'SPACE JAM 2': ANDROID KUŞAĞI İÇİN 'ŞREK' ZEKASIYLA ONARILMIŞ BİR YENİ SÜRÜM
FİLMİN NOTU: 5.1
|
Lebron James'in Michael Jordan'ın yerini tutması beklenemez. Ama burada android kuşağı için üretilen "Şrek"in ardılı postmodern animasyon dünyası keyif veriyor. "Space Jam: Yeni Efsane", beklentiyi yüksek tutmayınca takdir edilebilecek bir yeni sürüm denemesi
ORİJİNALİ 'ROGER RABBIT' KOPYASIYDI
"Space Jam" (1996) özellikle live-action animasyon film geleneğinin "Masum Sanık Roger Rabbit" ("Who Framed Roger Rabbit", 1988) ile başlaması sonrası üretilen bir eserdi. O dönemde çok vasat durmuştu.
Michael Jordan'la Bill Murray'nin karşılıklı şakalarına bel bağlamıştı. Tatsız bir basketbol motifi kullanımı sunarken büyük oranda yönetmeni Joe Pytka'nın reklam/video klip piyasasına kaymasını sağlamıştı. Bu açıdan şaşırtmayan bir 'uçurum'a da dönüşmüştü.
'BARBERSHOP 3' VE 'KORKUNÇ BİR FİLM 5'İN YÖNETMENİNDEN
2021'e gelindiğinde siyahi bir yönetmen rejiyi üstleniyor. Malcolm D. Lee Afro-Amerikan sinemasına 20 senedir hiçbir katkı vermemiş bir isim. Daha ziyade boyutsuz tuvalet komedilerinin müsebbibi olarak biliniyor.
Hedef o eserlerde aslında 'alt kültür' tanımındaki tutarlılıkla dikkat çekmekti. Ancak seviye 'Barbershop'un üçüncü, 'Scary Movie'nin beşinci halkalarına kadar gerilemişti. Seri üretimi abartması bu eserlerden belli oluyordu aslında.
'ŞREK' MODELİNE KAYMASI YERİNDE OLMUŞ
Ancak live-action animasyon film akla geldiğinde artık bir 'Roger Rabbit' keskinliği aramıyoruz. "Space Jam: Yeni Efsane", bir TV dizisi gibi başlıyor. Görüntü yönetiminin tahammül edilebilecek bir tarafı yok. Ama özellikle alternatif dünyadaki basketbol sekansıyla beraber bir "Şrek" ("Shrek", 2001) modeli devreye giriyor. O nasıl "Köpekbalığı Hikayesi" ("Shark Tale", 2004) ve "Fare Şehri" ("Flushed Away", 2006) gibi eserleri etkilediyse burada da bir dokunuş var.
Melez yapıdan gidersek aslında "Manhattan'da Sihir"in ("Enchanted", 2007) zekasına doğru yolculuk var. Yani Looney Tunes kahramanları "Looney Tunes: Back in Action" (2003) anlamsız gevezeliklere, kafa şişiren filmlere malzeme olmuyor. Aksine pastiş bir yapının içerisinde keyif bir görsel efekt bombardımanına dönüştürülüyor.
POSTMODERN VE PASTİŞ BASKETBOL ANİMASYONLARI GÖRSEL BİR CÜMBÜŞ SUNUYOR
Blockbuster duygusu 40. dakikadan itibaren filmi etkisi altına alıyor. O damardan "The Matrix"ten (1999) "King Kong"a (2005), "Batman"den (1989) "Vahşi Belde"ye ("The Wild Bunch", 1969), "The Goonies"den (1985) "Siyah Giyen Adamlar"a ("Men in Black", 1997) uzanan göndermeler keyif veriyor. Bunların kopyala-yapıştır hali ise 150 milyon dolarlık bütçeyi anlamlandırıyor. Belki de görüp görebileceğimiz en iddialı basketbol sekanslarını ard arda izleme olanağı buluyoruz.
Postmodern live-action animasyonu görsel bir cümbüşe dönüşüyor. Disney'in klasik çizgilerini özlediğmizden mi bilinmez, ama bu nostalji keyif veriyor. "Şrek"in ardılı algısındaki spor komedisine kapılmak mümkün hale gelebiliyor. Elbette beklentiyi çok yükseltmeme şartıyla!
