'THE OLD GUARD': EGZOTİK SÜPER KAHRAMAN EKİBİ, VASAT AKSİYON
FİLMİN NOTU: 3.9
|
Image Comics’in 2017’de ilk kez yayınlanan çizgi romanından uyarlanan “The Old Guard”, oryantalist, egzotik ve demode bir süper kahraman ekibi filmini duyuruyor. Ne “Watchmen”, ne “Galaksinin Koruyucuları”, ne de ‘X-Men’le yarışabiliyor. Charlize Theron, Luca Marinelli ve Annamaria Marinca da filmi kurtaramıyor.
KARİYERİ BU BAŞARISIZLIĞI ÖNCEDEN BELLİ EDİYORDU
Sundance 2000’de açılan “Love and Basketball” (2000) ile 2001 Bağımsız Ruh Ödülleri’nden En İyi İlk Senaryo zaferiyle dönen 1969’lu Gina Prince-Bythewood, o zamandan beri hiç de parlak bir kariyere sahip olamadı. Bütçeleri 11 milyon doları geçmeyen filmlere imza attı belki. Ama Afro-Amerikan haklarını savunmak dışında kalıcı olmayan, sinemasal açıdan üzerine uğraşılmamış yapıtlara imza atmakla kalıyordu. Daha ziyade yaptığı dizilerle anılmaya hak ediyordu.
“The Old Guard” (2020) ise onun en yüksek bütçeli eseri belki. Ama eski model, egzotik ve oryantalist bir süper kahraman ekibi filmine dönüşüyor. 'Ölümsüz savaşçılar' algısı miadı dolan bir yaklaşım. Zaten Image Comics, DC ve Marvel ile yarıştığına tanıklık etmediğimiz bir çizgi roman markası. Burada o dezavantajı yansıtan ikinci sınıf bir işçilikle yüzleşiyor. Hiçbir şekilde çizgi roman estetiğine hakim olmayan memuriyet filmin en büyük problemine dönüşüyor.
ETNİK ÇEŞİTLİLİK İÇİN KASAN BİR EKİP
Charlize Theron ve arkadaşlarının geçmişe dönüp fes ve Osmanlı başlığı giydikleri sahneler gerçekten ölümcül! Oraya gelene kadar ise imgeler açısından ‘Mad Max’ten '300'e uzanan ‘özenti durum’ gözlerden kaçmıyor. Kopyala-yapıştır çizgi roman uyarlaması aşırı hesaplı ve hantal duruyor üstelik…
Son dönemde feminist süper kahraman tanımları arttı. Ama Theron’un Andromache of Scythia’yı bu furyanın peşine hakkıyla takılmıyor. En iyi ihtimalle X-Men’in ‘Dark Phoenix’i ile rekabete giriyor. Belçikalı Matthias Schoenaerts, Tunuslu Marwan Kenzari, İtalyan Luca Marinelli ve Afro-Amerikalı Kiki Layne’nin katıldığı ekip, etnik çeşitlilik olsun diye birbirini dolduran isimlerden kurulu. Ama bunların ‘politik açıdan doğru durmak’ için kastığı çok açık!
KARİYERİ BU BAŞARISIZLIĞI ÖNCEDEN BELLİ EDİYORDU
Sundance 2000’de açılan “Love and Basketball” (2000) ile 2001 Bağımsız Ruh Ödülleri’nden En İyi İlk Senaryo zaferiyle dönen 1969’lu Gina Prince-Bythewood, o zamandan beri hiç de parlak bir kariyere sahip olamadı. Bütçeleri 11 milyon doları geçmeyen filmlere imza attı belki. Ama Afro-Amerikan haklarını savunmak dışında kalıcı olmayan, sinemasal açıdan üzerine uğraşılmamış yapıtlara imza atmakla kalıyordu. Daha ziyade yaptığı dizilerle anılmaya hak ediyordu.
“The Old Guard” (2020) ise onun en yüksek bütçeli eseri belki. Ama eski model, egzotik ve oryantalist bir süper kahraman ekibi filmine dönüşüyor. 'Ölümsüz savaşçılar' algısı miadı dolan bir yaklaşım. Zaten Image Comics, DC ve Marvel ile yarıştığına tanıklık etmediğimiz bir çizgi roman markası. Burada o dezavantajı yansıtan ikinci sınıf bir işçilikle yüzleşiyor. Hiçbir şekilde çizgi roman estetiğine hakim olmayan memuriyet filmin en büyük problemine dönüşüyor.
