'RECEP İVEDİK 6': RECEP İVEDİK ÇILDIRMIŞ OLMALI
FİLMİN NOTU: 3.3
|
Gişe rekortmeni serinin altıncı ayağı… “Recep İvedik 6”da Şahan Gökbakar’ın canlandırdığı karakter kendini Kenya’da buluyor.
KONYA MI, KENYA MI?
Recep İvedik; dördüncü filmde Maldivler’de Survivor benzeri bir yarışmaya, beşinci filmde Olimpiyatlar’a katılmasıyla tehlikeli sularda dolaşmıştı. “Recep İvedik 4”de ada fonundaki yapaylık ve kitsch köpek balığı efekti halen akıllardan çıkmadı. Altıncı filmde ise karakterimiz Kenya’nın ormanlarını birbirine katıyor. Yine yanında Nurullah Çelebi’nin canlandırdığı arkadaşı, ‘iki kafadar ikili’sinin biraz daha mantıklı bireyi Nurullah var. Aslında Konya’ya gitmesi için teklif aldığını düşünmesi işin tuhaflığını ortaya koyuyor. Yanlış anlaşılmalar mizahı da filmi besleyen ana unsur.
Serinin ‘İvedik Afrika’da’ versiyonu “Recep İvedik 6” olmuş. Aslında başlangıç ve filmin ilk düzlüğü fena ilerlemiyor. Klasik bir tek ışık hali Yeşilçam geleneğini yaşatıyor. İvedik’in yanındaki kilolu arkadaşı Nurullah ile atışmalar keyifli olabiliyor. Özellikle yanlış anlaşılmalar komedisi ve Kenya’nın gereksiz önemli sunulan egzotik doğası karakterimizin hışmına uğruyor.
YABANCILARIN YAPAYLIĞI FİLMİ ZEDELİYOR
Ama filmin son düzlüğüne girildikçe ve işin içine Afrikalı kabile dahil oldukça yapaylık devreye giriyor. Bir sekansta dev goril ile beraber ‘üç maymun var’ diyerek bu ikiliyi yakalayan beyaz Afrikalılar, Türkçe konuşmalarıyla yapaylık rekoru kırıyor. Bu ‘karakter’ diye seçilen isimler, ‘tip’e dönüşünce aslında filmin inandırıcılığı da zedeleniyor.
Onun ötesinde de devreye giren kabileler hiç görülmemiş bir şekilde devreye sokuluyor. Onların saçını tıraş etme, takımlarıyla maç yapma ve daha nicesi filmin mizah anlayışını kontrolü altına alıyor. Fakat ne hikmetse Kenya doğasının gerçek olup olmadığı tartışmaları bir yana, bunların politik açıdan yanlış yansıtıldığı da çok bariz gibi.
‘TANRILAR ÇILDIRMIŞ OLMALI’ KENYA’DA!
‘Macera’ ile ‘komedi’nin birlikteliği eski bir modeldir ve genelde risklidir. 1980’de başlayan ‘Tanrılar Çıldırmış Olmalı’da (‘The Gods Must Be Crazy!’) Güney Afrika’ya uçakla gelen bir İngiliz’i Afrikalıların, ‘Tanrılar geliyor!’ diye yorumlaması ırkçı bir komedi filmi getirmiştir. Egzotik macera anlamsız bir Batı güzellemesine kadar ulaşıp en karton kültür farkları mizahına kaymıştır üstelik. 1991, 1993 ve 1994’te devamı gelmesi de ilginçtir.
“Yankee Zulu” (1993) da bu serinin peşine takılan anlamsız bir filmdir. Aslında ‘Tanrılar Çıldırmış Olmalı’nın parodisi gibi ilerleyen “Türkler Çıldırmış Olmalı” (2009) Somali korsanlarının rehin aldığı zengin bir işadamının izini sürmüştü. O film de ırkçı bir söylem ilerlese de prodüksiyon kalitesiyle biraz olsun ilgiyi ayakta tutmuştu, Murat Aslan’ın becerisini bölüm bölüm hissettirmişti.
