'CİNAYET SÜSÜ': MESELESİ OLAN 'CİNAYET TİMİ KOMEDİSİ'
FİLMİN NOTU: 5.2
|
Başarılı oyuncu Ali Atay’ın üçüncü yönetmenlik denemesi… “Cinayet Süsü”, meselesi olan bir cinayet timi komedisi olarak özellikle Feyyaz Yiğit ve Binnur Kaya devreye girdiğinde kahkaha garantisi veriyor. 2019’un en eğlenceli ve kaliteli 2-3 yerli komedisinden biri.
FEYYAZ YİĞİT FARKINI HİSSETTİRİYOR
‘Kara komedi’ ülkemizde fazlaca kullanılan bir melez tür olmaya başladı. Ali Atay da bu yolun yolcularından… “Limonata”daki (2015) acemilik sancılarından sonra “Ölümlü Dünya”da (2018) karikatürize karakter sağanağına kayan bir ‘ekip komedisi’ne imza atmıştı. O kaotik toplamın en öne çıkan ya da parlayan ismi ortak senaristlik de yapan Feyyaz Yiğit’ti.
“Cinayet Süsü”, Atay’ın yönetmenlik koltuğundaki en iyi çalışması. Elbette çizgi romanı estetize eden “Sen Aydınlatırsın Geceyi” (2013) gibi başyapıt seviyesinde bir film çıkmıyor. Ama Emre Tunel’in yerine Evren Luş’un gelmesi kurguyu toparlamış. En azından karikatür estetiği yapacağım diye kafa şişiren yorucu bir montaj yok. Sahneleri daha adaplı bir şekilde birbirine bağlayan bir zihniyet var.
KARİKATÜR ESTETİĞİNİ BÜYÜK ORANDA BECERİYOR
Görüntü yönetmeni Ahmet Bayer, yine karakterin enerjisine kendini kaptırdığı, muhtemelen tek çekimde halledilmiş çekimlere odaklanmış. ‘Ekip komedisi’nin arasında kim öne çıkarsa ona odaklanan bir görsel yapı var. Atay’ın bu yaklaşımı vodvile yakın bir bakış açısı getiriyor aslında.
Işık da en klasik kullanımıyla post-prodüksiyona girmeden dizi dokusuna sebebiyet veriyor. Selçuk Aydemir, Ahmet Kural-Murat Cemcir ikilisi için ‘Çalgı Çengi’ serisinde karikatür estetiği hedeflemişti, ama sonuç alamayıp ilkinde ‘trash bir komedi filmi’ne yol açarken, ikincisinde biraz prodüksiyonu yükseltse de yine belli olmuş anlarla sınırlı kalmıştı. “Cinayet Süsü”nde Ali Atay bu hedefe en çok yaklaştığı filme imza atmış.
FİLMİN YILDIZI BİNNUR KAYA
Cinayet timinin bireyleri de, onlara eşlik eden gizemli Mehmet Özgür de bir yere oturuyor. Kurgucunun değişmesiyle de sükunet filmi bir yere taşımış. Feyyaz Yiğit, Suç Uzmanı Dizdar Koşu ile kült bir tiplemeye dönüşecektir. TV'ye veya dijital platforma dizisi mi yapılır, sinemada devamı mı gelir, yan bölüme mi açılır bilinmez, ama bir şekilde hikayesinin devamı gelecektir.
Binnur Kaya, Uğur Yücel ve Cengiz Bozkurt ise “Ölümlü Dünya”daki ekip komedisinin birbirine uymayan bireylerinin yerine gerçek bir karakter derinliğiyle girmişler. Özellikle yeni neslin Ayşen Gruda’sı olmaya günler geçtikçe daha da yaklaşan, komedi filmlerinin aranan ismi Binnur Kaya; Feyyaz Yiğit ile atıştığı romantik mizahla öne çıkıyor, “Cinayet Süsü”nün de yıldızına dönüşüyor.
