'ACI VE ZAFER': ALMODOVAR'IN MİRAS FİLMİ
FİLMİN NOTU: 6.3
|
İspanyol auteur, hayatına dair endişelerini dokunaklı bir ‘yaşlılık ve acı sendromu’ ile karşımıza çıkarıyor bu kez. Cannes’dan ödüllü “Acı ve Zafer” (“Dolor y Gloria”) olgun gözükmesine karşın Almodóvar’ın 2011 sonrası devreye giren bitikliğini de yansıtan bir meta-film.
ALMODOVAR’IN ‘AMERİKAN GECESİ’ Mİ?
Almodóvar’ın sinema anlayışını tartışmaya gerek yok. 80’lerden itibaren pembe dizi estetiğini devreye sokarak sonuç alırken, camp dokudan destek alan bir auteur’e dönüştü. 22 kurmaca filmde kendi yönelimini belli etmek kolay iş değil. Aslında 90’larda ‘seks komedileri’nden kopup ciddi melodramlara kıvrıldığını da hepimiz biliyoruz. Bu konuda “Annem Hakkında Her Şey” (“Todo Sobre Mi Madre”, 1999), “Çıplak Ten” (“Carne Trémula”, 1997) gibi üst seviyedeki örnekleri biliyoruz.
Yönetmen 2009’da Lluis Homar’ın çift kimlikli müthiş başrol performansıyla çıkageldiği “Kırık Kucaklaşmalar” (“Los Abrazos Rotos”) onun aslında ‘yaratıcılık dönemi krizi filmi’ olarak klasikler arasına girme iddiasındaydı. 60 yaşına basmasına karşın formunda olduğunu kanıtlaması için bir araçtı. 2019’da ise sinemacı kendi hayatını çekim aşamasına sokmuş gibi. Bu sefer de bir ‘meta-film’i ‘yaşlılık sendromu’nun yerine koymayı seçiyor. Jean-Pierre Léaud’nun “Amerikan Gecesi” (“La Nuit Américaine”, 1973) temsilindeki Truffaut’nun yerine geçmesi misali bir ‘alter ego’ durumu var.
CRUZ VE BANDERAS MİRAS FİLMİNE İNCELİKLİ ANLAR KAZANDIRIYOR
“Acı ve Zafer”in (“Dolor y Gloria”, 2019) Penelope Cruz’lu açılış sekansıyla zeki ve dokunaklı. Hatta onun şarkı söylemesi de büyük oranda tesir ediyor. Antonio Banderas’ın, Almodóvar’ın ta kendisini oynaması yerinde bir hamle. Onun ‘acı sendromu’ndan mustarip olduğunu anlatan, hayatı boyunca bundan kurtulamadığını gösteren camp montaj sekans ise işlevsel.
Ama zaman geçtikçe filmin “Niagara”dan (1953) “Kutsal Kız”a (“La Nina Santa”, 2004), “Aşk Bahçesi”nden (“Splendor in the Grass”, 1961) Marilyn Monroe külliyatına uzanan göndermelerine karşın, bir ‘bitiklik’i temsil ettiği söylenebilir. En son 2011’de kendi uçukluğunun ‘cinsiyet değiştiren doktor’ karakteriyle kült bir ‘body horror’ örneğinde karşımıza çıkarmıştı İspanyol usta. O zamandan sonra da düştükçe düştü. Kadrajlarından bir yitip gitmişlik hissi alınıyor artık.
‘KIRIK KUCAKLAŞMALAR’, ‘ACI VE ZAFER’İN ÖNÜNDE
Miras filmi “Acı ve Zafer”de de bu durumu doğrudan hissediyoruz. Kırmızı bir tahtanın önünde öğretmen kimliğine bürünen Asier Exteandia’nın arka planı o kadar da dolu dolu yansımıyor perdeye. Leonardo Sbaraglia, Cecilia Roth hamleleri ise yerinde. Film bir yerden sonra yaşlılık sendromuna dönerek 70 yaşına dayanmanın itirafları olarak canlanıyor. Bu da yönetmenin artık enerjisinin kalmadığını gösteriyor. Bu durum ister istemez bir zaafa dönüşüyor.
