'EMA': CESUR BİR VALPARAISO VALSİ
FİLMİN NOTU: 6.2
|
Dans koreografileri ve grup seks sahnelerinden beslenen vahşi bir mahalle kültürü tasviri... Venedik’te yarışan “Ema”, Larrain’in olgunluk yıllarından çıkan feminist bir cinsel kimlik arayışını duyururken “Flashdance” ile “Manchester by the Sea”yi birleştiriyor.
KLASİK MÜZİKAL BEKLEYENLER İÇİN TERS KÖŞE YAPIYOR
Şili sinemasının içinden aşırılık ve politika geçen geleneğini Pablo Larrain başlattı. Ülkenin uçsuz bucaksız kırlarını resmetmenin ötesinde aslında el-omuz kamerası kıvraklığıyla merkeze yerleşen bir ana karakterin gözünden rejimlere bakıştı hedef. Onun devamında farklı bir yola sapan “The Club” (“El Club”, 2015) bir toplu intihar/itiraf deneyimi gibiydi. Devrimci bio-pic “Jackie” (2016) ise esaslı anlayışın ABD’ye uyarlanmış, Hollywood’a ders veren şubesiydi.
“Ema”da Mariana Di Girolamo eşliğinde aslında bizi Valparaiso’dan bir yas hikayesi bekliyor. Film, bir dans koreografisiyle start alıyor, onun üzerini de koyu renklerle yüklü bir melankoli ile çiziyor. Ama devamında başka yollara kayarak klasik bir müzikalin çok ötesinde hareketleniyor. Nasıl “Tony Manero”da (2008) ana karakter, “Cumartesi Gecesi Ateşi”nin (“Saturday Night Fever”, 1977) Travolta’nın canlandırdığı tiplemesinin anti-tezi ise Ema da Jennifer Beals’in “Flashdance”deki (1983) Alex Owens’ının anti-tezi.
‘FLASHDANCE’ İLE ‘MANCHESTER BY THE SEA’ BULUŞUYOR
Sanki Adrian Lyne’in “Flashdance”i ile Kenneth Lonergan’ın “Yaşamın Kıyısında”sını (“Manchester by the Sea”, 2016) Şili doğasında birleştiren bir yapıt için ant içiliyor. Bunun için de ana karakterin ruh haline giriş fazlasıyla karamsar planlanıyor. Klasik Hollywood’un da, klasik Larrain’in de uzağında bir algılama şekli izliyoruz. Yönetmenin cinsellik açısından en iddialı, izlek açısından en zor filmi bu sayede beliriyor aslında.
‘Dans filmi-yas filmi’ arasından çıkan işlevsiz aile bulamacasına ‘iddialı grup seks sahneleri’yle çözüm arayan bir film her şeyden önce planlanan. Feminist cinsel kimlik arayışı, Gael Garcia Bernal’dan yavaş yavaş kopan ana karakterin feminist başkaldırışını ortaya koyuyor. Bu durum da ister istemez egzotik arka planla tesir eder hale geliyor.
VALPARAISO USULÜ YAS-DANS FİLMİ
“Ema”, yönetmenin görüntü yönetmeni Sergio Armstrong özelinde en sıradan filmi olabilir. Ama içine girdiği parti kültüründen çıkardığı iddialı seks sahneleriyle bile, cinsel kimlik mevzusuna dalmakta çok sinsi ve yetkin bir film aynı zamanda. Yatak kimyası Larrain’in olgunluğunu taşıyacak bir kıvraklıkla sunuluyor.
Özünde bir ‘yas hikayesi’ olan işlevsiz aile mevzusu ise bu sayede alevlenme, tokatlama ve sorgulamaya açılma şansı buluyor. Bu durum da ana karakterin kendi kendini yok etmekten ziyade, hırpalayıp kutsal kurumun karşısına çıkarmasını duyuruyor.
Larrain’in en iyilerinden olmasa da en özel filmleri arasında anılabilir “Ema” ilerleyen yıllarda. Cinsellik ve dans yükü daha önce bu kadar devreye girmemişti. Yas teması ise bu kadar sömürüye açık damardan etkili sonuç az vermiştir. Adeta Valparaiso usulü bir yas-dans filmi tanımı sunuluyor.
KLASİK MÜZİKAL BEKLEYENLER İÇİN TERS KÖŞE YAPIYOR
Şili sinemasının içinden aşırılık ve politika geçen geleneğini Pablo Larrain başlattı. Ülkenin uçsuz bucaksız kırlarını resmetmenin ötesinde aslında el-omuz kamerası kıvraklığıyla merkeze yerleşen bir ana karakterin gözünden rejimlere bakıştı hedef. Onun devamında farklı bir yola sapan “The Club” (“El Club”, 2015) bir toplu intihar/itiraf deneyimi gibiydi. Devrimci bio-pic “Jackie” (2016) ise esaslı anlayışın ABD’ye uyarlanmış, Hollywood’a ders veren şubesiydi.
