'AETHER': MİTOLOJİK BİR HASANKEYF HİPNOZU
FİLMİN NOTU: 6.7
|
Kaybolmaya yüz tutmuş Hasankeyf’e adanmış melez bir film. “Aether”, De Seta-Reggio arası bir damardan gidip ülkemizin çevreci belgeselleri arasında özgün bir yere yerleşiyor. Duyusal, hipnotik ve mitolojik sıfatlarıyla anılacak, geleceğe dair sorunları olan özellikli bir yapıt. İmgesel bir gösteri. Sinemamıza ilk uzun metrajıyla Ruken Tekeş’i armağan ediyor.
BEŞİNCİ ELEMENTİN PEŞİNDE ÇEVRECİ BİR ÜSLUP
Bazı doğa hazinelerinin kaybedilişine karşı çok duygusalızdır. Bu yıkım gerçekleştiği zaman ise ister istemez kendimizi kötü hissedebiliriz. Bu durumun sinemasal hale getirilmesi o kadar kolay bir şey değildir. Ruken Tekeş, Diyarbakır doğumlu olmanın faydasını görüyor burada. Hasankeyf’in yıkımı öncesi yaşanan atmosferi bir çeşit ‘kıyamet hipnozu’na çevirmeyi uygun görüyor.
Aslında 2017’de yıkılan barajın günümüzde de geldiği hal eleştiriliyor. Bilinen imgeler ise bu görsel tezahürün parçasına dönüştürülüyor. Hiçbir şekilde doğanın döngüsünü veya tarihin gerektiklerini umursamayan bir kapitalist zihniyet devreye girebiliyor.
Ama elbette böyle bir önemli olaya yaklaşımın da katmanlı ve entelektüel olması gerekir. Yunan mitolojisinde açık gökyüzü anlamına gelen ‘Aether’i kullanıyor. Plato’nun ise beşinci yani en klasik element olarak andığı bir bilimkurgu objesine dönüştürüyor. Bu dilsel damarlardan 82 dakikada 21 bölüm üzerinden yürüyen bir kıyamet tabanı çıkıyor.
BEŞİNCİ ELEMENTİN PEŞİNDE ÇEVRECİ BİR ÜSLUP
Bazı doğa hazinelerinin kaybedilişine karşı çok duygusalızdır. Bu yıkım gerçekleştiği zaman ise ister istemez kendimizi kötü hissedebiliriz. Bu durumun sinemasal hale getirilmesi o kadar kolay bir şey değildir. Ruken Tekeş, Diyarbakır doğumlu olmanın faydasını görüyor burada. Hasankeyf’in yıkımı öncesi yaşanan atmosferi bir çeşit ‘kıyamet hipnozu’na çevirmeyi uygun görüyor.
Aslında 2017’de yıkılan barajın günümüzde de geldiği hal eleştiriliyor. Bilinen imgeler ise bu görsel tezahürün parçasına dönüştürülüyor. Hiçbir şekilde doğanın döngüsünü veya tarihin gerektiklerini umursamayan bir kapitalist zihniyet devreye girebiliyor.
Ama elbette böyle bir önemli olaya yaklaşımın da katmanlı ve entelektüel olması gerekir. Yunan mitolojisinde açık gökyüzü anlamına gelen ‘Aether’i kullanıyor. Plato’nun ise beşinci yani en klasik element olarak andığı bir bilimkurgu objesine dönüştürüyor. Bu dilsel damarlardan 82 dakikada 21 bölüm üzerinden yürüyen bir kıyamet tabanı çıkıyor.
GÖZLEMCİLİKLE HİPNOZU BİRLEŞİYOR
Bunu yaparken aslında İtalyan sinemasında Vittorio De Seta’nın Gianfranco Rosi’ye de esin kaynaklığı yapmış ‘diyalogsuz gözlemci belgesel’ tekniğini, 1982’de Reggio’nun Fricke’nin time-lapse görüntü yönetimiyle başlattığı üçlemenin (“Koyaanisqatsi” /1982, “Powaqqatsi” /1988, “Naqoyqatsi” /2002) yapısıyla birleştiriyor. Aslında diyalogsuz gerçekçilik ile imgesel hipnoz iç içe geçiyor. Reggio-Fricke ikilisinin bilinmeyen coğrafyalardaki eleştirdiği endüstrileşme (ki yönetmenlik koltuğunda 1992’te “Baraka”yla bunu devam ettirdi), burada da hidroelektrik barajla temsil buluyor.
Biri yerli, üçü yabancı dört görüntü yönetmeni filmi başka boyutlara taşıyor. Adeta 2.35:1 formatında alınmış, geniş açı objektifle kavranmış natüralizm karelerinin yanına çarpıcı detay planlar ekleniyor. Bunlar yörede yaşayan insanları gözlemliyor. Bunları takip eden tek ses, bir karakterin konuşamaması ile fonetiğe ayak uydurmasıyla geliyor.
