun metrajlı film katıyor Kubrick’in eseri…
Açılışta o meşhur baltalı sahne ile aslında tüyler diken diken oluyor. Onu bardaki barmenle konuşma sahnesi izliyor. En son ise asansörün kana bulanmasının oyunbaz bir şekilde canlandırıldığını izliyoruz. İlk filmin fetişinden ziyade alternatif ve yeni bir yöne kayma arzusuna kapılmış yönetmen. İyi de yapmış açıkçası. Bu sayede Torrance’ların evinin de aslında ‘parıldama’ (shining) hastalığının izinde bir noktaya geldiği ortaya çıkıyor.
YÖNETMEN BÜTÇE ARTTIKÇA KENDİNİ BULUYOR
Elbette “Cinnet”i tüyler ürpertici belgesel “Room 237”de (2012), “Ready Player One”da müthiş sinemasal temsillerle görmüştük. Buradaki canlandırmaların klasiğin ruhuna katkısı her daim tartışılacaktır. Ama Rebecca Ferguson’dan Catherine Parker’a çok başarılı performanslar var. McGregor’a da klasik bir “Ölüm Kitabı”nın (“Misery”, 1990) James Coburn’ü prototipini yakıştırmıyoruz. Oradan “1408” (2007), “Dolores Claiborne” (1995) gibi daha gerçekçi filmlerle bağ kurulmuyor.
Film boyunca, ona ‘dayı’ diyorlar, finalde ise “Altıncı His” (“The Sixth Sense”, 1999) ile sinsi çatışma geliyor. King, 2013’e kadar korku dünyasında olup bitenleri de bir şekilde elinden geçirip Flanagan’ın imgesel açıdan en profesyonel filmine bolca malzeme veriyor.
SAYKODELİK, OYUNBAZ VE TELEKİNETİK BİR YARATICILIK DÖNEMİ KRİZİ GERİLİMİ
Açıkçası çöp üretimle (bkz. “Oculus”) başladığı kariyerinde gittikçe yükselen yönetmen, capcanlı karakterler ve taptaze mizansenlerle Newton Brothers’ın piyano ve çellodan çıkan ezgilerini de postmodern ve saykodelik bir araca çeviriyor. Sanki “Doktor Uyku”, ‘The Shining’ markasını yıkıp bozma, yeniden inşa sürecine sokma üzerine kurulu. Onun klasik psikolojik-gerilimle gotik korku arasında gidip gelmesini biçimci bir kafayı bulma serüvenine çeviriyor.
Bu ‘saykodelik, oyunbaz ve telekinetik yaratıcılık dönemi krizi gerilimi’ de tutuyor. Keyifle izlenirken, ‘sadece orijinaldeki karakterleri esas oyuncular oynasa daha iyi olmaz mıydı?’ (özellikle Jack Nicholson ve Shelley Duvall) sorusuyla noktalanıyor.
“Doktor Uyku”, son 20 senede “Gerald’s Game” ile birlikte en heyecan verici Stephen King uyarlaması. ‘O’ (‘It’), ‘Hayvan Mezarlığı’nı (‘Pet Sematary’) yeniden canlandırma çabası, yüksek bütçeyle göz boyamadan öteye gitmedi. Flanagan'ın perde temsilleriyle sadece; “Gizli Pencere” (“Secret Window”, 2004), “1408” (2008) ve “1922” (2017) gibi eli yüzü düzgün filmler rekabete girebilir.
KLASİKLERE SAYGIDA KUSUR ETMEMEK ŞART MI?