“Ema”da Mariana Di Girolamo eşliğinde aslında bizi Valparaiso’dan bir yas hikayesi bekliyor. Film, bir dans koreografisiyle start alıyor, onun üzerini de koyu renklerle yüklü bir melankoli ile çiziyor. Ama devamında başka yollara kayarak klasik bir müzikalin çok ötesinde hareketleniyor. Nasıl “Tony Manero”da (2008) ana karakter, “Cumartesi Gecesi Ateşi”nin (“Saturday Night Fever”, 1977) Travolta’nın canlandırdığı tiplemesinin anti-tezi ise Ema da Jennifer Beals’in “Flashdance”deki (1983) Alex Owens’ının anti-tezi.
‘FLASHDANCE’ İLE ‘MANCHESTER BY THE SEA’ BULUŞUYOR
Sanki Adrian Lyne’in “Flashdance”i ile Kenneth Lonergan’ın “Yaşamın Kıyısında”sını (“Manchester by the Sea”, 2016) Şili doğasında birleştiren bir yapıt için ant içiliyor. Bunun için de ana karakterin ruh haline giriş fazlasıyla karamsar planlanıyor. Klasik Hollywood’un da, klasik Larrain’in de uzağında bir algılama şekli izliyoruz. Yönetmenin cinsellik açısından en iddialı, izlek açısından en zor filmi bu sayede beliriyor aslında.
‘Dans filmi-yas filmi’ arasından çıkan işlevsiz aile bulamacasına ‘iddialı grup seks sahneleri’yle çözüm arayan bir film her şeyden önce planlanan. Feminist cinsel kimlik arayışı, Gael Garcia Bernal’dan yavaş yavaş kopan ana karakterin feminist başkaldırışını ortaya koyuyor. Bu durum da ister istemez egzotik arka planla tesir eder hale geliyor.
VALPARAISO USULÜ YAS-DANS FİLMİ
“Ema”, yönetmenin görüntü yönetmeni Sergio Armstrong özelinde en sıradan filmi olabilir. Ama içine girdiği parti kültüründen çıkardığı iddialı seks sahneleriyle bile, cinsel kimlik mevzusuna dalmakta çok sinsi ve yetkin bir film aynı zamanda. Yatak kimyası Larrain’in olgunluğunu taşıyacak bir kıvraklıkla sunuluyor.
Özünde bir ‘yas hikayesi’ olan işlevsiz aile mevzusu ise bu sayede alevlenme, tokatlama ve sorgulamaya açılma şansı buluyor. Bu durum da ana karakterin kendi kendini yok etmekten ziyade, hırpalayıp kutsal kurumun karşısına çıkarmasını duyuruyor.
Larrain’in en iyilerinden olmasa da en özel filmleri arasında anılabilir “Ema” ilerleyen yıllarda. Cinsellik ve dans yükü daha önce bu kadar devreye girmemişti. Yas teması ise bu kadar sömürüye açık damardan etkili sonuç az vermiştir. Adeta Valparaiso usulü bir yas-dans filmi tanımı sunuluyor.
'STAR WARS: SKYWALKER'IN YÜKSELİŞİ': BİR JAMES EARL JONES EKSİKTİ!
FİLMİN NOTU: 3.5
|
Yıldız Savaşları’nın yan bölümler hariç dokuzuncu filmi, ‘yeni sürüm üçlemesi’nin boş nostalji yapan finalini duyuruyor. Temeller sağlam atılmayınca ‘Obama döneminin kopyala-yapıştır Star Wars’u “Star Wars: Skywalker’ın Yükselişi”yle tatsız tuzsuz noktalanıyor.
“STAR WARS”UN KOPYASI KALDIĞI YERDEN!
George Lucas’ın ‘Yıldız Savaşları’ döneminde 1970’lerin sonunda önemli bir başarıya imza atmıştı. O zamanın uzay operası filmi atılımında çok değerli bir yere sahipti. Günümüzde ise belki yeni milenyumun başında ön bölüm serisi reddedilmeyecek bir eğlence, bilgisayar oyunu estetiği heyecanı sundu. Ama J.J. Abrams’ın serinin yönetmeni olmasıyla birlikte ‘sömürü’ de beraberinde geldi.