‘BUDALA DEDEKTİF’ SERİSİNİN BU KEZ İKİNCİSİ HEDEF
Burada ise ‘Madagaskar’ serisinin gözlemine dair bir şeyler olan Afrika uyruklu macera-komedi geleneğine açılan bir yenilik yapılmamış. Bir yere kadar Recep’in Maldiv Adaları ve Doğu Avrupa ülkelerinden sonra bir başka medeniyetle hesaplaşmasını izliyoruz. Ama yine 110 dakika filmin girişindeki yanlış anlaşılmalar ve kültür farkları mizahının üzerine koyamıyor. Aksine ilerledikçe kontrolden çıkıp belden aşağı esprilerle, tuvalet komedisiyle çiğ noktalara açılıyor. Özünden kopma bu doğada doğal, ama macera geleneği de çok eski artık…
Şahan Gökbakar’ın ilk filmde ‘Budala Dedektif’e yaptığı gönderme burada sanki “Budala Dedektif Afrika’da”nın (“Ace Ventura: When Nature Calls”, 1995) dünyasından transfer edilen anlara geçiş yapıyor. O gönderme, serinin ilk filmini önemsenmeyen bir noktada, özünden kopuk bir şekilde servis etmişti. Burada da yine o seviyede bir kabile bakışı var.
CAMP ASLAN EFEKTİ VE OYUNCAK YILAN ŞAŞIRTMIYOR
Türk’ün Afrika’nın egzotik doğasıyla mücadelesi eğlenceli başlarken onun devamında yan karakterler girdikçe kontrolden çıkıyor her şey. Yapay aslan efekti, “A.R.O.G”un (2008) dev ve camp arı efekti gibi kıvamında anlamsız bir iddianın zararını görüyor. Sözde vahşi ortamda oyuncak yılana sarılmak da her şeyin uzantısı gibi…
“Recep İvedik 6”, eğlendirmek istediğinde bunu beceren ama mesele Afrika gözlemi olduğunda ırkçılık tuzağına düşen bir film. Ülkemizde “Türkler Çıldırmış Olmalı”nın kardeşi olarak anılacaktır. Ama Abbott ve Costello’nun da “African Screams”i (1949) hatırlanmazken bunun da unutulacak olması doğal!
KONYA MI, KENYA MI?
Recep İvedik; dördüncü filmde Maldivler’de Survivor benzeri bir yarışmaya, beşinci filmde Olimpiyatlar’a katılmasıyla tehlikeli sularda dolaşmıştı. “Recep İvedik 4”de ada fonundaki yapaylık ve kitsch köpek balığı efekti halen akıllardan çıkmadı. Altıncı filmde ise karakterimiz Kenya’nın ormanlarını birbirine katıyor. Yine yanında Nurullah Çelebi’nin canlandırdığı arkadaşı, ‘iki kafadar ikili’sinin biraz daha mantıklı bireyi Nurullah var. Aslında Konya’ya gitmesi için teklif aldığını düşünmesi işin tuhaflığını ortaya koyuyor. Yanlış anlaşılmalar mizahı da filmi besleyen ana unsur.
Serinin ‘İvedik Afrika’da’ versiyonu “Recep İvedik 6” olmuş. Aslında başlangıç ve filmin ilk düzlüğü fena ilerlemiyor. Klasik bir tek ışık hali Yeşilçam geleneğini yaşatıyor. İvedik’in yanındaki kilolu arkadaşı Nurullah ile atışmalar keyifli olabiliyor. Özellikle yanlış anlaşılmalar komedisi ve Kenya’nın gereksiz önemli sunulan egzotik doğası karakterimizin hışmına uğruyor.
YABANCILARIN YAPAYLIĞI FİLMİ ZEDELİYOR
Ama filmin son düzlüğüne girildikçe ve işin içine Afrikalı kabile dahil oldukça yapaylık devreye giriyor. Bir sekansta dev goril ile beraber ‘üç maymun var’ diyerek bu ikiliyi yakalayan beyaz Afrikalılar, Türkçe konuşmalarıyla yapaylık rekoru kırıyor. Bu ‘karakter’ diye seçilen isimler, ‘tip’e dönüşünce aslında filmin inandırıcılığı da zedeleniyor.
Onun ötesinde de devreye giren kabileler hiç görülmemiş bir şekilde devreye sokuluyor. Onların saçını tıraş etme, takımlarıyla maç yapma ve daha nicesi filmin mizah anlayışını kontrolü altına alıyor. Fakat ne hikmetse Kenya doğasının gerçek olup olmadığı tartışmaları bir yana, bunların politik açıdan yanlış yansıtıldığı da çok bariz gibi.
