BEN AFFLECK: 'BİR YIL BOYUNCA BİR SUÇLUYU TAKİP ETTİM'
24/09/2010 - Habertürk
|
35. Toronto Film Festivali kapsamında dünya prömiyeri yapılan
“Hırsızlar Şehri”, etkinliğin en çok beğenilen eserlerinden biri oldu.
Ben Affleck’in yönetip başrolünde oynadığı yapıt, dünyanın soygun merkezi
olarak nam salan Boston’un Charlestown kentinde bir soyguncu timinin
hikayesine odaklanıyor. Jeremy Renner’dan Blake Lively’e, Jon Hamm’den
Rebecca Hall’a uzanan bir oyuncu kadrosuna sahip olan film, bu sezonun
Oscar yarışında adı geçecek filmlerin de arasında. Ülkemizde Aralık'ta
vizyona girecek olan “Hırsızlar Şehri”nin oyuncu-yönetmeni Ben Affleck
ile çok yönlü kariyeri üzerine konuştuk.
2007’de çektiği trajik bir çocuk olayıyla ilgili polisiye “Kızımı Kurtarın” (“Gone Baby Gone”) ile büyük beğeni toplayan Ben Affleck, ikinci filmi “Hırsızlar Şehri” (“The Town”, 2010) ile çıtayı daha da yukarılara çekiyor. Öyle ki burada Boston’un içinden bir soygun, gangsterlik ve insanlık hikayesi anlatırken sinemasal anlamda derin analizlere açılıyor. “Can Dostum” (“Good Will Hunting”, 1997) ile bir de senaryo Oscar’ı bulunduran 30 senelik bir kariyere sahip olan Ben Affleck, “Hırsızlar Şehri”nin dünya galası vesilesiyle katıldığı 35. Toronto Film Festivali’nde sorularımızı yanıtladı.
“WARREN BEATTY’DEN ÖĞÜT ALDIM”
Oyuncu-yönetmen olmanın zorlukları neler?
Aslında kameranın nasıl duracağını ve neleri çekeceğini en baştan ayarlıyorsunuz. Sonra her şey kurgu odasına kalıyor. Nihai sonuca orada ulaşıyorsunuz. Ama oynarken yönetmenin zorlukları da var. Oyunculuğa fazla kaptırmamanız lazım. Kendinizi geri çekmeniz gerekiyor. Zaten birçok oyunculuktan yönetmenliğe geçen isimle konuşup araştırma yaptım. Hem de Warren Beatty ve Kevin Costner gibi efsaneleşen kişilerle... “Kurtlarla Dans” (“Dances with Wolves”, 1991) da halen en sevdiğim filmdir. Hepsi de oyunculuğumun iyi olduğunu düşünüp tek tekrar yaparsam başımın belaya girebileceğini söyledi. Ben de bu tavsiyeye uydum örneğin. Gerektiğinde beş çekim bile yaptım öylesi talihsiz bir durumla karşılaşmamak için…
Filmde soygun sahneleri görünüşe göre çok karmaşık. Üstelik onlardan üç tane var. Bu konuda sıkıntı yaşadınız mı?
Aslında herkesi toplayıp ‘Sen burada duracaksın, sen şurada duracaksın’ falan gibi bir yönlendirme yaptım. Yani çekime planlı girdim. Hareket edecekleri yerleri de söyledim. Gerisi doğaçlama gelişti. Ama gayet iyi sonuç aldık onu söyleyebilirim. Bu da iyi aktörlerle çalışmakla ilgili zaten.
Bir suçluyu oynamak nasıldı?
Bir yıl boyunca bir suçluyu takip ettim. Bunu egzersiz olsun diye yaptım. Günüme öyle başlıyordum. Sonra da özdeşleştim. Zaten baştan beri tam bana göre bir rol idi. Bir suçlu ile şans eseri karşılaşmıştım ve film de öyle çıktı.
“KENDİMİ YÖNETMEN OLARAK GÖRMÜYORUM"
Kendi şehrinizde film çekmek nasıl?
Bu bir sorumluluk katıyor yaptığınız şeye. Başka bir şehirde çekseniz çekimler bittikten sonra her şeyi bırakıp gidebilirsiniz. Burada ise aile ve diğer akrabalara anlatıyorsunuz her şeyin niye yapıldığını. Ama odaklandığınız zaman oluyor tabii ki istediğiniz gibi. En son “Company Men”i çektik. “Hırsızlar Şehri”, dördüncü filmim oldu Boston’da. Oraya zaman geçtikçe daha da alışıyorum. Bunun devamında vicdan azabı da azalıyor.
