'THE VAST OF NIGHT': SOĞUK SAVAŞ FONLU BİR PARANOYA TİYATROSU
FİLMİN NOTU: 6.9
|
1950’lerin uzaylı istilası filmlerine saygı duruşunda bulunan retro dokulu bir yapıt. “The Vast of Night”, Corman-Shyamalan usulü Soğuk Savaş fonlu bir paranoya tiyatrosu. Şaşkına çeviren atmosfer becerisiyle cezbediyor.
ROSWELL VE SPUTNIK ARKA PLANLI BİR PARANOYA TİYATROSU
1950-1960 arası Hollywood’da uzaylı istilası filmleri modaydı. Genelde Soğuk-Nükleer Savaş’ı içine alan öteki-insan çatışmasından yürüyordu. Bu süreçte “Quatermass Xperiment” (1955), “Ceset Yiyenlerin İstilası” (“Invasion of Body Snatchers”, 1956), “Büyüyen Canavar” (“The Blob”, 1958) yaratıcı serileri başlatmışlardı. İçine uzaylı giren insanlardan sıvı şeklindeki öteki tanımına birçok alt tür üredi. Bunların ucuz efektlere karşın klasiğe veya külte dönüştüğü görüldü.
“The Vast of Night”, 1950’lerde New Mexico eyaletinde geçiyor, o döneme saygı duruşunda bulunuyor. Roswell’de 1947’de yaşanan UFO vakası ve 1957’deki Sputnik krizini arkasına almak için bir zaman-mekan ilişkisi belirliyor. Bunun katkısıyla da aslında bir çeşit ‘paranoya’ tiyatrosu inşa ediyor.
O zamanlar çekilen bir The Twilight Zone bölümü gibi yapıyor. Dizinin adını siyah-beyazda ‘Paradoks Tiyatrosu’ koyup 2.40:1’in ortasındaki RED Epic'ten Super 35'e transfer edilen retro dokulu görüntüyü de anlamlandırıyor. Büyük oranda oradan ilerleyerek de bizi 'oyun içinde oyun'a sokuyor. ‘Paranoya’ duygusunu tattıran bir renkli filme dönüşüyor.
TRUMP DÖNEMİNİN ‘THE INTRUDER’I MI OLACAK?
Andrew Patterson, Şilili görüntü yönetmeni M.I. Littin-Menz’den destek alarak sanki 1960’larda Roger Corman’ın bütün alt türleri gerçekçi hale getirdiği döneme oynuyor. O yıllarda eğip büken tür denemelerini devreye sokuyor. Yönetmenin “The Intruder” (1962) adlı öteki tanımını değiştiren, bu alt türün doğaüstü tarafını devre dışı bırakan muhalif filmini akla getiriyor.
Orada William Shatner’ın oynadığı ırkçı bir beyazın ‘anti-uzaylı’ konumunda bir kasabaya gelmesiyle olanlar ele alınmıştı. Siyahlara karşı şiddeti körüklemesiyle aslında alt türün ilkel siyah-beyaz ayrımı değişmişti. Film, düşük temposu ve sade yapısıyla dikkat çekerek akıllara durgunluk vermişti. McCarthy yerine konan ana karakteriyle o dönemin korkusunu hissettirmişti. Ama onun omurgasına ‘radyo mesajları’yla “Mesaj” (“Contact”, 1997) yerleştiriliyor sanki.
ROSWELL VE SPUTNIK ARKA PLANLI BİR PARANOYA TİYATROSU
1950-1960 arası Hollywood’da uzaylı istilası filmleri modaydı. Genelde Soğuk-Nükleer Savaş’ı içine alan öteki-insan çatışmasından yürüyordu. Bu süreçte “Quatermass Xperiment” (1955), “Ceset Yiyenlerin İstilası” (“Invasion of Body Snatchers”, 1956), “Büyüyen Canavar” (“The Blob”, 1958) yaratıcı serileri başlatmışlardı. İçine uzaylı giren insanlardan sıvı şeklindeki öteki tanımına birçok alt tür üredi. Bunların ucuz efektlere karşın klasiğe veya külte dönüştüğü görüldü.
