ARINMA SANTRALİNDE TUTKUNUN ADI
10/04/2014 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 5.5
|
Rebecca Zlotowski 2010’da çektiği “Belle Epine”in ardından ikinci filminde de Léa Seydoux ile beraber çalışıyor. 1985’li oyuncunun tehlikeli tarafından ziyade cinsel tutku, ihtiras yüklü kimliğini kullanıyor. Oradaki ‘gençlik döneminde cinsel arayış’a odaklandıktan sonra bu kez bir nükleer santralin etrafında oluşan ‘yasak ilişki’nin oluklarına bakıyor.
Gerçek bir ‘patronumun eşiyle yattım’ mizanseni sunan eser, esasen yakışıklı, yırtık ve asi görünümlü Tahar Rahim’in peşine takılıyor. Onun radyasyona maruz kalıp ‘arınma’ arzusuna kapılması ana mevzuya dönüşüyor. Yüksek volümlü müzikle başlayan tren sekansı ve büyük kırmızı puntolu oyuncu isimleri ‘start’ olarak bir şeylerin sözünü veriyor. Bunun devamında ise aslında Zlotowski ana eksenin dışına çok çıkmıyor.
Ne cinsel ilişkiye fazlaca kayıp tabuları zorlamak, ne santralin ruhsal etkisi üzerine kurulu bir anti-felaket mizansenine bağlı kalmak, ne de aşk üçgeninin suç ile sarsılmasına bakmak istiyor. Aksine aradan yolunu bulan tutkunun, silkelenmenin Seydoux ile Rahim üzerinden çakışmasına bakış atıyor. Aslında görüntü yönetmeni ve kurgucusu ile ikinci kez çalışan yönetmen namına filmin fazla sıkıntısı yok. Nokta atışı şarkılar da bu duruma destek veriyor.
İşçi sınıfı temsili ise belli oranda Ken Loach geleneğine yasak ilişki filmi geçiren bir formül deniyor. Seydoux’nun tüm seksiliğine karşın teşhirciliğe malzeme olmaması, seks sahnelerinin de sevişme safhasındaki heyecanla halledilmesi filmin ruhsal boyutunu anlamlandırıyor.
Özellikle yükselen müziğin ve ses efektlerinin, santralde olup bitenlerin tutkuya sızmasını anlatması, ‘ayakları üzerinde durmayan ilişki’nin adını koyuyor. Ucu sürekli dursa da hiçbir şekilde uzun vadeli olamayacak günlük bir tutkunun tanımı yapılıyor. Rahim ile Seydoux’nun uyumuyla her şeyi yerli yerine oturuyor. Ama Zlotowski’nin radyasyonu sinemasal açıdan iyi ve planlı kullanamadığı, çok özgün şeyler sunmadığı kesin. Ya da “Nükleer Santral” (“Grand Central”, 2013) 94 dakikalık süresine göre biraz fazla iddialı duruyor.
Gerçek bir ‘patronumun eşiyle yattım’ mizanseni sunan eser, esasen yakışıklı, yırtık ve asi görünümlü Tahar Rahim’in peşine takılıyor. Onun radyasyona maruz kalıp ‘arınma’ arzusuna kapılması ana mevzuya dönüşüyor. Yüksek volümlü müzikle başlayan tren sekansı ve büyük kırmızı puntolu oyuncu isimleri ‘start’ olarak bir şeylerin sözünü veriyor. Bunun devamında ise aslında Zlotowski ana eksenin dışına çok çıkmıyor.
Ne cinsel ilişkiye fazlaca kayıp tabuları zorlamak, ne santralin ruhsal etkisi üzerine kurulu bir anti-felaket mizansenine bağlı kalmak, ne de aşk üçgeninin suç ile sarsılmasına bakmak istiyor. Aksine aradan yolunu bulan tutkunun, silkelenmenin Seydoux ile Rahim üzerinden çakışmasına bakış atıyor. Aslında görüntü yönetmeni ve kurgucusu ile ikinci kez çalışan yönetmen namına filmin fazla sıkıntısı yok. Nokta atışı şarkılar da bu duruma destek veriyor.
İşçi sınıfı temsili ise belli oranda Ken Loach geleneğine yasak ilişki filmi geçiren bir formül deniyor. Seydoux’nun tüm seksiliğine karşın teşhirciliğe malzeme olmaması, seks sahnelerinin de sevişme safhasındaki heyecanla halledilmesi filmin ruhsal boyutunu anlamlandırıyor.
Özellikle yükselen müziğin ve ses efektlerinin, santralde olup bitenlerin tutkuya sızmasını anlatması, ‘ayakları üzerinde durmayan ilişki’nin adını koyuyor. Ucu sürekli dursa da hiçbir şekilde uzun vadeli olamayacak günlük bir tutkunun tanımı yapılıyor. Rahim ile Seydoux’nun uyumuyla her şeyi yerli yerine oturuyor. Ama Zlotowski’nin radyasyonu sinemasal açıdan iyi ve planlı kullanamadığı, çok özgün şeyler sunmadığı kesin. Ya da “Nükleer Santral” (“Grand Central”, 2013) 94 dakikalık süresine göre biraz fazla iddialı duruyor.