Her şeye rağmen film vasat “Aklımı Oynatacağım”ı (“Los Amantes Pasajeros”, 2013) yıkarken zorlanmazken, “Dönüş” (“Volver”, 2006) ve “Julieta”nın (2016) da az farkla üzerine konabilir. Ama Fellini, Greenaway, Godard, Truffaut gibilerinin yaratıcılık dönemlerini iğnelediği filmlerin yerine “Kırık Kucaklaşmalar”ı koymak daha uygun olur. Oradaki enerji buraya yansımıyor. Üstüne üstlük “Acı ve Zafer”, saptığı ‘ölüm arifesindeki bir karakterin dramını yansıtan film’ formülünde Bergman’ın ustalıklı başyapıtı “Yaban Çilekleri” (“Smultronstället”, 1957) ile yarışabilecek kaliteye de ulaşamıyor.
ALMODOVAR’IN ‘AMERİKAN GECESİ’ Mİ?
Almodóvar’ın sinema anlayışını tartışmaya gerek yok. 80’lerden itibaren pembe dizi estetiğini devreye sokarak sonuç alırken, camp dokudan destek alan bir auteur’e dönüştü. 22 kurmaca filmde kendi yönelimini belli etmek kolay iş değil. Aslında 90’larda ‘seks komedileri’nden kopup ciddi melodramlara kıvrıldığını da hepimiz biliyoruz. Bu konuda “Annem Hakkında Her Şey” (“Todo Sobre Mi Madre”, 1999), “Çıplak Ten” (“Carne Trémula”, 1997) gibi üst seviyedeki örnekleri biliyoruz.
Yönetmen 2009’da Lluis Homar’ın çift kimlikli müthiş başrol performansıyla çıkageldiği “Kırık Kucaklaşmalar” (“Los Abrazos Rotos”) onun aslında ‘yaratıcılık dönemi krizi filmi’ olarak klasikler arasına girme iddiasındaydı. 60 yaşına basmasına karşın formunda olduğunu kanıtlaması için bir araçtı. 2019’da ise sinemacı kendi hayatını çekim aşamasına sokmuş gibi. Bu sefer de bir ‘meta-film’i ‘yaşlılık sendromu’nun yerine koymayı seçiyor. Jean-Pierre Léaud’nun “Amerikan Gecesi” (“La Nuit Américaine”, 1973) temsilindeki Truffaut’nun yerine geçmesi misali bir ‘alter ego’ durumu var.
CRUZ VE BANDERAS MİRAS FİLMİNE İNCELİKLİ ANLAR KAZANDIRIYOR
“Acı ve Zafer”in (“Dolor y Gloria”, 2019) Penelope Cruz’lu açılış sekansıyla zeki ve dokunaklı. Hatta onun şarkı söylemesi de büyük oranda tesir ediyor. Antonio Banderas’ın, Almodóvar’ın ta kendisini oynaması yerinde bir hamle. Onun ‘acı sendromu’ndan mustarip olduğunu anlatan, hayatı boyunca bundan kurtulamadığını gösteren camp montaj sekans ise işlevsel.
Ama zaman geçtikçe filmin “Niagara”dan (1953) “Kutsal Kız”a (“La Nina Santa”, 2004), “Aşk Bahçesi”nden (“Splendor in the Grass”, 1961) Marilyn Monroe külliyatına uzanan göndermelerine karşın, bir ‘bitiklik’i temsil ettiği söylenebilir. En son 2011’de kendi uçukluğunun ‘cinsiyet değiştiren doktor’ karakteriyle kült bir ‘body horror’ örneğinde karşımıza çıkarmıştı İspanyol usta. O zamandan sonra da düştükçe düştü. Kadrajlarından bir yitip gitmişlik hissi alınıyor artık.