“The Vast of Night”, 1950’lerde New Mexico eyaletinde geçiyor, o döneme saygı duruşunda bulunuyor. Roswell’de 1947’de yaşanan UFO vakası ve 1957’deki Sputnik krizini arkasına almak için bir zaman-mekan ilişkisi belirliyor. Bunun katkısıyla da aslında bir çeşit ‘paranoya’ tiyatrosu inşa ediyor.
O zamanlar çekilen bir The Twilight Zone bölümü gibi yapıyor. Dizinin adını siyah-beyazda ‘Paradoks Tiyatrosu’ koyup 2.40:1’in ortasındaki RED Epic'ten Super 35'e transfer edilen retro dokulu görüntüyü de anlamlandırıyor. Büyük oranda oradan ilerleyerek de bizi 'oyun içinde oyun'a sokuyor. ‘Paranoya’ duygusunu tattıran bir renkli filme dönüşüyor.
TRUMP DÖNEMİNİN ‘THE INTRUDER’I MI OLACAK?
Andrew Patterson, Şilili görüntü yönetmeni M.I. Littin-Menz’den destek alarak sanki 1960’larda Roger Corman’ın bütün alt türleri gerçekçi hale getirdiği döneme oynuyor. O yıllarda eğip büken tür denemelerini devreye sokuyor. Yönetmenin “The Intruder” (1962) adlı öteki tanımını değiştiren, bu alt türün doğaüstü tarafını devre dışı bırakan muhalif filmini akla getiriyor.
Orada William Shatner’ın oynadığı ırkçı bir beyazın ‘anti-uzaylı’ konumunda bir kasabaya gelmesiyle olanlar ele alınmıştı. Siyahlara karşı şiddeti körüklemesiyle aslında alt türün ilkel siyah-beyaz ayrımı değişmişti. Film, düşük temposu ve sade yapısıyla dikkat çekerek akıllara durgunluk vermişti. McCarthy yerine konan ana karakteriyle o dönemin korkusunu hissettirmişti. Ama onun omurgasına ‘radyo mesajları’yla “Mesaj” (“Contact”, 1997) yerleştiriliyor sanki.
BASKETBOL SALONUNDAKİ KAYDIRMALAR ŞAŞKINA ÇEVİRİYOR
Sinematografik açıdan kaydırılan uzun planların ve plan sekansların hakimiyeti aslında konuşmalarla yüklü bir ‘radyo tiyatrosu uyarlaması’ hissi yaratıyor. Bu durum da aşırı bilinçli bir yapısal tercih. İkili planların ve karenin bir kenarında duran tiplemelerin üzerine gitme arzusu var. Özellikle basketbol salonundaki kaydırmalar şaşkına çeviriyor.
İsmiden de yola çıkmamızı sağlayan ‘gecenin uçsuz bucaksız’ yerlerine doğru sürükleyen 90 dakikalık bir The Twilight Zone bölümü gibi hareket ediyor film. Bunu yaparken de aslında DJ ve santral memuru tiplemelerinin etkileşimi de ses üzerinden akıl almaz bir gerilime malzeme olmamızı sağlıyor. İşin içine bu türde bildiğimiz imgeleri de kelimeleri de sokuyor üstelik kıvrak zekasıyla...
Sinematografik açıdan kaydırılan uzun planların ve plan sekansların hakimiyeti aslında konuşmalarla yüklü bir ‘radyo tiyatrosu uyarlaması’ hissi yaratıyor. Bu durum da aşırı bilinçli bir yapısal tercih. İkili planların ve karenin bir kenarında duran tiplemelerin üzerine gitme arzusu var. Özellikle basketbol salonundaki kaydırmalar şaşkına çeviriyor.
İsmiden de yola çıkmamızı sağlayan ‘gecenin uçsuz bucaksız’ yerlerine doğru sürükleyen 90 dakikalık bir The Twilight Zone bölümü gibi hareket ediyor film. Bunu yaparken de aslında DJ ve santral memuru tiplemelerinin etkileşimi de ses üzerinden akıl almaz bir gerilime malzeme olmamızı sağlıyor. İşin içine bu türde bildiğimiz imgeleri de kelimeleri de sokuyor üstelik kıvrak zekasıyla...