‘TANRILAR ÇILDIRMIŞ OLMALI’ KENYA’DA!
‘Macera’ ile ‘komedi’nin birlikteliği eski bir modeldir ve genelde risklidir. 1980’de başlayan ‘Tanrılar Çıldırmış Olmalı’da (‘The Gods Must Be Crazy!’) Güney Afrika’ya uçakla gelen bir İngiliz’i Afrikalıların, ‘Tanrılar geliyor!’ diye yorumlaması ırkçı bir komedi filmi getirmiştir. Egzotik macera anlamsız bir Batı güzellemesine kadar ulaşıp en karton kültür farkları mizahına kaymıştır üstelik. 1991, 1993 ve 1994’te devamı gelmesi de ilginçtir.
“Yankee Zulu” (1993) da bu serinin peşine takılan anlamsız bir filmdir. Aslında ‘Tanrılar Çıldırmış Olmalı’nın parodisi gibi ilerleyen “Türkler Çıldırmış Olmalı” (2009) Somali korsanlarının rehin aldığı zengin bir işadamının izini sürmüştü. O film de ırkçı bir söylem ilerlese de prodüksiyon kalitesiyle biraz olsun ilgiyi ayakta tutmuştu, Murat Aslan’ın becerisini bölüm bölüm hissettirmişti.
‘BUDALA DEDEKTİF’ SERİSİNİN BU KEZ İKİNCİSİ HEDEF
Burada ise ‘Madagaskar’ serisinin gözlemine dair bir şeyler olan Afrika uyruklu macera-komedi geleneğine açılan bir yenilik yapılmamış. Bir yere kadar Recep’in Maldiv Adaları ve Doğu Avrupa ülkelerinden sonra bir başka medeniyetle hesaplaşmasını izliyoruz. Ama yine 110 dakika filmin girişindeki yanlış anlaşılmalar ve kültür farkları mizahının üzerine koyamıyor. Aksine ilerledikçe kontrolden çıkıp belden aşağı esprilerle, tuvalet komedisiyle çiğ noktalara açılıyor. Özünden kopma bu doğada doğal, ama macera geleneği de çok eski artık…
Şahan Gökbakar’ın ilk filmde ‘Budala Dedektif’e yaptığı gönderme burada sanki “Budala Dedektif Afrika’da”nın (“Ace Ventura: When Nature Calls”, 1995) dünyasından transfer edilen anlara geçiş yapıyor. O gönderme, serinin ilk filmini önemsenmeyen bir noktada, özünden kopuk bir şekilde servis etmişti. Burada da yine o seviyede bir kabile bakışı var.
CAMP ASLAN EFEKTİ VE OYUNCAK YILAN ŞAŞIRTMIYOR
Türk’ün Afrika’nın egzotik doğasıyla mücadelesi eğlenceli başlarken onun devamında yan karakterler girdikçe kontrolden çıkıyor her şey. Yapay aslan efekti, “A.R.O.G”un (2008) dev ve camp arı efekti gibi kıvamında anlamsız bir iddianın zararını görüyor. Sözde vahşi ortamda oyuncak yılana sarılmak da her şeyin uzantısı gibi…
“Recep İvedik 6”, eğlendirmek istediğinde bunu beceren ama mesele Afrika gözlemi olduğunda ırkçılık tuzağına düşen bir film. Ülkemizde “Türkler Çıldırmış Olmalı”nın kardeşi olarak anılacaktır. Ama Abbott ve Costello’nun da “African Screams”i (1949) hatırlanmazken bunun da unutulacak olması doğal!
'ONUN ADI PETRUNYA': MAKEDON SİNEMASININ YÜKSELEN DEĞERİNDEN
FİLMİN NOTU: 5.2
|
Makedon sinemacı Teona Strugar Mitevska’nın beşinci uzun metrajı… “Onun Adı Petrunya”, dini kurumlardaki ataerkil düzenle dertleri olan bir karakterin feminist başkaldırısının izini sürüyor.