Atay, uluslararasından ilerlersek Tarantino’nun ilk döneminin tuhaf araştırma metotlarını akla getiren bir enerjiyle oyuncuları arasında dolaşıyor. Buna Uğur Yücel özellikle devreye girdiği anlarda nokta koyma becerisiyle bir profesyonellik katıyor. Cengiz Bozkurt idare ediyor. Mert Denizmen ise öylesine ortada dolaşıp “Ölümlü Dünya”nın birçok karakterinin getirdiği boyutsuz karmaşayı akla getiriyor.
‘AV MEVSİMİ’ VE ‘SOFRA SIRLARI’ İLE AKRABA
Özellikle son 20 dakikada karikatür estetiğinin nokta koymasına yol açan sekansta sanki “John Wick 2”nin (2017) finalindeki aynalı sekansın bir parodisi canlanıyor. Film net aksiyon olmasa da onu damarına yerleştirip kullanmaktan gocunmuyor. Yönetmen-senaristin ‘ekip komedisi’nin peşinde koşarken ülkemizden bir cinayet bürosunu öne çıkarması “Av Mevsimi” (2010), seri katil komedisine kayabilmesi “Sofra Sırları” (2017) ile akrabalık getiriyor. Bunların olgunluğunda bir film değil ortaya çıkan.
Ama Ali Atay’ın kara komedi üzerinden yürüyen karikatür estetikli mizah anlayışı seneler geçtikçe daha olgun ve derli toplu hale gelmeye başladı. Burada da faili meçhul cinayetlere dair çevreci mesajlar barındıran bir noktaya açılmak aslında mesajı da olan bir polisiye-komedi getiriyor.
FEYYAZ YİĞİT FARKINI HİSSETTİRİYOR
‘Kara komedi’ ülkemizde fazlaca kullanılan bir melez tür olmaya başladı. Ali Atay da bu yolun yolcularından… “Limonata”daki (2015) acemilik sancılarından sonra “Ölümlü Dünya”da (2018) karikatürize karakter sağanağına kayan bir ‘ekip komedisi’ne imza atmıştı. O kaotik toplamın en öne çıkan ya da parlayan ismi ortak senaristlik de yapan Feyyaz Yiğit’ti.
“Cinayet Süsü”, Atay’ın yönetmenlik koltuğundaki en iyi çalışması. Elbette çizgi romanı estetize eden “Sen Aydınlatırsın Geceyi” (2013) gibi başyapıt seviyesinde bir film çıkmıyor. Ama Emre Tunel’in yerine Evren Luş’un gelmesi kurguyu toparlamış. En azından karikatür estetiği yapacağım diye kafa şişiren yorucu bir montaj yok. Sahneleri daha adaplı bir şekilde birbirine bağlayan bir zihniyet var.
KARİKATÜR ESTETİĞİNİ BÜYÜK ORANDA BECERİYOR
Görüntü yönetmeni Ahmet Bayer, yine karakterin enerjisine kendini kaptırdığı, muhtemelen tek çekimde halledilmiş çekimlere odaklanmış. ‘Ekip komedisi’nin arasında kim öne çıkarsa ona odaklanan bir görsel yapı var. Atay’ın bu yaklaşımı vodvile yakın bir bakış açısı getiriyor aslında.
Işık da en klasik kullanımıyla post-prodüksiyona girmeden dizi dokusuna sebebiyet veriyor. Selçuk Aydemir, Ahmet Kural-Murat Cemcir ikilisi için ‘Çalgı Çengi’ serisinde karikatür estetiği hedeflemişti, ama sonuç alamayıp ilkinde ‘trash bir komedi filmi’ne yol açarken, ikincisinde biraz prodüksiyonu yükseltse de yine belli olmuş anlarla sınırlı kalmıştı. “Cinayet Süsü”nde Ali Atay bu hedefe en çok yaklaştığı filme imza atmış.
FİLMİN YILDIZI BİNNUR KAYA
Cinayet timinin bireyleri de, onlara eşlik eden gizemli Mehmet Özgür de bir yere oturuyor. Kurgucunun değişmesiyle de sükunet filmi bir yere taşımış. Feyyaz Yiğit, Suç Uzmanı Dizdar Koşu ile kült bir tiplemeye dönüşecektir. TV'ye veya dijital platforma dizisi mi yapılır, sinemada devamı mı gelir, yan bölüme mi açılır bilinmez, ama bir şekilde hikayesinin devamı gelecektir.