ETNİK ÇEŞİTLİLİK İÇİN KASAN BİR EKİP
Charlize Theron ve arkadaşlarının geçmişe dönüp fes ve Osmanlı başlığı giydikleri sahneler gerçekten ölümcül! Oraya gelene kadar ise imgeler açısından ‘Mad Max’ten '300'e uzanan ‘özenti durum’ gözlerden kaçmıyor. Kopyala-yapıştır çizgi roman uyarlaması aşırı hesaplı ve hantal duruyor üstelik…
Son dönemde feminist süper kahraman tanımları arttı. Ama Theron’un Andromache of Scythia’yı bu furyanın peşine hakkıyla takılmıyor. En iyi ihtimalle X-Men’in ‘Dark Phoenix’i ile rekabete giriyor. Belçikalı Matthias Schoenaerts, Tunuslu Marwan Kenzari, İtalyan Luca Marinelli ve Afro-Amerikalı Kiki Layne’nin katıldığı ekip, etnik çeşitlilik olsun diye birbirini dolduran isimlerden kurulu. Ama bunların ‘politik açıdan doğru durmak’ için kastığı çok açık!
GERÇEKÇİ PARALI ASKER ÖYKÜSÜ ‘RAMBO’NUN ÇIKIŞ DÖNEMİNE GÖTÜRÜYOR!
Daha ziyade bizim izlediğimiz paralı askerlerin bir mücadelesi. Paralı askerlerin tür sinemasında miadı dolmuşken “Extraction”la aynı yıl içinde böyle demode bir çizgi/grafik roman uyarlamasının gelmesi ise düşündürücü.
Çizgi roman uyarlaması furyası Prince-Bythewood elinde ‘Rambo’ yıllarına geri dönen bir macera-aksiyon damarına bürünüyor. 2019’da J.C. Chandor’dan gördüğümüz becerikli bir beşli paralı asker ekibin üzerinden gerçekçi soygun filminin tutarlılığı buraya yansımıyor. Egzotik doğa çok turistik ve oryantalist kullanılıyor.
ARTIK KENDİNE ÖZGÜ SÜPER KAHRAMAN EKİBİ FİLMLERİ ÇOK VAR
Greengrass filmlerine de el atan Ackroyd, çöl sahnelerinde “Ölümcül Tuzak” (“The Hurt Locker”, 2008) ve “Yeşil Bölge”vari (“Green Zone”, 2010) etki bırakıyor. Bunun ötesinde kapalı mekandaki aksiyon sahneleri de gülünç! 80’lerde gördüğümüz çatışmaların üzerine gerçekçi bir ton katma arzusu hiç tutmuyor. Loach ile Cholodenko’nun görüntü yönetmenleri, Acyroyd-Reiker ikilisi bütçeye para yazdırmak dışında katkıda bulunmuyor.
‘X-Men’ serisinin Hollywood’da çok erken start alsa da hep belli bir tutarlılığı olmuştur. Onun devamında “Watchmen”den (2009) “Galaksinin Koruyucuları”na (“Guardians of the Galaxy”, 2014), “Yırtıcı Kuşlar”dan (“Birds of Prey”) ‘Yenilmezler’e (‘The Avengers’) uzanan bir süper kahraman ekibi filmleri furyası devreye girdi.
Daha ziyade bizim izlediğimiz paralı askerlerin bir mücadelesi. Paralı askerlerin tür sinemasında miadı dolmuşken “Extraction”la aynı yıl içinde böyle demode bir çizgi/grafik roman uyarlamasının gelmesi ise düşündürücü.
Çizgi roman uyarlaması furyası Prince-Bythewood elinde ‘Rambo’ yıllarına geri dönen bir macera-aksiyon damarına bürünüyor. 2019’da J.C. Chandor’dan gördüğümüz becerikli bir beşli paralı asker ekibin üzerinden gerçekçi soygun filminin tutarlılığı buraya yansımıyor. Egzotik doğa çok turistik ve oryantalist kullanılıyor.