GÖRÜNTÜ İLE SESİN AHENKLE DANS ETTİĞİ BİR ATMOSFER
Aslında resim gibi çerçevelerin hipnotik bir sinematografiyle iç içe geçirilmiş izlenimi bırakması Hasankeyf gerçeğine çok yakışıyor. Bu durum da “Aether”i mitolojik, büyülü ve deneysel bir modern belgesel yapıyor. Araya giren çok yakın ağız planlarının da hızlanabilen yavaş çekimle, time-lapse sinematografiye yakın bir hissiyat verdiği görülüyor. Helikopter kamerayla alınmış mucizevi üst açılar ile kaybolmaya yüz tutmuş tarihi eserler adeta ahenkle dans ediyor.
Tekeş, ilk kısası “Heverk”te (2016) “İki Dil Bir Bavul”la (2008) akrabalık kurarken diyaloğa fazla kaymıştı. Ama burada özellikle Deniz Eyüboğlu’nun kurmaca, Andres Lizana Prado’nun ise Hollywood filmi tecrübesinden yaralanıyor. Doğayı fotoğraflamada beceri ve fark yaratma geliyor. Bu da doğanın yok edilmesine, hayvan katliamını da katan bir natüralizm soykırımını dingin ve sessiz bir şekilde gözlemleme getiriyor.
PHILIP GLASS’I ÖRNEK ALAN YÖRESEL BİR MÜZİK
Aslında burada geleceğe umutlu bakılan bir kıyamet sürecinden söz ediliyor. Metehan Dada ile Diler Özer’in yöreye uygun duran hipnotik besteleri de başka bir boyutun sözünü veriyor. Açıkçası yaylı çalgılarla klasik müzik ezgilerinin iç içe geçmesi yabancı ses tasarımcısı ile kurgucusunun kalitesinden destek oluyor.
Bu durum karşısında bize Philip Glass’vari bir müzik dinlemek kalıyor. “Aether” özünde 21 karede mitolojik bir kıyametin resminin peşine düşüyor. Hipnotik yaklaşımıyla da bunun üzerine gidiyor. Her zaman geleceğe dair bir ağıtta bulunarak aslında noktayı da böylesi bir çıkışsızlıkla koyuyor.
Aslında resim gibi çerçevelerin hipnotik bir sinematografiyle iç içe geçirilmiş izlenimi bırakması Hasankeyf gerçeğine çok yakışıyor. Bu durum da “Aether”i mitolojik, büyülü ve deneysel bir modern belgesel yapıyor. Araya giren çok yakın ağız planlarının da hızlanabilen yavaş çekimle, time-lapse sinematografiye yakın bir hissiyat verdiği görülüyor. Helikopter kamerayla alınmış mucizevi üst açılar ile kaybolmaya yüz tutmuş tarihi eserler adeta ahenkle dans ediyor.
Tekeş, ilk kısası “Heverk”te (2016) “İki Dil Bir Bavul”la (2008) akrabalık kurarken diyaloğa fazla kaymıştı. Ama burada özellikle Deniz Eyüboğlu’nun kurmaca, Andres Lizana Prado’nun ise Hollywood filmi tecrübesinden yaralanıyor. Doğayı fotoğraflamada beceri ve fark yaratma geliyor. Bu da doğanın yok edilmesine, hayvan katliamını da katan bir natüralizm soykırımını dingin ve sessiz bir şekilde gözlemleme getiriyor.
PHILIP GLASS’I ÖRNEK ALAN YÖRESEL BİR MÜZİK
Aslında burada geleceğe umutlu bakılan bir kıyamet sürecinden söz ediliyor. Metehan Dada ile Diler Özer’in yöreye uygun duran hipnotik besteleri de başka bir boyutun sözünü veriyor. Açıkçası yaylı çalgılarla klasik müzik ezgilerinin iç içe geçmesi yabancı ses tasarımcısı ile kurgucusunun kalitesinden destek oluyor.
Bu durum karşısında bize Philip Glass’vari bir müzik dinlemek kalıyor. “Aether” özünde 21 karede mitolojik bir kıyametin resminin peşine düşüyor. Hipnotik yaklaşımıyla da bunun üzerine gidiyor. Her zaman geleceğe dair bir ağıtta bulunarak aslında noktayı da böylesi bir çıkışsızlıkla koyuyor.
KIYAMETE ÖZELLİKLİ YAKLAŞIM
Yöredeki insanların da hayvanların da umudu yok. Hepsi bu katliamın içinde bir kıyamete sürükleniyorlar. Elbette “Torino Atı” (“A Torinói Ló”, 2011) gibi bu motifi başyapıt seviyesinde kullanan bir zirve yok. Hatta 80’lerin Reggio Üçlemesi kadar iddialı bir sinemadan bahsetmek de mümkün değil. Ama oradaki deneysel yapının gerçekçi belgeselcilikle kesiştiği noktada “Aether” daha ilgi çekici hale geliyor. Adını tehditkar bir şekle sokabiliyor.