‘MESAJ’, ‘EVRENİN SIRRI’ VE ‘FREKANS’ İLE KARDEŞLİK İLİŞKİSİ KURUYOR
WOTW adını alan radyonun “Dünyalar Çapışıyor” (“The War of the Worlds”, 1953) adlı Spielberg tarafından yeniden çevrime de dönüştürülen emperyalist uzaylı istilası filmine gönderme olduğu çok açık. ‘Encounter’ teriminin adı çokça geçiyor. “Tehlikeli İlişkiler” (“Close Encounters of the Third Kind”, 1977) bu yaklaşımla akla gelen ilk film. Bu durum da finale doğru yolculukta o ‘ışının tehlike yarattığı uzaylı istilası filmi’ alt-alt türüne yolculuğu duyuruyor büyük oranda aslında.
Filmin radyo başında geçen dramatik yapısı Zemeckis’in “Mesaj”ı, Twohy’nin “Evrenin Sırrı” (“The Arrival”, 1996) ve Hoblit’nin “Frekans”ı (“Frequency”, 2000) ile de yakın akrabalık kuruyor. Radyo başında sakin bir şekilde durmak bir formüle dönüşüyor. Seslerin ve dalgaların beklenmesiyle de aslında 'gotik bir gerilim' yanılsamasına sürükleniyoruz. Bu duruma ikili besteci ekibinin de incelikli müzik ezgileri destek veriyor. New Mexico’daki bu istilaya yüz tutmuş kasabanın derinliklerine dair yorumda bulunulmasını bekliyoruz.
ROGER CORMAN’IN YERİNE OYNUYOR
Patterson, Corman’dan destek alan bir reji sözü veriyor. Atmosferi öne çıkarırken ise Shyamalan ile akrabalık kuruyor. En az onun uzaylı istilası filmi “İşaretler” (“Signs”, 2002) kadar görsel açıdan ‘mesafeli’ durma anlamında güçlü bir film izliyoruz. Yönetmen, dönemi düşük bütçesiyle yaratırken, indie ve B-tipi ruhunu kalkındıran bir siyasi söylem de üretebiliyor. Roswell’de yaşanan paranoyak UFO vakası ile Sputnik krizinde Küba’ya karşı uzay gemisi gönderilmesini de paradoks niyetine arka plana yerleştiriyor.
Aslında herkes kendi çabasına, derdine düşmüşken onların bu yabancılaşmasını ya da korkusunu anlamlandıracak bir şey aranıyor. Burada 50’lerin uzaylı istilası filmlerine saygı duruşunu 1960’larda Corman’ın çektiği Soğuk Savaş fonlu keyifle izlenen bir alt tür filmi olarak teneffüs ediyoruz.
EL EMEĞİ GÖZ NURU GÖRSEL EFEKTLER
Chris A. Willks’in başarılı görsel efektleri ise Patterson’ı yükseltiyor. Buna paralel olarak 2010’ların "Earth to Echo" (2014), “İstila” (“Monsters”, 2010), “Göçebe” (“The Host”, 2013), “Geliş” (“Arrival”, 2016), "Derinin Altında" ("Under the Skin", 2013), "Pixels" (2015) ile birlikte en zeki uzaylı istilası filmini deneyimliyoruz…“The Vast of Night”ın finaldeki görsel efektle aslında her şeyi ‘UFO’yla, klasik bir ‘uçan daire’yle sınırlandırması 1950’lere ışınlanmasına sebebiyet veriyor.
Bu aygıt “Uçan Dairenin Esrarı”ndan (“The Day The Earth Stood Still”, 1951) farksız bir uzay gemisi tanımına yol açıyor. Ama onun gizemi ve günümüzden yapılmış işçiliğiyle el emeği göz nuru bir tür seyri de geliyor öte yandan. Bu damarın ‘meta-tiyatro’ya dönüştürülmesiyle aslında finaldeki retro bağlantı da bir ‘oyun’a davet anlamına geliyor. Filmin bu açıdan bir değeri var.
