'GİTMESİNE İZİN VER': AMERİKAN AİLESİNİ DİKEN ÜSTÜNDE TUTAN SIRLARI
FİLMİN NOTU: 5.7
|
1960’lar Amerika’sındaki toplumsal şiddet problemine bir ailenin sırları üzerinden bakarken diken üstünde de tutabilen melankolik bir film. Thomas Bezucha, incelikli senaryosuyla “Gitmesine İzin Ver”de ("Let Him Go") Diane Lane ve Lesley Manville’e de alan açıyor. Peckinpah ve “Şiddetin Tarihçesi” etkisini hissettiren iyi çekilmiş bir neo-western’e imza atıyor.
İŞLEMEYEN AİLELERİN SIRLARINI ARALAMAYI SEVEN BİR YÖNETMEN
1964’lü senarist-yönetmen Thomas Bezucha, Larry Watson’ın 2013 tarihli romanını sinemaya uyarlıyor. 1951’de North Dakota’da geçen kitap, burada 1961 Montana’sına alınıyor. Western türünün modernleşmesinin arifesine çekilen bir algıyla yol alıyor. Aslında ‘toplumsal şiddet’ de Sam Peckinpah’ın bu türde o yıllarda yaptıklarını akla getiriyor.
Popüler bir komedi olarak başlayan stüdyo mamulü “Aile Bağları”nda (“The Family Stone”, 2005) Amerikan ailesinin sırlarına dikkat çekerken çarpıcı diyaloglarla, cinsel kimlik meselesiyle ve tartışmalı temalarla ‘bağımsız bir ruh’ aşılamıştı. “Zor Baba” (“Meet the Parents”, 2000) gibi başlayan film, “Mutluluk” (“Happiness”, 1998) ve “Amerikan Güzeli”nin (“American Beauty”, 1999) ardılı, meselesi olan bir dramediye dönüşmüştü.
İKİNCİ KEZ MONTANA’YI MESKEN TUTUYOR
Senarist-yönetmen, 2000’de bağımsız festivallerde dolaşan ilk filmi “Big Eden”de ise LGBTİ+ bir bireyin ülkesinin kuzeydoğusundaki Montana’nın tatil beldesine yolluyordu. New York’un hain metropol hayatından tatil beldesine giden ana karakter kendini ister istemez herhangi bir ‘bağlantı’sı olmayan bir ‘aile’nin içinde buluyordu.
Burada yine Montana’da alıyor soluğu, ve bir kez daha kutsal ailenin sırlarını açığa çıkarmak için western türünün içinde dolaşıyor. ‘Vahşi Batı’nın karanlık bir portresine imza atıyor. Kariyerinin de en dramatik ve melankolik filmine imza atıyor. İçinden yas, rehine, ölüm, yol ve intikam geçen gerilimli bir toplumsal şiddet eleştirisi sözü geçen…
İŞLEMEYEN AİLELERİN SIRLARINI ARALAMAYI SEVEN BİR YÖNETMEN
1964’lü senarist-yönetmen Thomas Bezucha, Larry Watson’ın 2013 tarihli romanını sinemaya uyarlıyor. 1951’de North Dakota’da geçen kitap, burada 1961 Montana’sına alınıyor. Western türünün modernleşmesinin arifesine çekilen bir algıyla yol alıyor. Aslında ‘toplumsal şiddet’ de Sam Peckinpah’ın bu türde o yıllarda yaptıklarını akla getiriyor.
Popüler bir komedi olarak başlayan stüdyo mamulü “Aile Bağları”nda (“The Family Stone”, 2005) Amerikan ailesinin sırlarına dikkat çekerken çarpıcı diyaloglarla, cinsel kimlik meselesiyle ve tartışmalı temalarla ‘bağımsız bir ruh’ aşılamıştı. “Zor Baba” (“Meet the Parents”, 2000) gibi başlayan film, “Mutluluk” (“Happiness”, 1998) ve “Amerikan Güzeli”nin (“American Beauty”, 1999) ardılı, meselesi olan bir dramediye dönüşmüştü.
İKİNCİ KEZ MONTANA’YI MESKEN TUTUYOR
Senarist-yönetmen, 2000’de bağımsız festivallerde dolaşan ilk filmi “Big Eden”de ise LGBTİ+ bir bireyin ülkesinin kuzeydoğusundaki Montana’nın tatil beldesine yolluyordu. New York’un hain metropol hayatından tatil beldesine giden ana karakter kendini ister istemez herhangi bir ‘bağlantı’sı olmayan bir ‘aile’nin içinde buluyordu.
Burada yine Montana’da alıyor soluğu, ve bir kez daha kutsal ailenin sırlarını açığa çıkarmak için western türünün içinde dolaşıyor. ‘Vahşi Batı’nın karanlık bir portresine imza atıyor. Kariyerinin de en dramatik ve melankolik filmine imza atıyor. İçinden yas, rehine, ölüm, yol ve intikam geçen gerilimli bir toplumsal şiddet eleştirisi sözü geçen…
DIANE LANE’İN CANLANDIRDIĞI MARGARET’IN DÜZENE İSYANI
Eski şerife can veren Kevin Costner, büyük oranda 2003’te, “Uzak Ülke”de (“Open Range”) oyuncu-yönetmen olarak devam ettirdiği karaktere ve role uygunlukla çıkageliyor. 60’ını geçtiğini fazla hissettirmiyor.
Ama daha ziyade Diane Lane’in ağırlığında geçen ve çevresine çevirdiği bir dramatik yapı kuruluyor. Onun erkek egemen düzene isyanına, bütün kuşaklar üzerinden tanıklık etme olanağı buluyoruz. Ama şiddet üzerinden intikamı alan o olmuyor.
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİNİN GENEL PLANLARI MELANKOLİK HİSSİ ORTAYA KOYUYOR
“Gitmesine İzin Ver”, bir ailenin isyanına ve karmaşasına bakıyor. Görüntü yönetmeni Guy Godfree, büyük oranda karanlık sahneler çekmek için çabalamış. Doğal ışığın üzerine giderken, özellikle ölüm sahnesinde oğlanın kameranın önünde durup arka plandaki ‘netlik’e eşlik ettiği görülüyor. Filmin stilizeye yakın bir hal almasına sinematografi destek veriyor.