Binnur Kaya, Uğur Yücel ve Cengiz Bozkurt ise “Ölümlü Dünya”daki ekip komedisinin birbirine uymayan bireylerinin yerine gerçek bir karakter derinliğiyle girmişler. Özellikle yeni neslin Ayşen Gruda’sı olmaya günler geçtikçe daha da yaklaşan, komedi filmlerinin aranan ismi Binnur Kaya; Feyyaz Yiğit ile atıştığı romantik mizahla öne çıkıyor, “Cinayet Süsü”nün de yıldızına dönüşüyor.
Atay, uluslararasından ilerlersek Tarantino’nun ilk döneminin tuhaf araştırma metotlarını akla getiren bir enerjiyle oyuncuları arasında dolaşıyor. Buna Uğur Yücel özellikle devreye girdiği anlarda nokta koyma becerisiyle bir profesyonellik katıyor. Cengiz Bozkurt idare ediyor. Mert Denizmen ise öylesine ortada dolaşıp “Ölümlü Dünya”nın birçok karakterinin getirdiği boyutsuz karmaşayı akla getiriyor.
‘AV MEVSİMİ’ VE ‘SOFRA SIRLARI’ İLE AKRABA
Özellikle son 20 dakikada karikatür estetiğinin nokta koymasına yol açan sekansta sanki “John Wick 2”nin (2017) finalindeki aynalı sekansın bir parodisi canlanıyor. Film net aksiyon olmasa da onu damarına yerleştirip kullanmaktan gocunmuyor. Yönetmen-senaristin ‘ekip komedisi’nin peşinde koşarken ülkemizden bir cinayet bürosunu öne çıkarması “Av Mevsimi” (2010), seri katil komedisine kayabilmesi “Sofra Sırları” (2017) ile akrabalık getiriyor. Bunların olgunluğunda bir film değil ortaya çıkan.
Ama Ali Atay’ın kara komedi üzerinden yürüyen karikatür estetikli mizah anlayışı seneler geçtikçe daha olgun ve derli toplu hale gelmeye başladı. Burada da faili meçhul cinayetlere dair çevreci mesajlar barındıran bir noktaya açılmak aslında mesajı da olan bir polisiye-komedi getiriyor.
'GEÇMİŞİN SIRLARI': BU DA #METOO DÖNEMİNİN 'DÜĞÜNDEN SONRA'SI...
FİLMİN NOTU: 3.6
|
Dogma akımının en iyi filmlerinden “Düğünden Sonra”nın İngilizce yeniden çevrimi… Orijinalinden 13 sene sonra gelen “Geçmişin Sırları”, #meToo dönemine uygun bir uyarlama olmak için çaba gösterse de egzotik, ruhsuz ve sahte bir İngilizce versiyonun ötesi değil.
RUHSUZ BİR YENİDEN ÇEVRİM
Bart Freundlich, 1990’ların sonunda “The Myth of Fingerprints” (1997) ile Sundance’de yarışıp dikkat çekse de kısa sürede memur bir yönetmene dönüştü. Yeni milenyumda onu ya dizilerde, ya de memuriyet yaptığı işlerde gördük. İlk filminin eli yüzü düzgün ama kalıcı olmayacak bir bağımsız ruha sahip olması bu durumun ana sebeplerindendi. Burada da aslında benzer bir durum var, şaşırtmayacak ruh eksikliği yeniden çevrimin ana damarına yansıyor.
Kalküta’da bir yetimhanenin ortağı olarak devreye giren Isabel’in (Michelle Williams) hayatını takip ediyoruz. Onu ilk olarak yabancılaştığı adeta egzotik bir rahatlama mekanında dua ederken buluyoruz. 2006 tarihli orijinal film “Düğünden Sonra”da (“Efter Brylluppet”) ana karakter erkekken (Mads Mikkelsen) burada, arzu nesnesinin Billy Crudup’un Oscar tiplemesine dönüştürülmesi bilinçli bir tercih.