‘KIRIK KUCAKLAŞMALAR’, ‘ACI VE ZAFER’İN ÖNÜNDE
Miras filmi “Acı ve Zafer”de de bu durumu doğrudan hissediyoruz. Kırmızı bir tahtanın önünde öğretmen kimliğine bürünen Asier Exteandia’nın arka planı o kadar da dolu dolu yansımıyor perdeye. Leonardo Sbaraglia, Cecilia Roth hamleleri ise yerinde. Film bir yerden sonra yaşlılık sendromuna dönerek 70 yaşına dayanmanın itirafları olarak canlanıyor. Bu da yönetmenin artık enerjisinin kalmadığını gösteriyor. Bu durum ister istemez bir zaafa dönüşüyor.
Her şeye rağmen film vasat “Aklımı Oynatacağım”ı (“Los Amantes Pasajeros”, 2013) yıkarken zorlanmazken, “Dönüş” (“Volver”, 2006) ve “Julieta”nın (2016) da az farkla üzerine konabilir. Ama Fellini, Greenaway, Godard, Truffaut gibilerinin yaratıcılık dönemlerini iğnelediği filmlerin yerine “Kırık Kucaklaşmalar”ı koymak daha uygun olur. Oradaki enerji buraya yansımıyor. Üstüne üstlük “Acı ve Zafer”, saptığı ‘ölüm arifesindeki bir karakterin dramını yansıtan film’ formülünde Bergman’ın ustalıklı başyapıtı “Yaban Çilekleri” (“Smultronstället”, 1957) ile yarışabilecek kaliteye de ulaşamıyor.
'İKİZLER PROJESİ': POST-OBAMA DÖNEMİNİN SİYAHİ KLONLAMA BİLİMKURGUSU
FİLMİN NOTU: 5
|
2 Oscar’lı yönetmen Ang Lee’nin en yüksek bütçeli filmi… “İkizler Projesi” (“The Gemini Man”), Will Smith’i başrole yerleştiren bir klonlama bilimkurgusu denemesi. Ama sadece 4K 60 FPS’de aksiyonuyla keyif vermekle kalıyor.
SON 25 SENEDE BU ALT TÜRDE İKİ KALICI FİLM VAR
Klonlama bilimkurgularının arasında yolculuk yaptığımızda çok da iddialı film bulamayız. “Stepford Kadınları” (“The Stepford Wives”, 1975), “Vahşetin Çocukları” (“The Boys From Brazil”, 1978) Watergate Skandalı’nın ve Vietnam Savaşı’nın sonrasındaki ‘kendinden korkma’yı temsil eden iki melankolik başyapıt ilk olarak aklımıza gelir.
“Kod 46” (“Code 46”, 2003), “Gattaca” (1997) da 20 yıldan en kalıcı iki örnektir Ama yıllardır beklenen “Beni Asla Bırakma” (“Never Let Me Go”, 2010) uyarlaması bile iyi sonuç vermemiştir. Ang Lee’nin “İkizler Projesi”, yavaş yavaş kariyeri uçuruma sürüklenen bir ismin imzasını taşıyor.
WILL SMITH’TEN EMİN MİYİZ?
İlk açıklandığında senaryoyu Andrew Niccol üstleneceği için bir ümit veriyordu. “Gattaca”nın başarılı yaratıcısının kalemi iyi sonuç verebilirdi. Ama David Benioff-Billy Ray gibi işini ciddiye alan, politik senaryolarla tanınan isimler, bilimkurgu-aksiyona ağır gelmiş ve B-tipi yan karakterlere yol açmış. Biraz Winstead ve Owen toparlayabiliyor.
“İkizler Projesi”, Will Smith’in gençleşme sendromunu açığa çıkarıyor, belki de Eastwood ve Cage gibi adı geçen başroller bu konuda daha inandırıcı olabilirdi. 41 yaşında yükselen bir kariyerde neyin sendromu, onu çözemiyoruz. ‘Genç Will Smith’in görsel efekt konusundaki yapaylığı da dikkatle incelenirse fark edilebiliyor.