Genel plan açılarını fazlasıyla dengeli ve bilinçli yerleştirme 1960’lar ABD’sinde sırları olan ailenin gerçeklerini bize hissettiriyor. Bunu keman, piyano ve ut ezgileriyle birlikte aslında ritmi de ‘diken üstünde tutan gerilim’ üzerinden canlandıran Michael Giacchino’nun besteleri ekleniyor. Oscar’lı besteci, yönetmenle ikinci çalışmasını da uyumla noktalıyor.
HER ŞEY AİLE KÖKLERİ İÇİN!
Bu sayede de aileler arasındaki çatışmaya daha da inanıyoruz. Film ‘yas filmi’ olarak start alsa da, o durakta fazla durmuyor. Hemen direksiyonu çevirip soluğu dengeli bir ‘neo-western’de ya da ‘western-noir’da alıyor. Oraya gelirken ise işin içine ‘rehine gerilimi’, ‘yol filmi’, ‘işlevsiz aile filmi’, 'intikamcı filmi' (vigilante film) gibi türleri sokabiliyor.
Bunların hepsinde oyuncuların özeniyle bir alevlenme var. Bu gerçekçilik Bezucha’nın başarılı senaryosunun izdüşümlerini canlandırıyor. Büyük oranda da “Gitmesine İzin Ver”, vefat eden oğlun oğlunun peşinde aile çatışmalarını devreye sokuyor. Özellikle finaldeki kapkaranlık çatışma Lesley Mansville-Kevin Costner arasında inandırıcı bir dramı da duyuruyor.
Eski şerife can veren Kevin Costner, büyük oranda 2003’te, “Uzak Ülke”de (“Open Range”) oyuncu-yönetmen olarak devam ettirdiği karaktere ve role uygunlukla çıkageliyor. 60’ını geçtiğini fazla hissettirmiyor.
Ama daha ziyade Diane Lane’in ağırlığında geçen ve çevresine çevirdiği bir dramatik yapı kuruluyor. Onun erkek egemen düzene isyanına, bütün kuşaklar üzerinden tanıklık etme olanağı buluyoruz. Ama şiddet üzerinden intikamı alan o olmuyor.
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİNİN GENEL PLANLARI MELANKOLİK HİSSİ ORTAYA KOYUYOR
“Gitmesine İzin Ver”, bir ailenin isyanına ve karmaşasına bakıyor. Görüntü yönetmeni Guy Godfree, büyük oranda karanlık sahneler çekmek için çabalamış. Doğal ışığın üzerine giderken, özellikle ölüm sahnesinde oğlanın kameranın önünde durup arka plandaki ‘netlik’e eşlik ettiği görülüyor. Filmin stilizeye yakın bir hal almasına sinematografi destek veriyor.
Genel plan açılarını fazlasıyla dengeli ve bilinçli yerleştirme 1960’lar ABD’sinde sırları olan ailenin gerçeklerini bize hissettiriyor. Bunu keman, piyano ve ut ezgileriyle birlikte aslında ritmi de ‘diken üstünde tutan gerilim’ üzerinden canlandıran Michael Giacchino’nun besteleri ekleniyor. Oscar’lı besteci, yönetmenle ikinci çalışmasını da uyumla noktalıyor.
HER ŞEY AİLE KÖKLERİ İÇİN!
Bu sayede de aileler arasındaki çatışmaya daha da inanıyoruz. Film ‘yas filmi’ olarak start alsa da, o durakta fazla durmuyor. Hemen direksiyonu çevirip soluğu dengeli bir ‘neo-western’de ya da ‘western-noir’da alıyor. Oraya gelirken ise işin içine ‘rehine gerilimi’, ‘yol filmi’, ‘işlevsiz aile filmi’, 'intikamcı filmi' (vigilante film) gibi türleri sokabiliyor.
Bunların hepsinde oyuncuların özeniyle bir alevlenme var. Bu gerçekçilik Bezucha’nın başarılı senaryosunun izdüşümlerini canlandırıyor. Büyük oranda da “Gitmesine İzin Ver”, vefat eden oğlun oğlunun peşinde aile çatışmalarını devreye sokuyor. Özellikle finaldeki kapkaranlık çatışma Lesley Mansville-Kevin Costner arasında inandırıcı bir dramı da duyuruyor.
MANVILLE DEVREYE GİRDİĞİNDE KENDİNİ HİSSETTİRİYOR
Manville’in Weboy ailesinin reisi Blanche olarak gerçekten yörenin aksanıyla ‘southern gothic karakterlerinden farksız’ bir sahicilikle çıkageldiği söylenebilir. Onun ruhu da filme çok şey katıyor. Tek bir çocuğun varisi için bu kadar uğraşmak akıllara durgun veriyor. Matem olayını daha da unutturuyor.
“Gitmesine İzin Ver”, dengeli sahnelerinden ve iyi karakterlerden güç alan bir film. Sadece Kevin Costner’ın düzene ayak uydurduğunu, bir çeşit “Arlara Fısıldayan Adam”a (“The Horse Whisperer”, 1998) dönüştüğünü görüyoruz. Bir sahnede Redford’un filmine yapılan gönderme keyif veriyor. Ama bunu haricinde bütün tiplemeler gayet yerinde.
Onun yerine daha zinde bir isim aransa da. Lane ile Manville’in annelik güdüleriyle çatışması Amerikan batısında etkili bir feminist mücadeleyi getiriyor. Bu alttan alta da aslında toplumsal şiddetin alevlendiği çarpıcı bir coğrafya tasvirine kadar uzanıyor.
Bezucha’nın son 30 dakikadaki yangın sahnesiyle de aslında doğallığı özellikle tercih ettiği, melankolik aile tablosunun etkisini hissettirdiği görülüyor. Her şeyin yakıp yıkılmasına da aslında “Ayna”ya (“Zerkalo”, 1975) kadar giden bir esinlenme var büyük oranda.