ORİJİNALİ 'ROGER RABBIT' KOPYASIYDI
"Space Jam" (1996) özellikle live-action animasyon film geleneğinin "Masum Sanık Roger Rabbit" ("Who Framed Roger Rabbit", 1988) ile başlaması sonrası üretilen bir eserdi. O dönemde çok vasat durmuştu.
Michael Jordan'la Bill Murray'nin karşılıklı şakalarına bel bağlamıştı. Tatsız bir basketbol motifi kullanımı sunarken büyük oranda yönetmeni Joe Pytka'nın reklam/video klip piyasasına kaymasını sağlamıştı. Bu açıdan şaşırtmayan bir 'uçurum'a da dönüşmüştü.
'BARBERSHOP 3' VE 'KORKUNÇ BİR FİLM 5'İN YÖNETMENİNDEN
2021'e gelindiğinde siyahi bir yönetmen rejiyi üstleniyor. Malcolm D. Lee Afro-Amerikan sinemasına 20 senedir hiçbir katkı vermemiş bir isim. Daha ziyade boyutsuz tuvalet komedilerinin müsebbibi olarak biliniyor.
Hedef o eserlerde aslında 'alt kültür' tanımındaki tutarlılıkla dikkat çekmekti. Ancak seviye 'Barbershop'un üçüncü, 'Scary Movie'nin beşinci halkalarına kadar gerilemişti. Seri üretimi abartması bu eserlerden belli oluyordu aslında.
'ŞREK' MODELİNE KAYMASI YERİNDE OLMUŞ
Ancak live-action animasyon film akla geldiğinde artık bir 'Roger Rabbit' keskinliği aramıyoruz. "Space Jam: Yeni Efsane", bir TV dizisi gibi başlıyor. Görüntü yönetiminin tahammül edilebilecek bir tarafı yok. Ama özellikle alternatif dünyadaki basketbol sekansıyla beraber bir "Şrek" ("Shrek", 2001) modeli devreye giriyor. O nasıl "Köpekbalığı Hikayesi" ("Shark Tale", 2004) ve "Fare Şehri" ("Flushed Away", 2006) gibi eserleri etkilediyse burada da bir dokunuş var.
Melez yapıdan gidersek aslında "Manhattan'da Sihir"in ("Enchanted", 2007) zekasına doğru yolculuk var. Yani Looney Tunes kahramanları "Looney Tunes: Back in Action" (2003) anlamsız gevezeliklere, kafa şişiren filmlere malzeme olmuyor. Aksine pastiş bir yapının içerisinde keyif bir görsel efekt bombardımanına dönüştürülüyor.
POSTMODERN VE PASTİŞ BASKETBOL ANİMASYONLARI GÖRSEL BİR CÜMBÜŞ SUNUYOR
Blockbuster duygusu 40. dakikadan itibaren filmi etkisi altına alıyor. O damardan "The Matrix"ten (1999) "King Kong"a (2005), "Batman"den (1989) "Vahşi Belde"ye ("The Wild Bunch", 1969), "The Goonies"den (1985) "Siyah Giyen Adamlar"a ("Men in Black", 1997) uzanan göndermeler keyif veriyor. Bunların kopyala-yapıştır hali ise 150 milyon dolarlık bütçeyi anlamlandırıyor. Belki de görüp görebileceğimiz en iddialı basketbol sekanslarını ard arda izleme olanağı buluyoruz.
Postmodern live-action animasyonu görsel bir cümbüşe dönüşüyor. Disney'in klasik çizgilerini özlediğmizden mi bilinmez, ama bu nostalji keyif veriyor. "Şrek"in ardılı algısındaki spor komedisine kapılmak mümkün hale gelebiliyor. Elbette beklentiyi çok yükseltmeme şartıyla!
'SESSİZ BİR YER 2': GİTTİKÇE ORTA BOY CANAVARIN ŞOVUNA DÖNÜŞÜYOR
FİLMİN NOTU: 3.8
|
Kağıt üstünde sessizlikten feyz almasıyla "Bird Box"tan "The Silence"a sayısız filmi etkileyip bir furya ortaya çıkardı. 2018'de bir bağımsız dokunuşla çıkagelmişti. Burada ise canavarın ya da yaratığın şovuna dönüşüyor her şey. "Sessiz Bir Yer 2", Marco Beltrami, Kate Yang-Chris F. Moore ile Michael Barovsky'nin birlikteliğine bel bağlayıp 'fazla ses karın doyurmaz!' diyerek izleniyor.