TEKNOLOJİNİN ÖNCÜSÜ PETER JACKSON’DI
Lee’nin 4K 3D çekiminin ötesinde saniyede 120 kare çektiği film, Peter Jakcson’ın ‘The Hobbit’ üçlemesiyle 2012’de 48 kare olarak uzun metrajda canlandırdığı teknolojiyi daha ileriye götürüyor. Açıkçası 2016 tarihli savaş fonunu kabusa ve hipnoza, beyin yıkama yerini dönüştüren “Billy Lynn’s Long Halftime Walk”tan (2016) sonra benzer bir atılımın peşinde. “İkizler Projesi”, Irak Savaşı’nın kabuslarını flashback olarak canlandırırken, yüksek teknolojide zoom hareketine yüklenen o filmden daha kalıcı duruyor. En azından milliyetçi değil.
“İkizler Projesi”nde yönetmen kendi memuriyetini yapıp aksiyon sahnelerini iyi çekmiş. Kurgusundan sinematografisine her şeyi doğru yapan bir dekupaj var, ritim yerli yerinde. Ama niyetinde Smith’in “Ben, Robot”u (“I, Robot”, 2004) ile “Dünya - Yeni Bir Başlangıç”ı (“After Earth”, 2013) buluşturmaya yarayan ‘sahne kimliği hesapçılığı’ göze batıyor. Niccol ile bir tık yükselecek film kendi halinde takılmaya mahkum kalıyor.
SENARİSTLER YANLIŞ SEÇİLMİŞ
Geçtiğimiz 20-25 senede bu alt türde Van Damme, Schwarzenegger gibi isimlere bel bağlayan B-tipi işlerle genelde dişe dokunur üretim olmadığını da düşününce en azından süresini geçirme sözü vererek bunları solluyor film. Özellikle 4K 3D ve yükselen kare sayısı katkı veren bir aksiyon sunuyor. Ülkemizde saniyede 60 kare izlenebiliyor. Ama kendini biraz daha az ciddiye alsaymış dedirtiyor.
Ray ve Benioff’un, animasyonlardan bilinen Darren Lemke’yle birlikte yazdıkları senaryo, negatif bir etki bırakmakla kalıyor. Trump döneminde devreye sokulabilecek siyasi mesajların altını hiçbir şekilde devreye sokmayı beceremiyor. Aksine klasik ve kaliteli bir aksiyon koşuşturmacası için zemin hazırlamakla kalıyor.
SON 25 SENEDE BU ALT TÜRDE İKİ KALICI FİLM VAR
Klonlama bilimkurgularının arasında yolculuk yaptığımızda çok da iddialı film bulamayız. “Stepford Kadınları” (“The Stepford Wives”, 1975), “Vahşetin Çocukları” (“The Boys From Brazil”, 1978) Watergate Skandalı’nın ve Vietnam Savaşı’nın sonrasındaki ‘kendinden korkma’yı temsil eden iki melankolik başyapıt ilk olarak aklımıza gelir.
“Kod 46” (“Code 46”, 2003), “Gattaca” (1997) da 20 yıldan en kalıcı iki örnektir Ama yıllardır beklenen “Beni Asla Bırakma” (“Never Let Me Go”, 2010) uyarlaması bile iyi sonuç vermemiştir. Ang Lee’nin “İkizler Projesi”, yavaş yavaş kariyeri uçuruma sürüklenen bir ismin imzasını taşıyor.
WILL SMITH’TEN EMİN MİYİZ?
İlk açıklandığında senaryoyu Andrew Niccol üstleneceği için bir ümit veriyordu. “Gattaca”nın başarılı yaratıcısının kalemi iyi sonuç verebilirdi. Ama David Benioff-Billy Ray gibi işini ciddiye alan, politik senaryolarla tanınan isimler, bilimkurgu-aksiyona ağır gelmiş ve B-tipi yan karakterlere yol açmış. Biraz Winstead ve Owen toparlayabiliyor.
“İkizler Projesi”, Will Smith’in gençleşme sendromunu açığa çıkarıyor, belki de Eastwood ve Cage gibi adı geçen başroller bu konuda daha inandırıcı olabilirdi. 41 yaşında yükselen bir kariyerde neyin sendromu, onu çözemiyoruz. ‘Genç Will Smith’in görsel efekt konusundaki yapaylığı da dikkatle incelenirse fark edilebiliyor.