"The Vast of Night", Richard Kelly’nin 2009 tarihli başyapıt seviyesindeki 70’ler dokulu ‘uzaylı istilası tech-noir’ı “Kutu” (“The Box”) kadar heyecan yaratmıyor belki. Hatta James Montague ile Craig W. Sanger’ın senaryosu oradaki Richard Matheson metni kadar özgün durmuyor. Ama Patterson, en az Shyamalan kadar değerli bir yönetmenlik kumaşı ekliyor bilimkurgu-korku sinemasına. Ondan bütçelerinin yükselmesiyle daha iyi tür filmleri izleriz.
WOTW adını alan radyonun “Dünyalar Çapışıyor” (“The War of the Worlds”, 1953) adlı Spielberg tarafından yeniden çevrime de dönüştürülen emperyalist uzaylı istilası filmine gönderme olduğu çok açık. ‘Encounter’ teriminin adı çokça geçiyor. “Tehlikeli İlişkiler” (“Close Encounters of the Third Kind”, 1977) bu yaklaşımla akla gelen ilk film. Bu durum da finale doğru yolculukta o ‘ışının tehlike yarattığı uzaylı istilası filmi’ alt-alt türüne yolculuğu duyuruyor büyük oranda aslında.
Filmin radyo başında geçen dramatik yapısı Zemeckis’in “Mesaj”ı, Twohy’nin “Evrenin Sırrı” (“The Arrival”, 1996) ve Hoblit’nin “Frekans”ı (“Frequency”, 2000) ile de yakın akrabalık kuruyor. Radyo başında sakin bir şekilde durmak bir formüle dönüşüyor. Seslerin ve dalgaların beklenmesiyle de aslında 'gotik bir gerilim' yanılsamasına sürükleniyoruz. Bu duruma ikili besteci ekibinin de incelikli müzik ezgileri destek veriyor. New Mexico’daki bu istilaya yüz tutmuş kasabanın derinliklerine dair yorumda bulunulmasını bekliyoruz.
ROGER CORMAN’IN YERİNE OYNUYOR
Patterson, Corman’dan destek alan bir reji sözü veriyor. Atmosferi öne çıkarırken ise Shyamalan ile akrabalık kuruyor. En az onun uzaylı istilası filmi “İşaretler” (“Signs”, 2002) kadar görsel açıdan ‘mesafeli’ durma anlamında güçlü bir film izliyoruz. Yönetmen, dönemi düşük bütçesiyle yaratırken, indie ve B-tipi ruhunu kalkındıran bir siyasi söylem de üretebiliyor. Roswell’de yaşanan paranoyak UFO vakası ile Sputnik krizinde Küba’ya karşı uzay gemisi gönderilmesini de paradoks niyetine arka plana yerleştiriyor.
Aslında herkes kendi çabasına, derdine düşmüşken onların bu yabancılaşmasını ya da korkusunu anlamlandıracak bir şey aranıyor. Burada 50’lerin uzaylı istilası filmlerine saygı duruşunu 1960’larda Corman’ın çektiği Soğuk Savaş fonlu keyifle izlenen bir alt tür filmi olarak teneffüs ediyoruz.
EL EMEĞİ GÖZ NURU GÖRSEL EFEKTLER
Chris A. Willks’in başarılı görsel efektleri ise Patterson’ı yükseltiyor. Buna paralel olarak 2010’ların "Earth to Echo" (2014), “İstila” (“Monsters”, 2010), “Göçebe” (“The Host”, 2013), “Geliş” (“Arrival”, 2016), "Derinin Altında" ("Under the Skin", 2013), "Pixels" (2015) ile birlikte en zeki uzaylı istilası filmini deneyimliyoruz…“The Vast of Night”ın finaldeki görsel efektle aslında her şeyi ‘UFO’yla, klasik bir ‘uçan daire’yle sınırlandırması 1950’lere ışınlanmasına sebebiyet veriyor.
Bu aygıt “Uçan Dairenin Esrarı”ndan (“The Day The Earth Stood Still”, 1951) farksız bir uzay gemisi tanımına yol açıyor. Ama onun gizemi ve günümüzden yapılmış işçiliğiyle el emeği göz nuru bir tür seyri de geliyor öte yandan. Bu damarın ‘meta-tiyatro’ya dönüştürülmesiyle aslında finaldeki retro bağlantı da bir ‘oyun’a davet anlamına geliyor. Filmin bu açıdan bir değeri var.