2016’da “Star Wars: Güç Uyanıyor” (“Star Wars: The Force Awakens”), Lucas’ı bile mutsuz edecek bir nostaljik yeni sürüm başlangıcını duyurdu. Serinin hayranlarını duygusallaştırsa da üretim olarak hiç de matah bir şey yoktu ortada. Obama döneminin Star Wars’unu başlatma hedefi, 1977 tarihli Epizod 4’ün “Star Wars”un kopyasını devreye soktu.
‘ROGUE ONE’, ‘SOLO’ VE ‘THE MANDALORIAN’A DİKKAT!
Abrams’ın hedefi Fisher, Ford gibilerinin bir selam verip geri çekilmesinden medet umarken, estetik açıdan dizi kalitesinin altına düşmemekti. Düello sahneleri de bu sebeple geri plana itilip fazla emekten kaçılıyordu. Neyse ki o zamandan sonra “Rogue One” (2016), “Solo” (2018) ve ‘The Mandalorian’ gibi kısmen başarılı yan bölümler geldi. Bunlardan ilki bir yönetmeni de emin adımlara stüdyolara soktu, üçüncüsü ise Disney+’da boşlukları doldurmakla meşgül bir web dizisini duyurdu.
Neyse ki 2017’de “Star Wars: Son Jedi”de (“Star Wars: The Last Jedi”) direksiyona Rian Johnson geçip, Mann, Leone gibilerini hatırlatan farklı savaş sekanslarıyla fark yaratan bir çeşit samuray filmi türevi uzay operası filmine imza attı. Orada Andy Serkis fetişizmi de parmak ısırtan bir seyir zevki sunuyordu. Yönetmenin hedefi “Yıldız Savaşları: İmparatorun Dönüşü” (“Star Wars: The Empire Strikes Back”, 1980) kopyası olmak değildi.
ADAM DRIVER’DAN JAMES EARL JONES OLUR MU?
Ama 2019’da seri biterken anlamsız Abrams kopyala-yapıştır mantığına geri dönülüyor. Sönük uzay macerası, Adam Driver’ın Kylo Ren’ine bel bağlıyor. Hatta ondan bir Darth Vader, bir James Earl Jones çıkarmak için ant içiyor, tuhaftır! Baştan itibaren bu ciddiyetle belki de serinin Hayden Christiensen’le birlikte en kötü oyuncu seçimi devreye giriyor.
Aslında tam bir yarıdan start alma durumu var. Abrams sanki Johnson’ın eksiklerini kapatmak için gelmiş. Ama onun eksik olarak gördüğü ufuk açıcı bir estetik anlamına geliyor. Bunun ötesinde sonlara doğru devreye giren olağan düello sekansı, ‘Star Wars’ külliyatının bu konudaki en zayıf koreografisini devreye sokuyor. Her şey boş bir kılıç şakırdatmasından ibaret!
JOHN WILLIAMS BESTELERİYLE DUYGUSALLAŞTIRIYOR
“Star Wars: Skywalker’ın Yükselişi”, Robert Earl Jones’u da Darth Vader sesinden çıkarıp bir karakter olarak selamlatıyor. Bu duruma gelirken siyahi (John Boyega) ve kız (Daisy Ridley) ana karakterlerine yeni bir destan yazdırmak istiyor. Dijital Carrie Fisher duygulandırıyor, Ford bir-iki dakika gözüküp yine işlevsiz bir selam veriyor. Ama 2005 tarihli “Yıldız Savaşları: Sith’in İntikamı”nın (“Star Wars: Revenge of the Sith”) kopyasına dönüşüyor.
Yönetmen, inadına Johnson’ın görüntü yönetmenini, teknik ekibini değiştirmiş. Geriye sadece John Williams’ın hiçbir zaman karşı çıkamadığımız ikonik besteleri kalıyor. C-3PO ise ‘pazarlama ürünü’ olarak belirip keyif vermiyor. Ama finalde yürekleri fethediyor…
‘SERİ ÜRETİM NASIL YAPILMAZ 101’ DERSLERİNDE OKUTULABİLİR
Abrams olmasaydı belki de 2019’a damga vuran “Doktor Uyku” (“Doktor Sleep”, 2019), (“Hellboy”, 2019) gibi seri üretimler ayarında bir şey çıkardı. Ama Flanagan ve Marshall’ın zekasıyla yarışmak zor. Bu haliyle ‘siyahi bir ana karakter Kylo Ren’le düelloya giriyor’un ötesini göremiyoruz. Johnson’ın üzerine gittiği Serkis de anlamsız bir şekilde arka plana itiliyor.
