FRANSA'NIN 'BENİM GÜZEL ÇAMAŞIRHANEM'İ
6/04/2014 - Habertürk |
FİLMİN NOTU: 6.8 |
Yıllarını Laurent Cantet’nin yanında çalışarak geçiren Robin Campillo, ilk yönetmenlik denemesi “Geri Döndüler”de (“Les Revenants”, 2004) Fransız sanat sinemasının sıkıcı geleneğini ‘zombi filmi’ne dönüştürerek dahiyane bir işe imza atmıştı. Yanlızlık, iletişimsizlik, ruhsuzluk ve varoluş sorunları böylece bir alt tür bulmuştu kendine. Bana göre deneyci ama cesur bu hamlenin ardından yönetmen ‘eşcinsel ilişki/tutku’nun üzerine gidiyor.
Stephen Frears’ın, Margaret Thatcher’ın muhafazakar politikalarının göbeğine yerleştirdiği “Benim Güzel Çamaşırhanem”de (“My Beautiful Laundrette”, 1985) Pakistan göçmeni Salim ile beyaz tenli İngiliz Johnny’nin aşkı, ‘tabuları yıkma’ anlamına gelmişti. Rejime ve lidere karşı gelmek bir yana Hıristiyanlık ve Müslümanlık bu durumu kaldırabilecek miydi? Burada da “Nefret” (“La Haine”, 1995) gibi başlayan eserin o yöne kaymadan şiddeti aradan çıkardığı görülebilir.
2.35:1’de geçen mizansenler asla beyazın dışına çıkmıyor. Matlığa odaklanmaktan ziyade doğallık, yalınlık tercih ediliyor. Jean Renoir ve Robert Bresson akla geliyor. Dört parçalı epizodik anlatı da bu duruma eşlik ediyor. İlk sahnede bir alışveriş merkezinde Doğru Avrupa göçmeni çocukları izliyoruz. Ama Campillo’nun tecrübeli Jeanne Lapoirie’den destek alan kamerası onların uzağında duruyor. Alakasız yerleri çekerken, zoom yapma, uzun plan alma amacıyla konumlanıyor.
Fransa’ya ve belki de Sarkozky’nin göçmen/azınlık politikalarına karşı yaşanan yabancılaşma duygusu böylece canlanıyor. İkinci bölümde ise bu uzun planların yerini hızlıya yakın bir kurgu ve yapay ışıklar alıyor. Daniel’in (Olivier Rabourdin) evinde bir partide sıçramalı kurguya da müziğe de patlama yaptıran sekans eklektik bir etki bırakıyor. Üçüncü bölüm ise jigololuk yapan bu gençlerden biri ile orta yaşlı beyaz Fransız arasındaki ilişkiyi, tutkuyu açığa çıkarıyor.
Eşcinsel arzuları, kişisel tatmine kadar uzanırken, çıplaklığı kullanan bir sakillikle gösteriliyor. Bu 70 dakikayı bulan kısım, bir anlamda ‘eşcinsel ilişki filmi’ olarak konumlanıyor. “Mavi En Sıcak Renktir” (“La Vie d’Adèle”, 2013) ile belirgin bir akrabalık kuruluyor. Bu gencin para da istemesiyle 20-40 yaş ilişkisi başka bir boyuta kayıp Doğu Avrupa göçmeninin ‘jigolo’ kimliğini açığa çıkıyor. Son bölüm ise aslında ikilinin arasına sızmadan ‘Zindanlar ve Ejderhalar’ (‘Dungeons and Dragons’) adı verilen otelde tavizsiz bir doğallıkla canlanıyor.
Campillo orada ikilinin ilişkisini öne çıkarıyor. Ama sanki aradaki uzun bölümü daha iyi tanımlayıp filmin süresini 128 dakikanın altına düşürseymiş, etki gücünü arttırabilirmiş. “Doğulu Çocuklar” (“Eastern Boys”, 2013), suç eğilimli göçmenlerin, azınlıkların, kimliksiz hayatına cinsellik odaklı bedensel ve dingin bir bakış atıyor. Yaşanan olayların ruh haline ve yaşama katkısı de bir sinemasal vizyon çıkarıyor karşımıza. Coşku ile dinginliğin bambaşka süreçlere etkisiyle film zirve yapıyor.
Campillo, Yeni Fransız Aşırılığı’na dahil edilmekten ziyade Cantet ve Godard etkili nevi şahsına münhasır bir yönetmen olarak anılmalı. Korku ve cinselliği ele alırken bile şiddete bulaşmaması onun konumunu, Claude Miller, Alain Corneau, André Téchiné gibi 70’lerde çıkıp herhangi bir akıma dahil olmayan isimler kadar ayrıksı hale getiriyor. “Doğulu Çocuklar”, “Benim Güzel Çamaşırhanem”a sıfır müzikle ve yüksek cinsellik oranıyla yaklaşırken adeta “Noce Blanche”ın (1989) düşüncesini akla getiren bir ‘Fransız sineması saflığı’ ile Jean-Claude Brisseau’ya yanaşıyor. Frears’ın filminin Thatcher İngiltere’si için yüklendiği sorumluluğu, Sarkozky Fransa’sı için üzerine alıyor.