TEKNOLOJİNİN ÖNCÜSÜ PETER JACKSON’DI
Lee’nin 4K 3D çekiminin ötesinde saniyede 120 kare çektiği film, Peter Jakcson’ın ‘The Hobbit’ üçlemesiyle 2012’de 48 kare olarak uzun metrajda canlandırdığı teknolojiyi daha ileriye götürüyor. Açıkçası 2016 tarihli savaş fonunu kabusa ve hipnoza, beyin yıkama yerini dönüştüren “Billy Lynn’s Long Halftime Walk”tan (2016) sonra benzer bir atılımın peşinde. “İkizler Projesi”, Irak Savaşı’nın kabuslarını flashback olarak canlandırırken, yüksek teknolojide zoom hareketine yüklenen o filmden daha kalıcı duruyor. En azından milliyetçi değil.
“İkizler Projesi”nde yönetmen kendi memuriyetini yapıp aksiyon sahnelerini iyi çekmiş. Kurgusundan sinematografisine her şeyi doğru yapan bir dekupaj var, ritim yerli yerinde. Ama niyetinde Smith’in “Ben, Robot”u (“I, Robot”, 2004) ile “Dünya - Yeni Bir Başlangıç”ı (“After Earth”, 2013) buluşturmaya yarayan ‘sahne kimliği hesapçılığı’ göze batıyor. Niccol ile bir tık yükselecek film kendi halinde takılmaya mahkum kalıyor.
SENARİSTLER YANLIŞ SEÇİLMİŞ
Geçtiğimiz 20-25 senede bu alt türde Van Damme, Schwarzenegger gibi isimlere bel bağlayan B-tipi işlerle genelde dişe dokunur üretim olmadığını da düşününce en azından süresini geçirme sözü vererek bunları solluyor film. Özellikle 4K 3D ve yükselen kare sayısı katkı veren bir aksiyon sunuyor. Ülkemizde saniyede 60 kare izlenebiliyor. Ama kendini biraz daha az ciddiye alsaymış dedirtiyor.
Ray ve Benioff’un, animasyonlardan bilinen Darren Lemke’yle birlikte yazdıkları senaryo, negatif bir etki bırakmakla kalıyor. Trump döneminde devreye sokulabilecek siyasi mesajların altını hiçbir şekilde devreye sokmayı beceremiyor. Aksine klasik ve kaliteli bir aksiyon koşuşturmacası için zemin hazırlamakla kalıyor.
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
ABIGAIL: 4
AD ASTRA: 5.5
AKILLARA SEZA: 2.9
ANNABELLE 3: 4.5
ANNEM: 2.8
ARKADAŞIMIN AŞKI (AMOUREUX DE MA FEMME): 3.4
ASLAN KRAL (THE LION KING): 5.9
BAĞLILIK ASLI: 3.6
BİR ZAMANLAR HOLLYWOOD’DA (ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD): 6
BOZKIR: 3.2
DÜZENBAZLAR KULÜBÜ (BILLIONAIRE BOYS CLUB): 5
ELEKTRİK SAVAŞLARI (THE CURRENT WAR): 7.5
ELVEDA OĞLUM (SON LONG, MY SON): 5.8
EŞ ANLAMLILAR (SYNONYMES): 3.8
FIRINCININ KARISI: 1.9
GECE KUŞU (LATE NIGHT): 3.6
GLORIA BELL: 5.5
HANGİ KADIN: 6
HAREKET SEKİZ: 3.7