Manville’in Weboy ailesinin reisi Blanche olarak gerçekten yörenin aksanıyla ‘southern gothic karakterlerinden farksız’ bir sahicilikle çıkageldiği söylenebilir. Onun ruhu da filme çok şey katıyor. Tek bir çocuğun varisi için bu kadar uğraşmak akıllara durgun veriyor. Matem olayını daha da unutturuyor.
“Gitmesine İzin Ver”, dengeli sahnelerinden ve iyi karakterlerden güç alan bir film. Sadece Kevin Costner’ın düzene ayak uydurduğunu, bir çeşit “Arlara Fısıldayan Adam”a (“The Horse Whisperer”, 1998) dönüştüğünü görüyoruz. Bir sahnede Redford’un filmine yapılan gönderme keyif veriyor. Ama bunu haricinde bütün tiplemeler gayet yerinde.
Onun yerine daha zinde bir isim aransa da. Lane ile Manville’in annelik güdüleriyle çatışması Amerikan batısında etkili bir feminist mücadeleyi getiriyor. Bu alttan alta da aslında toplumsal şiddetin alevlendiği çarpıcı bir coğrafya tasvirine kadar uzanıyor.
Bezucha’nın son 30 dakikadaki yangın sahnesiyle de aslında doğallığı özellikle tercih ettiği, melankolik aile tablosunun etkisini hissettirdiği görülüyor. Her şeyin yakıp yıkılmasına da aslında “Ayna”ya (“Zerkalo”, 1975) kadar giden bir esinlenme var büyük oranda.
‘ŞİDDETİN TARİHÇESİ’NİN ARDILINA DÖNÜŞEREK DEĞERİNİ ARTTIRIYOR
Cronenberg’in bir grafik romandan uyarladığı “Şiddetin Tarihçesi” (“A History of Violence”, 2005) sonrasında onla kardeş bir film izliyoruz. Bu durum karşısında bize fazlasıyla tesir eden kapılar açılıyor. Viggo Mortensen ile Maria Bello’nun Tom-Eddie Stall çifti burada sanki 10-15 yaş ilerlemiş bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Onların vahşi tansiyonu da, western-noir damarından beslenmesi de yapısal olarak kullanılıyor. Günümüzden minimalist kasaba motifi ise geçmişte durağan ve minimal bir yapıyla yer değiştiriyor. “Gitmesine İzin Ver”, Cronenberg’in türü/melez türünde modern klasiğe dönüşecek eserinin ardılı olarak anılabilir. Bu açıdan da çarpıcılık şansını arttırıyor iyi çekilmiş sahneleriyle.
Cronenberg’in bir grafik romandan uyarladığı “Şiddetin Tarihçesi” (“A History of Violence”, 2005) sonrasında onla kardeş bir film izliyoruz. Bu durum karşısında bize fazlasıyla tesir eden kapılar açılıyor. Viggo Mortensen ile Maria Bello’nun Tom-Eddie Stall çifti burada sanki 10-15 yaş ilerlemiş bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Onların vahşi tansiyonu da, western-noir damarından beslenmesi de yapısal olarak kullanılıyor. Günümüzden minimalist kasaba motifi ise geçmişte durağan ve minimal bir yapıyla yer değiştiriyor. “Gitmesine İzin Ver”, Cronenberg’in türü/melez türünde modern klasiğe dönüşecek eserinin ardılı olarak anılabilir. Bu açıdan da çarpıcılık şansını arttırıyor iyi çekilmiş sahneleriyle.
'YABANCI': DARDENNE'LER-HANEKE KIRMASI EVE GİREN BALKAN GÖÇMEN GERİLİMİ
FİLMİN NOTU: 5.1
|
Misel Maticevic ve Sandra Hüller’in başarılı performanslarından güç alan bir Balkan filmi. “Yabancı”, sinematografi-müzik birlikteliğiyle farkındalık yaratabilen bir göçmen hikayesi. Ancak uzadıkça ana karakterini Batı’nın sevdiği şekilde ötekileştiren B-tipi bir 'eve giren Balkan göçmen gerilimi'ne kayabiliyor.
KOSOVA SİNEMASININ FATİH AKIN’I
Visar Morina, Kosovalı bir yönetmen. Ancak daha ziyade Almanya’da göçmen hayatlarından gerilim, huzursuzluk çıkarmasıyla bilinir. Kısa zaman içinde Kosova’nın Fatih Akın’ına dönüştü. 2015’de “Babam” (“Babai”), bir babanın oğlunu, ‘uygar Batı’ içinde yalnız bıraktığı bir coğrafyanın hissiyatını çok sahici anlatmıştı. Aile içinde yabancılaşmayı iç huzursuzluk olarak tasarlamıştı. Film, özellikle müziği ve sinematografisi ile dikkat çeken bir vizyon getirmişti.
Ama orada Kosova’ya ait olmayan oyuncular çok az öne çıkıyordu. Balkan sinemasının gerçekçiliğiyle Alman-Avusturya sinemasının Haneke damarlı huzursuzluğu iç içe geçiyordu sanki. Bu ton da filmi sürükleyen ana faktördü.
BALKAN OLIVIER GOURMET HANEKE-LYNCH ORTAMINDA
“Yabancı”da (“Exil”) yönetmen, işinde haksızlığa uğradığını düşünen kimya mühendisi Arnavut Cafer’in yanında alıyor soluğu. Film, Dardenne Kardeşler’in sallanan ve takip eden kameralarından birini akla getiriyor. “Oğul”un (“Le Fils”, 2002) üzerine ise Olivier Gourmet etkili gittikten sonra ev ortamına girdikçe Haneke’nin huzursuzluk duygusu ve David Lynch’in gizem atmosferiyle kesişiyor.
Sinemaskop formatında karakterimizin evinde cinsel hayatını yaşamak istese de Sandra Hüller’le ilişkiye giremeyip, son anda kendi geçmişine dair problemleri hortlayan bir ‘acı’ yükleniyor omuzlarına. Elbette Amerika’da ötekileşen Müslümanlar veya başka dine mensup insanlar var. Onlar sinemaya yansıtılabilir.
