BİR FÜZYON HARİKASI
20/06/2008 - Sinema.com
|
FİLMİN NOTU: 8.2 |
Matrix üçlemesi sonrası sinemaya 5 yıllık bir ara veren
Wachowski Kardeşler, hayranlarının beklentilerine karşılık verecek bir
eserle karşımızdalar. “Hızlı Yarışçı Speed Racer” (“Speed Racer”), 1966
yılında Japonya’da yayınlanan bir anime dizisinden uyarlandı.
Kardeşlerin çizgi roman, anime ve bilgisayar oyunu gibi sinemayı yeni
yeni beslemeye başlayan yan dallara ilgisini kanıtlayan yapım, camp bir
görsel yapı kullanan bozucu bir spor filmi.
Wachowskiler, sessizliklerini bir anime uyarlamasıyla bozdular. Yani şanlarına yaraşır bir geri dönüşle karşımızdalar diyebiliriz. Fakat film, daha çok ‘aile filmi’ tanımlamasına maruz kalıyor elbette. Çünkü spor filminin ana karakteri olarak bir çocuk kullanıyorlar. Öyle olunca da karşımızdaki film, klişe bir hikaye iskeleti kullanan bir başarı öyküsüne dönüşüyor.
SPOR FİLMİ, ANİME ESTETİĞİYLE GÖRSELLEŞTİRİLİRSE...
Ana kaynaklarını aile filmleri, spor filmleri ve anime dizileri olarak belirleyen kardeşler, bu üçünün bir araya geldiği bir formül oluşturuyorlar. Öncelikle bunu yaparken başvurdukları akıllı yaklaşımlarını özetleyelim... İlk olarak kafalarına taktıkları bir anime serisine el atıyorlar. Yani belli ki “The Matrix”de (1999) de gördüğümüz anime ve manga etkisini, bu sefer projelerinin köküne yerleştirmek istemişler. Bu doğrultuda da, ilk başta yüksek aksiyon içeren animelerini inceleyerek yol almışlar. Zira bizim izlediğimiz kadarıyla aksiyon ve bilimkurgu türünü benimseyen manga kaynaklı animeler, hikayeleri karışık olduğu zaman takip edilmesi zor hale geliyorlar. Çünkü yüksek tempolu bir kurgu anlayışı ve gözümüzün alışık olmadığı kurgu teknikleri kullanıyorlar. Böyle olunca da “Ghost in The Shell” (1995) gibi başyapıtları izlerken dahi özündeki fikri kavramak zorlaşıyor.
Wachowskiler de bu durumun farkındalar elbette. Bunun için de filmin merkezine ‘başarı hikayesi’ne odaklanan klişe bir hikaye iskeleti yerleştiriyorlar. Yani o bildiğimiz ‘Oğlan doğarken yarışçı (veya sporcu) olmak ister. Büyüdüğünde ise ailesini dinlemeyerek bu mesleğe girer. Önce bir afallama dönemi yaşasa da, sonradan en başarılı yarışçı olur.’ hikayesi mevcut filmde. Bu sayede de çocuklara hayatta başarılı olma yolunda doğru mesajlar veren bir yapım “Speed Racer”. Ancak Wachowskiler’in bu tercihi bilinçli. Zira animenin zor ama üç boyutlu ve detaylı görsel yapısını, böylesine bildik ve takip etmesi kolay bir formülü sinemalaştırmak için kullanıyorlar. Böyle olunca da karşımıza mükemmel bir füzyon çıkıyor.
ÇİZGİ FİLM ESTETİĞİNDE DEV ADIM
Tabii önümüzdeki eser, ‘çizgi film estetiği’ni kullanan filmler arasına dahil oluyor ister istemez. Yani “Scooby-Doo” (2002) gibi başarısız çizgi film uyarlamalarının yanında bir yerlere yerleşiyor aslında. Ancak animelerin derinlikli alt metinlerini zaman zaman içine dahil ederek ve bir TV animasyonunun görsel dünyasını kullanarak, daha farklı bir kulvara yerleşiyor. Tabii bunda birçok kaynaktan beslenmesinin ve “300” (2007) gibi tamamı yeşil ekran teknolojisiyle üretilmesinin de katkısı büyük.
Her karenin en ufak bir detayla canlandığını görmemiz, camp sanat yönetimi, set tasarımı, kostüm ve makyajdaki yoğun işçiliğin de altını çiziyor kuşkusuz. Tabii bunda “V”nin (“V for Vendetta”, 2005) yönetmeni James McTeigue’in filmin ikinci ünite yönetmenliğini yapmasının da rolü büyük kuşkusuz. Adeta iki yönetmenin aklıyla daha yoğun hale geliyor film. Zira animelerde fazlaca gördüğümüz yakın planların, kitsch kurgu geçişlerinin, görüntü bindirme, uyum kesmesi, paralel kurgu ve sinemada görmeye alışık olmadığımız daha birçok kurgu tekniğinin hakimiyetiyle, tam anlamıyla özgün bir dünyaya girmemiz fazlasıyla önemli..