Kendi kendisinin fotokopisi olmayı abartan bir savaşlar bütünü de bu sayede beliriyor. Darth Vader kopyası Kylo Ren de parodi halini anlamlı hale getiriyor bu sayede. Günümüzde dizilerde bile kalite varken yönetmenlik koltuğundaki ismin halen “Star Wars: Klon Savaşları” (“Star Wars: The Clone Wars”, 2008) misali boyutsuz bir hamlede bulunmasını çözmek güç. Belki de ‘The Mandalorian’ ona ders olmalı!
“STAR WARS”UN KOPYASI KALDIĞI YERDEN!
George Lucas’ın ‘Yıldız Savaşları’ döneminde 1970’lerin sonunda önemli bir başarıya imza atmıştı. O zamanın uzay operası filmi atılımında çok değerli bir yere sahipti. Günümüzde ise belki yeni milenyumun başında ön bölüm serisi reddedilmeyecek bir eğlence, bilgisayar oyunu estetiği heyecanı sundu. Ama J.J. Abrams’ın serinin yönetmeni olmasıyla birlikte ‘sömürü’ de beraberinde geldi.
2016’da “Star Wars: Güç Uyanıyor” (“Star Wars: The Force Awakens”), Lucas’ı bile mutsuz edecek bir nostaljik yeni sürüm başlangıcını duyurdu. Serinin hayranlarını duygusallaştırsa da üretim olarak hiç de matah bir şey yoktu ortada. Obama döneminin Star Wars’unu başlatma hedefi, 1977 tarihli Epizod 4’ün “Star Wars”un kopyasını devreye soktu.
‘ROGUE ONE’, ‘SOLO’ VE ‘THE MANDALORIAN’A DİKKAT!
Abrams’ın hedefi Fisher, Ford gibilerinin bir selam verip geri çekilmesinden medet umarken, estetik açıdan dizi kalitesinin altına düşmemekti. Düello sahneleri de bu sebeple geri plana itilip fazla emekten kaçılıyordu. Neyse ki o zamandan sonra “Rogue One” (2016), “Solo” (2018) ve ‘The Mandalorian’ gibi kısmen başarılı yan bölümler geldi. Bunlardan ilki bir yönetmeni de emin adımlara stüdyolara soktu, üçüncüsü ise Disney+’da boşlukları doldurmakla meşgül bir web dizisini duyurdu.
Neyse ki 2017’de “Star Wars: Son Jedi”de (“Star Wars: The Last Jedi”) direksiyona Rian Johnson geçip, Mann, Leone gibilerini hatırlatan farklı savaş sekanslarıyla fark yaratan bir çeşit samuray filmi türevi uzay operası filmine imza attı. Orada Andy Serkis fetişizmi de parmak ısırtan bir seyir zevki sunuyordu. Yönetmenin hedefi “Yıldız Savaşları: İmparatorun Dönüşü” (“Star Wars: The Empire Strikes Back”, 1980) kopyası olmak değildi.
ADAM DRIVER’DAN JAMES EARL JONES OLUR MU?
Ama 2019’da seri biterken anlamsız Abrams kopyala-yapıştır mantığına geri dönülüyor. Sönük uzay macerası, Adam Driver’ın Kylo Ren’ine bel bağlıyor. Hatta ondan bir Darth Vader, bir James Earl Jones çıkarmak için ant içiyor, tuhaftır! Baştan itibaren bu ciddiyetle belki de serinin Hayden Christiensen’le birlikte en kötü oyuncu seçimi devreye giriyor.
Aslında tam bir yarıdan start alma durumu var. Abrams sanki Johnson’ın eksiklerini kapatmak için gelmiş. Ama onun eksik olarak gördüğü ufuk açıcı bir estetik anlamına geliyor. Bunun ötesinde sonlara doğru devreye giren olağan düello sekansı, ‘Star Wars’ külliyatının bu konudaki en zayıf koreografisini devreye sokuyor. Her şey boş bir kılıç şakırdatmasından ibaret!
JOHN WILLIAMS BESTELERİYLE DUYGUSALLAŞTIRIYOR
“Star Wars: Skywalker’ın Yükselişi”, Robert Earl Jones’u da Darth Vader sesinden çıkarıp bir karakter olarak selamlatıyor. Bu duruma gelirken siyahi (John Boyega) ve kız (Daisy Ridley) ana karakterlerine yeni bir destan yazdırmak istiyor. Dijital Carrie Fisher duygulandırıyor, Ford bir-iki dakika gözüküp yine işlevsiz bir selam veriyor. Ama 2005 tarihli “Yıldız Savaşları: Sith’in İntikamı”nın (“Star Wars: Revenge of the Sith”) kopyasına dönüşüyor.