DARDENNE’LER İLE LYNCH’İN YOLUNU KESİŞTİRİYOR
Burada da Cafer’in tiplemesi işte haksızlığa uğrarken, evini ise “Mavi Kadife”ye (“Blue Velvet”, 1986), “Kayıp Otoban”a (“Lost Highway”, 1997) çeviren bir huzursuzlukla sarılıyor. Ama bir yerden sonra filmin orta bölümündeki 30-40 dakikasında ciddi bir ötekileştirme problemi devreye giriyor. Bu durum da anlamlı finalin altının doldurulmasını engelliyor.
Morina, David Lynch ile Dardenne’leri çarpıştırıyor kağıt üstünde. Bu damardan ise güç alıyor. Fakat bunu yaparken ana karakterini ötekileştirerek bir ‘eve giren yabancı gerilimi’ne malzeme eder hale getiriyor. Zira bize cesaret olarak aşılanan asla Haneke’nin “Saklı”sı (“Caché”, 2005) kadar üst seviyede bir özel hayat-mahrem hayat ilişkisine kadar uzanmıyor.
HUZURSUZLUK RAHATSIZ EDİCİ BİR YABANCILAŞTIRMAYA DÖNÜŞÜYOR
Aksine görüntü yönetimi, müzik ve iki başrol oyuncusunun kusursuzluğuna kapılmamız isteniyor. Zaman geçtikçe “Yabancı”nın Cafer’i yabancılaştırılıyor ve ötekileştirilmiş, gerçekçi gibi gözüken bir Dardenne’ler-Cantet tiplemesine dönüşüyor. Araya giren ‘kara mizah’ bu yapıtın üzerine uğraşılmış tonunu hedefsiz, karton ve Hollywood usulü hale getiriyor.
Dramatik açıdan Amerikan video filmlerinin kötüsüne dönüşen bir ana karakter izliyoruz. “Korku Burnu”nun (“Cape Fear”, 1961) etkilediği son 30 senede yapılmış ucuz yapıtlar akla geliyor. Bu dönüşle birlikte ‘huzursuzluk’, ‘rahatsız edici bir yabancılaştırma’ya sebebiyet veriyor.
Bu durum “Yabancı”yı yaralayan ana unsur. Elbette göçmen hikayelerinde ‘gizem’, ‘huzursuzluk’, ‘gerilim’ anlatılmalı. Bu açıdan ‘farklı bir bakış açısı’ izliyoruz. Fakat bu arayışın 110 dakika içinde sendeleyip uzandığı nokta fazlasıyla Amerikan B-sınıfı video filmlerinin yaşattığı ucuz ve ötekileştirici dönüşüm oluyor. Ana karakterin kara mizaha kaydığı her an filmin ciddi gerilim/gizem atmosferine zarar veriyor. Samimiyeti zedeliyor. ‘Eve giren Balkan göçmen gerilimi’ adı altında kurallarını net bir şekilde çizen şekilci ve dengesiz bir formül yaratıyor.
KOSOVA SİNEMASININ FATİH AKIN’I
Visar Morina, Kosovalı bir yönetmen. Ancak daha ziyade Almanya’da göçmen hayatlarından gerilim, huzursuzluk çıkarmasıyla bilinir. Kısa zaman içinde Kosova’nın Fatih Akın’ına dönüştü. 2015’de “Babam” (“Babai”), bir babanın oğlunu, ‘uygar Batı’ içinde yalnız bıraktığı bir coğrafyanın hissiyatını çok sahici anlatmıştı. Aile içinde yabancılaşmayı iç huzursuzluk olarak tasarlamıştı. Film, özellikle müziği ve sinematografisi ile dikkat çeken bir vizyon getirmişti.
Ama orada Kosova’ya ait olmayan oyuncular çok az öne çıkıyordu. Balkan sinemasının gerçekçiliğiyle Alman-Avusturya sinemasının Haneke damarlı huzursuzluğu iç içe geçiyordu sanki. Bu ton da filmi sürükleyen ana faktördü.
BALKAN OLIVIER GOURMET HANEKE-LYNCH ORTAMINDA
“Yabancı”da (“Exil”) yönetmen, işinde haksızlığa uğradığını düşünen kimya mühendisi Arnavut Cafer’in yanında alıyor soluğu. Film, Dardenne Kardeşler’in sallanan ve takip eden kameralarından birini akla getiriyor. “Oğul”un (“Le Fils”, 2002) üzerine ise Olivier Gourmet etkili gittikten sonra ev ortamına girdikçe Haneke’nin huzursuzluk duygusu ve David Lynch’in gizem atmosferiyle kesişiyor.
Sinemaskop formatında karakterimizin evinde cinsel hayatını yaşamak istese de Sandra Hüller’le ilişkiye giremeyip, son anda kendi geçmişine dair problemleri hortlayan bir ‘acı’ yükleniyor omuzlarına. Elbette Amerika’da ötekileşen Müslümanlar veya başka dine mensup insanlar var. Onlar sinemaya yansıtılabilir.
DARDENNE’LER İLE LYNCH’İN YOLUNU KESİŞTİRİYOR
Burada da Cafer’in tiplemesi işte haksızlığa uğrarken, evini ise “Mavi Kadife”ye (“Blue Velvet”, 1986), “Kayıp Otoban”a (“Lost Highway”, 1997) çeviren bir huzursuzlukla sarılıyor. Ama bir yerden sonra filmin orta bölümündeki 30-40 dakikasında ciddi bir ötekileştirme problemi devreye giriyor. Bu durum da anlamlı finalin altının doldurulmasını engelliyor.
Morina, David Lynch ile Dardenne’leri çarpıştırıyor kağıt üstünde. Bu damardan ise güç alıyor. Fakat bunu yaparken ana karakterini ötekileştirerek bir ‘eve giren yabancı gerilimi’ne malzeme eder hale getiriyor. Zira bize cesaret olarak aşılanan asla Haneke’nin “Saklı”sı (“Caché”, 2005) kadar üst seviyede bir özel hayat-mahrem hayat ilişkisine kadar uzanmıyor.