“Cinnet” (“The Shining”, 1980) Stephen King’in en gerçekçi ve sıradan uyarlamalarındandır. Ünlü edebiyatçının metafizikle ilişkili dünyasının 40-50 yaş üzeri kitleye uydurulmasına uygun bir ambalajla sunulmuştur. Kubrick’in mükemmeliyetçiliğiyle dikkat çekse de daha önce Hitchcock (bkz. “Rebecca” /1940), Polanski (bkz. “Tiksinti/Repulsion” /1965, “Kiracı/Le Locataire” /1976) gibilerinin başyapıtlarıyla çığır açtığı ‘gotik korku filmi’ alt türünde yönlendirici olamayan bir eserdir. Temelde korku alt türünün ve perili ev filmi motifinin mekanik bir şekilde ağırlaştırılmış temsilini devreye sokmasıyla akılda kalmıştır. Türü sevmeyen Kubrick’in korkuya girmemesi gerektiğini kanıtlamasıyla anılası bir çalışmadır.
Bu mirasın “Zindan Adası” (“Shutter Island”, 2010) gibi ortalama Scorsese filmlerine dahi yol açtığı ortamda özellikle 2013’te yazılan “Doktor Uyku”yu (“Doctor Sleep”) 2019’da sinemaya taze bir bakışla uyarlamak çok doğru bir tercih. Dan Torrance’ın, Jack Nicholson’ın canlandırdığı Jack’in çocuğunun günümüzdeki büyümüş hali Ewan McGregor’a emanet edilmiş.
Aslında filmin açılış ve kapanışı, 'esas filme saygısızlık mı yapılıyor?' düşüncesini harekete geçiriyor. Jack Torrance’ın Henry Thomas, Wendy Torrance’ın Alex Essoe tarafından canlandırılmasını onaylanabilir mi, o konuda şüpheliyiz. Ama en azından “Judy”de (2019) Garland’ın “Oz Büyücüsü” (“The Wizard of Oz”, 1938) yıllarını yolun başındaki çaylak bir oyuncuya emanet eden göstermelik 'Fleming filmine saygıda kusur etmeme’ anlayışından daha ahlaklı bir girişim var. "Doktor Uyku"nun tartışmalı bir klasiğin etrafında dolaşan sinefil egzersizine dönüştürülme çabası bariz ortada.
SON 20 YILIN EN HEYECAN VERİCİ İKİ KING UYARLAMASI FLANAGAN’DAN
Üstelik bunu Flanagan gibi yıllardır hayali olan King’in 1992’de kaleme aldığı zorlu ‘Gerald’s Game’ romanını Netflix’in katkılarıyla 2017’de hakkıyla sinemaya uyarlayan bir isim yapıyor. Yamyamlıktan cinsel fantezilere uzanan biçimci ve doğaüstü ev kabusunun arka plan öyküsü, doyurucu bir feminist mücadeleyi köklemişti. Meşhur ‘şüphe’ olgusu üst düzeyde bir Hitchcock sosu olarak yansımıştı. Böylece yedi sorunlu, kitsch ve B-tipi filmle sinemaya girdikten sonra 2016’da ‘Ouija’ serisine zeki bir retro ön bölüm armağan etmesinin boş bir hareketlenme olmadığını kanıtlama şansı bulmuştu senarist-yönetmen. Üstelik o da bir stüdyo projesiydi.
Flanagan, ilk uyarlamasını 1963’de korku klasiğine dönüşen Robert Wise imzalı “Lanetli Ev” (“The Haunting”) ile gördüğümüz, ama 90’larda hiç beğenilmeyen bir yeniden çevrime malzeme olan ‘The Haunting of Hill House’ romanını da Netflix dizisine çevirerek android kuşağından alkış topladı. Ana karakterlerin kabuslarının canlanması meselesini ‘karakter draması’na çevirirken altıncı bölümde Hitchcock’un “İp”ine (“Rope”, 1948) saygı duruşunda bulunan bir 55 dakika planlayarak da şaşırtmıyordu aslında. Dizinin belli bir seviyede durmasına ön ayak oluyordu.