Yönetmen, inadına Johnson’ın görüntü yönetmenini, teknik ekibini değiştirmiş. Geriye sadece John Williams’ın hiçbir zaman karşı çıkamadığımız ikonik besteleri kalıyor. C-3PO ise ‘pazarlama ürünü’ olarak belirip keyif vermiyor. Ama finalde yürekleri fethediyor…
‘SERİ ÜRETİM NASIL YAPILMAZ 101’ DERSLERİNDE OKUTULABİLİR
Abrams olmasaydı belki de 2019’a damga vuran “Doktor Uyku” (“Doktor Sleep”, 2019), (“Hellboy”, 2019) gibi seri üretimler ayarında bir şey çıkardı. Ama Flanagan ve Marshall’ın zekasıyla yarışmak zor. Bu haliyle ‘siyahi bir ana karakter Kylo Ren’le düelloya giriyor’un ötesini göremiyoruz. Johnson’ın üzerine gittiği Serkis de anlamsız bir şekilde arka plana itiliyor.
Kendi kendisinin fotokopisi olmayı abartan bir savaşlar bütünü de bu sayede beliriyor. Darth Vader kopyası Kylo Ren de parodi halini anlamlı hale getiriyor bu sayede. Günümüzde dizilerde bile kalite varken yönetmenlik koltuğundaki ismin halen “Star Wars: Klon Savaşları” (“Star Wars: The Clone Wars”, 2008) misali boyutsuz bir hamlede bulunmasını çözmek güç. Belki de ‘The Mandalorian’ ona ders olmalı!
'BEYAZ HÜZÜN': BU DA ÇERKEZLERİN 'SARIKAMIŞ FİLMİ'
FİLMİN NOTU: 4.5
|
Kenan Korkmaz’ın ilk uzun metrajı… “Beyaz Hüzün”, Çerkezlerin gözünden Sarıkamış filmlerine yeni bir eklemede bulunan iyi niyetli bir çaba.
RUHANİ BİR ÇERKES İSYANI
1. Dünya Savaşı’nın bir sene süren Sarıkamış harekatı ile ilgili filmlerin adedi gün geçtikçe artıyor. Aslında “Eve Dönüş: Sarıkamış 1915” (2013) bu konuda en işlevsel ve kalıcı denemeydi. “Sarıkamış Çocukları” (2017) ise Mustafa Uslu’nun kağıt üstünde bitiremediği günümüz ile 1910’lar arasında gidip gelen bir yapıttı, her iki dönemi de farklı yönetmene vermek ciddi bir tutarsızlık problemi getiriyordu
Kenan Korkmaz, 1886 Büyük Çerkez Sürgünü’nden başlayan bir Sarıkamış filmine imza atıyor. Cephedeki Osmanlı-Rus çatışmasına dair yeni bir pencere açıyor. Kendini başrole Abrek Çavuş olarak yerleştiriyor. Ruhani bir Çerkes isyanı kıvamında ilerleyen yapıt, iyi niyetli bir çaba her şeyden önce. El emeği göz nuru çekilmiş. Bunun ötesinde de macera algısını kalkındıran bir savaş atmosferi yaratıyor.
OYUNCULAR VE DİYALOGLAR PROBLEMLİ
“Beyaz Hüzün”ün karın derinliklerinde yolculuğa çıkarma becerisi var. Özellikle kurgusu ve müzikleri iyi işliyor. Ama mesele oyunculara kaldığında özellikle Korkmaz’ın kendi canlandırdığı ana karakter, sanki ağzına uymamış seslerle konuşuyor izlenimi bırakabiliyor. Bunun ötesinde devreye giren Tanrısal öğe olarak ‘kadın ve çocuk’ imgesi de yapıştırma duruyor.
Film genele açıldığında ciddi bir CGI ya da yeşil ekran teknolojisi ile çekilmiş algısı yaratabiliyor. Arka plan boşluğunu hissettiriyor. Çerkeslerden gelen mitik, mistik ve fantastik ton da pek işlemiyor. Karakterler Türkçe değil de Çerkezce konuşsaydı daha kalıcı ve iddialı bir film çıkabilirdi. Bu haliyle sanki zoraki konuşmanın adı konuluyor, inandırıcılık problemi devreye girebiliyor.
Kurguda da aslında yavaş çekimin fazla fabrikasyon olduğu yerler var. Yönetmen, sinematografisini Erol Civan’a emanet edince post-prodüksiyon sürecinde belli sıkıntılar çektiğini belli ediyor. Bize tesir eden karanlık ruh hali de bir yere kadar ilerleyebilecek moda giriyor diyalogların zayıflığı sayesinde. Ama her şeye rağmen “Eve Dönüş: Sarıkamış 1915”le kalite açısından fazla farkı olmayan bir Sarıkamış filmi bu sayede beliriyor.