Boston halkı nasıl karşılayacak bunu?
Aslında kendilerini görecekler. ‘Biz nasıl hareket ediyoruz ve yaşıyormuşuz!’ diye düşünücekler. Belki iç dünyaları ortaya çıktığı, perdeye yansıdığı için rahatsız olacaklar ama bunun gözükmesinden de memnun kalacaklar sonradan.
“Kızımı Kurtarın”dan sonra neler değişti sizin için?
Kendi çapımda çalışmaya çabalıyorum. Çok kararlı olmalı ve birçok şeyde iddialaşmalısınız. Böylece istediğinize ulaşabilirsiniz. Şu anda kendimi yönetmen olarak göremem. Zamanla o noktaya gelip ‘sanatçı’ kisvesiyle anılabilirim belki. Bunu ümit ediyorum.
“ESAS OLAN SOYGUN FİLMİNİN KALIPLARINI BİLMEK”
Film soygun filmi ile gangster filmi arasında gidip geliyor. Türsel olarak nasıl bir yol izlediniz?
Evet her iki alandan da besleniyor. İstediğinizi çıkarabilirsiniz. Ama bir yerde de hikaye anlatma zorunluluğunuz vardır. “Büyük Hesaplaşma” (“Heat”, 1995), “İtalyan İşi” (“The Italian Job”, 2003), “Banka İşi” (“The Bank Job”, 2007), “Gomorrah” (2008) gibi başarılı örnekler var. Bunların yüksek bir düzeye gelmesi için de türlerin gelenekleriyle oynamaları gerekiyor. Hepsi de bunu kendi ölçülerinde başarıya ulaştıran filmler. Bunun için de çok dikkat çekici bir dönüş ve değişiklik bulmalısınız. Bu gelişen bir olay örgüsü, karakter veya başka küçük bir şey de olabilir. Bütün motiflerdir bunu ilginç yapan. Karakter draması ve esaret önemlidir. Soygun yapma bir ticarettir Avrupa’da veya başka yerde. “Kasaba”da da bunu farklı bir yere oturtmaya çalıştım. Alışık olunmayan bir yorum kattım.
Boston’un soygun şehri olduğu konusunda önceden neler biliyordunuz?
Aslında sadece duymuştum. Fazla bir şey bilmiyordum. Ama araştırdığımda, FBI dosyaları sağolsun, 90’ların Amerika’sında yükselen suç orantısıyla bağlantılı olduğu gerçeğine ulaştım. İtiraf etmek gerekirse çok da dibine inmedim. Çünkü kişisel bir yorum katmak istiyordum.
Oynadığınız karakter sizin esas karakterinizden çok farklı. Onu perdeye yansıtırken nelere dikkat ettiniz?
Bir kere etrafına, sonrasında ise oturuşuna ve ince hareketlerine odaklandım. Aşk yoluyla esareti bulması, ailesini satması gibi konularda nasıl davranacağını çözmeye çalıştım.
“GELECEĞE DÖNÜŞ, HAYATIMIN FİLMİ İDİ”
Kariyerinize nasıl başladınız?
30 sene önce bir TV dizisiyle. İlk izlediğim film “Fantasia” idi. Çok korkutucu idi o zamanlar. Zaten “Sihirbazın Çırağı”na (“The Sorcerer’s Apprentice”, 2010) da esin kaynağı oldu. Beş yaşımda “Star Wars”u (1977) izledim. Sonra 10 yaşımda “Geleceğe Dönüş”ü (“Back to the Future”, 1985) seyrettiğimde ‘Bu hayatımda gördüğüm en iyi film!’ diye bağırdığımı hatırlıyorum. Çok fazla seçim yapma şansım yoktu. Çocuk yaşta öyle girdim bu piyasaya. Bu iş için doğmuşum herhalde. Bu bendim. Başka bir yaşam düşünemiyordum. O zamanlar okulda geçirdiğim zaman dilimleri, arkadaşlarım ve daha nicesi beni oyunculuğa itti.
İkinci filminizin ilkinden iyi olduğunu düşünüyor musunuz?
Aslında “Kızımı Kurtarın” (“Gone Baby Gone”, 2007) da iyiydi. Zaten şu anda kendimi gerçek anlamda iyi bir yönetmen olarak görmüyorum. Bunun için zamana ve seçilen projelerin kaliteli seyretmesine ihtiyaç vardı. Şu anda kariyerimi ilerletmeyi düşünüyorum. Oyunculuğu da unutmayacağım tabii, şu sıralar boşlamış olsam dahi…
Büyük rollerde oynamayı düşünüyor musunuz?