"The Vast of Night", Richard Kelly’nin 2009 tarihli başyapıt seviyesindeki 70’ler dokulu ‘uzaylı istilası tech-noir’ı “Kutu” (“The Box”) kadar heyecan yaratmıyor belki. Hatta James Montague ile Craig W. Sanger’ın senaryosu oradaki Richard Matheson metni kadar özgün durmuyor. Ama Patterson, en az Shyamalan kadar değerli bir yönetmenlik kumaşı ekliyor bilimkurgu-korku sinemasına. Ondan bütçelerinin yükselmesiyle daha iyi tür filmleri izleriz.
'I'M NO LONGER HERE': KUMBIA KÜLTÜRÜNÜN ETKİSİ ALTINDA
FİLMİN NOTU: 7
|
Yeni Meksika Sineması’nın 2010’larda çıkan kuşağından Fernando Frias, “I’m No Longer Here”da 'dans' ve 'suç' damarlı özgün ritmiyle güçlenen bir filme imza atıyor. Kenar mahalle kültürüne sahici yaklaşımıyla mest ediyor.
YENİ MEKSİKA SİNEMASI’NIN RAHATSIZ EDİCİ GELENEĞİNE KATILIYOR
Latin Amerika’da özellikle Meksika ve Arjantin’de akım olarak şekillenen bir sinema geleneği var. Meksika’da Reygadas’dan Inarritu’ya, Arjantin’de Martel’den Alonso’ya uzanan şiddet ve cinselliği rahatsız edici filmlerle sunup ekol olma arayışını gördük. Fernando Frias, o kuşağın uzantısı olarak devreye giriyor. Açılarıyla yabancılaştırıcı bir suç mizansenini keşfe çıkıyor.
Onun arka planında müziğin ritmiyle gelen özgün hal ise esas ilginç olan. Burada Juan Daniel Garcia Trevino’nun katkısıyla inandırıcı duran Trekos çetesinin sıkışmışlığı da tesir ediyor bize. Onun karakterine ‘Ulises’, yani mitolojik bir ad uygun görülmüş. Bunun sebebi çok açık. Ülkesinden ABD’ye göç ederek hem ‘kumbia dansçısı’, hem de ‘küçük çete üyesi’ olduğu zorlu hayatından uzaklaşma derdinde bir anti-kahramanın peşine düşülüyor.
KUMBİA KÜLTÜRÜNÜ EN SAHİCİ HALİYLE BENİMSİYORUZ
Bu tehlikeden haberdar bir tipleme izliyoruz. Buna mukabil kameranın uzakta durarak onun yalnız kaldığını gösterdiği karelerle sinemasal sarhoşluk yaşıyoruz. Genelde bu ritim Kolombiya’nın kumbia kültürüne dair bir hissiyat, fark yaratan egzotik bir Orta Amerika yaşayışını bize en bariz hatlarıyla veriyor.
Gerçekçi müzikal omurgası, büyük oranda John Carney’nin kaydırmalı uzun planlardan oluşan “Once”ını (2007) hatırlatıyor. Sanki onu Rodrigo Pla yabancılaştırıcı görsel yapısıyla çekmiş izlenimi bırakıyor. “I’m No Longer Here” (“Ya No Estoy Aqui”, 2019), göç ederek uzaklaşmak istediği diyarda inadına köşede yalnız kalan bir bireyin çıkışsızlığını bize yansıtıyor.
LARRAIN’İN ‘EMA’SI İLE KARDEŞ
Onun yaşadığı çaresizlik duygusu da aslında geniş açılardan bolca destek alıyor. Bunun yanında ‘ayna’ veya ‘cam’la buğulu ve yansıyarak planlanan kareler ‘kimlik bunalımı’nı doğrudan yansıtıyor. Bu durum Larrain’in egzotik Şili beldesi Valparaiso’yu keşfe çıktığı “Ema” (2019) ile kardeş bir ‘dans/müzik kültürü’ getiriyor. Burada oradan daha olmuş bir görsel-dramatik yapı uyumu var. Görüntü yönetmeni Damian Garcia’nın katkısı etkileyici bir işçiliğe sebebiyet veriyor.