RUHANİ BİR ÇERKES İSYANI
1. Dünya Savaşı’nın bir sene süren Sarıkamış harekatı ile ilgili filmlerin adedi gün geçtikçe artıyor. Aslında “Eve Dönüş: Sarıkamış 1915” (2013) bu konuda en işlevsel ve kalıcı denemeydi. “Sarıkamış Çocukları” (2017) ise Mustafa Uslu’nun kağıt üstünde bitiremediği günümüz ile 1910’lar arasında gidip gelen bir yapıttı, her iki dönemi de farklı yönetmene vermek ciddi bir tutarsızlık problemi getiriyordu
Kenan Korkmaz, 1886 Büyük Çerkez Sürgünü’nden başlayan bir Sarıkamış filmine imza atıyor. Cephedeki Osmanlı-Rus çatışmasına dair yeni bir pencere açıyor. Kendini başrole Abrek Çavuş olarak yerleştiriyor. Ruhani bir Çerkes isyanı kıvamında ilerleyen yapıt, iyi niyetli bir çaba her şeyden önce. El emeği göz nuru çekilmiş. Bunun ötesinde de macera algısını kalkındıran bir savaş atmosferi yaratıyor.
OYUNCULAR VE DİYALOGLAR PROBLEMLİ
“Beyaz Hüzün”ün karın derinliklerinde yolculuğa çıkarma becerisi var. Özellikle kurgusu ve müzikleri iyi işliyor. Ama mesele oyunculara kaldığında özellikle Korkmaz’ın kendi canlandırdığı ana karakter, sanki ağzına uymamış seslerle konuşuyor izlenimi bırakabiliyor. Bunun ötesinde devreye giren Tanrısal öğe olarak ‘kadın ve çocuk’ imgesi de yapıştırma duruyor.
Film genele açıldığında ciddi bir CGI ya da yeşil ekran teknolojisi ile çekilmiş algısı yaratabiliyor. Arka plan boşluğunu hissettiriyor. Çerkeslerden gelen mitik, mistik ve fantastik ton da pek işlemiyor. Karakterler Türkçe değil de Çerkezce konuşsaydı daha kalıcı ve iddialı bir film çıkabilirdi. Bu haliyle sanki zoraki konuşmanın adı konuluyor, inandırıcılık problemi devreye girebiliyor.
Kurguda da aslında yavaş çekimin fazla fabrikasyon olduğu yerler var. Yönetmen, sinematografisini Erol Civan’a emanet edince post-prodüksiyon sürecinde belli sıkıntılar çektiğini belli ediyor. Bize tesir eden karanlık ruh hali de bir yere kadar ilerleyebilecek moda giriyor diyalogların zayıflığı sayesinde. Ama her şeye rağmen “Eve Dönüş: Sarıkamış 1915”le kalite açısından fazla farkı olmayan bir Sarıkamış filmi bu sayede beliriyor.
'KADER POSTASI': BÜYÜLÜ GERÇEKÇİ YARATICILIK DÖNEMİ KRİZİ
FİLMİN NOTU: 4.5
|
Zeynep’in çocukluğunu ve büyüklüğünü mercek altına farklı dillerle alma çabasıyla yola çıkan bir yapıt. “Kader Postası”, Bozalı-Polat ikilisinin biçimci dertleri olan bir ilk filmle sinemaya girişini duyuruyor.
SAMİMİ BİR İLK FİLM
Çiğdem Bozalı-Elif Akarsu Polat ikilisi, ilk yarısı büyülü gerçekçi bir taşra filmi, ikinci yarısı ise yaratıcılık dönemi krizi filmi olarak şekillenen bir sinema eseriyle çıkageliyor. Ülkemizde genelde söz konusu taşra olunca onun güzellemesine yatkın, bunaltıcı açılardan destek alan veya sosyal gerçekçi üslubun sıradanlığına kapılan bir yaklaşım vardır.
Ama “Kader Postası” bu hataya düşmüyor. Belki de “İşe Yarar Bir Şey”le (2017) kardeşlik ilişkisi kuran bir yapıt karşımızdaki. Özellikle ilk düzlüğünde çocukların gözünden olayı anlatırken bizim aradığımız bir gerçeküstücülük depolama yerinde. Oradaki samimiyet filmin geneline de yayılan duygusal ve dokunaklı hali ‘sinema’ olarak yorumlamayı anlamlı hale getiriyor.