‘TİTOV VELES’DENİM’ İLE KALİTESİNİ KANITLAMIŞTI
Kuzey Makedonya’da Teofanya Bayramı kutlamalarında tahta haç çıkarmak için erkek rahipler önceliklidir. Hatta bu anti-feminist bir dini törene dönüşmüştür. Petrunya, bu duruma isyan ederken kendini ideolojik bir intikamcı filminin (vigilante film) orta yerinde bulur… Özellikle de #meToo sonrası Mitevska gibi olgunlaşmış bir yönetmene göre bir hikayedir karşımızdaki.
Sinemacı, 2007’de taşra sıkıntısı küçük kızların gözünden çok iyi yansıtan “Ben Titov Veles’denim” (“Jas Sum Od Titov Veles”, 2007) ile çıkış yaptı. Bu ikinci filminde modern bir minimalist sinema örneğine imza atarak aslında Balkanlardan dikkat çekici bir sesi duyurmuştu. Filmin gerçekçiliği düşünsel katmanlara açılırken, görsel zekası da dikkat çekiyordu.
2012’de İspanyol ve Makedon iki annenin değer yargılarının farklılığıyla kapıştığı “The Woman Who Brushed Off Her Tears” (2012) de renk filtrelerinden destek alan başarılı bir kültür farkları tasviri idi. Gerçek bir hikayeden yola çıkan “When the Day Had No Name” (2017) ise riskli bir meseleye el atıyordu. Köktendinci teröristlerin sert bir gerçekçilikle anlatırken bu yıl Berlin’de En İyi İlk Film Ödülü alan amatör ruhlu “Oray”a (2019) göre ne yaptığının farkındaydı.
GÖRSEL AÇIDAN OLGUNLUK VAR
Beşinci uzunu “Onun için Petrunya”da (“Gospod Postoi, imeto i' e Petrunija”, 2019), yönetmen sürekli çalıştığı görüntü yönetmeninden ayrılmıyor. Ölçekleri bilinçli kesik göstermesi bir yana, karaltıları da öne çıkararak, ters ışık ile Rembrandt ışığını çarpıştırıyor. Kaydırmalı uzun planlar isyana gerçekçilik, sakin kamera açıları ise anlam katıyor işin doğrusu. Dar odak kullanımı bile derslik bir sıkışmışlık servis ediyor.
Film, olmuş yerlerinde bir olgunluğun izdüşümlerini taşıyor görsel açıdan. Ama bu özenli bölümlerini bütüne yaydığını söylemek için. Sanki ham kurgudayken bir hışımla bağlanmış hissi yaratıyor. Bu da 40. dakikadan sonra gerisi düşünülmemiş bir senaryonun ürünü olmasına alan açıyor. Bir tutarlılık olsa da filmin yarıda kalmışlığı, bitmemişliği hissediliyor. Bu da kolaycı bir didaktizm problemine sebebiyet veriyor.
Ama Balkan sinemasında ‘yetenek’ sınırlı olduğundan da en azından ‘belli bir seviye’ de yeterli olabiliyor. Mitevska, Makedonya’daki ataerkil dini törenlere, erkek egemen düzene isyan etmek için ortaya çıkan ‘feminist başkaldırı’ hedefiyle bile saygıyı hak ediyor.
‘TİTOV VELES’DENİM’ İLE KALİTESİNİ KANITLAMIŞTI
Kuzey Makedonya’da Teofanya Bayramı kutlamalarında tahta haç çıkarmak için erkek rahipler önceliklidir. Hatta bu anti-feminist bir dini törene dönüşmüştür. Petrunya, bu duruma isyan ederken kendini ideolojik bir intikamcı filminin (vigilante film) orta yerinde bulur… Özellikle de #meToo sonrası Mitevska gibi olgunlaşmış bir yönetmene göre bir hikayedir karşımızdaki.
Sinemacı, 2007’de taşra sıkıntısı küçük kızların gözünden çok iyi yansıtan “Ben Titov Veles’denim” (“Jas Sum Od Titov Veles”, 2007) ile çıkış yaptı. Bu ikinci filminde modern bir minimalist sinema örneğine imza atarak aslında Balkanlardan dikkat çekici bir sesi duyurmuştu. Filmin gerçekçiliği düşünsel katmanlara açılırken, görsel zekası da dikkat çekiyordu.