“Doktor Uyku”, aslında ‘gotik korku filmi’nden ‘telekinetik korku filmi’ne geçme kıvraklığına sahip bir öykünün izini sürüyor. King’in ‘metafiziksel’ ile ‘psikolojik’ arasında gidip gelen uyarlamalarının içerisinde ilk sıfatı tercih ediyor. Flanagan’ın bir kez daha içindeki ‘biçimci metafiziksel kabusları’ devreye sokmak için bir kimlik belirlediği, kariyerinin başlangıcındaki korkaklığı bütçeye güvenerek bir kenara bıraktığı görülüyor. Rob Zombie, Dario Argento ile bağlantı kurmak da bu sayede kolaylaşıyor.
‘THE SHINING’ EVRENİNDE NOSTALJİK BİR TEMA PARKI GEZİSİ
Rose the Hat’in (Rebecca Ferguson) ve Abra Stone’un (Kyleigh Curran) önderlik ettiği bir grup hippi, filmin ‘saykodelik’ bir dünyaya açılmasını sağlıyor. “Merdiven Altındakiler” (“People Under the Stairs”, 1991), “Candyman” (1992) gibi filmlerde siyah-beyaz ayrımı göz etmeksizin işi böylesi çetemsi gruplara teslim etme vardı. King’in dünyasından ‘Mısır Çocukları’ (‘Children of the Corn’) uyarlamalarının yapamadığı ‘okült grup’ temsili burada capcanlı bir şekilde var. Flanagan hiçbir şeyden aşağı kalmamış, plastik psikolojik dünyaya, yaratıcılık dönemi krizinden fırlamış ötekileri, kötüleri sokmuş.
Açıkçası Ferguson’ın varlığı bir 'artı değer' katıyor. Onun yeni bir keşif olarak gelen siyahi Kyliegh Curran’la birlikteliği; “Günah Tohumu” (“Carrie”, 1976) gibi klasikleşmiş, “Firestarter” (1984) gibi başarılı olamamış telekinetik korku filmleriyle rekabete giren, onlara kardeş bir ‘usta-çırak ilişkisi’ servis ediyor. ‘Doktor Uyku’da esas mesele, “Cinnet” evreninin ihtişamının değerini bilip onu keşfe çıkmakta kopuyor. Film bir çeşit nostaljik rollercoaster gezisi olarak da algılanabilir. Universal Studios’da bu filme özel bir alan açılırsa şaşırmayız. “Ready Player One”daki (2018) gönderme içeren sekansın ardından marka değerine bir de uzun metrajlı film katıyor Kubrick’in eseri…
Açılışta o meşhur baltalı sahne ile aslında tüyler diken diken oluyor. Onu bardaki barmenle konuşma sahnesi izliyor. En son ise asansörün kana bulanmasının oyunbaz bir şekilde canlandırıldığını izliyoruz. İlk filmin fetişinden ziyade alternatif ve yeni bir yöne kayma arzusuna kapılmış yönetmen. İyi de yapmış açıkçası. Bu sayede Torrance’ların evinin de aslında ‘parıldama’ (shining) hastalığının izinde bir noktaya geldiği ortaya çıkıyor.
YÖNETMEN BÜTÇE ARTTIKÇA KENDİNİ BULUYOR
Elbette “Cinnet”i tüyler ürpertici belgesel “Room 237”de (2012), “Ready Player One”da müthiş sinemasal temsillerle görmüştük. Buradaki canlandırmaların klasiğin ruhuna katkısı her daim tartışılacaktır. Ama Rebecca Ferguson’dan Catherine Parker’a çok başarılı performanslar var. McGregor’a da klasik bir “Ölüm Kitabı”nın (“Misery”, 1990) James Coburn’ü prototipini yakıştırmıyoruz. Oradan “1408” (2007), “Dolores Claiborne” (1995) gibi daha gerçekçi filmlerle bağ kurulmuyor.