"GRAND PRIX"NİN POSTMODERN VERSİYONU
Çizgi film estetiğinde çığır açmasının yanında, spor filmlerinin de kalıplarını tersyüz ettiği söylenebilir filmin. Zira, başrole daha rahat izlenmesini sağlayan bir çocuk karakter yerleştirmesinin yanında, klasik sinema grameri ile çekilmesine alıştığımız spor filmlerini kitsch bir arka planla da görselleştiriyor. Böylece hem aksiyon kat sayısını arttırmış, hem gereksiz dramatizasyondan kurtulmuş, hem de beylik mesajlardan arınmış oluyor. Bu nedenle de film için John Frankenheimer’ın yarış filmi klasiği “Grand Prix”nin (1966) postmodern versiyonu diyebiliriz en kısa tanımıyla. Onun dramatik ve görsel yapılarının iskeletlerini bir kalemde siliyor zira…
Tabii bunun yanında iyi ile kötüyü tam anlamıyla ayırmayıp, karşımıza ilginç yan karakterler (Racer X, Müfettiş Detektör gibi) çıkarması da filmin senaryosundaki özeni gözler önüne seriyor. Yani dramatik olarak, biraz da Kazanma Hırsı’nın (“Any Given Sunday”, 1999) temasal doluluğuna yaklaşıyor, iskeletinin ona yakın olmadığını düşünsek de… Bunun en önemli nedenleri de elbette, didaktik mesajlardan uzak durması ve aile kavramını savunmaması...
Filmin Wachowskiler’in çok sevdiği ‘bilgisayar oyunu’ etkisini de gözden geçirmezsek olmaz. Zira spor filmi formülü; postmodernize edilirken omurgasını, farklı koreografilere sahip ve doğa üstü öğeler kullanan 4 yarış sahnesinin üzerine kuruyor ki, sinema tarihinde onların eşlerine rastlamak pek de mümkün değil. Kahramanımızın başarı yolundaki tercihleri olarak öne çıkmaları da bilgisayar oyunu mantığını devreye sokuyor. Tabii en önemlisi de neredeyse 20 dakikayı aşarak birer görsel şölene dönüşmeleri. Bütün bu camp dünyanın, özgün bir esere dönüşmesinde onların da rolü büyük elbette...
Wachowskiler, sessizliklerini bir anime uyarlamasıyla bozdular. Yani şanlarına yaraşır bir geri dönüşle karşımızdalar diyebiliriz. Fakat film, daha çok ‘aile filmi’ tanımlamasına maruz kalıyor elbette. Çünkü spor filminin ana karakteri olarak bir çocuk kullanıyorlar. Öyle olunca da karşımızdaki film, klişe bir hikaye iskeleti kullanan bir başarı öyküsüne dönüşüyor.
SPOR FİLMİ, ANİME ESTETİĞİYLE GÖRSELLEŞTİRİLİRSE...
Ana kaynaklarını aile filmleri, spor filmleri ve anime dizileri olarak belirleyen kardeşler, bu üçünün bir araya geldiği bir formül oluşturuyorlar. Öncelikle bunu yaparken başvurdukları akıllı yaklaşımlarını özetleyelim... İlk olarak kafalarına taktıkları bir anime serisine el atıyorlar. Yani belli ki “The Matrix”de (1999) de gördüğümüz anime ve manga etkisini, bu sefer projelerinin köküne yerleştirmek istemişler. Bu doğrultuda da, ilk başta yüksek aksiyon içeren animelerini inceleyerek yol almışlar. Zira bizim izlediğimiz kadarıyla aksiyon ve bilimkurgu türünü benimseyen manga kaynaklı animeler, hikayeleri karışık olduğu zaman takip edilmesi zor hale geliyorlar. Çünkü yüksek tempolu bir kurgu anlayışı ve gözümüzün alışık olmadığı kurgu teknikleri kullanıyorlar. Böyle olunca da “Ghost in The Shell” (1995) gibi başyapıtları izlerken dahi özündeki fikri kavramak zorlaşıyor.