SUSANNE BIER YÖNETMELİYMİŞ
Anders Thomas Jensen’in senaryosu #meToo dönemine uygun tiplemelerle ve tercihlerle örülüyor. Bier’in filminde Sidse Babette Knudsen ‘cinsel tutku’yu devreye sokarken burada Moore ile Williams arasına Crudup giriyor. Ama Mad Mikkelsen’in karizmasını Williams yakalayamıyor. Aksine Kalküta’nın egzotikliğine kapılan, tonu problemi bir film devreye giriyor.
“Geçmişin Sırları”, “Düğünden Sonra”nın fakirlik-konformizm dengesizliğinden çıkan paralel kurgu becerisini devreye sokmak istemiyor. Daha sakin bir film olmak istiyor. Bier’in dokunuşunu arıyor. Erkek dokunuşu, Freundlich’in katkısıyla aslında o kadar da feminist bir yaklaşım getirmiyor. Aksine daha uzun ve hantal bir filme sebebiyet veriyor.
EGZOTİK DOĞA SAHTE BİR ZAMAN-MEKAN İLİŞKİSİ DOĞURUYOR
Ruhsuzluk filmin ana problemi. Dogma’nın en iyi eserleri arasındaki orijinal film, kurgusuyla da dokusuyla da dikkat çeken sahici bir evlilik tasvirine açılmıştı. Danimarka-Hindistan arasında gidip gelen temposuyla hatırda kalmıştı. Bu durumun da aslında tesiri ağır olmuş, filmin içine girmemek ise adeta mucizeye dönüşmüştü. Burada öyle bir yönetmen yok, oyuncular kontrolü ele geçirmeye çalışıyor ama egzotik doğa ‘sahte’ bir zaman-mekan ilişkisi doğuruyor.
Sonuç tam bir olmamışlık aslında... “Bird Box”ta (2018) fena bir işçiliğe imza atmayan Susanne Bier, bu filmi de #meToo dönemine uyarlasaymış daha sağlıklı bir sonuç çıkabilirmiş. Memuriyetle vasat filmleri alışkanlık haline getiren Freundlich “Geçmişin Sırları”nı uçuruma sürüklüyor, hem kadın hakları, hem de erkek hakları açısından…
RUHSUZ BİR YENİDEN ÇEVRİM
Bart Freundlich, 1990’ların sonunda “The Myth of Fingerprints” (1997) ile Sundance’de yarışıp dikkat çekse de kısa sürede memur bir yönetmene dönüştü. Yeni milenyumda onu ya dizilerde, ya de memuriyet yaptığı işlerde gördük. İlk filminin eli yüzü düzgün ama kalıcı olmayacak bir bağımsız ruha sahip olması bu durumun ana sebeplerindendi. Burada da aslında benzer bir durum var, şaşırtmayacak ruh eksikliği yeniden çevrimin ana damarına yansıyor.
Kalküta’da bir yetimhanenin ortağı olarak devreye giren Isabel’in (Michelle Williams) hayatını takip ediyoruz. Onu ilk olarak yabancılaştığı adeta egzotik bir rahatlama mekanında dua ederken buluyoruz. 2006 tarihli orijinal film “Düğünden Sonra”da (“Efter Brylluppet”) ana karakter erkekken (Mads Mikkelsen) burada, arzu nesnesinin Billy Crudup’un Oscar tiplemesine dönüştürülmesi bilinçli bir tercih.
SUSANNE BIER YÖNETMELİYMİŞ
Anders Thomas Jensen’in senaryosu #meToo dönemine uygun tiplemelerle ve tercihlerle örülüyor. Bier’in filminde Sidse Babette Knudsen ‘cinsel tutku’yu devreye sokarken burada Moore ile Williams arasına Crudup giriyor. Ama Mad Mikkelsen’in karizmasını Williams yakalayamıyor. Aksine Kalküta’nın egzotikliğine kapılan, tonu problemi bir film devreye giriyor.
“Geçmişin Sırları”, “Düğünden Sonra”nın fakirlik-konformizm dengesizliğinden çıkan paralel kurgu becerisini devreye sokmak istemiyor. Daha sakin bir film olmak istiyor. Bier’in dokunuşunu arıyor. Erkek dokunuşu, Freundlich’in katkısıyla aslında o kadar da feminist bir yaklaşım getirmiyor. Aksine daha uzun ve hantal bir filme sebebiyet veriyor.