HUZURSUZLUK RAHATSIZ EDİCİ BİR YABANCILAŞTIRMAYA DÖNÜŞÜYOR
Aksine görüntü yönetimi, müzik ve iki başrol oyuncusunun kusursuzluğuna kapılmamız isteniyor. Zaman geçtikçe “Yabancı”nın Cafer’i yabancılaştırılıyor ve ötekileştirilmiş, gerçekçi gibi gözüken bir Dardenne’ler-Cantet tiplemesine dönüşüyor. Araya giren ‘kara mizah’ bu yapıtın üzerine uğraşılmış tonunu hedefsiz, karton ve Hollywood usulü hale getiriyor.
Dramatik açıdan Amerikan video filmlerinin kötüsüne dönüşen bir ana karakter izliyoruz. “Korku Burnu”nun (“Cape Fear”, 1961) etkilediği son 30 senede yapılmış ucuz yapıtlar akla geliyor. Bu dönüşle birlikte ‘huzursuzluk’, ‘rahatsız edici bir yabancılaştırma’ya sebebiyet veriyor.
Bu durum “Yabancı”yı yaralayan ana unsur. Elbette göçmen hikayelerinde ‘gizem’, ‘huzursuzluk’, ‘gerilim’ anlatılmalı. Bu açıdan ‘farklı bir bakış açısı’ izliyoruz. Fakat bu arayışın 110 dakika içinde sendeleyip uzandığı nokta fazlasıyla Amerikan B-sınıfı video filmlerinin yaşattığı ucuz ve ötekileştirici dönüşüm oluyor. Ana karakterin kara mizaha kaydığı her an filmin ciddi gerilim/gizem atmosferine zarar veriyor. Samimiyeti zedeliyor. ‘Eve giren Balkan göçmen gerilimi’ adı altında kurallarını net bir şekilde çizen şekilci ve dengesiz bir formül yaratıyor.
'DÜRÜST HIRSIZ': AKSİYONU DA, SOYGUNCUSU DA VİDEO PİYASASINA UYGUN!
FİLMİN NOTU: 3.2
|
2010’da Ben Affleck, Boston’un Charlestown mahallesindeki suç problemini düzgün çekilmiş bir soygun filmiyle yansıtmıştı. “Dürüst Hırsız” ise o eyaletin üzerine gitse de sosyolojik ve sinemasal bir inceleme sunamıyor. Aksine Liam Neeson’ın ‘Taken’ sonrası sürüklendiği B-tipi uçurumun yeni mağdurlarından birine dönüşüyor!
‘NAZİK SOYGUNCU’ KİMLİĞİ NE KADAR İNANDIRICI?
‘Taken’ serisinin devamında elini neye atsa batıran bir Liam Neeson var. “Dürüst Hırsız” (“Honest Thief”, 2020) bu B-tipi algının çevresinde dolaşan bir proje. Ancak ‘nasıl olsa Neeson’ı aldık!’ düşüncesiyle diğer öğelerine çok kafa yorulmamış. Bu sebeple de oyuncunun Jaume Collet-Serra gibi yönetmenlere ihtiyacını tekrar akla getiriyor.
Mark Williams, onu idare etme şansına sahip dahi sahip olamamış! Jai Courtney ve Kate Walsh ise C-sınıfı oyuncular olarak ekleniyor. Film, “Korkunç Soygun”un (“The Anderson Tapes”, 1971) Duke’una (Sean Connery) benzer bir ‘nazik hırsız’ tavrı ile start alıyor. Fakat onu Boston’un suç eyaleti düşüncesine yaklaştırırken “Hırsızlar Şehri”nin (“The Town”, 2010) yetkinliğini aratıyor.
“İçerideki Adam”ın (“Inside Man”, 2006) yapıldığı, “Ocean’s 11”in (2002) seriye dönüştüğü bir milenyumun içinde bir yere gelemiyor. Spike Lee, Soderbergh gibi tür sinemasını uygulayan başarılı yönetmenleri yakalamak kolay değil elbette!
NEESON’IN KENDİ BATAKLIĞINA SÜRÜKLEDİĞİ BİR FİLM
Besteci Mark Isham’ın şarkıları ve besteleri ise video piyasası için kopyala-yapıştır ezgi izlenimi bırakıyor. Görüntü yönetmeni 35mm döneminden tür filmi işçisi olunca beyaz tonunun ilerisine gidememek de yapay bir gerçekçilik katıyor. Bu sebeple de zamanla Neeson’ın kendi bataklığına sürüklediği bir film izliyoruz.
Bunun sonucunda da debelenen seyirci oluyor. ‘Taken’ seyircisini belki tatmin edebilir. Ama “Dürüst Hırsız”, aksiyon filmlerinin de soygun filmlerinin de gereklerini yerine getiremiyor. Ne düzgün tempolu sekansları sahip, ne de çarpıcı oyunculara. Aksine kendi derdini vermeye çalıştığı noktada tıkanan ucuz bir tür sineması örneği olarak bitiyor. Video piyasasına üretilmiş gibi duruyor.
‘NAZİK SOYGUNCU’ KİMLİĞİ NE KADAR İNANDIRICI?
‘Taken’ serisinin devamında elini neye atsa batıran bir Liam Neeson var. “Dürüst Hırsız” (“Honest Thief”, 2020) bu B-tipi algının çevresinde dolaşan bir proje. Ancak ‘nasıl olsa Neeson’ı aldık!’ düşüncesiyle diğer öğelerine çok kafa yorulmamış. Bu sebeple de oyuncunun Jaume Collet-Serra gibi yönetmenlere ihtiyacını tekrar akla getiriyor.
Mark Williams, onu idare etme şansına sahip dahi sahip olamamış! Jai Courtney ve Kate Walsh ise C-sınıfı oyuncular olarak ekleniyor. Film, “Korkunç Soygun”un (“The Anderson Tapes”, 1971) Duke’una (Sean Connery) benzer bir ‘nazik hırsız’ tavrı ile start alıyor. Fakat onu Boston’un suç eyaleti düşüncesine yaklaştırırken “Hırsızlar Şehri”nin (“The Town”, 2010) yetkinliğini aratıyor.