Arketipik karakterlerde, farklı filmlerde oynarım. Stüdyo filmi, bağımsız film farketmez. Bağımsız film, bilimkurgu olabilir, komedi olabilir. Stüdyo filmi olup aynı zamanda drama da olabilir. Bu belli olmaz. Kaliteye bağlı. Bu konuda bir şey söylemek, kesin bir yargıda bulunmak doğru değil. Projeyi gördüğünüzde karar verirsiniz. Ama çalışmayı seviyorum elbette..
2007’de çektiği trajik bir çocuk olayıyla ilgili polisiye “Kızımı Kurtarın” (“Gone Baby Gone”) ile büyük beğeni toplayan Ben Affleck, ikinci filmi “Hırsızlar Şehri” (“The Town”, 2010) ile çıtayı daha da yukarılara çekiyor. Öyle ki burada Boston’un içinden bir soygun, gangsterlik ve insanlık hikayesi anlatırken sinemasal anlamda derin analizlere açılıyor. “Can Dostum” (“Good Will Hunting”, 1997) ile bir de senaryo Oscar’ı bulunduran 30 senelik bir kariyere sahip olan Ben Affleck, “Hırsızlar Şehri”nin dünya galası vesilesiyle katıldığı 35. Toronto Film Festivali’nde sorularımızı yanıtladı.
“WARREN BEATTY’DEN ÖĞÜT ALDIM”
Oyuncu-yönetmen olmanın zorlukları neler?
Aslında kameranın nasıl duracağını ve neleri çekeceğini en baştan ayarlıyorsunuz. Sonra her şey kurgu odasına kalıyor. Nihai sonuca orada ulaşıyorsunuz. Ama oynarken yönetmenin zorlukları da var. Oyunculuğa fazla kaptırmamanız lazım. Kendinizi geri çekmeniz gerekiyor. Zaten birçok oyunculuktan yönetmenliğe geçen isimle konuşup araştırma yaptım. Hem de Warren Beatty ve Kevin Costner gibi efsaneleşen kişilerle... “Kurtlarla Dans” (“Dances with Wolves”, 1991) da halen en sevdiğim filmdir. Hepsi de oyunculuğumun iyi olduğunu düşünüp tek tekrar yaparsam başımın belaya girebileceğini söyledi. Ben de bu tavsiyeye uydum örneğin. Gerektiğinde beş çekim bile yaptım öylesi talihsiz bir durumla karşılaşmamak için…
Filmde soygun sahneleri görünüşe göre çok karmaşık. Üstelik onlardan üç tane var. Bu konuda sıkıntı yaşadınız mı?
Aslında herkesi toplayıp ‘Sen burada duracaksın, sen şurada duracaksın’ falan gibi bir yönlendirme yaptım. Yani çekime planlı girdim. Hareket edecekleri yerleri de söyledim. Gerisi doğaçlama gelişti. Ama gayet iyi sonuç aldık onu söyleyebilirim. Bu da iyi aktörlerle çalışmakla ilgili zaten.
Bir suçluyu oynamak nasıldı?
Bir yıl boyunca bir suçluyu takip ettim. Bunu egzersiz olsun diye yaptım. Günüme öyle başlıyordum. Sonra da özdeşleştim. Zaten baştan beri tam bana göre bir rol idi. Bir suçlu ile şans eseri karşılaşmıştım ve film de öyle çıktı.
“KENDİMİ YÖNETMEN OLARAK GÖRMÜYORUM"
Kendi şehrinizde film çekmek nasıl?
Bu bir sorumluluk katıyor yaptığınız şeye. Başka bir şehirde çekseniz çekimler bittikten sonra her şeyi bırakıp gidebilirsiniz. Burada ise aile ve diğer akrabalara anlatıyorsunuz her şeyin niye yapıldığını. Ama odaklandığınız zaman oluyor tabii ki istediğiniz gibi. En son “Company Men”i çektik. “Hırsızlar Şehri”, dördüncü filmim oldu Boston’da. Oraya zaman geçtikçe daha da alışıyorum. Bunun devamında vicdan azabı da azalıyor.
Boston halkı nasıl karşılayacak bunu?
Aslında kendilerini görecekler. ‘Biz nasıl hareket ediyoruz ve yaşıyormuşuz!’ diye düşünücekler. Belki iç dünyaları ortaya çıktığı, perdeye yansıdığı için rahatsız olacaklar ama bunun gözükmesinden de memnun kalacaklar sonradan.
“Kızımı Kurtarın”dan sonra neler değişti sizin için?