EGZOTİK DOĞA SAHTE BİR ZAMAN-MEKAN İLİŞKİSİ DOĞURUYOR
Ruhsuzluk filmin ana problemi. Dogma’nın en iyi eserleri arasındaki orijinal film, kurgusuyla da dokusuyla da dikkat çeken sahici bir evlilik tasvirine açılmıştı. Danimarka-Hindistan arasında gidip gelen temposuyla hatırda kalmıştı. Bu durumun da aslında tesiri ağır olmuş, filmin içine girmemek ise adeta mucizeye dönüşmüştü. Burada öyle bir yönetmen yok, oyuncular kontrolü ele geçirmeye çalışıyor ama egzotik doğa ‘sahte’ bir zaman-mekan ilişkisi doğuruyor.
Sonuç tam bir olmamışlık aslında... “Bird Box”ta (2018) fena bir işçiliğe imza atmayan Susanne Bier, bu filmi de #meToo dönemine uyarlasaymış daha sağlıklı bir sonuç çıkabilirmiş. Memuriyetle vasat filmleri alışkanlık haline getiren Freundlich “Geçmişin Sırları”nı uçuruma sürüklüyor, hem kadın hakları, hem de erkek hakları açısından…
'DERİ CEKET': AYRIKSI BİR DERİ CEKET KOMEDİSİ FORMÜLÜ ÖNERİSİ
FİLMİN NOTU: 3.8
|
Kült yönetmen Dupieux’nün yedinci uzun metrajı… “Deri Ceket” (“Le Daim”), kısa film hikayesini zorla 77 dakikaya uzatan bir deri ceket western komedisi.
GERÇEKÜSTÜCÜ DEADPAN KOMEDİ'NİN KÜLT AUTEUR’Ü
Quentin Dupieux, Flat Beat adlı albümüyle 1999’da piyasaya müzisyen olarak girdi. Tekno ve deneysel ezgilerle yol aldı. 2007’de ilk uzunu “Steak” geldi. 2010’da “Lastik” (“Rubber”) katil lastik komedisi olarak kült olmaya oynuyordu. Hollywood’un canavarlaşmasını ti’ye alan bir zeka ürünüydü adeta. 2012’te gizemli dramedi damarıyla bağımsız ruh yüklenen “Yanlış” (“Wrong”), 2013’te ise polisiye-komedi “Fena Polisler” (“Wrong Cops”) bir geleneğin sözünü verdi.
Jim Jarmusch, John Waters, Joe d’Allessandro, Bertrand Blier gibi isimlerden beslenen gerçeküstücü deadpan/absürd komedi yönetmeni vardı ortada. Ama olabilecek en edepsiz ve iğrenç esprilerin etrafında şekillenmek ana uğraştı. 2014’te Alain Chabat’nın başrolünde oynadığı, yönetmenin “Mulholland Çıkmazı” (“Muholland Dr., 2001) “Gerçeklik” (“Réalité”) bir kariyerin zirvesi gibiydi. Onun ardından “Karakol” (“Au Poste!”, 2018) “Fena Polisler”e kardeş olarak geliyordu.
BU KEZ WESTERN’E SIRA DIŞI YAKLAŞIM
Yönetmen, kariyerinde yan karakterlerinin filmlerini de yaparak kendi kült evrenini genişletti. Ama genelde 500.000 avrodan yüksek bütçeyi görmedi. Burada dört milyon avroluk “Deri Ceket”e (“Le Daim”) el atınca memuriyeti hissedilen bir ‘Jean Dujardin kaba komedisi’ni servis ediyor. Aslında ‘anti-deri ceket western komedisi’ ilginç bir açılışa sahip.
Türün modern yıllarında çekilmiş “The Electric Horseman” (1979), “Şehir Kovboyu” (“Urban Cowboy”, 1980) gibi romantik western filmleriyle bağ kuruyor. Özellikle ilkinde elektrikli ceket tasarlayan Redford’un Sonny Steele’ının absürd bir türevine dönüşüyor Georges (Dujardin). Ana karakterin bir ‘fiziksel komedi’ye (slapstick komedi) malzeme olması da adeta ‘geyikten elbise yaparsan cezasını görürsün!’ motivasyonuyla hayvansever ve çevreci bir mesaj yükleniyor.