‘SENİ SEVİYORUM ROSA’NIN YOLUN BAŞINDAKİ ARDILI
Sorasında ise aslında “Yanlış Zaman Yolcuları” (2007) ile kardeşlik ilişkisi kuran bir bitiriş izliyoruz. Elbette Altman’ın “Hayal ve Görüntü”sü (“Images”, 1972) bir başyapıt çıkmıyor. Ama feminist sinemamızın mihenk taşlarından “Seni Seviyorum Rosa”nın (1992) en azından gerçeküstücü bir şeyler yapma arzusunun ardılı devreye giriyor. Orada edebiyat-sinema ilişkisi bir görsel çıkarıma dönüşmüştü.
Işıl Özgentürk’ün feminist sinemamıza damga vurmuş eserinin özellikle yetkin hayal ve bellek sekanslarıyla iz bıraktığı muhakkaktır. “Kader Postası” da bu hedefle yola çıkıyor. Son 50 dakikada senaryonun kitabi olmasıyla problemler çekse de bir zihnin problemlerini keşfe çıkmakta becerikli bir yapıta dönüşüyor. Cinsiyet eşitsizliğine de dolaylı yoldan isyan ediyor.
SAMİMİ BİR İLK FİLM
Çiğdem Bozalı-Elif Akarsu Polat ikilisi, ilk yarısı büyülü gerçekçi bir taşra filmi, ikinci yarısı ise yaratıcılık dönemi krizi filmi olarak şekillenen bir sinema eseriyle çıkageliyor. Ülkemizde genelde söz konusu taşra olunca onun güzellemesine yatkın, bunaltıcı açılardan destek alan veya sosyal gerçekçi üslubun sıradanlığına kapılan bir yaklaşım vardır.
Ama “Kader Postası” bu hataya düşmüyor. Belki de “İşe Yarar Bir Şey”le (2017) kardeşlik ilişkisi kuran bir yapıt karşımızdaki. Özellikle ilk düzlüğünde çocukların gözünden olayı anlatırken bizim aradığımız bir gerçeküstücülük depolama yerinde. Oradaki samimiyet filmin geneline de yayılan duygusal ve dokunaklı hali ‘sinema’ olarak yorumlamayı anlamlı hale getiriyor.
‘SENİ SEVİYORUM ROSA’NIN YOLUN BAŞINDAKİ ARDILI
Sorasında ise aslında “Yanlış Zaman Yolcuları” (2007) ile kardeşlik ilişkisi kuran bir bitiriş izliyoruz. Elbette Altman’ın “Hayal ve Görüntü”sü (“Images”, 1972) bir başyapıt çıkmıyor. Ama feminist sinemamızın mihenk taşlarından “Seni Seviyorum Rosa”nın (1992) en azından gerçeküstücü bir şeyler yapma arzusunun ardılı devreye giriyor. Orada edebiyat-sinema ilişkisi bir görsel çıkarıma dönüşmüştü.
Işıl Özgentürk’ün feminist sinemamıza damga vurmuş eserinin özellikle yetkin hayal ve bellek sekanslarıyla iz bıraktığı muhakkaktır. “Kader Postası” da bu hedefle yola çıkıyor. Son 50 dakikada senaryonun kitabi olmasıyla problemler çekse de bir zihnin problemlerini keşfe çıkmakta becerikli bir yapıta dönüşüyor. Cinsiyet eşitsizliğine de dolaylı yoldan isyan ediyor.
'BOMBSHELL': ROGER AILES 'THE LOUDEST VOICE' İLE ANILACAK
FİLMİN NOTU: 4.5
|
"Skandal" adıyla vizyona giren "Bombshell"in dün yazdığım yazısı için tıklayın: https://bit.ly/2ttn16N
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE: 3.2
ACI VE ZAFER (DOLOR Y GLORIA): 6.3
ADDAMS AİLESİ (THE ADDAMS FAMILY): 5.3
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ (PORTRAIT OF A LADY ON FIRE): 5.5
AMAN REİS DUYMASIN: 2.7
ANNABELLE 3: 4.5
ANNEM: 2.8
ASFALTIN KRALLARI (FORD V FERRARI): 5