HIZLI VE ÖFKELİ: HOBBS VE SHAW: 4.5
IRON SKY 2: 5.4
JOHN WICK 3: 6.3
JOKER: 7
KIYAMET DENEYİ: APORIA: 3.4
KIZ KARDEŞLER: 5.1
KOD ADI: ANGEL (ANGEL HAS FALLEN): 3.8
KOLEJ HAVASI: 4.9
KONUŞAN HAYVANLAR: 2
KORKU HİKAYELERİ (SCARY STORIES TO TELL IN THE DARK): 5.2
KRİPTO VURGUN (CRYPTO): 2.5
KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR 2 (NOUS FINIRONS ENSEMBLE): 2.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
NEW YORK’TA YAĞMURLU BİR GÜN (A RAINY DAY IN NEW YORK): 5.2
O BÖLÜM 2 (IT CHAPTER TWO): 4.2
OYUNBOZAN (SYSTEM CRASHER): 6.5
PİRANALAR: 4.5
RAMBO: SON KAN (RAMBO: LAST BLOOD): 2.3
RİTÜEL (MIDSOMMAR): 8.3
SADIK BİR ADAM: 5.5
SAKA KUŞU (THE GOLDFINCH): 5.2
SAR BAŞA: 1.8
SESİNDE AŞK VAR: 4.5
SIR TUTABİLİR MİSİN? (CAN YOU KEEP A SECRET?): 3.1
SİCCİN 6: 5.7
SİRAYET 2: 1.5
VAHŞET OYUNU (FRAMED): 5.2
VOX LUX: 7.5
YULI: 6.8
YUVAYA DÖNÜŞ: 2.8
YÜZLEŞME (GRACE A DIEU): 2.4
ZAVALLI (PITY): 6.8
ABIGAIL: 4
AD ASTRA: 5.5
AKILLARA SEZA: 2.9
ANNABELLE 3: 4.5
ANNEM: 2.8
ARKADAŞIMIN AŞKI (AMOUREUX DE MA FEMME): 3.4
ASLAN KRAL (THE LION KING): 5.9
BAĞLILIK ASLI: 3.6
BİR ZAMANLAR HOLLYWOOD’DA (ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD): 6
BOZKIR: 3.2
DÜZENBAZLAR KULÜBÜ (BILLIONAIRE BOYS CLUB): 5
ELEKTRİK SAVAŞLARI (THE CURRENT WAR): 7.5
ELVEDA OĞLUM (SON LONG, MY SON): 5.8
EŞ ANLAMLILAR (SYNONYMES): 3.8
FIRINCININ KARISI: 1.9
GECE KUŞU (LATE NIGHT): 3.6
GLORIA BELL: 5.5
HANGİ KADIN: 6
HAREKET SEKİZ: 3.7
HIZLI VE ÖFKELİ: HOBBS VE SHAW: 4.5
IRON SKY 2: 5.4
JOHN WICK 3: 6.3
JOKER: 7
KIYAMET DENEYİ: APORIA: 3.4
KIZ KARDEŞLER: 5.1
KOD ADI: ANGEL (ANGEL HAS FALLEN): 3.8
KOLEJ HAVASI: 4.9
KONUŞAN HAYVANLAR: 2
KORKU HİKAYELERİ (SCARY STORIES TO TELL IN THE DARK): 5.2
KRİPTO VURGUN (CRYPTO): 2.5
KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR 2 (NOUS FINIRONS ENSEMBLE): 2.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
NEW YORK’TA YAĞMURLU BİR GÜN (A RAINY DAY IN NEW YORK): 5.2
O BÖLÜM 2 (IT CHAPTER TWO): 4.2
OYUNBOZAN (SYSTEM CRASHER): 6.5
PİRANALAR: 4.5
RAMBO: SON KAN (RAMBO: LAST BLOOD): 2.3
RİTÜEL (MIDSOMMAR): 8.3
SADIK BİR ADAM: 5.5
SAKA KUŞU (THE GOLDFINCH): 5.2
SAR BAŞA: 1.8
SESİNDE AŞK VAR: 4.5
SIR TUTABİLİR MİSİN? (CAN YOU KEEP A SECRET?): 3.1
SİCCİN 6: 5.7
SİRAYET 2: 1.5
VAHŞET OYUNU (FRAMED): 5.2
VOX LUX: 7.5
YULI: 6.8
YUVAYA DÖNÜŞ: 2.8
YÜZLEŞME (GRACE A DIEU): 2.4
ZAVALLI (PITY): 6.8