“İçerideki Adam”ın (“Inside Man”, 2006) yapıldığı, “Ocean’s 11”in (2002) seriye dönüştüğü bir milenyumun içinde bir yere gelemiyor. Spike Lee, Soderbergh gibi tür sinemasını uygulayan başarılı yönetmenleri yakalamak kolay değil elbette!
NEESON’IN KENDİ BATAKLIĞINA SÜRÜKLEDİĞİ BİR FİLM
Besteci Mark Isham’ın şarkıları ve besteleri ise video piyasası için kopyala-yapıştır ezgi izlenimi bırakıyor. Görüntü yönetmeni 35mm döneminden tür filmi işçisi olunca beyaz tonunun ilerisine gidememek de yapay bir gerçekçilik katıyor. Bu sebeple de zamanla Neeson’ın kendi bataklığına sürüklediği bir film izliyoruz.
Bunun sonucunda da debelenen seyirci oluyor. ‘Taken’ seyircisini belki tatmin edebilir. Ama “Dürüst Hırsız”, aksiyon filmlerinin de soygun filmlerinin de gereklerini yerine getiremiyor. Ne düzgün tempolu sekansları sahip, ne de çarpıcı oyunculara. Aksine kendi derdini vermeye çalıştığı noktada tıkanan ucuz bir tür sineması örneği olarak bitiyor. Video piyasasına üretilmiş gibi duruyor.
'DERİN KORKU': DİZİ KAFASINDAN ÇIKMIŞ ÇÖP BİR DENİZ YARATIĞI FİLMİ!
FİLMİN NOTU: 1.8
|
Festivallerde açılsa da “Sea Fever”, İrlanda sinemasının başarılı bir korku filmi çıkışı olamıyor. Aksine camp efektleri ve ucuz kurgusuyla trash sinemadan çıkmış bir deniz yaratığı filmine dönüşüyor.
FİLMİN NOTU: 1.9
DENİZ YARATIĞI FİLMİ ALT TÜRÜNDE BİR YERE GELEMİYOR
Suyun altında yaşayan yaratıklar sinemada o kadar da yer etmemiştir. Aksine tek tük popüler kültür ürününe dönüşen filmler vardır. “Kara Gölün Canavarı” (“The Creature from Black Lagoon”, 1954), “Jaws” (1975), “Piranha” (1978) ve “Işığın Bittiği Yer” (“The Abyss”, 1989) haricinde önemsenen bir denemeyle karşılaşmak güç. ‘Deniz yaratığı filmi’ alt türü, bu üretimlerle alt-alt türler açacak kadar ileri gitmişti. Ama özellikle ikincisinin ardılları daha fazla üredi.
“Derin Korku” (“Sea Fever”, 2019) da bu yolun yolcusu. Köpekbalığı-yaratık kırması bir öteki üzerinden gidiyor. Ancak 2020’de yapılan “Derin Sular” (“Underwater”) kadar işin profesyonel boyutunu da bir noktaya taşımıyor. Aksine “Deepstar Six” (1989), “Derinlikte Dehşet” (“Deep Rising”, 1998), “Kara Göl” (“Lake Placid”, 1999) “Meg” (2018), “Sweetheart” (2018) gibi başarısızlık abidelerinin arasına katılıyor.
Aslında işin gerçek bir canavar boyutunda “Yaratık” (“The Host”, 2006) çıkmasını beklemiyoruz. Ama en azından “Derin Korku” (“Deep Blue Sea”, 1999) gibi iyi, “Dagon” (2001) gibi el yüzü düzgün, “Karanlık Sular” (“The Shallows”, 2016) gibi ortalama bile olamıyor.
İRLANDA’DA GELENEK YOK
Neasa Hardiman, bir süper kahraman dizisi de yönetmişti. Burada da TV kafasına göre bir işe imza atıyor. Yaratık efektinin üzerine gitse de onun da Z-tipi bir şekilde karşımıza çıkarıyor. Bu durum da görüntü yönetmenin çöp haline destek veren bir şekilde gerçekleşiyor. “Jaws” hayranlığının mağduru olmuş büyük oranda.
İrlanda sinemasının korku geleneği yoktur. Ama son yıllarda bu türde tek tük üretimler yaptığı görülmüştü. Bu film bu durumu değiştirmeyecek gibi. Aksine bundan sonra bu konuda eylem sahibi olanlar “Derin Korku”ya bakıp ‘mı acaba’ deyip korkabilirler, uyaralım! “Humanoid from the Deep” (1980) gibi bir B-tipi bilinci burada arayınca ona da ulaşamıyoruz! En azından oradaki “Kara Gölün Canavarı” etkisinin ucuzluktan bir eğlence çıkardığına tanıklık etmiştik!
FİLMİN NOTU: 1.9
DENİZ YARATIĞI FİLMİ ALT TÜRÜNDE BİR YERE GELEMİYOR
Suyun altında yaşayan yaratıklar sinemada o kadar da yer etmemiştir. Aksine tek tük popüler kültür ürününe dönüşen filmler vardır. “Kara Gölün Canavarı” (“The Creature from Black Lagoon”, 1954), “Jaws” (1975), “Piranha” (1978) ve “Işığın Bittiği Yer” (“The Abyss”, 1989) haricinde önemsenen bir denemeyle karşılaşmak güç. ‘Deniz yaratığı filmi’ alt türü, bu üretimlerle alt-alt türler açacak kadar ileri gitmişti. Ama özellikle ikincisinin ardılları daha fazla üredi.
“Derin Korku” (“Sea Fever”, 2019) da bu yolun yolcusu. Köpekbalığı-yaratık kırması bir öteki üzerinden gidiyor. Ancak 2020’de yapılan “Derin Sular” (“Underwater”) kadar işin profesyonel boyutunu da bir noktaya taşımıyor. Aksine “Deepstar Six” (1989), “Derinlikte Dehşet” (“Deep Rising”, 1998), “Kara Göl” (“Lake Placid”, 1999) “Meg” (2018), “Sweetheart” (2018) gibi başarısızlık abidelerinin arasına katılıyor.