AŞKI BEKLERKEN (DEUX MOI): 5.7
BALON PİLOTLARI (THE AERONAUTS): 5.9
BİR KADIN ZAFERİ (DE DIRIGENT): 3.8
BİR ŞANS DAHA (LAST CHRISTMAS): 5.2
CEP HERKÜLÜ: NAİM SÜLEYMANOĞLU: 4.2
CİNAYET SÜSÜ: 5.2
DERİ CEKET (LE DAIM): 3.8
DOKTOR UYKU (DOCTOR SLEEP): 6.7
EN UZUN GECE: 2.4
EŞ ANLAMLILAR (SYNONYMES): 3.8
FIRINCININ KARISI: 1.9
GEÇMİŞİN SIRLARI (AFTER THE WEDDING): 3.6
GÖRÜLMÜŞTÜR: 6.5
GÜZELLİĞİN PORTRESİ: 4.5
HAİN (IL TRADITORE): 5.2
HAPŞUU: 1.2
İKİZLER PROJESİ (THE GEMINI MAN): 5
JOKER: 7
JUMANJİ: YENİ SEVİYE: 2.5
KARLAR ÜLKESİ 2 (FROZEN 2): 5.3
KARAKOMİK FİLMLER: 3
KIZ KARDEŞLER: 5.1
KOLEJ HAVASI: 4.9
KORKU HİKAYELERİ (SCARY STORIES TO TELL IN THE DARK): 5.2
KRAL ŞAKİR: KORSANLAR DİYARI: 3.5
KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR 2 (NOUS FINIRONS ENSEMBLE): 2.5
KÜÇÜK ŞEYLER: 6.3
MALEFİZ 2 (MALEFICENT 2): 4.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
MERHABA GÜZEL VATANIM: 2.4
MIDWAY: 4.8
MONOS: 7.5
MUCİZE 2: AŞK: 5.8
MUHBİR (THE INFORMER): 3.7
ONUN ADI PETRUNYA: 5.2
ORAY: 2.6
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PAVAROTTI: 4.5
PİRANALAR: 4.5
RECEP İVEDİK 6: 3.3
SAKLAMBAÇ (READY OR NOT): 6
TERMINATOR: KARA KADER: 4.4
UZUN KIZ (BEANPOLE): 7
ÜZGÜNÜZ, SİZE ULAŞAMADIK (SORRY WE MISSED YOU): 2
VE SONRA DANS ETTİK (AND THEN WE DANCED): 4.8
7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE: 3.2
ACI VE ZAFER (DOLOR Y GLORIA): 6.3
ADDAMS AİLESİ (THE ADDAMS FAMILY): 5.3
ALEV ALMIŞ BİR GENÇ KIZIN PORTRESİ (PORTRAIT OF A LADY ON FIRE): 5.5
AMAN REİS DUYMASIN: 2.7
ANNABELLE 3: 4.5
ANNEM: 2.8
ASFALTIN KRALLARI (FORD V FERRARI): 5
AŞKI BEKLERKEN (DEUX MOI): 5.7
BALON PİLOTLARI (THE AERONAUTS): 5.9
BİR KADIN ZAFERİ (DE DIRIGENT): 3.8
BİR ŞANS DAHA (LAST CHRISTMAS): 5.2
CEP HERKÜLÜ: NAİM SÜLEYMANOĞLU: 4.2
CİNAYET SÜSÜ: 5.2
DERİ CEKET (LE DAIM): 3.8
DOKTOR UYKU (DOCTOR SLEEP): 6.7
EN UZUN GECE: 2.4
EŞ ANLAMLILAR (SYNONYMES): 3.8
FIRINCININ KARISI: 1.9
GEÇMİŞİN SIRLARI (AFTER THE WEDDING): 3.6
GÖRÜLMÜŞTÜR: 6.5
GÜZELLİĞİN PORTRESİ: 4.5
HAİN (IL TRADITORE): 5.2
HAPŞUU: 1.2
İKİZLER PROJESİ (THE GEMINI MAN): 5
JOKER: 7
JUMANJİ: YENİ SEVİYE: 2.5
KARLAR ÜLKESİ 2 (FROZEN 2): 5.3
KARAKOMİK FİLMLER: 3
KIZ KARDEŞLER: 5.1
KOLEJ HAVASI: 4.9
KORKU HİKAYELERİ (SCARY STORIES TO TELL IN THE DARK): 5.2
KRAL ŞAKİR: KORSANLAR DİYARI: 3.5
KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR 2 (NOUS FINIRONS ENSEMBLE): 2.5
KÜÇÜK ŞEYLER: 6.3
MALEFİZ 2 (MALEFICENT 2): 4.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
MERHABA GÜZEL VATANIM: 2.4
MIDWAY: 4.8
MONOS: 7.5
MUCİZE 2: AŞK: 5.8
MUHBİR (THE INFORMER): 3.7
ONUN ADI PETRUNYA: 5.2
ORAY: 2.6
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PAVAROTTI: 4.5
PİRANALAR: 4.5
RECEP İVEDİK 6: 3.3
SAKLAMBAÇ (READY OR NOT): 6
TERMINATOR: KARA KADER: 4.4
UZUN KIZ (BEANPOLE): 7
ÜZGÜNÜZ, SİZE ULAŞAMADIK (SORRY WE MISSED YOU): 2
VE SONRA DANS ETTİK (AND THEN WE DANCED): 4.8