BÜTÇENİN KATLANMASIYLA 'TİCARİ ÜRÜN'E DÖNÜŞMÜŞ
22 milyon dolarlık bütçeden 350 milyon dolarlık bir dünya çapı hasılatı çıkarmak beceri ister. Ama eldeki bütçe 50 milyona çıkınca aslında eldeki olanakların artması fayda etmemiş. Aksine olumsuz yansımış. John Krasinki aslında 2018'de sessizlikten beslenen ve komünizm/diktatörlük eleştirilerinde bulunan bir esere imza atmıştı.
Orada orta boy canavar biraz daha geç çıksa dedirtmişti. Ama açılış sekansını bir kenara koyarak bütün olarak 'sessiz kalma' düşüncesi dikkat çekici bir huzursuzluk getiriyordu. Eli yüzü düzgün bir canavar/yaratık filmi vardı.
CANAVAR KONTROLÜ ELE ALIYOR
Cillian Murphy'nin her zamanki kılığıyla gelmesi bir katkıda bulunmuyor. Aksine ilk filmde yaratığın kontrolden çıkma potansiyeli burada daha da devreye sokulmuş. Ses ve müzik başrole yerleşen iki ana unsur olmuş. Onlara da görsel efektler elbette daha keskin bir şekilde ekleniyor.
Beltrami ve efekt şovu desek yeridir. Bir yerden sonra ne Blunt, ne Murphy kalıyor, aksine bir bilgisayar oyununda orta boy canavarın oradan oraya atladığına tanıklık ediyor. Sesizliğin yerini kafa şişirme almış.
HAYALLER 'THE INTRUDER', GERÇEKLER 'THE MIST'
Corman'ın "The Intruder"ında (1962) Shatner'ın Adam Cramer'ının 'bembeyaz' olarak girip sosyalist/komünist devrime alan açan bir kıyamet olgusu yaratması kadar iddialı bir politik söylem buradaki düşüncede yok. Orada da aslında bir boşaltılma, virüse kurban gitme motifi olmasına karşın.
Aksine bir yerden sonra her şey Darabont'un "Öldüren Sis"ine ("The Mist", 2007) kayıp basitleşiyor. Orta boy canavar tanımı olarak 'Alien'a, 'Kara Gölün Canavarı'na selam çakılıyor olabilir. Ama bu damardan ilerlenen noktada yönetmen de sinematografi de kalmıyor ortada sanki! Kafa şişiren bir ses tasarımı görüyoruz.
BÜTÇENİN KATLANMASIYLA 'TİCARİ ÜRÜN'E DÖNÜŞMÜŞ
22 milyon dolarlık bütçeden 350 milyon dolarlık bir dünya çapı hasılatı çıkarmak beceri ister. Ama eldeki bütçe 50 milyona çıkınca aslında eldeki olanakların artması fayda etmemiş. Aksine olumsuz yansımış. John Krasinki aslında 2018'de sessizlikten beslenen ve komünizm/diktatörlük eleştirilerinde bulunan bir esere imza atmıştı.
Orada orta boy canavar biraz daha geç çıksa dedirtmişti. Ama açılış sekansını bir kenara koyarak bütün olarak 'sessiz kalma' düşüncesi dikkat çekici bir huzursuzluk getiriyordu. Eli yüzü düzgün bir canavar/yaratık filmi vardı.
CANAVAR KONTROLÜ ELE ALIYOR
Cillian Murphy'nin her zamanki kılığıyla gelmesi bir katkıda bulunmuyor. Aksine ilk filmde yaratığın kontrolden çıkma potansiyeli burada daha da devreye sokulmuş. Ses ve müzik başrole yerleşen iki ana unsur olmuş. Onlara da görsel efektler elbette daha keskin bir şekilde ekleniyor.
Beltrami ve efekt şovu desek yeridir. Bir yerden sonra ne Blunt, ne Murphy kalıyor, aksine bir bilgisayar oyununda orta boy canavarın oradan oraya atladığına tanıklık ediyor. Sesizliğin yerini kafa şişirme almış.
