İÇİNE KAPANIK VE UMUTLU
07/06/2013 - Habertürk |
FİLMİN NOTU: 6.7 |
“Saksı Olmanın Faydaları”, ‘üçlü ilişki filmi’ni Fransız Yeni Dalgası dönemine götürüp Rohmer’in edebi ve ahlaki yaklaşımını, John Hughes’ün X kuşağını tanımlayan diyalogları ve aklı başında karakterleriyle sarıyor. Logan Lerman, Ezra Miller ve Emma Watson’ın içten performansları ise üniversite hiyerarşisindeki hayali, kısa süreli, uzun süreli veya içten ilişkileri daha iyi anlamamızı sağlayan derinlikli bir gençlik dramasına olanak tanıyor.
15 yaşında, üniversite birinci sınıf öğrencisi bir ‘ergen’in, tabiri caizse ‘ezik’ ve ‘yabancı’ konumuna itilmiş bir sosyal kimliğin kabuğundan çıkma arayışının metinsel açıdan güçlü dışavurumu... Arkadaşının intiharı, hafif zihinsel sorunları derken ‘evde’de bir şeyleri idare edemeyen bu tamı tamına ‘özdeşleşme’lik karakter büyük oranda Chbosky’nin evrenine çekiliyor. Eric Rohmer’in minimalist, solgun renklere yüklenen ve ahlaki meseleleri teneffüs eden, edebi tanımlı yönetmenliği ile John Hughes’un X kuşağını vurgulayan diyaloglarını iç içe geçiren bir üçlü ilişki filmi de bu aradan yükseliyor.
“Jules ve Jim”in izini sürerken oyunculuklarıyla öne çıkıyor
“Saksı Olmanın Faydaları” (“The Perks of Being a Wallflower”, 2012), “Jules ve Jim”den (“Jules et Jim”, 1962) beri uygulandığı bilinen bir formüle tutunuyor. Onu ‘cinsellik’ten öte ‘aşk’, ‘büyüme hikayesi’ ve ‘olgunlaşma’ üzerinden ‘öznel’e yakın bir yapıyla karşımıza çıkarıyor. Rol model alınabilecek üvey kardeş Patrick’i Charlie’nin karşısına çıkararak da aslında eğitim kurumlarındaki seneler arasında beliren hiyerarşiyi anlatıp rock, uyuşturucu ve cinselliği devreye sokuyor. Buna orta planlarla bir samimiyet yüklerken Emma Watson’ın ikisi arasında kalma samimiyetiyle filizlenen ‘wallflower’ tanımı, Logan Lerman’ın masumiyete yüklediği zeka, Ezra Miller’ın ise ‘her şeyi aşmış, yakışıklı ve hızlı genç’ prototipindeki alışılmışlığından güç alıyor.
Büyük oranda da bir ‘ergenliğe geçiş hikayesi’ni cinsellik, aşk, tutku, kardeşlik gibi kavramlarla gözden geçiriyor. Mat renklerin hakimiyetinde neredeyse grenli 1.85:1 sinematografisi büyük oranda tutuyor. Durağanlık işlerken iletişimsizlikten öte ‘iletişim’in fazlalığı dışarıda kalmış bir karaktere gözlem olanağı tanıyor.
Üçlü ilişki filmlerinde cinselliği ve suçu öne çıkarmayanlardan
Geçmişte eşcinsellik, cinsel özgürlük gibi tanımlarla temsil edilen bu ilişki filmi formülü, böylece ne “Ananı da!”nın (“Y tu Mamá También”, 2001) ‘mükemmel orta yaşlı kadın figürü’yle buluşma algısını, ne “Manji”nin (1964) bunalmış ev kadının ‘lezbiyen’likle imtihanını, ne “The Doom Generation”ın (1995) biseksüellikle şiddeti bir araya şıklıkla getirme düşüncesini, ne de “Düşler, Tutkular ve Suçlar”ın (“The Dreamers”, 2003) 68’in Fransız öğrenci hareketleri arifesinde canlanan cinsel özgürlük algısını arkasına alıyor. Aksine bunların hepsinden beslenip Fransız Yeni Dalgası’nın ürettiği “Hisseli Çete” (“Bande à Part” , 1964) ve “Jules ve Jim”i Eric Rohmer’in metoduyla harmalamış gibi kokuyor.
Bu durum suçu ve cinsel içeriği büyük oranda devre dışı bırakıp, ‘iki erkek, bir kadınlı üçlü ilişki’ konseptini Hughes’ün 80’ler ruhuna tutunan asi karakterlerinin izinde bir gençlik dramasını teneffüs etmemize olanak tanıyor. Özgürlükçü bir yaklaşım olsa da her şeyin diyalog seviyesinde kaldığı ve uyuşturucunun ötesine gitmediği görülebiliyor. Chbosky’nin büyük oranda da sükuneti içtenlikle ve canlı prototiplerle kaplanıyor. Anlattığı ergen hikayesi, yaraları, etkileşimleri ve daha fazlasıyla bolca ‘katman’ takviyesi görüyor.
