BIZE DE BEKLERIZ # 4: ROCKET SCIENCE
29/06/2009 - Habertürk
FİLMİN NOTU: 7
|
Wes Anderson’ın film modelinin son yıllarda karşımıza çıkan
‘gençlik filmi’ türündeki temsilcilerinden biri olan yapıt, sinema gözüne sahip
bir yönetmenin, Jeffrey Blitz’in çıkışını müjdeliyor.
İsminin tam Türkçe anlamıyla ‘roket bilimi’, aslında Amerikan bağımsız sinemasından çıkmasına çokça alıştığımız o ‘adın arkasındaki metaforik anlam’ üzerine giden yapıtlardan biri olarak algılanabilir. Zira son dönemde “Uyurgezer” (“Sleepwalking”), “Chumscrubber”, “Bir Konuşabilse...” (“Lost in Translation”) gibi böylesi örneklere rastlıyoruz bu alanda. Ancak “Rocket Science”ın bu işlevinin yanında esasen Wes Anderson’ın sinemaya soktuğu ‘alternatif çizgi roman estetiğini uygulayan filmler’in yanına yerleştiğini söylemek daha doğru olacaktır.
"NAPOLEON DYNAMITE", "JUNO" VE "GHOST WORLD"ÜN YANINA YERLEŞİYOR
Öyle ki “Bottle Rocket” (1998) ile film çekmeye başlayan Anderson, özellikle 2000 tarihli “Tenenbaum Ailesi” (“The Royal Tenenbaums”) sonrasında ‘alternatif çizgi roman estetiği’ ile anti-kahramanların hayatlarına uzanan bir film modeli yaratmıştı. Böylece Amerikan bağımsız sinemasında işlevsiz aile, eğitim sistemi gibi meseleleri bütünleyen bir iskelet dokumuştu. Onun devamında ise bu alanda “Napoleon Dynamite”, “Ghost World”, “Juno” gibi içine ‘gençlik filmi’ni alan örnekler üretildi. İşte “Rocket Science” da rahatlıkla bunların yanına yerleştirilebilir.
Zira o filmlerde olduğu gibi yine yapıt, ticari bir sinema örneğinde karşımıza çıkmayacak bir ana karakter, bir anlatı yapısı, bir müzik skalası ve bir yönetmenlik stili bulunduruyor içinde. Jeffrey Blitz’in ilk kurmaca filminde ulaşmak istediği sonuç aslında gençlerin dertlerini perdeye taşımak. Bir bakıma Gus Van Sant’in ciddi yaptığını absürd öğelerle karşımıza getiriyor. Bu da bir çizgi roman ve masal dokusu salgılıyor.
‘Roket Bilimi’ isminin çizgi romanların ‘Rocketeer’ gibi kahramanlarına tersine atıfta bulunması ve filmin Dan Cashman’in “Tenenbaum Ailesi”ndeki Alec Baldwin’in ses tonunu andıran ‘derinden anlatıcı sesi’nin kullanılması, zaten Blitz’in bu doğrultudaki en bariz tercihleri. Elbette ana karakterin ne dediğini zor anladığımız bir kekeme olması da bunlara ekleniyor. Belki tipik bir gençlik ve ergenlik deneyimi olarak ‘sonuçsuz aşk sonrası hayata atılma’ mesajları salgılayan bir tür örneği bu. Ancak Blitz’in filmi ilk karesinden son karesine kadar ince ince dokuması ve geniş alt metinler açması, bu amacının yüzeyde kalmayıp daha da derinleşmesini sağlıyor.
Öncelikle 19 yaşındaki Reece Thompson’ın biraz da “2001: Bir Uzay Yolu Macerası”ndaki (“2001: A Space Odyseey”) Hal isimli bilgisayara atıfta bulunan ‘sistem karşıtı’ karakteri, filmin ana malzemesi. Evet Amerikan bağımsız sinemasında daha önce böyle dışlanmış genç anti-kahramanlara rastlamıştık orası doğru, ki bu konuda Napoleon Dynamite’ı ve “Rushmore”da Jason Schwartzman’ın canlandırdığı ana karakter Max Fischer’ı örneklendirilebilir. Blitz, belli ki o iki karakterden yola çıkarak oluşturmuş kendi ana karakterini.
Ancak filmini ‘ilkbahar-sonbahar-kış-ilkbahar’ gibi dönemlere ayırırken, açılış mevsiminde okuldaki ‘hızlı konuşma yarışması’ ile ‘Hal’in anne-babasının kavgası’nı paralel bir kurguyla iç içe geçirmesi aykırı bir tercih. Zira böylece Hal’in aşık olacağı kızın başarısı, ana karakterimizin çöküşünün üzerine bindirilmiş oluyor. Zaten tam olarak bilmesek de; kekemelik, yalnızlık ve izole edilmişlik durumunun bu aykırılıktan geldiğini düşünebiliyoruz.
Öyle ki sinemasal olarak, annesi ile babası ayrılınca köpeği ile baş başa kalmış bir karakter görüyoruz. Bu da ilkbaharı onun için ‘farklı yollara yelken açmak’ konumuna sokuyor. Blitz’in bir anda sonbahara atlaması da ‘güzel’ ve ‘sorunsuz’ dönemi geçip, onu hayattan saymaması olarak algılanabilir.