HAYALLER 'THE INTRUDER', GERÇEKLER 'THE MIST'
Corman'ın "The Intruder"ında (1962) Shatner'ın Adam Cramer'ının 'bembeyaz' olarak girip sosyalist/komünist devrime alan açan bir kıyamet olgusu yaratması kadar iddialı bir politik söylem buradaki düşüncede yok. Orada da aslında bir boşaltılma, virüse kurban gitme motifi olmasına karşın.
Aksine bir yerden sonra her şey Darabont'un "Öldüren Sis"ine ("The Mist", 2007) kayıp basitleşiyor. Orta boy canavar tanımı olarak 'Alien'a, 'Kara Gölün Canavarı'na selam çakılıyor olabilir. Ama bu damardan ilerlenen noktada yönetmen de sinematografi de kalmıyor ortada sanki! Kafa şişiren bir ses tasarımı görüyoruz.
'PARİS'TE BAHAR': FEMİNİST XAVIER DOLAN OLACAK MI?
FİLMİN NOTU: 3.7
|
Genç kız-yaşlı erkek ilişkisi filmi formülü Rohmer'den bu yana uygulanıyor. "Paris'te Bahar"da Suzanne Lindon onun üzerine acemi bir ekleme yapmış. Cannes 2020 Seçkisi'nin en zayıf filmlerinden biri karşımızdaki.
VINCENT LINDON İSMİ YETMEMİŞ!
Xavier Dolan, "Annemi Öldürdüm"le ("J'ai Tué Ma Mere", 2009) ile Cannes'da Yönetmenlerin On Beş Günü Bölümü'ne girdiğinde 20 yaşındaydı. Senaryoyu ise 16'sında yazdığını söylemişti. O günden bugüne sinemanın dahi çocuğu olarak anılıyor.
Suzanne Lindon da o damara oynuyor. 20 yaşında ilk uzun metrajlı filmini çekmiş. Kendi cinsel fantezilerini yansıtarak aslında bir şeylerin peşine düşüyor. Ama Babası Vincent Lindon'un lobisi haricinde bir yere gelemeyeceği kanıtladığı bir esere imza atıyor.
SINIRLARI ZORLAMAKTAN UZAK
Genç kız-yaşlı erkek ilişkisi filmi ne "Claire'in Dizi" ("Le Genou de Claire", 1970), ne "Noce Blanche" (1988), ne "L'Ennui" (1998) gibi Fransız eserlerle yarışabiliyor, ne de Alan Ball'un "Tabu" ("Towelhead", 2006) kadar sınırları zorlayan bir noktaya ulaşmayı beceriyor.
Aksine Dolan'ın ilk çıkış kadar bile çarpıcı olmaktan uzak bir iş görüyoruz. Öylesine sallanan, gerçekçilik ve yavaş temponun peşine düşen kameranın da anlamsızlığı göze batıyor. Arthouse sinemada sıkıcı ve ısmarlama bir film ancak "Paris'te Bahar" gibi yapılabilirdi!
VINCENT LINDON İSMİ YETMEMİŞ!
Xavier Dolan, "Annemi Öldürdüm"le ("J'ai Tué Ma Mere", 2009) ile Cannes'da Yönetmenlerin On Beş Günü Bölümü'ne girdiğinde 20 yaşındaydı. Senaryoyu ise 16'sında yazdığını söylemişti. O günden bugüne sinemanın dahi çocuğu olarak anılıyor.
Suzanne Lindon da o damara oynuyor. 20 yaşında ilk uzun metrajlı filmini çekmiş. Kendi cinsel fantezilerini yansıtarak aslında bir şeylerin peşine düşüyor. Ama Babası Vincent Lindon'un lobisi haricinde bir yere gelemeyeceği kanıtladığı bir esere imza atıyor.
SINIRLARI ZORLAMAKTAN UZAK
Genç kız-yaşlı erkek ilişkisi filmi ne "Claire'in Dizi" ("Le Genou de Claire", 1970), ne "Noce Blanche" (1988), ne "L'Ennui" (1998) gibi Fransız eserlerle yarışabiliyor, ne de Alan Ball'un "Tabu" ("Towelhead", 2006) kadar sınırları zorlayan bir noktaya ulaşmayı beceriyor.
Aksine Dolan'ın ilk çıkış kadar bile çarpıcı olmaktan uzak bir iş görüyoruz. Öylesine sallanan, gerçekçilik ve yavaş temponun peşine düşen kameranın da anlamsızlığı göze batıyor. Arthouse sinemada sıkıcı ve ısmarlama bir film ancak "Paris'te Bahar" gibi yapılabilirdi!