“I’m No Longer Here”, kendine özgü bir karşıt kültür doğası sunuyor. Açılış ve kapanışta bunu çıkışsızlığa bağlıyor, hiççi kareler bırakıyor geriye. Klasik el-omuz kamerasından uzakta aslında bir Tony Gatlif, bir Spike Lee, bir Fatih Akın hissiyatı görebiliyoruz. Bu durum şiddetten olabildiğince uzak durup göç etmek isteyen karakterin yabancılaşmasına götürüyor bizi.
REYGADAS’IN CESUR SAHNELERİNİN YERİNİ DANS KOREOGRAFİLERİ ALIYOR
Meksika sinemasında zaten Reygadas’ın gerçekleştirdiği yabancılaştırma arzusunun tartışma yaratacak sahnelerle bütünlenmesiydi. Burada cesur ve iddialı sekansların yerini kumbia dansı koreografileri alıyor. Bu damar egzotik olabilecekken aksine duygusuna girdiğimiz bir çıkışsızlığı tasvir edebiliyor. Fark yaratan bir kenar mahalle kültürü sunuyor.
Bu durum filmin ismine de yansıyan ‘artık burada değilim’ diyen karakterin o ‘suç-müzik’ arasındaki dünyadan kopuşunu, ruhsal olarak sürüklenişini ele almaya yarıyor. ABD’ye komşuluk sebebiyle ‘göç’ etrafında dönerek gerçekçiliği abartıp melodrama kayabilen ‘Yeni Meksika Sineması’ sonrası eserlerden birini izlemiyoruz.
MEKSİKA SİNEMASININ TONY GATLIF’İ OLACAK MI?
Aksine her şe müzik ile sinematografinin bir araya gelmesiyle aslında dozunda gittiği bir damardan bize sahici bir şekilde yansıyor. Bu sağduyulu ve nesnel yaklaşım şiddeti göstermeden eleştirmeye de yarıyor. “I’m No Longer Here”, müziği bir kenara bırakırsak “Yasak Bölge” (“La Zona”, 2007) ve “1000 Başlı Canavar” (“Un Munstruo De Mil Cabezas”, 2015) ile tanınan Yeni Meksika Sineması’na mensup Pla ile kardeş bir üslup arayışına giriyor.
Ama sinematografik açıdan içeriden bir ‘kenar mahalle kültürü’ yaratma becerisiyle daha öne çıkıyor. Frias, 2010’larda “Güeros”la (2014) ilk filmini veren Ruizpalacios ile birlikte ülkeden çıkan en heyecan verici iki figürden biri. Meksika sinemasının Tony Gatlif’ine zamanla dönüşecektir.
YENİ MEKSİKA SİNEMASI’NIN RAHATSIZ EDİCİ GELENEĞİNE KATILIYOR
Latin Amerika’da özellikle Meksika ve Arjantin’de akım olarak şekillenen bir sinema geleneği var. Meksika’da Reygadas’dan Inarritu’ya, Arjantin’de Martel’den Alonso’ya uzanan şiddet ve cinselliği rahatsız edici filmlerle sunup ekol olma arayışını gördük. Fernando Frias, o kuşağın uzantısı olarak devreye giriyor. Açılarıyla yabancılaştırıcı bir suç mizansenini keşfe çıkıyor.
Onun arka planında müziğin ritmiyle gelen özgün hal ise esas ilginç olan. Burada Juan Daniel Garcia Trevino’nun katkısıyla inandırıcı duran Trekos çetesinin sıkışmışlığı da tesir ediyor bize. Onun karakterine ‘Ulises’, yani mitolojik bir ad uygun görülmüş. Bunun sebebi çok açık. Ülkesinden ABD’ye göç ederek hem ‘kumbia dansçısı’, hem de ‘küçük çete üyesi’ olduğu zorlu hayatından uzaklaşma derdinde bir anti-kahramanın peşine düşülüyor.
KUMBİA KÜLTÜRÜNÜ EN SAHİCİ HALİYLE BENİMSİYORUZ
Bu tehlikeden haberdar bir tipleme izliyoruz. Buna mukabil kameranın uzakta durarak onun yalnız kaldığını gösterdiği karelerle sinemasal sarhoşluk yaşıyoruz. Genelde bu ritim Kolombiya’nın kumbia kültürüne dair bir hissiyat, fark yaratan egzotik bir Orta Amerika yaşayışını bize en bariz hatlarıyla veriyor.