WES ANDERSON FİLMİNİ SOFIA COPPOLA ÇEKMİŞ GİBİ
Jeffrey Blitz, aslında filminin görsel yapısını Wes Anderson ve Jared Hess filmlerindeki kadar absürd ve pastel renklerin üzerine kurmaktan ziyade Sofia Coppola’nın bağımsız sinemaya getirdiği öznel görsel yapıyı benimsemeyi tercih ediyor. Yabancılaşmaları vurgulayan açıları, beyaz rengin tonuyla birleştirip, müziği de işlevsel olarak kullanıyor. Tempoyu ve kurgunun şeklini ise Hal’in ruh haline göre şekillendiriyor.
Bu sebeple de filmin ilk 45 dakikasını aşık olduğu kız ile Hal’in imkansız yakınlaşmasını anlatan ‘küçük bir ‘Bir Konuşabilse...’ (“Lost in Translation”) olarak algılayabiliriz. Zira bu hem kendisinden daha ileri sınıflarda okuyan, hem de herhangi bir özürü olmayan bir kızın ona bakma şansı yok gibi bir şey. Orada Tokyo’nun kapitalizm metaforu ise burada ‘hızlı hızlı konuşulan tartışma yarışması’na transfer ediliyor. Bu da filmin, elbette ‘sistemin dayattığı gibi konuşmayıp duruma ayak uydurma’ meselesinin tersi istikamete gidip bilinçli laf kalabalığı yaparak alaycı bir yaklaşım sergilemesini sağlıyor.
Jeffrey Blitz’in ruh halini vurgularken Amerikan bağımsız sinemasının gereklerini yerine getirerek iletişimsiz aileye bakış atarken, aileyi Hal’in, kavgalı olduğu kardeşinin ve Çinli üvey kardeşinden oluşturması veya sevgilisinin ebeveynlerinin sürekli keman çalarken gösterilmesi gibi öğeler de bir bütün sağlıyor.
Elbette nihai toplamda yenilikçi ve daha önce görülmemiş bir şeyle karşılaşmıyoruz. Ancak Blitz, Sofia Coppola soslu bir Napoleon Dynamite çekme yolunda başarıya ulaşmış. Amerikan bağımsız sinemasının geleneklerini yerine getiren bir filmle çıkagelip, sistemin altında ezilmiş bir anti-kahramanla yol alırken roket biliminin izini sürerek hem de!
İsminin tam Türkçe anlamıyla ‘roket bilimi’, aslında Amerikan bağımsız sinemasından çıkmasına çokça alıştığımız o ‘adın arkasındaki metaforik anlam’ üzerine giden yapıtlardan biri olarak algılanabilir. Zira son dönemde “Uyurgezer” (“Sleepwalking”), “Chumscrubber”, “Bir Konuşabilse...” (“Lost in Translation”) gibi böylesi örneklere rastlıyoruz bu alanda. Ancak “Rocket Science”ın bu işlevinin yanında esasen Wes Anderson’ın sinemaya soktuğu ‘alternatif çizgi roman estetiğini uygulayan filmler’in yanına yerleştiğini söylemek daha doğru olacaktır.
"NAPOLEON DYNAMITE", "JUNO" VE "GHOST WORLD"ÜN YANINA YERLEŞİYOR
Öyle ki “Bottle Rocket” (1998) ile film çekmeye başlayan Anderson, özellikle 2000 tarihli “Tenenbaum Ailesi” (“The Royal Tenenbaums”) sonrasında ‘alternatif çizgi roman estetiği’ ile anti-kahramanların hayatlarına uzanan bir film modeli yaratmıştı. Böylece Amerikan bağımsız sinemasında işlevsiz aile, eğitim sistemi gibi meseleleri bütünleyen bir iskelet dokumuştu. Onun devamında ise bu alanda “Napoleon Dynamite”, “Ghost World”, “Juno” gibi içine ‘gençlik filmi’ni alan örnekler üretildi. İşte “Rocket Science” da rahatlıkla bunların yanına yerleştirilebilir.
Zira o filmlerde olduğu gibi yine yapıt, ticari bir sinema örneğinde karşımıza çıkmayacak bir ana karakter, bir anlatı yapısı, bir müzik skalası ve bir yönetmenlik stili bulunduruyor içinde. Jeffrey Blitz’in ilk kurmaca filminde ulaşmak istediği sonuç aslında gençlerin dertlerini perdeye taşımak. Bir bakıma Gus Van Sant’in ciddi yaptığını absürd öğelerle karşımıza getiriyor. Bu da bir çizgi roman ve masal dokusu salgılıyor.
