BİZE DE BEKLERİZ # 3: DOOMSDAY
23/06/2009 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 6 |
“Dog Soldiers” ve “Cehenneme Bir Adım” ile tanıdığımız genç
korku yönetmeni Neil Marshall’ın son filmi, tipik bir kıyamet sonrası
bilimkurgu örneği sunuyor.
Sinema dünyasına 1968’de “Maymunlar Cehennemi” (“Planet of the Apes”) ile giriş yapan ‘kıyamet sonrası bilimkurgu’ alt türü, “Mad Max” serisi ve “New York’tan Kaçış” (“Escape from New York”) ile içinde aksiyon da bulunduran bir bütüne kavuşmuştu. Bu toplam, aslında bir distopyanın da izini sürer. Ancak bu distopyanın daha çok komün halinde yaşamaya başlamış insanların, salgın, virüs ya da bilgisayar yönetimi sayesinde tehdit edilen hayatlarını anlatmak için var olduğu bilinir.
ALT TÜRÜNÜN TİPİK BİR ÖRNEĞİ
“Doomsday” de işte o filmlerin yaptığı gibi karantina altına alınmış bir bölgeye gönderilen bir kadının hikayesini anlatıyor. Rhona Mitra’nın canlandırdığı kiralık katil Sinclair’in ekibiyle birlikte girdiği hayat mücadelesine odaklanıyor. Bölgede hiçbir canlı kalmadığına inanan İngiliz hükümeti, emniyet müdürü Bill Nelson’ın (Bob Hoskins) adamı Sinclair’i ‘sanki bir canlı görüldü!’ varsayımıyla bölgeyi denetlemesi için görevlendiriyor.
Bu giriş aslında belli bir gizem duygusuyla açıyor filmi. Ancak bir asker tankıyla içeriye nüfuz eden ekibin, hemencecik bir grup alt kültür bireyinin saldırısına uğraması ve orada yaşayan bu kişilerin karargahlarını görme şansı erişmemizle birlikte her şey yıkılıyor. Aslında durumun bağlantısını, bir süreliğine de olsa “Near Dark”taki (1987) gibi ‘alt kültür bireyi vampirler’ kavramıyla kuruyoruz. Ancak bunun ardından her şeyin bir anda kıyametin yok ettiği bir dünyada bu ‘bölge’ye hapsolan insanlardan ibaret olduğunu anlıyoruz.
Besinlerini kendileri üretmelerinin yanında daha nice uğraşla da geçinmeye çalışan bu grup, karakterimizi öldürmek isteyince adrenalin yüklü bir kaçma-kovalamacaya odaklanıyoruz. Aksiyonun aslında bir süre bile durmadığını söylesek yeridir.
BELLİ Kİ ALT TÜRLER ARASINDAKİ YOLCULUĞU BİTMEYECEK
“Dog Soldiers” ile kurtadam filmi alt türünü, “Cehenneme bir Adım” (“The Descent”) ile ise canavar filmi alt türünü yenileyen ancak bir şeyleri eksik yapan Marshall, bu eseriyle aslında türler arasında dolaşmayı sevdiğini ve ileride de bu geleneği devam ettireceğini vurgulamış oluyor.
Ancak Marshall, bu sefer kıyamet sonrası bilimkurguya bir şey eklemiyor. “Dog Soldiers” ile kurtadam filmini savaş ortamına transfer edip kurtları köpeklere çeviren; “Cehenneme Bir Adım” ile ise canavar filmini canavarsız ama ruh hali odaklı kapalı bir mekana yerleştiren yönetmen, bu sefer ‘iyi çekilmiş bir alt tür örneği’ dokuyor sadece. Fakat tabii ki 2.35:1 oranında rahatlıkla izlenen ve bir an bile temposu düşmeyen bir yapıtla da karşı karşıya olduğumuzu itiraf etmeliyiz.
Bunun yanında yönetmen, belli ki İngiliz kültürünü işin içine katıyor. Böylelikle karantinaya alınmış bölgeyi iki kısıma ayırınca, bunlardan birinde Malcolm McDowell’ın canlandırdığı bir adamı şatoya yerleştirip, yönetim sistemini alt ve üst sınıfa bölmüş oluyor. Bu doğrultuda da Orta Çağ kültürüne ve imparatorluk müessesine de giriyoruz ister istemez.
Tabii Rhona Mitra’nın “Doomsday”le aşağı yukarı aynı tarihlerde üretilen üçüncü “Karanlıklar Ülkesi” (“Underworld”) filminde de, buradakine benzer bir rolü olduğunu da ekleyelim. Zira her ne kadar fiziğiyle dikkat çekse de, oradaki vampir avcısı karakteri ile buradaki alt kültür avcısı karakterinin aynı zamanlarda karşımıza çıkması bir tesadüf. Ancak onun böyle bir ‘sahne kimliği’yle ‘öteki avcısı’ olarak konumlanabileceğinin de mesajını veriyor film ister istemez.
Marshall’ın alt türler içinde gezme geleneğinin bir yenisi olan yapıtın yeni bir şey yapmasa da keyifle tüketilecek bir bütünü var. Bu sebeple de rahatlıkla izlenip, hiçbir kulp takmadan tüketilebilir.