JOHN WATERS ZORLA STÜDYO FİLMİ ÇEKMİŞ SANKİ
Ancak 15.-20. dakikadan sonra fikir geliştirilemiyor, film ise bir lastiğin havasının boşalması misali tepetaklak aşağı yuvarlanıyor. Adèle Haenel “The Electric Horseman”deki Jane Fonda misali bir profesyonellik yükleyemiyor bu probleme. Kült Dupieux, ilk kez bir oyuncuya teslim etmiş her şeyi, onun doğaçlama hissiyle iğrenç tuvalet komedisinden yol alıp ‘piyasa işi’ne kayıyor. Ama Dujardin inatla masum ve dürüst olmak için çabalıyor. Waters’ın bir stüdyo filmi çektiğini hissettiren filmin mekanikliği hissediliyor. Yönetmen bir yerden sonra oyuncuları elinden kaçırıyor ve sahneleri tek tek bilmeden izliyor sanki.
Elbette ‘geyik’ üzerinden bir çevreci mesaj var. Hatta ‘ceket’le ilgili de western klişeleri, John Wayne’in karizmatik kimliği yerle bir ediliyor. Ama bildiğimiz Dupieux cesareti ve ağzı bozukluğu, ‘serbest’ bir şekilde canlanmıyor. 70’lerde türün modern bir şekilde sarsılmasının ötesine geçebilen ufuk açıcı bir postmodern yaklaşım ise asla yok. Filmin ciddi bir ‘kalıbına bağlı kalma’ sorunu var. Yönetmen kendi kimliğinin 'fantastik' zekasını devreye sokmuyor. “Deri Ceket”, Dupieux'nün nev-i şahsına münhasır grotesk mizah anlayışının sadece üçte birini falan barındırıyor. Bu sayede de zorla uzayan harika bir kısa film fikri servis etmekten başka bir şey yapamıyor. Dujardin’e hakim olamamanın filmine dönüşmekle kalıyor.
GERÇEKÜSTÜCÜ DEADPAN KOMEDİ'NİN KÜLT AUTEUR’Ü
Quentin Dupieux, Flat Beat adlı albümüyle 1999’da piyasaya müzisyen olarak girdi. Tekno ve deneysel ezgilerle yol aldı. 2007’de ilk uzunu “Steak” geldi. 2010’da “Lastik” (“Rubber”) katil lastik komedisi olarak kült olmaya oynuyordu. Hollywood’un canavarlaşmasını ti’ye alan bir zeka ürünüydü adeta. 2012’te gizemli dramedi damarıyla bağımsız ruh yüklenen “Yanlış” (“Wrong”), 2013’te ise polisiye-komedi “Fena Polisler” (“Wrong Cops”) bir geleneğin sözünü verdi.
Jim Jarmusch, John Waters, Joe d’Allessandro, Bertrand Blier gibi isimlerden beslenen gerçeküstücü deadpan/absürd komedi yönetmeni vardı ortada. Ama olabilecek en edepsiz ve iğrenç esprilerin etrafında şekillenmek ana uğraştı. 2014’te Alain Chabat’nın başrolünde oynadığı, yönetmenin “Mulholland Çıkmazı” (“Muholland Dr., 2001) “Gerçeklik” (“Réalité”) bir kariyerin zirvesi gibiydi. Onun ardından “Karakol” (“Au Poste!”, 2018) “Fena Polisler”e kardeş olarak geliyordu.
BU KEZ WESTERN’E SIRA DIŞI YAKLAŞIM
Yönetmen, kariyerinde yan karakterlerinin filmlerini de yaparak kendi kült evrenini genişletti. Ama genelde 500.000 avrodan yüksek bütçeyi görmedi. Burada dört milyon avroluk “Deri Ceket”e (“Le Daim”) el atınca memuriyeti hissedilen bir ‘Jean Dujardin kaba komedisi’ni servis ediyor. Aslında ‘anti-deri ceket western komedisi’ ilginç bir açılışa sahip.