2012’de İspanyol ve Makedon iki annenin değer yargılarının farklılığıyla kapıştığı “The Woman Who Brushed Off Her Tears” (2012) de renk filtrelerinden destek alan başarılı bir kültür farkları tasviri idi. Gerçek bir hikayeden yola çıkan “When the Day Had No Name” (2017) ise riskli bir meseleye el atıyordu. Köktendinci teröristlerin sert bir gerçekçilikle anlatırken bu yıl Berlin’de En İyi İlk Film Ödülü alan amatör ruhlu “Oray”a (2019) göre ne yaptığının farkındaydı.
GÖRSEL AÇIDAN OLGUNLUK VAR
Beşinci uzunu “Onun için Petrunya”da (“Gospod Postoi, imeto i' e Petrunija”, 2019), yönetmen sürekli çalıştığı görüntü yönetmeninden ayrılmıyor. Ölçekleri bilinçli kesik göstermesi bir yana, karaltıları da öne çıkararak, ters ışık ile Rembrandt ışığını çarpıştırıyor. Kaydırmalı uzun planlar isyana gerçekçilik, sakin kamera açıları ise anlam katıyor işin doğrusu. Dar odak kullanımı bile derslik bir sıkışmışlık servis ediyor.
Film, olmuş yerlerinde bir olgunluğun izdüşümlerini taşıyor görsel açıdan. Ama bu özenli bölümlerini bütüne yaydığını söylemek için. Sanki ham kurgudayken bir hışımla bağlanmış hissi yaratıyor. Bu da 40. dakikadan sonra gerisi düşünülmemiş bir senaryonun ürünü olmasına alan açıyor. Bir tutarlılık olsa da filmin yarıda kalmışlığı, bitmemişliği hissediliyor. Bu da kolaycı bir didaktizm problemine sebebiyet veriyor.
Ama Balkan sinemasında ‘yetenek’ sınırlı olduğundan da en azından ‘belli bir seviye’ de yeterli olabiliyor. Mitevska, Makedonya’daki ataerkil dini törenlere, erkek egemen düzene isyan etmek için ortaya çıkan ‘feminist başkaldırı’ hedefiyle bile saygıyı hak ediyor.
'PAVAROTTI': SAHNE İKONUNUN HAYRANLARINI MUTLU EDECEK BİR BELGE
FİLMİN NOTU: 4.5
|
Oscar’lı yönetmen Ron Howard, 2007’de aramızdan ayrılan Pavarotti’nin hayatına bakıyor bu kez. “Pavarotti”, sahne ikonunun görüntüleriyle hayranlarını ağlatabilecek klasik bir belgesel.
‘ZAFERE HÜCUM’DA GELDİĞİ YERDEN ALMIYOR
Ron Howard Amerikan klasik sinemasının kendini geliştirebilen temsildir. En son “Zafere Hücum” (“Rush”, 2013) ve “Denizin Ortasında” (“In the Heart of the Sea”, 2015) stilize bir damardan gerçek hikayeleri sarsarak dikkat çekmiştir. Ama o yükselişin ardından suya sabuna dokunmayan klasik bir belgesele el atmayı seçiyor.
Belki de “Pavarotti”, 2007’de talihsiz bir şekilde vefat eden ünlü tenöre, usta opera sanatçısına saygı duruşunda bulunmak için biçilmiş bir kaftan. Onun Bono’dan Elton John’a uzanan ünlülerle denk gelmesinden arşiv görüntülerine uzanan bir hışımda 115 dakikayı bulan bir yapıt.
ÇOK ERKEN ÜRETİLMİŞ
Ama Amy Winehouse’a adanmış “Amy” (2015) gibi ‘çok erken olmamış mı?’ düşüncesiyle tamamlanıyor. 1.33:1’den 1.85:1’e uzanan görüntüler birçok kişiyi hassas yerinden yakalayıp ağlatacak. Statlardan TV ekranlarına kadar fazlasıyla mekanda ‘sahne ikonu’nun kavranması adına da bir incelik var. Karakterin dramı bize de işliyor. Ron Howard kurgulama becerisini buraya da yansıtıyor elbette.