Sinema dünyasına 1968’de “Maymunlar Cehennemi” (“Planet of the Apes”) ile giriş yapan ‘kıyamet sonrası bilimkurgu’ alt türü, “Mad Max” serisi ve “New York’tan Kaçış” (“Escape from New York”) ile içinde aksiyon da bulunduran bir bütüne kavuşmuştu. Bu toplam, aslında bir distopyanın da izini sürer. Ancak bu distopyanın daha çok komün halinde yaşamaya başlamış insanların, salgın, virüs ya da bilgisayar yönetimi sayesinde tehdit edilen hayatlarını anlatmak için var olduğu bilinir.
ALT TÜRÜNÜN TİPİK BİR ÖRNEĞİ
“Doomsday” de işte o filmlerin yaptığı gibi karantina altına alınmış bir bölgeye gönderilen bir kadının hikayesini anlatıyor. Rhona Mitra’nın canlandırdığı kiralık katil Sinclair’in ekibiyle birlikte girdiği hayat mücadelesine odaklanıyor. Bölgede hiçbir canlı kalmadığına inanan İngiliz hükümeti, emniyet müdürü Bill Nelson’ın (Bob Hoskins) adamı Sinclair’i ‘sanki bir canlı görüldü!’ varsayımıyla bölgeyi denetlemesi için görevlendiriyor.
Bu giriş aslında belli bir gizem duygusuyla açıyor filmi. Ancak bir asker tankıyla içeriye nüfuz eden ekibin, hemencecik bir grup alt kültür bireyinin saldırısına uğraması ve orada yaşayan bu kişilerin karargahlarını görme şansı erişmemizle birlikte her şey yıkılıyor. Aslında durumun bağlantısını, bir süreliğine de olsa “Near Dark”taki (1987) gibi ‘alt kültür bireyi vampirler’ kavramıyla kuruyoruz. Ancak bunun ardından her şeyin bir anda kıyametin yok ettiği bir dünyada bu ‘bölge’ye hapsolan insanlardan ibaret olduğunu anlıyoruz.
Besinlerini kendileri üretmelerinin yanında daha nice uğraşla da geçinmeye çalışan bu grup, karakterimizi öldürmek isteyince adrenalin yüklü bir kaçma-kovalamacaya odaklanıyoruz. Aksiyonun aslında bir süre bile durmadığını söylesek yeridir.
BELLİ Kİ ALT TÜRLER ARASINDAKİ YOLCULUĞU BİTMEYECEK
“Dog Soldiers” ile kurtadam filmi alt türünü, “Cehenneme bir Adım” (“The Descent”) ile ise canavar filmi alt türünü yenileyen ancak bir şeyleri eksik yapan Marshall, bu eseriyle aslında türler arasında dolaşmayı sevdiğini ve ileride de bu geleneği devam ettireceğini vurgulamış oluyor.
Ancak Marshall, bu sefer kıyamet sonrası bilimkurguya bir şey eklemiyor. “Dog Soldiers” ile kurtadam filmini savaş ortamına transfer edip kurtları köpeklere çeviren; “Cehenneme Bir Adım” ile ise canavar filmini canavarsız ama ruh hali odaklı kapalı bir mekana yerleştiren yönetmen, bu sefer ‘iyi çekilmiş bir alt tür örneği’ dokuyor sadece. Fakat tabii ki 2.35:1 oranında rahatlıkla izlenen ve bir an bile temposu düşmeyen bir yapıtla da karşı karşıya olduğumuzu itiraf etmeliyiz.
Bunun yanında yönetmen, belli ki İngiliz kültürünü işin içine katıyor. Böylelikle karantinaya alınmış bölgeyi iki kısıma ayırınca, bunlardan birinde Malcolm McDowell’ın canlandırdığı bir adamı şatoya yerleştirip, yönetim sistemini alt ve üst sınıfa bölmüş oluyor. Bu doğrultuda da Orta Çağ kültürüne ve imparatorluk müessesine de giriyoruz ister istemez.
Tabii Rhona Mitra’nın “Doomsday”le aşağı yukarı aynı tarihlerde üretilen üçüncü “Karanlıklar Ülkesi” (“Underworld”) filminde de, buradakine benzer bir rolü olduğunu da ekleyelim. Zira her ne kadar fiziğiyle dikkat çekse de, oradaki vampir avcısı karakteri ile buradaki alt kültür avcısı karakterinin aynı zamanlarda karşımıza çıkması bir tesadüf. Ancak onun böyle bir ‘sahne kimliği’yle ‘öteki avcısı’ olarak konumlanabileceğinin de mesajını veriyor film ister istemez.
Marshall’ın alt türler içinde gezme geleneğinin bir yenisi olan yapıtın yeni bir şey yapmasa da keyifle tüketilecek bir bütünü var. Bu sebeple de rahatlıkla izlenip, hiçbir kulp takmadan tüketilebilir.
NE DURUMDA?
Hakları Chantier Films’de olan film, dünyada 2008’de vizyona girdiği için bizde sinemalara uğramayacak. Zira şirket, vizyon tarihi için geç kalındığından yapıtın iyi gişe yapmayacağı düşünüyor. Ancak bir sene içinde DVD’sinin raflara girmesini bekleyebiliriz.