Türün modern yıllarında çekilmiş “The Electric Horseman” (1979), “Şehir Kovboyu” (“Urban Cowboy”, 1980) gibi romantik western filmleriyle bağ kuruyor. Özellikle ilkinde elektrikli ceket tasarlayan Redford’un Sonny Steele’ının absürd bir türevine dönüşüyor Georges (Dujardin). Ana karakterin bir ‘fiziksel komedi’ye (slapstick komedi) malzeme olması da adeta ‘geyikten elbise yaparsan cezasını görürsün!’ motivasyonuyla hayvansever ve çevreci bir mesaj yükleniyor.
JOHN WATERS ZORLA STÜDYO FİLMİ ÇEKMİŞ SANKİ
Ancak 15.-20. dakikadan sonra fikir geliştirilemiyor, film ise bir lastiğin havasının boşalması misali tepetaklak aşağı yuvarlanıyor. Adèle Haenel “The Electric Horseman”deki Jane Fonda misali bir profesyonellik yükleyemiyor bu probleme. Kült Dupieux, ilk kez bir oyuncuya teslim etmiş her şeyi, onun doğaçlama hissiyle iğrenç tuvalet komedisinden yol alıp ‘piyasa işi’ne kayıyor. Ama Dujardin inatla masum ve dürüst olmak için çabalıyor. Waters’ın bir stüdyo filmi çektiğini hissettiren filmin mekanikliği hissediliyor. Yönetmen bir yerden sonra oyuncuları elinden kaçırıyor ve sahneleri tek tek bilmeden izliyor sanki.
Elbette ‘geyik’ üzerinden bir çevreci mesaj var. Hatta ‘ceket’le ilgili de western klişeleri, John Wayne’in karizmatik kimliği yerle bir ediliyor. Ama bildiğimiz Dupieux cesareti ve ağzı bozukluğu, ‘serbest’ bir şekilde canlanmıyor. 70’lerde türün modern bir şekilde sarsılmasının ötesine geçebilen ufuk açıcı bir postmodern yaklaşım ise asla yok. Filmin ciddi bir ‘kalıbına bağlı kalma’ sorunu var. Yönetmen kendi kimliğinin 'fantastik' zekasını devreye sokmuyor. “Deri Ceket”, Dupieux'nün nev-i şahsına münhasır grotesk mizah anlayışının sadece üçte birini falan barındırıyor. Bu sayede de zorla uzayan harika bir kısa film fikri servis etmekten başka bir şey yapamıyor. Dujardin’e hakim olamamanın filmine dönüşmekle kalıyor.
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE: 3.2
ABIGAIL: 4
ACI VE ZAFER (DOLOR Y GLORIA): 6.3
AD ASTRA: 5.5
AKILLARA SEZA: 2.9
ANNABELLE 3: 4.5
ANNEM: 2.8
ASLAN KRAL (THE LION KING): 5.9
AŞKI BEKLERKEN (DEUX MOI): 5.7
BAĞLILIK ASLI: 3.6
BİR ZAMANLAR HOLLYWOOD’DA (ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD): 6
BOZKIR: 3.2
DÜZENBAZLAR KULÜBÜ (BILLIONAIRE BOYS CLUB): 5
ELEKTRİK SAVAŞLARI (THE CURRENT WAR): 7.3
ELVEDA OĞLUM (SON LONG, MY SON): 5.8
EN UZUN GECE: 2.4
EŞ ANLAMLILAR (SYNONYMES): 3.8
FIRINCININ KARISI: 1.9
GÖRÜLMÜŞTÜR: 6.5
HANGİ KADIN: 6
HAREKET SEKİZ: 3.7