Fakat klasik belge bırakma arzusundan kopup arşivlerde anılır hale gelememiş “Pavarotti”. Sinemada alkış eşliğinde izlenen ‘opera filmleri’yle de, hınzırlığıyla beğeni toplayan ‘sahte müzik belgeselleri’yle de yarışamıyor. Daha modern bir yaklaşımı hak ediyor.
‘ZAFERE HÜCUM’DA GELDİĞİ YERDEN ALMIYOR
Ron Howard Amerikan klasik sinemasının kendini geliştirebilen temsildir. En son “Zafere Hücum” (“Rush”, 2013) ve “Denizin Ortasında” (“In the Heart of the Sea”, 2015) stilize bir damardan gerçek hikayeleri sarsarak dikkat çekmiştir. Ama o yükselişin ardından suya sabuna dokunmayan klasik bir belgesele el atmayı seçiyor.
Belki de “Pavarotti”, 2007’de talihsiz bir şekilde vefat eden ünlü tenöre, usta opera sanatçısına saygı duruşunda bulunmak için biçilmiş bir kaftan. Onun Bono’dan Elton John’a uzanan ünlülerle denk gelmesinden arşiv görüntülerine uzanan bir hışımda 115 dakikayı bulan bir yapıt.
ÇOK ERKEN ÜRETİLMİŞ
Ama Amy Winehouse’a adanmış “Amy” (2015) gibi ‘çok erken olmamış mı?’ düşüncesiyle tamamlanıyor. 1.33:1’den 1.85:1’e uzanan görüntüler birçok kişiyi hassas yerinden yakalayıp ağlatacak. Statlardan TV ekranlarına kadar fazlasıyla mekanda ‘sahne ikonu’nun kavranması adına da bir incelik var. Karakterin dramı bize de işliyor. Ron Howard kurgulama becerisini buraya da yansıtıyor elbette.
Fakat klasik belge bırakma arzusundan kopup arşivlerde anılır hale gelememiş “Pavarotti”. Sinemada alkış eşliğinde izlenen ‘opera filmleri’yle de, hınzırlığıyla beğeni toplayan ‘sahte müzik belgeselleri’yle de yarışamıyor. Daha modern bir yaklaşımı hak ediyor.
KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU:
7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE: 3.2
ABIGAIL: 4
ACI VE ZAFER (DOLOR Y GLORIA): 6.3
AD ASTRA: 5.5
AKILLARA SEZA: 2.9
ANNABELLE 3: 4.5
ANNEM: 2.8
AŞKI BEKLERKEN (DEUX MOI): 5.7
BAĞLILIK ASLI: 3.6
BİR ZAMANLAR HOLLYWOOD’DA (ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD): 6
BOZKIR: 3.2
CİNAYET SÜSÜ: 5.2
DERİ CEKET (LE DAIM): 3.8
DÜZENBAZLAR KULÜBÜ (BILLIONAIRE BOYS CLUB): 5
ELEKTRİK SAVAŞLARI (THE CURRENT WAR): 7.3
ELVEDA OĞLUM (SON LONG, MY SON): 5.8
EN UZUN GECE: 2.4
EŞ ANLAMLILAR (SYNONYMES): 3.8
FIRINCININ KARISI: 1.9
GEÇMİŞİN SIRLARI (AFTER THE WEDDING): 3.6
GÖRÜLMÜŞTÜR: 6.5
HANGİ KADIN: 6
HAREKET SEKİZ: 3.7
HIZLI VE ÖFKELİ: HOBBS VE SHAW: 4.5
IRON SKY 2: 5.4
İKİZLER PROJESİ (THE GEMINI MAN): 5
JOKER: 7
KARAKOMİK FİLMLER: 3
KIZ KARDEŞLER: 5.1