'NINA WU': ÇARPICI BİR #METOO GERİLİMİ
FİLMİN NOTU: 6.7
|
Tayvan sinemasının yükselen değeri Midi Z'den iyi çekilmiş ve tedirgin edici bir #metoo gerilimi. Weinstein alegorisi olarak anılabilecek bir eser. "Nina Wu", Cannes 20219 seçkisinin iyi filmleri arasındaydı. 10 Temmuz'da MUBI'de dijital prömiyerini yaptı.
ETKİLİ ANLARLA ÖRÜLÜ
Yapımcı-oyuncu ilişkisini ele alan sayısız film izledik. Burada Midi Z, bu damardan çarpıcı olabilen bir esere imza atıyor. Ke-Xi Wu'nun özyaşamsal öyküsünden yola çıkan eser gerilimli bir şekle sokuluyor.
Karakter kendini 70'lerin casusluk gerilimlerinin ortasında buluyor. Röntgencilik, dikizleme ve mahrem hayatla ilgili olabilecekleri dair bir sorgulama aslında yapılan. Oradan ilerlerken de sinematografi-müzik-yönetmen birlikteliği etkili anlara yol açıyor.
TÜYLERİNİZİ DİKEN DİKEN EDECEK
Röntgenci kameranın sürekli ünlü oyuncuyu rahat bırakmaması değerli. Bu sayede de aslında Weinstein'in tacizlerine, cinsiyetçiliğine alan açarken hiçbir şey göstermeden vurucu olabilen özenli bir yapıyı takip ediyoruz. Onun kabusunu yaşatan gölge misali beliriyor her şey.
"Nina Wu", tüylerinizi diken diken edecek bir film. Röntgenci kameranın nasıl notkalara ulaşabileceği konusunda da derslik bir çalışma. Özel-mahrem hayat denklemine dair söyledikleriyle de özellikle değerli.
Hsien'den Gan'a kadar Uzakdoğu'da birçok isimle çalışmış besteci Gong Lim'i Alman görüntü yönetmeni Florian Zinke'yle birleştirmek de tutuyor. Bu durum filme çarpıcılık katıyor. #Metoo döneminde ABD'de yapılan birçok eser ("Promising Young Woman") için de derslik bir yapıt izliyoruz. 10 yıldır piyasadaki Midi Z ise en başarılı ürününe imza atıyor.
ETKİLİ ANLARLA ÖRÜLÜ
Yapımcı-oyuncu ilişkisini ele alan sayısız film izledik. Burada Midi Z, bu damardan çarpıcı olabilen bir esere imza atıyor. Ke-Xi Wu'nun özyaşamsal öyküsünden yola çıkan eser gerilimli bir şekle sokuluyor.
Karakter kendini 70'lerin casusluk gerilimlerinin ortasında buluyor. Röntgencilik, dikizleme ve mahrem hayatla ilgili olabilecekleri dair bir sorgulama aslında yapılan. Oradan ilerlerken de sinematografi-müzik-yönetmen birlikteliği etkili anlara yol açıyor.
TÜYLERİNİZİ DİKEN DİKEN EDECEK
Röntgenci kameranın sürekli ünlü oyuncuyu rahat bırakmaması değerli. Bu sayede de aslında Weinstein'in tacizlerine, cinsiyetçiliğine alan açarken hiçbir şey göstermeden vurucu olabilen özenli bir yapıyı takip ediyoruz. Onun kabusunu yaşatan gölge misali beliriyor her şey.
"Nina Wu", tüylerinizi diken diken edecek bir film. Röntgenci kameranın nasıl notkalara ulaşabileceği konusunda da derslik bir çalışma. Özel-mahrem hayat denklemine dair söyledikleriyle de özellikle değerli.
Hsien'den Gan'a kadar Uzakdoğu'da birçok isimle çalışmış besteci Gong Lim'i Alman görüntü yönetmeni Florian Zinke'yle birleştirmek de tutuyor. Bu durum filme çarpıcılık katıyor. #Metoo döneminde ABD'de yapılan birçok eser ("Promising Young Woman") için de derslik bir yapıt izliyoruz. 10 yıldır piyasadaki Midi Z ise en başarılı ürününe imza atıyor.