Aslında işin gerçek bir canavar boyutunda “Yaratık” (“The Host”, 2006) çıkmasını beklemiyoruz. Ama en azından “Derin Korku” (“Deep Blue Sea”, 1999) gibi iyi, “Dagon” (2001) gibi el yüzü düzgün, “Karanlık Sular” (“The Shallows”, 2016) gibi ortalama bile olamıyor.
İRLANDA’DA GELENEK YOK
Neasa Hardiman, bir süper kahraman dizisi de yönetmişti. Burada da TV kafasına göre bir işe imza atıyor. Yaratık efektinin üzerine gitse de onun da Z-tipi bir şekilde karşımıza çıkarıyor. Bu durum da görüntü yönetmenin çöp haline destek veren bir şekilde gerçekleşiyor. “Jaws” hayranlığının mağduru olmuş büyük oranda.
İrlanda sinemasının korku geleneği yoktur. Ama son yıllarda bu türde tek tük üretimler yaptığı görülmüştü. Bu film bu durumu değiştirmeyecek gibi. Aksine bundan sonra bu konuda eylem sahibi olanlar “Derin Korku”ya bakıp ‘mı acaba’ deyip korkabilirler, uyaralım! “Humanoid from the Deep” (1980) gibi bir B-tipi bilinci burada arayınca ona da ulaşamıyoruz! En azından oradaki “Kara Gölün Canavarı” etkisinin ucuzluktan bir eğlence çıkardığına tanıklık etmiştik!
'85 YAZI': OZON'DAN YEŞİLÇAM USULÜ GENÇLİK FİLMİ
FİLMİN NOTU: 4
|
Ozon'un yeni filminin yazısı için tıklayın: bit.ly/3p9bbXN
2020 FİZİKSEL VİZYONUNUN YILDIZ TABLOSU:
ACI KİRAZ: 2.5
AETHER: 6.7
AFTER PARAMPARÇA: 3.2
AİLE HÜKÜMETİ: 2.5
AJANLAR İŞ BAŞINDA (SPIES IN DISGUISE): 6.5
ANNELERİMİZ (NUESTRAS MADRES): 5.9
ANTEBELLUM: 6.9
AŞK TESADÜFLERİ SEVER 2: 4.6
BABA PARASI: 4.3
BACURAU: 5
BAD BOYS 3 (BAD BOYS FOR LIFE): 5.4
BAL ÜLKESİ (HONEYLAND): 3.5
BARBARLARI BEKLERKEN (WAITING FOR THE BARBARIANS): 6.6
BAYİ TOPLANTISI: 4.5
BIÇAKLAR ÇEKİLDİ (KNIVES OUT): 4
BİNA: 4.6
BİZ BÖYLEYİZ: 5.6
BİZİM SEMTİN ÇOCUKLARI: 2.5
BLOODSHOT: 4
BOYALI KUŞ (THE PAINTED BIRD): 6.7
BURASI CENNET OLMALI (IT MUST BE HEAVEN): 6.5
CATS: 5.5
DAVETSİZ (THE WRETCHED): 5.1
DAVID COPPERFIELD: 7.5
DERİN SULAR (UNDERWATER): 5.5
DOLITTLE: 4.8
ELTİLERİN SAVAŞI: 5.2
ELVEDA (THE FAREWELL): 2.6
FIRTINALI SOYGUN (FORCE OF NATURE): 3.2
GAMONYA ÜLKESİ: 4.8
GAREZ (THE GRUDGE): 3.8
GÖRÜNMEZ ADAM (INVISIBLE MAN): 6.3
GECE NÖBETİ (THE NIGHT CLERK): 5.7
HAYAL ADASI (FANTASY ISLAND): 4
HAYALLERİN PEŞİNDE (THE PEANUT BUTTER FALCON): 6.4
İLK AŞK (FIRST LOVE): 4.5
IP MAN 4: 3.7
JEXI: 5
JUDY: 3.8
KELLY ÇETESİ’NİN GERÇEK HİKAYESİ: 5.1
KİKİ LANET-İ CİN: 3.5
KİRPİ SONIC (SONIC THE HEDGEHOG): 3.4
KOVAN: 3.5
KULÜBE (THE SHED): 4.5
KUZULAR FİRARDA: UZAY PARKI (SHAUN THE SHEEP: FARMAGEDDON): 6.2
KÜÇÜK KADINLAR (LİTTLE WOMEN): 6.5
MASALLARDAN GERİYE KALAN: 2.8
MATTHIAS & MAXIME: 3.6
MENDİLİM KEKİK KOKUYOR: 2.9
KIZIM GİBİ KOKUYORSUN: 3.8
MISSING LINK: 5.5
MULAN: 5
MÜRİT (THE LODGE): 6.7
NUH TEPESİ: 4.5
ODA (THE ROOM): 5
ORMANDAKİ CADI (WITCHES IN THE WOODS): 2.6
ÖLÜ NÖBETİ (THE VIGIL): 5
PALM SPRINGS: 6.8
PATRON GİBİ (LIKE A BOSS): 3
PENINSULA: 4.5
PERİ AĞZI OLMAYAN KIZ: 5.5
POLAROID: 4.5
PRETORIA'DAN KAÇIŞ: 4.5
RADIOACTIVE: 4.5
RESMİ SIRLAR (OFFICIAL SECRETS): 3.5
SAKLI GERÇEKLER (LA VERITE): 5
SABİT KANCA: SON SORU: 1.9
SEBERG: 6
SEKİZ YÜZ: 6.7
SIFIR BİR: 3.9