KOD ADI: ANGEL (ANGEL HAS FALLEN): 3.8
KOLEJ HAVASI: 4.9
KONUŞAN HAYVANLAR: 2
KORKU HİKAYELERİ (SCARY STORIES TO TELL IN THE DARK): 5.2
KRAL ŞAKİR: KORSANLAR DİYARI: 3.5
KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR 2 (NOUS FINIRONS ENSEMBLE): 2.5
MALEFİZ 2 (MALEFICENT 2): 4.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
MERHABA GÜZEL VATANIM: 2.4
MUHBİR (THE INFORMER): 3.7
NEW YORK’TA YAĞMURLU BİR GÜN (A RAINY DAY IN NEW YORK): 5.2
O BÖLÜM 2 (IT CHAPTER TWO): 4.2
ORAY: 2.7
OYUNBOZAN (SYSTEM CRASHER): 6.5
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PİRANALAR: 4.5
RAMBO: SON KAN (RAMBO: LAST BLOOD): 2.3
RİTÜEL (MIDSOMMAR): 8.3
SAKA KUŞU (THE GOLDFINCH): 5.2
SAKLAMBAÇ (READY OR NOT): 6
SAR BAŞA: 1.8
SESİNDE AŞK VAR: 4.5
SIR TUTABİLİR MİSİN? (CAN YOU KEEP A SECRET?): 3.1
SİCCİN 6: 5.7
SİRAYET 2: 1.5
VAHŞET OYUNU (FRAMED): 5.2
VOX LUX: 7.5
YUVAYA DÖNÜŞ: 2.8
7. KOĞUŞTAKİ MUCİZE: 3.2
ABIGAIL: 4
ACI VE ZAFER (DOLOR Y GLORIA): 6.3
AD ASTRA: 5.5
AKILLARA SEZA: 2.9
ANNABELLE 3: 4.5
ANNEM: 2.8
AŞKI BEKLERKEN (DEUX MOI): 5.7
BAĞLILIK ASLI: 3.6
BİR ZAMANLAR HOLLYWOOD’DA (ONCE UPON A TIME IN HOLLYWOOD): 6
BOZKIR: 3.2
CİNAYET SÜSÜ: 5.2
DERİ CEKET (LE DAIM): 3.8
DÜZENBAZLAR KULÜBÜ (BILLIONAIRE BOYS CLUB): 5
ELEKTRİK SAVAŞLARI (THE CURRENT WAR): 7.3
ELVEDA OĞLUM (SON LONG, MY SON): 5.8
EN UZUN GECE: 2.4
EŞ ANLAMLILAR (SYNONYMES): 3.8
FIRINCININ KARISI: 1.9
GEÇMİŞİN SIRLARI (AFTER THE WEDDING): 3.6
GÖRÜLMÜŞTÜR: 6.5
HANGİ KADIN: 6
HAREKET SEKİZ: 3.7
HIZLI VE ÖFKELİ: HOBBS VE SHAW: 4.5
IRON SKY 2: 5.4
İKİZLER PROJESİ (THE GEMINI MAN): 5
JOKER: 7
KARAKOMİK FİLMLER: 3
KIZ KARDEŞLER: 5.1
KOD ADI: ANGEL (ANGEL HAS FALLEN): 3.8
KOLEJ HAVASI: 4.9
KONUŞAN HAYVANLAR: 2
KORKU HİKAYELERİ (SCARY STORIES TO TELL IN THE DARK): 5.2
KRAL ŞAKİR: KORSANLAR DİYARI: 3.5
KÜÇÜK BEYAZ YALANLAR 2 (NOUS FINIRONS ENSEMBLE): 2.5
MALEFİZ 2 (MALEFICENT 2): 4.5
MASAL ŞATOSU: 2.7
MERHABA GÜZEL VATANIM: 2.4
MUHBİR (THE INFORMER): 3.7
NEW YORK’TA YAĞMURLU BİR GÜN (A RAINY DAY IN NEW YORK): 5.2
O BÖLÜM 2 (IT CHAPTER TWO): 4.2
ORAY: 2.7
OYUNBOZAN (SYSTEM CRASHER): 6.5
PARAZİT (PARASITE): 6.7
PİRANALAR: 4.5
RAMBO: SON KAN (RAMBO: LAST BLOOD): 2.3
RİTÜEL (MIDSOMMAR): 8.3
SAKA KUŞU (THE GOLDFINCH): 5.2
SAKLAMBAÇ (READY OR NOT): 6
SAR BAŞA: 1.8
SESİNDE AŞK VAR: 4.5
SIR TUTABİLİR MİSİN? (CAN YOU KEEP A SECRET?): 3.1
SİCCİN 6: 5.7
SİRAYET 2: 1.5
VAHŞET OYUNU (FRAMED): 5.2
VOX LUX: 7.5
YUVAYA DÖNÜŞ: 2.8