Film boyunca, ona ‘dayı’ diyorlar, finalde ise “Altıncı His” (“The Sixth Sense”, 1999) ile sinsi çatışma geliyor. King, 2013’e kadar korku dünyasında olup bitenleri de bir şekilde elinden geçirip Flanagan’ın imgesel açıdan en profesyonel filmine bolca malzeme veriyor.
SAYKODELİK, OYUNBAZ VE TELEKİNETİK BİR YARATICILIK DÖNEMİ KRİZİ GERİLİMİ
Açıkçası çöp üretimle (bkz. “Oculus”) başladığı kariyerinde gittikçe yükselen yönetmen, capcanlı karakterler ve taptaze mizansenlerle Newton Brothers’ın piyano ve çellodan çıkan ezgilerini de postmodern ve saykodelik bir araca çeviriyor. Sanki “Doktor Uyku”, ‘The Shining’ markasını yıkıp bozma, yeniden inşa sürecine sokma üzerine kurulu. Onun klasik psikolojik-gerilimle gotik korku arasında gidip gelmesini biçimci bir kafayı bulma serüvenine çeviriyor.
Bu ‘saykodelik, oyunbaz ve telekinetik yaratıcılık dönemi krizi gerilimi’ de tutuyor. Keyifle izlenirken, ‘sadece orijinaldeki karakterleri esas oyuncular oynasa daha iyi olmaz mıydı?’ (özellikle Jack Nicholson ve Shelley Duvall) sorusuyla noktalanıyor.
“Doktor Uyku”, son 20 senede “Gerald’s Game” ile birlikte en heyecan verici Stephen King uyarlaması. ‘O’ (‘It’), ‘Hayvan Mezarlığı’nı (‘Pet Sematary’) yeniden canlandırma çabası, yüksek bütçeyle göz boyamadan öteye gitmedi. Flanagan'ın perde temsilleriyle sadece; “Gizli Pencere” (“Secret Window”, 2004), “1408” (2008) ve “1922” (2017) gibi eli yüzü düzgün filmler rekabete girebilir.
'KARLAR ÜLKESİ 2': MACERA TAM GAZ DEVAM EDİYOR
FİLMİN NOTU: 5.2
|
Rekortmen animasyonun ikincinde de yine içine alan bir dünya var. “Karlar Ülkesi 2” ("Frozen 2"), ‘Karlar Kraliçesi’ne Tolstoy’un el atmasıyla oluşan atmosfere sadık kalan anlarda çıtayı yüksek koymasa da keyifle izleniyor.
BİLDİK MASALLARDAN BAŞKA DÜNYALAR ÇIKARMA SANATI
Disney’in animasyon şirketinden çıkan ‘masalları yeni şekle sokma’ hamleleri ilgi çekici. Ancak bunların arasında özellikle 2013’te “Karlar Ülkesi” (“Frozen”), dünya çapında bir milyar doları aşan bir fenomene dönüştü. Pixar’la baş etmek kolay değildi. “Karmakarışık” (“Tangled”, 2011),“Prenses ve Kurbağa” (“The Princess and the Frog”, 2009) gibileri o kadar da tutmadı.
Bunun sebebi “Cesur” (“Brave”, 2012) ve “Moana”nın (2016) kardeşi olarak anılacak, cinsiyet eşitsizliğine karşı çıkan bir ana karakter yaratılması olabilir. Ama onun yanına koreografileriyle ve şarkılarıyla da belli bir kitleyi etkisi altına alabilecek bir dünya ekleniyor. Chris Buck-Jennifer Lee ikilisinin Anna, Elsa, kardan adam Olaf ve buz adamı Kristoff’un birlikteliğiyle aslında dostluk ve aile mesajları devreye giriyor. Arka plandaki Tolstoy etkili ağırlığı hafifleştirip ona uygun bir damar servis ediliyor.