15 yaşında, üniversite birinci sınıf öğrencisi bir ‘ergen’in, tabiri caizse ‘ezik’ ve ‘yabancı’ konumuna itilmiş bir sosyal kimliğin kabuğundan çıkma arayışının metinsel açıdan güçlü dışavurumu... Arkadaşının intiharı, hafif zihinsel sorunları derken ‘evde’de bir şeyleri idare edemeyen bu tamı tamına ‘özdeşleşme’lik karakter büyük oranda Chbosky’nin evrenine çekiliyor. Eric Rohmer’in minimalist, solgun renklere yüklenen ve ahlaki meseleleri teneffüs eden, edebi tanımlı yönetmenliği ile John Hughes’un X kuşağını vurgulayan diyaloglarını iç içe geçiren bir üçlü ilişki filmi de bu aradan yükseliyor.
“Jules ve Jim”in izini sürerken oyunculuklarıyla öne çıkıyor
“Saksı Olmanın Faydaları” (“The Perks of Being a Wallflower”, 2012), “Jules ve Jim”den (“Jules et Jim”, 1962) beri uygulandığı bilinen bir formüle tutunuyor. Onu ‘cinsellik’ten öte ‘aşk’, ‘büyüme hikayesi’ ve ‘olgunlaşma’ üzerinden ‘öznel’e yakın bir yapıyla karşımıza çıkarıyor. Rol model alınabilecek üvey kardeş Patrick’i Charlie’nin karşısına çıkararak da aslında eğitim kurumlarındaki seneler arasında beliren hiyerarşiyi anlatıp rock, uyuşturucu ve cinselliği devreye sokuyor. Buna orta planlarla bir samimiyet yüklerken Emma Watson’ın ikisi arasında kalma samimiyetiyle filizlenen ‘wallflower’ tanımı, Logan Lerman’ın masumiyete yüklediği zeka, Ezra Miller’ın ise ‘her şeyi aşmış, yakışıklı ve hızlı genç’ prototipindeki alışılmışlığından güç alıyor.
Büyük oranda da bir ‘ergenliğe geçiş hikayesi’ni cinsellik, aşk, tutku, kardeşlik gibi kavramlarla gözden geçiriyor. Mat renklerin hakimiyetinde neredeyse grenli 1.85:1 sinematografisi büyük oranda tutuyor. Durağanlık işlerken iletişimsizlikten öte ‘iletişim’in fazlalığı dışarıda kalmış bir karaktere gözlem olanağı tanıyor.
Üçlü ilişki filmlerinde cinselliği ve suçu öne çıkarmayanlardan
Geçmişte eşcinsellik, cinsel özgürlük gibi tanımlarla temsil edilen bu ilişki filmi formülü, böylece ne “Ananı da!”nın (“Y tu Mamá También”, 2001) ‘mükemmel orta yaşlı kadın figürü’yle buluşma algısını, ne “Manji”nin (1964) bunalmış ev kadının ‘lezbiyen’likle imtihanını, ne “The Doom Generation”ın (1995) biseksüellikle şiddeti bir araya şıklıkla getirme düşüncesini, ne de “Düşler, Tutkular ve Suçlar”ın (“The Dreamers”, 2003) 68’in Fransız öğrenci hareketleri arifesinde canlanan cinsel özgürlük algısını arkasına alıyor. Aksine bunların hepsinden beslenip Fransız Yeni Dalgası’nın ürettiği “Hisseli Çete” (“Bande à Part” , 1964) ve “Jules ve Jim”i Eric Rohmer’in metoduyla harmalamış gibi kokuyor.
Bu durum suçu ve cinsel içeriği büyük oranda devre dışı bırakıp, ‘iki erkek, bir kadınlı üçlü ilişki’ konseptini Hughes’ün 80’ler ruhuna tutunan asi karakterlerinin izinde bir gençlik dramasını teneffüs etmemize olanak tanıyor. Özgürlükçü bir yaklaşım olsa da her şeyin diyalog seviyesinde kaldığı ve uyuşturucunun ötesine gitmediği görülebiliyor. Chbosky’nin büyük oranda da sükuneti içtenlikle ve canlı prototiplerle kaplanıyor. Anlattığı ergen hikayesi, yaraları, etkileşimleri ve daha fazlasıyla bolca ‘katman’ takviyesi görüyor.