Stephen Frears’ın, Margaret Thatcher’ın muhafazakar politikalarının göbeğine yerleştirdiği “Benim Güzel Çamaşırhanem”de (“My Beautiful Laundrette”, 1985) Pakistan göçmeni Salim ile beyaz tenli İngiliz Johnny’nin aşkı, ‘tabuları yıkma’ anlamına gelmişti. Rejime ve lidere karşı gelmek bir yana Hıristiyanlık ve Müslümanlık bu durumu kaldırabilecek miydi? Burada da “Nefret” (“La Haine”, 1995) gibi başlayan eserin o yöne kaymadan şiddeti aradan çıkardığı görülebilir.
2.35:1’de geçen mizansenler asla beyazın dışına çıkmıyor. Matlığa odaklanmaktan ziyade doğallık, yalınlık tercih ediliyor. Jean Renoir ve Robert Bresson akla geliyor. Dört parçalı epizodik anlatı da bu duruma eşlik ediyor. İlk sahnede bir alışveriş merkezinde Doğru Avrupa göçmeni çocukları izliyoruz. Ama Campillo’nun tecrübeli Jeanne Lapoirie’den destek alan kamerası onların uzağında duruyor. Alakasız yerleri çekerken, zoom yapma, uzun plan alma amacıyla konumlanıyor.
Fransa’ya ve belki de Sarkozky’nin göçmen/azınlık politikalarına karşı yaşanan yabancılaşma duygusu böylece canlanıyor. İkinci bölümde ise bu uzun planların yerini hızlıya yakın bir kurgu ve yapay ışıklar alıyor. Daniel’in (Olivier Rabourdin) evinde bir partide sıçramalı kurguya da müziğe de patlama yaptıran sekans eklektik bir etki bırakıyor. Üçüncü bölüm ise jigololuk yapan bu gençlerden biri ile orta yaşlı beyaz Fransız arasındaki ilişkiyi, tutkuyu açığa çıkarıyor.
Eşcinsel arzuları, kişisel tatmine kadar uzanırken, çıplaklığı kullanan bir sakillikle gösteriliyor. Bu 70 dakikayı bulan kısım, bir anlamda ‘eşcinsel ilişki filmi’ olarak konumlanıyor. “Mavi En Sıcak Renktir” (“La Vie d’Adèle”, 2013) ile belirgin bir akrabalık kuruluyor. Bu gencin para da istemesiyle 20-40 yaş ilişkisi başka bir boyuta kayıp Doğu Avrupa göçmeninin ‘jigolo’ kimliğini açığa çıkıyor. Son bölüm ise aslında ikilinin arasına sızmadan ‘Zindanlar ve Ejderhalar’ (‘Dungeons and Dragons’) adı verilen otelde tavizsiz bir doğallıkla canlanıyor.
Campillo orada ikilinin ilişkisini öne çıkarıyor. Ama sanki aradaki uzun bölümü daha iyi tanımlayıp filmin süresini 128 dakikanın altına düşürseymiş, etki gücünü arttırabilirmiş. “Doğulu Çocuklar” (“Eastern Boys”, 2013), suç eğilimli göçmenlerin, azınlıkların, kimliksiz hayatına cinsellik odaklı bedensel ve dingin bir bakış atıyor. Yaşanan olayların ruh haline ve yaşama katkısı de bir sinemasal vizyon çıkarıyor karşımıza. Coşku ile dinginliğin bambaşka süreçlere etkisiyle film zirve yapıyor.
Campillo, Yeni Fransız Aşırılığı’na dahil edilmekten ziyade Cantet ve Godard etkili nevi şahsına münhasır bir yönetmen olarak anılmalı. Korku ve cinselliği ele alırken bile şiddete bulaşmaması onun konumunu, Claude Miller, Alain Corneau, André Téchiné gibi 70’lerde çıkıp herhangi bir akıma dahil olmayan isimler kadar ayrıksı hale getiriyor. “Doğulu Çocuklar”, “Benim Güzel Çamaşırhanem”a sıfır müzikle ve yüksek cinsellik oranıyla yaklaşırken adeta “Noce Blanche”ın (1989) düşüncesini akla getiren bir ‘Fransız sineması saflığı’ ile Jean-Claude Brisseau’ya yanaşıyor. Frears’ın filminin Thatcher İngiltere’si için yüklendiği sorumluluğu, Sarkozky Fransa’sı için üzerine alıyor.