‘BUZ DEVRİ’ SERİSİNİ DEVİRİRKEN ZORLANMADI
Elbette ‘Buz Devri’ (‘Ice Age’) serisinin tamamından daha iddialı bir animasyon yolculuğu sunulan, bu burada da o devam ediyor. Prenses Anna’nın buzların altında buzullardan üretilmiş aynaların yansımalarıyla mücadele ettiği son bölüm, “Şangaylı Kadın”la (“The Lady from Shanghai”, 1947) Orson Welles’in sinemaya miras bıraktığı bir ‘sahne ezberi’ni animasyona taşıyor. Bu içsel çekişme bölümü, filmin yükselmesini sağlıyor.
Idina Menzel daha çok işin performans tarafını öne çıkarmış. Özellikle ‘Into the Unknown’ Oscar’a da aday olabilecek kalibrede bir şarkı. Olaf’ın eğlence katkısı hedefinde ise bir değişiklik yok. Buzullar arasında kayarak Tolstoy’un evreninde minimalist, ağır tempolu ve natüralist koşuşturmacanın, maceranın adı da konuyor. Bu kez eksik kalmayan bir tempo var.
“Karlar Ülkesi 2”, ilkinden farksız bir seyirlik sunuyor, ama geriye “Oyunbozan Ralph” (“Wreck-It Ralph”, 2011) gibi postmodern Disney klasiği ayarında bir yapıt bırakmıyor nihayetinde. ‘İzle, keyif al ve unut!’ mantığıyla izleniyor. Disney’in yeni milenyumda devre dışı kalan ‘müzikal sahneleri’ni animasyona geri getirmesinin çok da anlamlı olmadığına dikkat çekerek tamamlanıyor. Kahkahalarla gelen bu dünyaya ait olmayan karakter prototipleri ise ‘çarlık rejimi’ eleştirisini bir yere taşıyamıyor nihayetinde…
BİLDİK MASALLARDAN BAŞKA DÜNYALAR ÇIKARMA SANATI
Disney’in animasyon şirketinden çıkan ‘masalları yeni şekle sokma’ hamleleri ilgi çekici. Ancak bunların arasında özellikle 2013’te “Karlar Ülkesi” (“Frozen”), dünya çapında bir milyar doları aşan bir fenomene dönüştü. Pixar’la baş etmek kolay değildi. “Karmakarışık” (“Tangled”, 2011),“Prenses ve Kurbağa” (“The Princess and the Frog”, 2009) gibileri o kadar da tutmadı.
Bunun sebebi “Cesur” (“Brave”, 2012) ve “Moana”nın (2016) kardeşi olarak anılacak, cinsiyet eşitsizliğine karşı çıkan bir ana karakter yaratılması olabilir. Ama onun yanına koreografileriyle ve şarkılarıyla da belli bir kitleyi etkisi altına alabilecek bir dünya ekleniyor. Chris Buck-Jennifer Lee ikilisinin Anna, Elsa, kardan adam Olaf ve buz adamı Kristoff’un birlikteliğiyle aslında dostluk ve aile mesajları devreye giriyor. Arka plandaki Tolstoy etkili ağırlığı hafifleştirip ona uygun bir damar servis ediliyor.
‘BUZ DEVRİ’ SERİSİNİ DEVİRİRKEN ZORLANMADI
Elbette ‘Buz Devri’ (‘Ice Age’) serisinin tamamından daha iddialı bir animasyon yolculuğu sunulan, bu burada da o devam ediyor. Prenses Anna’nın buzların altında buzullardan üretilmiş aynaların yansımalarıyla mücadele ettiği son bölüm, “Şangaylı Kadın”la (“The Lady from Shanghai”, 1947) Orson Welles’in sinemaya miras bıraktığı bir ‘sahne ezberi’ni animasyona taşıyor. Bu içsel çekişme bölümü, filmin yükselmesini sağlıyor.