'ÇILGIN ORTAK': İÇİNDEN VAMPİR VE HAYALET GEÇEN TUHAF BİR DEDEKTİFLİK KOMEDİSİ
FİLMİN NOTU: 4
|
ABD'den "Ölümsüz Polisler", Türkiye'den "Hayalet Dayı" ile kardeşlik ilişkisi kuran melez ve sıra dışı bir komedi filmi. "Çılgın Ortak", enerjisiyle zaman zaman senaryoda yerli Apatow imzasını taşıdığını hissettirebiliyor. Ama yerli piyasa haricinde adından söz ettiremeyecek bir eser.
İYİ NİYETLİ BİR MELEZ KOMEDİ
Özgür Selvi, "Gülcemal" ve "Cin Geçidi"ne imza attığında tür sinemamızdaki trash dehlizlerde yeri tartışılmaz bir noktaya ulaşmıştı. 2001'de Handan İpekçi'nin "Büyük Adam Küçük Aşk"ında 'Sanat Yönetmenliği Asistanlığı' kimliği ise sanki burada ayyuka çıkıyor.
Zira arada "Hababam Sınıfı: Askerde" (2005), "Amerikalılar Karadeniz'de 2"nin (2007) ile yönetmen asistanlığıyla seviyeyi düşürmüştü ve alışkanlığı da bu uçuruma doğru yönlendirmişti. Ama burada "Maskeli Beşler: İntikam Peşinde"de (2005) yine aynı pozisyonda çalışmasının da yararını görüyor sanki.
'ÖLÜMSÜZ POLİSLER'İN TR'DEN GELEN ARDILI MI?
Açılış jeneriği siyah-beyaz bir perili ev komedisi gibi başlıyor. Bu eskitilmiş doku kült albeni olarak işliyor aslında. Oradan ise Schwentke'nin başarılı çizgi roman uyarlaması, fantastik iki kafadar polisiyesi filmi "Ölümsüz Polisler" ("R.I.P.D.", 2013) damarına atlanıyor sanki! Bu melez dünya da vampir de, hayalet de, kılık değiştirme de doğal hale gelebiliyor.
Her telden çalan ton bir yerden sonra sıra dışı evrenine çekebiliyor. Kurgu ise Apatow'un diyalog komedisi özgüvenini akla getiriyor. İki başrol oyuncu çok tanınmasa da bu omurgada bir samimiyet aşılıyor aslında. Bu da "Çılgın Ortak"ı en azından bu topraklarda biraz olsun saygıya değer hale getiriyor.
İYİ NİYETLİ BİR MELEZ KOMEDİ
Özgür Selvi, "Gülcemal" ve "Cin Geçidi"ne imza attığında tür sinemamızdaki trash dehlizlerde yeri tartışılmaz bir noktaya ulaşmıştı. 2001'de Handan İpekçi'nin "Büyük Adam Küçük Aşk"ında 'Sanat Yönetmenliği Asistanlığı' kimliği ise sanki burada ayyuka çıkıyor.
Zira arada "Hababam Sınıfı: Askerde" (2005), "Amerikalılar Karadeniz'de 2"nin (2007) ile yönetmen asistanlığıyla seviyeyi düşürmüştü ve alışkanlığı da bu uçuruma doğru yönlendirmişti. Ama burada "Maskeli Beşler: İntikam Peşinde"de (2005) yine aynı pozisyonda çalışmasının da yararını görüyor sanki.
'ÖLÜMSÜZ POLİSLER'İN TR'DEN GELEN ARDILI MI?
Açılış jeneriği siyah-beyaz bir perili ev komedisi gibi başlıyor. Bu eskitilmiş doku kült albeni olarak işliyor aslında. Oradan ise Schwentke'nin başarılı çizgi roman uyarlaması, fantastik iki kafadar polisiyesi filmi "Ölümsüz Polisler" ("R.I.P.D.", 2013) damarına atlanıyor sanki! Bu melez dünya da vampir de, hayalet de, kılık değiştirme de doğal hale gelebiliyor.
Her telden çalan ton bir yerden sonra sıra dışı evrenine çekebiliyor. Kurgu ise Apatow'un diyalog komedisi özgüvenini akla getiriyor. İki başrol oyuncu çok tanınmasa da bu omurgada bir samimiyet aşılıyor aslında. Bu da "Çılgın Ortak"ı en azından bu topraklarda biraz olsun saygıya değer hale getiriyor.