‘Roket Bilimi’ isminin çizgi romanların ‘Rocketeer’ gibi kahramanlarına tersine atıfta bulunması ve filmin Dan Cashman’in “Tenenbaum Ailesi”ndeki Alec Baldwin’in ses tonunu andıran ‘derinden anlatıcı sesi’nin kullanılması, zaten Blitz’in bu doğrultudaki en bariz tercihleri. Elbette ana karakterin ne dediğini zor anladığımız bir kekeme olması da bunlara ekleniyor. Belki tipik bir gençlik ve ergenlik deneyimi olarak ‘sonuçsuz aşk sonrası hayata atılma’ mesajları salgılayan bir tür örneği bu. Ancak Blitz’in filmi ilk karesinden son karesine kadar ince ince dokuması ve geniş alt metinler açması, bu amacının yüzeyde kalmayıp daha da derinleşmesini sağlıyor.
Öncelikle 19 yaşındaki Reece Thompson’ın biraz da “2001: Bir Uzay Yolu Macerası”ndaki (“2001: A Space Odyseey”) Hal isimli bilgisayara atıfta bulunan ‘sistem karşıtı’ karakteri, filmin ana malzemesi. Evet Amerikan bağımsız sinemasında daha önce böyle dışlanmış genç anti-kahramanlara rastlamıştık orası doğru, ki bu konuda Napoleon Dynamite’ı ve “Rushmore”da Jason Schwartzman’ın canlandırdığı ana karakter Max Fischer’ı örneklendirilebilir. Blitz, belli ki o iki karakterden yola çıkarak oluşturmuş kendi ana karakterini.
Ancak filmini ‘ilkbahar-sonbahar-kış-ilkbahar’ gibi dönemlere ayırırken, açılış mevsiminde okuldaki ‘hızlı konuşma yarışması’ ile ‘Hal’in anne-babasının kavgası’nı paralel bir kurguyla iç içe geçirmesi aykırı bir tercih. Zira böylece Hal’in aşık olacağı kızın başarısı, ana karakterimizin çöküşünün üzerine bindirilmiş oluyor. Zaten tam olarak bilmesek de; kekemelik, yalnızlık ve izole edilmişlik durumunun bu aykırılıktan geldiğini düşünebiliyoruz.
Öyle ki sinemasal olarak, annesi ile babası ayrılınca köpeği ile baş başa kalmış bir karakter görüyoruz. Bu da ilkbaharı onun için ‘farklı yollara yelken açmak’ konumuna sokuyor. Blitz’in bir anda sonbahara atlaması da ‘güzel’ ve ‘sorunsuz’ dönemi geçip, onu hayattan saymaması olarak algılanabilir.
WES ANDERSON FİLMİNİ SOFIA COPPOLA ÇEKMİŞ GİBİ
Jeffrey Blitz, aslında filminin görsel yapısını Wes Anderson ve Jared Hess filmlerindeki kadar absürd ve pastel renklerin üzerine kurmaktan ziyade Sofia Coppola’nın bağımsız sinemaya getirdiği öznel görsel yapıyı benimsemeyi tercih ediyor. Yabancılaşmaları vurgulayan açıları, beyaz rengin tonuyla birleştirip, müziği de işlevsel olarak kullanıyor. Tempoyu ve kurgunun şeklini ise Hal’in ruh haline göre şekillendiriyor.
Bu sebeple de filmin ilk 45 dakikasını aşık olduğu kız ile Hal’in imkansız yakınlaşmasını anlatan ‘küçük bir ‘Bir Konuşabilse...’ (“Lost in Translation”) olarak algılayabiliriz. Zira bu hem kendisinden daha ileri sınıflarda okuyan, hem de herhangi bir özürü olmayan bir kızın ona bakma şansı yok gibi bir şey. Orada Tokyo’nun kapitalizm metaforu ise burada ‘hızlı hızlı konuşulan tartışma yarışması’na transfer ediliyor. Bu da filmin, elbette ‘sistemin dayattığı gibi konuşmayıp duruma ayak uydurma’ meselesinin tersi istikamete gidip bilinçli laf kalabalığı yaparak alaycı bir yaklaşım sergilemesini sağlıyor.
Jeffrey Blitz’in ruh halini vurgularken Amerikan bağımsız sinemasının gereklerini yerine getirerek iletişimsiz aileye bakış atarken, aileyi Hal’in, kavgalı olduğu kardeşinin ve Çinli üvey kardeşinden oluşturması veya sevgilisinin ebeveynlerinin sürekli keman çalarken gösterilmesi gibi öğeler de bir bütün sağlıyor.
Elbette nihai toplamda yenilikçi ve daha önce görülmemiş bir şeyle karşılaşmıyoruz. Ancak Blitz, Sofia Coppola soslu bir Napoleon Dynamite çekme yolunda başarıya ulaşmış. Amerikan bağımsız sinemasının geleneklerini yerine getiren bir filmle çıkagelip, sistemin altında ezilmiş bir anti-kahramanla yol alırken roket biliminin izini sürerek hem de!
NE DURUMDA?
DVD hakları HBO Films’in elinde bulunan yapıt, festivallerde gösterilecek tipik bir ‘Amerikan bağımsızı’ olmasına karşın henüz ülkemize uğramadı. HBO Films’in DVD haklarını elinde bulunduran Tiglon, ileride filmin DVD’sini piyasaya sürebilir. Geniş vizyon haklarının ise sahibi yok şimdilik. Belki 2010’da festivallerde gösterilmesini bekleyebiliriz.