Idina Menzel daha çok işin performans tarafını öne çıkarmış. Özellikle ‘Into the Unknown’ Oscar’a da aday olabilecek kalibrede bir şarkı. Olaf’ın eğlence katkısı hedefinde ise bir değişiklik yok. Buzullar arasında kayarak Tolstoy’un evreninde minimalist, ağır tempolu ve natüralist koşuşturmacanın, maceranın adı da konuyor. Bu kez eksik kalmayan bir tempo var.
“Karlar Ülkesi 2”, ilkinden farksız bir seyirlik sunuyor, ama geriye “Oyunbozan Ralph” (“Wreck-It Ralph”, 2011) gibi postmodern Disney klasiği ayarında bir yapıt bırakmıyor nihayetinde. ‘İzle, keyif al ve unut!’ mantığıyla izleniyor. Disney’in yeni milenyumda devre dışı kalan ‘müzikal sahneleri’ni animasyona geri getirmesinin çok da anlamlı olmadığına dikkat çekerek tamamlanıyor. Kahkahalarla gelen bu dünyaya ait olmayan karakter prototipleri ise ‘çarlık rejimi’ eleştirisini bir yere taşıyamıyor nihayetinde…
'ÜZGÜNÜZ, SİZE ULAŞAMADIK': ÇAĞ DIŞILIK REKORU KIRIYOR
FİLMİN NOTU: 2
|
Bazı yönetmenler ‘dibi görmeden ayağa kalkamaz’ dedirtir. Ama Ken Loach ikinci kez dibi görüyor 26. filmi “Üzgünüz, Size Ulaşamadık”ta (“Sorry We Missed You”)…
ACİLEN ‘L’ VE ‘ACİL TESLİMAT’I İZLEMELİ
Taşıyıcılık üzerine ana karakteri çoktan kült olan başarılı Yunan Yeni Dalgası ürünü “L” (2012) ve David Koepp imzalı başarılı bisikletli aksiyonu “Acil Teslimat”ın (“Premium Rush”, 2012) üretildiği bir on yılın içindeyiz. 2010’lar, yenilikçi denemelere alan açan bir zaman dilimiydi. Böyle bir ortamda 2018’de vefat eden gerçek bir İngiliz teslimatçının hikayesini ele almak istiyor Ken Loach. Her zamanki gibi dünyada olup bitenden habersiz şekilde kendi ‘haber filmi’ni üretmeye koyuluyor.
1941’de Orson Welles, ‘haber filmi estetiği’yle klasikleşen “Yurttaş Kane”e (“Citizen Kane”) imza attığında sinemanın buna ihtiyacı vardı. Ama aradan 78 yıl geçtiğinde yönetmenin formda yıllarının uzağında olduğunu bir kez daha görüyoruz çok lazımmış gibi…
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİNE KAMERAMAN DEMEK HER ŞEYİ BELLİ EDİYOR!
“Ben, Daniel Blake”den (“I, Daniel Blake”, 2016) sonra “Üzgünüz, Size Ulaşamadık” da sinematografik açıdan en çağ dışı Ken Loach filmi. Sabit kamerayla çekilmiş, netliği ayarlanmış planlarla ilerliyor. Renk ayarı da yok.
Andrea Arnold ile çıkış yapan yılların görüntü yönetmeni Robbie Ryan’a ‘kameraman’ diyerek zaten Loach’un zihniyetinin geride kalmış olduğu açığa çıkıyor. 1.85:1 formatı da üşengeçlik göstergesi... Liverpool halkının sosyolojik incelemesi ise bir yere gelemiyor. Boş bir dramatik olay üzerinden melodramla hareketlenmekle kalıyor. Seyir sürecini ‘çağ dışılık rekoru kırıyor!’ diyerek tamamlıyoruz.