SIRLAR KİTABI (LES TRADUCTEURS): 3.5
SİLAHLAR FORA (GUNS AKIMBO): 3.8
SONSUZLUK ÜZERİNE (ABOUT ENDLESSNESS): 6.5
ŞAHANE HAYALLER: 2.1
ŞEKER ÇOCUK (HONEY BOY): 5
ŞEYTANIN EL KİTABI (THE FIELD GUIDE TO EVIL): 5.5
ŞUURSUZ AŞK: 3.5
TAVŞAN JOJO (JOJO RABBIT): 4.3
TEK BAŞINA (ALONE): 5
THE GENTLEMEN: 6.2
TROLLS WORLD TOUR: 5.5
TÜRKLER GELİYOR: 2.6
UZUN ZAMAN ÖNCE: 3.2
VAHŞETİN ÇAĞRISI (THE CALL OF THE WILD): 3.5
VAHŞİ DOSTUM (MIA AND THE WHITE LION): 3.5
YENİ BAŞTAN (LA BELLE EPOQUE): 5.1
YENİ MUTANTLAR (NEW MUTANTS): 2.1
YIRTICI KUŞLAR (BIRDS OF PREY): 6.6
YOKUŞ AŞAĞI (DOWNHILL): 4
Y.KÖYÜ YE'CÜC ME'CÜC: 4
ZENGO: 3.8
ACI KİRAZ: 2.5
AETHER: 6.7
AFTER PARAMPARÇA: 3.2
AİLE HÜKÜMETİ: 2.5
AJANLAR İŞ BAŞINDA (SPIES IN DISGUISE): 6.5
ANNELERİMİZ (NUESTRAS MADRES): 5.9
ANTEBELLUM: 6.9
AŞK TESADÜFLERİ SEVER 2: 4.6
BABA PARASI: 4.3
BACURAU: 5
BAD BOYS 3 (BAD BOYS FOR LIFE): 5.4
BAL ÜLKESİ (HONEYLAND): 3.5
BARBARLARI BEKLERKEN (WAITING FOR THE BARBARIANS): 6.6
BAYİ TOPLANTISI: 4.5
BIÇAKLAR ÇEKİLDİ (KNIVES OUT): 4
BİNA: 4.6
BİZ BÖYLEYİZ: 5.6
BİZİM SEMTİN ÇOCUKLARI: 2.5
BLOODSHOT: 4
BOYALI KUŞ (THE PAINTED BIRD): 6.7
BURASI CENNET OLMALI (IT MUST BE HEAVEN): 6.5
CATS: 5.5
DAVETSİZ (THE WRETCHED): 5.1
DAVID COPPERFIELD: 7.5
DERİN SULAR (UNDERWATER): 5.5
DOLITTLE: 4.8
ELTİLERİN SAVAŞI: 5.2
ELVEDA (THE FAREWELL): 2.6
FIRTINALI SOYGUN (FORCE OF NATURE): 3.2
GAMONYA ÜLKESİ: 4.8
GAREZ (THE GRUDGE): 3.8
GÖRÜNMEZ ADAM (INVISIBLE MAN): 6.3
GECE NÖBETİ (THE NIGHT CLERK): 5.7
HAYAL ADASI (FANTASY ISLAND): 4
HAYALLERİN PEŞİNDE (THE PEANUT BUTTER FALCON): 6.4
İLK AŞK (FIRST LOVE): 4.5
IP MAN 4: 3.7
JEXI: 5
JUDY: 3.8
KELLY ÇETESİ’NİN GERÇEK HİKAYESİ: 5.1
KİKİ LANET-İ CİN: 3.5
KİRPİ SONIC (SONIC THE HEDGEHOG): 3.4
KOVAN: 3.5
KULÜBE (THE SHED): 4.5
KUZULAR FİRARDA: UZAY PARKI (SHAUN THE SHEEP: FARMAGEDDON): 6.2
KÜÇÜK KADINLAR (LİTTLE WOMEN): 6.5
MASALLARDAN GERİYE KALAN: 2.8
MATTHIAS & MAXIME: 3.6
MENDİLİM KEKİK KOKUYOR: 2.9
KIZIM GİBİ KOKUYORSUN: 3.8
MISSING LINK: 5.5
MULAN: 5
MÜRİT (THE LODGE): 6.7
NUH TEPESİ: 4.5
ODA (THE ROOM): 5
ORMANDAKİ CADI (WITCHES IN THE WOODS): 2.6
ÖLÜ NÖBETİ (THE VIGIL): 5
PALM SPRINGS: 6.8
PATRON GİBİ (LIKE A BOSS): 3
PENINSULA: 4.5
PERİ AĞZI OLMAYAN KIZ: 5.5
POLAROID: 4.5
PRETORIA'DAN KAÇIŞ: 4.5
RADIOACTIVE: 4.5
RESMİ SIRLAR (OFFICIAL SECRETS): 3.5
SAKLI GERÇEKLER (LA VERITE): 5
SABİT KANCA: SON SORU: 1.9
SEBERG: 6
SEKİZ YÜZ: 6.7
SIFIR BİR: 3.9
SIRLAR KİTABI (LES TRADUCTEURS): 3.5
SİLAHLAR FORA (GUNS AKIMBO): 3.8
SONSUZLUK ÜZERİNE (ABOUT ENDLESSNESS): 6.5
ŞAHANE HAYALLER: 2.1
ŞEKER ÇOCUK (HONEY BOY): 5
ŞEYTANIN EL KİTABI (THE FIELD GUIDE TO EVIL): 5.5
ŞUURSUZ AŞK: 3.5
TAVŞAN JOJO (JOJO RABBIT): 4.3
TEK BAŞINA (ALONE): 5
THE GENTLEMEN: 6.2
TROLLS WORLD TOUR: 5.5
TÜRKLER GELİYOR: 2.6
UZUN ZAMAN ÖNCE: 3.2
VAHŞETİN ÇAĞRISI (THE CALL OF THE WILD): 3.5
VAHŞİ DOSTUM (MIA AND THE WHITE LION): 3.5
YENİ BAŞTAN (LA BELLE EPOQUE): 5.1
YENİ MUTANTLAR (NEW MUTANTS): 2.1
YIRTICI KUŞLAR (BIRDS OF PREY): 6.6
YOKUŞ AŞAĞI (DOWNHILL): 4
Y.KÖYÜ YE'CÜC ME'CÜC: 4
ZENGO: 3.8