Gerçekçi müzikal omurgası, büyük oranda John Carney’nin kaydırmalı uzun planlardan oluşan “Once”ını (2007) hatırlatıyor. Sanki onu Rodrigo Pla yabancılaştırıcı görsel yapısıyla çekmiş izlenimi bırakıyor. “I’m No Longer Here” (“Ya No Estoy Aqui”, 2019), göç ederek uzaklaşmak istediği diyarda inadına köşede yalnız kalan bir bireyin çıkışsızlığını bize yansıtıyor.
LARRAIN’İN ‘EMA’SI İLE KARDEŞ
Onun yaşadığı çaresizlik duygusu da aslında geniş açılardan bolca destek alıyor. Bunun yanında ‘ayna’ veya ‘cam’la buğulu ve yansıyarak planlanan kareler ‘kimlik bunalımı’nı doğrudan yansıtıyor. Bu durum Larrain’in egzotik Şili beldesi Valparaiso’yu keşfe çıktığı “Ema” (2019) ile kardeş bir ‘dans/müzik kültürü’ getiriyor. Burada oradan daha olmuş bir görsel-dramatik yapı uyumu var. Görüntü yönetmeni Damian Garcia’nın katkısı etkileyici bir işçiliğe sebebiyet veriyor.
“I’m No Longer Here”, kendine özgü bir karşıt kültür doğası sunuyor. Açılış ve kapanışta bunu çıkışsızlığa bağlıyor, hiççi kareler bırakıyor geriye. Klasik el-omuz kamerasından uzakta aslında bir Tony Gatlif, bir Spike Lee, bir Fatih Akın hissiyatı görebiliyoruz. Bu durum şiddetten olabildiğince uzak durup göç etmek isteyen karakterin yabancılaşmasına götürüyor bizi.
REYGADAS’IN CESUR SAHNELERİNİN YERİNİ DANS KOREOGRAFİLERİ ALIYOR
Meksika sinemasında zaten Reygadas’ın gerçekleştirdiği yabancılaştırma arzusunun tartışma yaratacak sahnelerle bütünlenmesiydi. Burada cesur ve iddialı sekansların yerini kumbia dansı koreografileri alıyor. Bu damar egzotik olabilecekken aksine duygusuna girdiğimiz bir çıkışsızlığı tasvir edebiliyor. Fark yaratan bir kenar mahalle kültürü sunuyor.
Bu durum filmin ismine de yansıyan ‘artık burada değilim’ diyen karakterin o ‘suç-müzik’ arasındaki dünyadan kopuşunu, ruhsal olarak sürüklenişini ele almaya yarıyor. ABD’ye komşuluk sebebiyle ‘göç’ etrafında dönerek gerçekçiliği abartıp melodrama kayabilen ‘Yeni Meksika Sineması’ sonrası eserlerden birini izlemiyoruz.
MEKSİKA SİNEMASININ TONY GATLIF’İ OLACAK MI?
Aksine her şe müzik ile sinematografinin bir araya gelmesiyle aslında dozunda gittiği bir damardan bize sahici bir şekilde yansıyor. Bu sağduyulu ve nesnel yaklaşım şiddeti göstermeden eleştirmeye de yarıyor. “I’m No Longer Here”, müziği bir kenara bırakırsak “Yasak Bölge” (“La Zona”, 2007) ve “1000 Başlı Canavar” (“Un Munstruo De Mil Cabezas”, 2015) ile tanınan Yeni Meksika Sineması’na mensup Pla ile kardeş bir üslup arayışına giriyor.
Ama sinematografik açıdan içeriden bir ‘kenar mahalle kültürü’ yaratma becerisiyle daha öne çıkıyor. Frias, 2010’larda “Güeros”la (2014) ilk filmini veren Ruizpalacios ile birlikte ülkeden çıkan en heyecan verici iki figürden biri. Meksika sinemasının Tony Gatlif’ine zamanla dönüşecektir.