ACİLEN ‘L’ VE ‘ACİL TESLİMAT’I İZLEMELİ
Taşıyıcılık üzerine ana karakteri çoktan kült olan başarılı Yunan Yeni Dalgası ürünü “L” (2012) ve David Koepp imzalı başarılı bisikletli aksiyonu “Acil Teslimat”ın (“Premium Rush”, 2012) üretildiği bir on yılın içindeyiz. 2010’lar, yenilikçi denemelere alan açan bir zaman dilimiydi. Böyle bir ortamda 2018’de vefat eden gerçek bir İngiliz teslimatçının hikayesini ele almak istiyor Ken Loach. Her zamanki gibi dünyada olup bitenden habersiz şekilde kendi ‘haber filmi’ni üretmeye koyuluyor.
1941’de Orson Welles, ‘haber filmi estetiği’yle klasikleşen “Yurttaş Kane”e (“Citizen Kane”) imza attığında sinemanın buna ihtiyacı vardı. Ama aradan 78 yıl geçtiğinde yönetmenin formda yıllarının uzağında olduğunu bir kez daha görüyoruz çok lazımmış gibi…
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİNE KAMERAMAN DEMEK HER ŞEYİ BELLİ EDİYOR!
“Ben, Daniel Blake”den (“I, Daniel Blake”, 2016) sonra “Üzgünüz, Size Ulaşamadık” da sinematografik açıdan en çağ dışı Ken Loach filmi. Sabit kamerayla çekilmiş, netliği ayarlanmış planlarla ilerliyor. Renk ayarı da yok.
Andrea Arnold ile çıkış yapan yılların görüntü yönetmeni Robbie Ryan’a ‘kameraman’ diyerek zaten Loach’un zihniyetinin geride kalmış olduğu açığa çıkıyor. 1.85:1 formatı da üşengeçlik göstergesi... Liverpool halkının sosyolojik incelemesi ise bir yere gelemiyor. Boş bir dramatik olay üzerinden melodramla hareketlenmekle kalıyor. Seyir sürecini ‘çağ dışılık rekoru kırıyor!’ diyerek tamamlıyoruz.
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE: 3.2
ACI VE ZAFER (DOLOR Y GLORIA): 6.3
AD ASTRA: 5.5
ANNABELLE 3: 4.5
ANNEM: 2.8
ASFALTIN KRALLARI (FORD V FERRARI): 5
AŞKI BEKLERKEN (DEUX MOI): 5.7
BAĞLILIK ASLI: 3.6
BİR KADIN ZAFERİ (DE DIRIGENT): 3.8
BİR ZAMANLAR HOLLYWOOD’DA (ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD): 6
CİNAYET SÜSÜ: 5.2
DERİ CEKET (LE DAIM): 3.8
ELVEDA OĞLUM (SON LONG, MY SON): 5.8
EN UZUN GECE: 2.4
EŞ ANLAMLILAR (SYNONYMES): 3.8
FIRINCININ KARISI: 1.9
GEÇMİŞİN SIRLARI (AFTER THE WEDDING): 3.6
GÖRÜLMÜŞTÜR: 6.5
HANGİ KADIN: 6
HAREKET SEKİZ: 3.7
HAPŞUU: 1.2
HIZLI VE ÖFKELİ: HOBBS VE SHAW: 4.5
İKİZLER PROJESİ (THE GEMINI MAN): 5
JOKER: 7
KARAKOMİK FİLMLER: 3
KIZ KARDEŞLER: 5.1
KOD ADI: ANGEL (ANGEL HAS FALLEN): 3.8
KOLEJ HAVASI: 4.9
KORKU HİKAYELERİ (SCARY STORIES TO TELL IN THE DARK): 5.2
KRAL ŞAKİR: KORSANLAR DİYARI: 3.5
KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR 2 (NOUS FINIRONS ENSEMBLE): 2.5
MALEFİZ 2 (MALEFICENT 2): 4.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
MERHABA GÜZEL VATANIM: 2.4
MUHBİR (THE INFORMER): 3.7
NEW YORK’TA YAĞMURLU BİR GÜN (A RAINY DAY IN NEW YORK): 5.2
O BÖLÜM 2 (IT CHAPTER TWO): 4.2
ONUN ADI PETRUNYA: 5.2
ORAY: 2.6
OYUNBOZAN (SYSTEM CRASHER): 6.5
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PAVAROTTI: 4.5
PİRANALAR: 4.5
RAMBO: SON KAN (RAMBO: LAST BLOOD): 2.3
RECEP İVEDİK 6: 3.3
RİTÜEL (MIDSOMMAR): 8.3
SAKA KUŞU (THE GOLDFINCH): 5.2
SAKLAMBAÇ (READY OR NOT): 6
SAR BAŞA: 1.8
SESİNDE AŞK VAR: 4.5
SIR TUTABİLİR MİSİN? (CAN YOU KEEP A SECRET?): 3.1
SİRAYET 2: 1.5
TERMINATOR: KARA KADER: 4.4
VE SONRA DANS ETTİK (AND THEN WE DANCED): 4.8
VOX LUX: 7.5
7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE: 3.2
ACI VE ZAFER (DOLOR Y GLORIA): 6.3
AD ASTRA: 5.5
ANNABELLE 3: 4.5
ANNEM: 2.8
ASFALTIN KRALLARI (FORD V FERRARI): 5
AŞKI BEKLERKEN (DEUX MOI): 5.7
BAĞLILIK ASLI: 3.6
BİR KADIN ZAFERİ (DE DIRIGENT): 3.8
BİR ZAMANLAR HOLLYWOOD’DA (ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD): 6
CİNAYET SÜSÜ: 5.2
DERİ CEKET (LE DAIM): 3.8
ELVEDA OĞLUM (SON LONG, MY SON): 5.8
EN UZUN GECE: 2.4
EŞ ANLAMLILAR (SYNONYMES): 3.8
FIRINCININ KARISI: 1.9
GEÇMİŞİN SIRLARI (AFTER THE WEDDING): 3.6
GÖRÜLMÜŞTÜR: 6.5
HANGİ KADIN: 6
HAREKET SEKİZ: 3.7
HAPŞUU: 1.2
HIZLI VE ÖFKELİ: HOBBS VE SHAW: 4.5
İKİZLER PROJESİ (THE GEMINI MAN): 5
JOKER: 7
KARAKOMİK FİLMLER: 3
KIZ KARDEŞLER: 5.1
KOD ADI: ANGEL (ANGEL HAS FALLEN): 3.8
KOLEJ HAVASI: 4.9
KORKU HİKAYELERİ (SCARY STORIES TO TELL IN THE DARK): 5.2
KRAL ŞAKİR: KORSANLAR DİYARI: 3.5
KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR 2 (NOUS FINIRONS ENSEMBLE): 2.5
MALEFİZ 2 (MALEFICENT 2): 4.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
MERHABA GÜZEL VATANIM: 2.4
MUHBİR (THE INFORMER): 3.7
NEW YORK’TA YAĞMURLU BİR GÜN (A RAINY DAY IN NEW YORK): 5.2
O BÖLÜM 2 (IT CHAPTER TWO): 4.2
ONUN ADI PETRUNYA: 5.2
ORAY: 2.6
OYUNBOZAN (SYSTEM CRASHER): 6.5
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PAVAROTTI: 4.5
PİRANALAR: 4.5
RAMBO: SON KAN (RAMBO: LAST BLOOD): 2.3
RECEP İVEDİK 6: 3.3
RİTÜEL (MIDSOMMAR): 8.3
SAKA KUŞU (THE GOLDFINCH): 5.2
SAKLAMBAÇ (READY OR NOT): 6
SAR BAŞA: 1.8
SESİNDE AŞK VAR: 4.5
SIR TUTABİLİR MİSİN? (CAN YOU KEEP A SECRET?): 3.1
SİRAYET 2: 1.5
TERMINATOR: KARA KADER: 4.4
VE SONRA DANS ETTİK (AND THEN WE DANCED): 4.8
VOX LUX: 7.5