Wachowskiler de bu durumun farkındalar elbette. Bunun için de filmin merkezine ‘başarı hikayesi’ne odaklanan klişe bir hikaye iskeleti yerleştiriyorlar. Yani o bildiğimiz ‘Oğlan doğarken yarışçı (veya sporcu) olmak ister. Büyüdüğünde ise ailesini dinlemeyerek bu mesleğe girer. Önce bir afallama dönemi yaşasa da, sonradan en başarılı yarışçı olur.’ hikayesi mevcut filmde. Bu sayede de çocuklara hayatta başarılı olma yolunda doğru mesajlar veren bir yapım “Speed Racer”. Ancak Wachowskiler’in bu tercihi bilinçli. Zira animenin zor ama üç boyutlu ve detaylı görsel yapısını, böylesine bildik ve takip etmesi kolay bir formülü sinemalaştırmak için kullanıyorlar. Böyle olunca da karşımıza mükemmel bir füzyon çıkıyor.
ÇİZGİ FİLM ESTETİĞİNDE DEV ADIM
Tabii önümüzdeki eser, ‘çizgi film estetiği’ni kullanan filmler arasına dahil oluyor ister istemez. Yani “Scooby-Doo” (2002) gibi başarısız çizgi film uyarlamalarının yanında bir yerlere yerleşiyor aslında. Ancak animelerin derinlikli alt metinlerini zaman zaman içine dahil ederek ve bir TV animasyonunun görsel dünyasını kullanarak, daha farklı bir kulvara yerleşiyor. Tabii bunda birçok kaynaktan beslenmesinin ve “300” (2007) gibi tamamı yeşil ekran teknolojisiyle üretilmesinin de katkısı büyük.
Her karenin en ufak bir detayla canlandığını görmemiz, camp sanat yönetimi, set tasarımı, kostüm ve makyajdaki yoğun işçiliğin de altını çiziyor kuşkusuz. Tabii bunda “V”nin (“V for Vendetta”, 2005) yönetmeni James McTeigue’in filmin ikinci ünite yönetmenliğini yapmasının da rolü büyük kuşkusuz. Adeta iki yönetmenin aklıyla daha yoğun hale geliyor film. Zira animelerde fazlaca gördüğümüz yakın planların, kitsch kurgu geçişlerinin, görüntü bindirme, uyum kesmesi, paralel kurgu ve sinemada görmeye alışık olmadığımız daha birçok kurgu tekniğinin hakimiyetiyle, tam anlamıyla özgün bir dünyaya girmemiz fazlasıyla önemli..
"GRAND PRIX"NİN POSTMODERN VERSİYONU
Çizgi film estetiğinde çığır açmasının yanında, spor filmlerinin de kalıplarını tersyüz ettiği söylenebilir filmin. Zira, başrole daha rahat izlenmesini sağlayan bir çocuk karakter yerleştirmesinin yanında, klasik sinema grameri ile çekilmesine alıştığımız spor filmlerini kitsch bir arka planla da görselleştiriyor. Böylece hem aksiyon kat sayısını arttırmış, hem gereksiz dramatizasyondan kurtulmuş, hem de beylik mesajlardan arınmış oluyor. Bu nedenle de film için John Frankenheimer’ın yarış filmi klasiği “Grand Prix”nin (1966) postmodern versiyonu diyebiliriz en kısa tanımıyla. Onun dramatik ve görsel yapılarının iskeletlerini bir kalemde siliyor zira…
Tabii bunun yanında iyi ile kötüyü tam anlamıyla ayırmayıp, karşımıza ilginç yan karakterler (Racer X, Müfettiş Detektör gibi) çıkarması da filmin senaryosundaki özeni gözler önüne seriyor. Yani dramatik olarak, biraz da Kazanma Hırsı’nın (“Any Given Sunday”, 1999) temasal doluluğuna yaklaşıyor, iskeletinin ona yakın olmadığını düşünsek de… Bunun en önemli nedenleri de elbette, didaktik mesajlardan uzak durması ve aile kavramını savunmaması...
Filmin Wachowskiler’in çok sevdiği ‘bilgisayar oyunu’ etkisini de gözden geçirmezsek olmaz. Zira spor filmi formülü; postmodernize edilirken omurgasını, farklı koreografilere sahip ve doğa üstü öğeler kullanan 4 yarış sahnesinin üzerine kuruyor ki, sinema tarihinde onların eşlerine rastlamak pek de mümkün değil. Kahramanımızın başarı yolundaki tercihleri olarak öne çıkmaları da bilgisayar oyunu mantığını devreye sokuyor. Tabii en önemlisi de neredeyse 20 dakikayı aşarak birer görsel şölene dönüşmeleri. Bütün bu camp dünyanın, özgün bir esere dönüşmesinde onların da rolü büyük elbette...
KÜNYE
Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit, sed do eiusmod tempor incididunt ut labore et dolore magna aliqua. Ut enim ad minim veniam.