Kendi çapımda çalışmaya çabalıyorum. Çok kararlı olmalı ve birçok şeyde iddialaşmalısınız. Böylece istediğinize ulaşabilirsiniz. Şu anda kendimi yönetmen olarak göremem. Zamanla o noktaya gelip ‘sanatçı’ kisvesiyle anılabilirim belki. Bunu ümit ediyorum.
“ESAS OLAN SOYGUN FİLMİNİN KALIPLARINI BİLMEK”
Film soygun filmi ile gangster filmi arasında gidip geliyor. Türsel olarak nasıl bir yol izlediniz?
Evet her iki alandan da besleniyor. İstediğinizi çıkarabilirsiniz. Ama bir yerde de hikaye anlatma zorunluluğunuz vardır. “Büyük Hesaplaşma” (“Heat”, 1995), “İtalyan İşi” (“The Italian Job”, 2003), “Banka İşi” (“The Bank Job”, 2007), “Gomorrah” (2008) gibi başarılı örnekler var. Bunların yüksek bir düzeye gelmesi için de türlerin gelenekleriyle oynamaları gerekiyor. Hepsi de bunu kendi ölçülerinde başarıya ulaştıran filmler. Bunun için de çok dikkat çekici bir dönüş ve değişiklik bulmalısınız. Bu gelişen bir olay örgüsü, karakter veya başka küçük bir şey de olabilir. Bütün motiflerdir bunu ilginç yapan. Karakter draması ve esaret önemlidir. Soygun yapma bir ticarettir Avrupa’da veya başka yerde. “Kasaba”da da bunu farklı bir yere oturtmaya çalıştım. Alışık olunmayan bir yorum kattım.
Boston’un soygun şehri olduğu konusunda önceden neler biliyordunuz?
Aslında sadece duymuştum. Fazla bir şey bilmiyordum. Ama araştırdığımda, FBI dosyaları sağolsun, 90’ların Amerika’sında yükselen suç orantısıyla bağlantılı olduğu gerçeğine ulaştım. İtiraf etmek gerekirse çok da dibine inmedim. Çünkü kişisel bir yorum katmak istiyordum.
Oynadığınız karakter sizin esas karakterinizden çok farklı. Onu perdeye yansıtırken nelere dikkat ettiniz?
Bir kere etrafına, sonrasında ise oturuşuna ve ince hareketlerine odaklandım. Aşk yoluyla esareti bulması, ailesini satması gibi konularda nasıl davranacağını çözmeye çalıştım.
“GELECEĞE DÖNÜŞ, HAYATIMIN FİLMİ İDİ”
Kariyerinize nasıl başladınız?
30 sene önce bir TV dizisiyle. İlk izlediğim film “Fantasia” idi. Çok korkutucu idi o zamanlar. Zaten “Sihirbazın Çırağı”na (“The Sorcerer’s Apprentice”, 2010) da esin kaynağı oldu. Beş yaşımda “Star Wars”u (1977) izledim. Sonra 10 yaşımda “Geleceğe Dönüş”ü (“Back to the Future”, 1985) seyrettiğimde ‘Bu hayatımda gördüğüm en iyi film!’ diye bağırdığımı hatırlıyorum. Çok fazla seçim yapma şansım yoktu. Çocuk yaşta öyle girdim bu piyasaya. Bu iş için doğmuşum herhalde. Bu bendim. Başka bir yaşam düşünemiyordum. O zamanlar okulda geçirdiğim zaman dilimleri, arkadaşlarım ve daha nicesi beni oyunculuğa itti.
İkinci filminizin ilkinden iyi olduğunu düşünüyor musunuz?
Aslında “Kızımı Kurtarın” (“Gone Baby Gone”, 2007) da iyiydi. Zaten şu anda kendimi gerçek anlamda iyi bir yönetmen olarak görmüyorum. Bunun için zamana ve seçilen projelerin kaliteli seyretmesine ihtiyaç vardı. Şu anda kariyerimi ilerletmeyi düşünüyorum. Oyunculuğu da unutmayacağım tabii, şu sıralar boşlamış olsam dahi…
Büyük rollerde oynamayı düşünüyor musunuz?
Arketipik karakterlerde, farklı filmlerde oynarım. Stüdyo filmi, bağımsız film farketmez. Bağımsız film, bilimkurgu olabilir, komedi olabilir. Stüdyo filmi olup aynı zamanda drama da olabilir. Bu belli olmaz. Kaliteye bağlı. Bu konuda bir şey söylemek, kesin bir yargıda bulunmak doğru değil. Projeyi gördüğünüzde karar verirsiniz. Ama çalışmayı seviyorum elbette..