Duyusal ve görsel bir belgeye dönüşüyor. Hasankeyf’e klasik bir belgeselle yaklaşmak kolay olurdu. Ama bu haliyle ağıt daha çarpıcı, üzücü ve kalıcı bir hale geliyor. Belgesel-kurmaca-deneysel kırması yapının tezahürleri aslında başında ve sonunda olduğu gibi o bölgenin her zaman yaşayacak ruhlarına adama gerçekleşiyor. Bu da işin mistik ve mitolojik boyutunu parlatıyor.
ÇEVRECİ BELGESELLER ARASINDA MELEZ YAPISIYLA FARKINI GÖSTERİYOR
Ruken Tekeş, ‘Aether’ adıyla filmin evrensel tarafına destek veriyor. Baştan sona doğru kurduğu yapıyla ise üst açıların da, dar odağın da, netliğin de hakim hale getirdiği insanların mücadelesini sessiz bir şekilde ritimle müziğe veya görselliğe eşlik etme olarak belirleniyor. Sembolik bir Hasankeyf’in binasıyla başlayıp vinç kıvamında bir aygıtla bitmek de “Tatlı Hayat”ın (“La Dolce Vita”, 1960) başlangıcına saygı duruşu gibi.
“Aether”, çevreci belgeseller arasında kendine özgü bir yere oturuyor. Bahriye Kabadayı’nın “Devrimci Gençlik Köprüsü” (2007), İmre Azem’in “Ekümenopolis” (2011) ile şehirleşmenin ve köprü yıkımının modern belgesellerle temsil edildiğini gördük. Bunların arasına katılıyor. Ama Ruken Tekeş, burada ‘çevreci belgesel’in boyutunu ‘hipnotik’, ‘mitolojik’ ve ‘duyusal’ eğilimleriyle özgün hale getiriyor. Yerli sinemada da hatırlanacak detaycı ve özenli bir işçiliğe imza atıyor. Hangi açıdan baksanız zengin alt metinler sunabilen bir imgesel gösteriye imza atıyor.
Yöredeki insanların da hayvanların da umudu yok. Hepsi bu katliamın içinde bir kıyamete sürükleniyorlar. Elbette “Torino Atı” (“A Torinói Ló”, 2011) gibi bu motifi başyapıt seviyesinde kullanan bir zirve yok. Hatta 80’lerin Reggio Üçlemesi kadar iddialı bir sinemadan bahsetmek de mümkün değil. Ama oradaki deneysel yapının gerçekçi belgeselcilikle kesiştiği noktada “Aether” daha ilgi çekici hale geliyor. Adını tehditkar bir şekle sokabiliyor.
Duyusal ve görsel bir belgeye dönüşüyor. Hasankeyf’e klasik bir belgeselle yaklaşmak kolay olurdu. Ama bu haliyle ağıt daha çarpıcı, üzücü ve kalıcı bir hale geliyor. Belgesel-kurmaca-deneysel kırması yapının tezahürleri aslında başında ve sonunda olduğu gibi o bölgenin her zaman yaşayacak ruhlarına adama gerçekleşiyor. Bu da işin mistik ve mitolojik boyutunu parlatıyor.
ÇEVRECİ BELGESELLER ARASINDA MELEZ YAPISIYLA FARKINI GÖSTERİYOR
Ruken Tekeş, ‘Aether’ adıyla filmin evrensel tarafına destek veriyor. Baştan sona doğru kurduğu yapıyla ise üst açıların da, dar odağın da, netliğin de hakim hale getirdiği insanların mücadelesini sessiz bir şekilde ritimle müziğe veya görselliğe eşlik etme olarak belirleniyor. Sembolik bir Hasankeyf’in binasıyla başlayıp vinç kıvamında bir aygıtla bitmek de “Tatlı Hayat”ın (“La Dolce Vita”, 1960) başlangıcına saygı duruşu gibi.
“Aether”, çevreci belgeseller arasında kendine özgü bir yere oturuyor. Bahriye Kabadayı’nın “Devrimci Gençlik Köprüsü” (2007), İmre Azem’in “Ekümenopolis” (2011) ile şehirleşmenin ve köprü yıkımının modern belgesellerle temsil edildiğini gördük. Bunların arasına katılıyor. Ama Ruken Tekeş, burada ‘çevreci belgesel’in boyutunu ‘hipnotik’, ‘mitolojik’ ve ‘duyusal’ eğilimleriyle özgün hale getiriyor. Yerli sinemada da hatırlanacak detaycı ve özenli bir işçiliğe imza atıyor. Hangi açıdan baksanız zengin alt metinler sunabilen bir imgesel gösteriye imza atıyor.