HIZLI VE ÖFKELİ: HOBBS VE SHAW: 4.5
IRON SKY 2: 5.4
İKİZLER PROJESİ (THE GEMINI MAN): 5
JOKER: 7
KARAKOMİK FİLMLER: 3
KIZ KARDEŞLER: 5.1
KOD ADI: ANGEL (ANGEL HAS FALLEN): 3.8
KOLEJ HAVASI: 4.9
KONUŞAN HAYVANLAR: 2
KORKU HİKAYELERİ (SCARY STORIES TO TELL IN THE DARK): 5.2
KRAL ŞAKİR: KORSANLAR DİYARI: 3.5
KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR 2 (NOUS FINIRONS ENSEMBLE): 2.5
MALEFİZ 2 (MALEFICENT 2): 4.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
NEW YORK’TA YAĞMURLU BİR GÜN (A RAINY DAY IN NEW YORK): 5.2
O BÖLÜM 2 (IT CHAPTER TWO): 4.2
ORAY: 2.7
OYUNBOZAN (SYSTEM CRASHER): 6.5
PİRANALAR: 4.5
RAMBO: SON KAN (RAMBO: LAST BLOOD): 2.3
RİTÜEL (MIDSOMMAR): 8.3
SAKA KUŞU (THE GOLDFINCH): 5.2
SAKLAMBAÇ (READY OR NOT): 6
SAR BAŞA: 1.8
SESİNDE AŞK VAR: 4.5
SIR TUTABİLİR MİSİN? (CAN YOU KEEP A SECRET?): 3.1
SİCCİN 6: 5.7
SİRAYET 2: 1.5
VAHŞET OYUNU (FRAMED): 5.2
VOX LUX: 7.5
YUVAYA DÖNÜŞ: 2.8
7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE: 3.2
ABIGAIL: 4
ACI VE ZAFER (DOLOR Y GLORIA): 6.3
AD ASTRA: 5.5
AKILLARA SEZA: 2.9
ANNABELLE 3: 4.5
ANNEM: 2.8
ASLAN KRAL (THE LION KING): 5.9
AŞKI BEKLERKEN (DEUX MOI): 5.7
BAĞLILIK ASLI: 3.6
BİR ZAMANLAR HOLLYWOOD’DA (ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD): 6
BOZKIR: 3.2
DÜZENBAZLAR KULÜBÜ (BILLIONAIRE BOYS CLUB): 5
ELEKTRİK SAVAŞLARI (THE CURRENT WAR): 7.3
ELVEDA OĞLUM (SON LONG, MY SON): 5.8
EN UZUN GECE: 2.4
EŞ ANLAMLILAR (SYNONYMES): 3.8
FIRINCININ KARISI: 1.9
GÖRÜLMÜŞTÜR: 6.5
HANGİ KADIN: 6
HAREKET SEKİZ: 3.7
HIZLI VE ÖFKELİ: HOBBS VE SHAW: 4.5
IRON SKY 2: 5.4
İKİZLER PROJESİ (THE GEMINI MAN): 5
JOKER: 7
KARAKOMİK FİLMLER: 3
KIZ KARDEŞLER: 5.1
KOD ADI: ANGEL (ANGEL HAS FALLEN): 3.8
KOLEJ HAVASI: 4.9
KONUŞAN HAYVANLAR: 2
KORKU HİKAYELERİ (SCARY STORIES TO TELL IN THE DARK): 5.2
KRAL ŞAKİR: KORSANLAR DİYARI: 3.5
KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR 2 (NOUS FINIRONS ENSEMBLE): 2.5
MALEFİZ 2 (MALEFICENT 2): 4.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
NEW YORK’TA YAĞMURLU BİR GÜN (A RAINY DAY IN NEW YORK): 5.2
O BÖLÜM 2 (IT CHAPTER TWO): 4.2
ORAY: 2.7
OYUNBOZAN (SYSTEM CRASHER): 6.5
PİRANALAR: 4.5
RAMBO: SON KAN (RAMBO: LAST BLOOD): 2.3
RİTÜEL (MIDSOMMAR): 8.3
SAKA KUŞU (THE GOLDFINCH): 5.2
SAKLAMBAÇ (READY OR NOT): 6
SAR BAŞA: 1.8
SESİNDE AŞK VAR: 4.5
SIR TUTABİLİR MİSİN? (CAN YOU KEEP A SECRET?): 3.1
SİCCİN 6: 5.7
SİRAYET 2: 1.5
VAHŞET OYUNU (FRAMED): 5.2
VOX LUX: 7.5
YUVAYA DÖNÜŞ: 2.8