ARTIK KENDİNE ÖZGÜ SÜPER KAHRAMAN EKİBİ FİLMLERİ ÇOK VAR
Greengrass filmlerine de el atan Ackroyd, çöl sahnelerinde “Ölümcül Tuzak” (“The Hurt Locker”, 2008) ve “Yeşil Bölge”vari (“Green Zone”, 2010) etki bırakıyor. Bunun ötesinde kapalı mekandaki aksiyon sahneleri de gülünç! 80’lerde gördüğümüz çatışmaların üzerine gerçekçi bir ton katma arzusu hiç tutmuyor. Loach ile Cholodenko’nun görüntü yönetmenleri, Acyroyd-Reiker ikilisi bütçeye para yazdırmak dışında katkıda bulunmuyor.
‘X-Men’ serisinin Hollywood’da çok erken start alsa da hep belli bir tutarlılığı olmuştur. Onun devamında “Watchmen”den (2009) “Galaksinin Koruyucuları”na (“Guardians of the Galaxy”, 2014), “Yırtıcı Kuşlar”dan (“Birds of Prey”) ‘Yenilmezler’e (‘The Avengers’) uzanan bir süper kahraman ekibi filmleri furyası devreye girdi.
FANTASTİK ALGISI ‘STAR TREK’İN DİZİSİNE IŞINLANMAMIZI SAĞLIYOR
Bunların çoğu kendi geleneğiyle yürüyor. Bu sebeple de burada çizerler arasındaki Greg Rucka’nın yazdığı ‘kahramanlık senaryosu’ çok bayat anlara sebebiyet veriyor. Sakil diyaloglar da bu duruma destek veriyor.
Boş bir paralı asker filminden farksız bir seyir süreci bizi bekliyor. Filmin açılış jeneriğinde öldürülüp dirilen süper kahraman niyetine tasarlanan kahramanlarımızın bu konuda çok da ‘akılcı’, ‘kalıcı’ ve ‘özgün’ olmadıkları muhakkak. Bu sahne ‘Star Trek’ yıllarının bilimkurgu-fantastik algısına ışınlanma getiriyor. Bu durum karşısında da en iyi ihtimalle ‘Fantastic Four’la aynı seviyede bir uyarlama izliyoruz.
MARINELLI, MARINCA VE EJIOFOR KURTARAMIYOR
Prince-Brythwood’u Theron, Marinelli ve sonradan devreye giren Annamaria Marinca ile Chiwetel Ejiofor da kurtaramamış. Bu durum karşısında da ‘gerçekçi aksiyon/düello sahneleri’nin ten renginin çeşitliliğiyle öylesine kurgulandığı, bunun arasına da egzotik ve oryantalist geçmiş görüntülerinin serpiştirildiği gülünç bir tür filmi izliyoruz. Theron'un varlığıyla grafik roman uyarlaması olsa da mesafeli ve başarılı bir casusluk gerilimine kayan "Atomic Blonde" (2017) seviyesinde bir eser bekliyoruz, ama nafile!
“The Old Guard”, isminin ‘eski gardiyan’ anlamının boyutsuzluğunu da üzerine alıyor. Buradan bambaşka filmlerden kopyala-yapıştır öğelerle ilerlemeyi fazla abartıyor. Ne aksiyonu, ne karakterleri, ne de koreografisiyle içine alıyor. Aksine Bythewood’a fantastik aksiyon ve çizgi roman uyarlaması hiç kaldıramadı dedirtiyor. Ciddi bir fiyaskoyla yüzleşiyoruz. Sinemasal açıdan “Wonder Woman”ın (2017) Patty Jenkins’i ve “Yırtıcı Kuşlar”ın Cathy Yan’i mumla aranıyor.
Bunların çoğu kendi geleneğiyle yürüyor. Bu sebeple de burada çizerler arasındaki Greg Rucka’nın yazdığı ‘kahramanlık senaryosu’ çok bayat anlara sebebiyet veriyor. Sakil diyaloglar da bu duruma destek veriyor.
Boş bir paralı asker filminden farksız bir seyir süreci bizi bekliyor. Filmin açılış jeneriğinde öldürülüp dirilen süper kahraman niyetine tasarlanan kahramanlarımızın bu konuda çok da ‘akılcı’, ‘kalıcı’ ve ‘özgün’ olmadıkları muhakkak. Bu sahne ‘Star Trek’ yıllarının bilimkurgu-fantastik algısına ışınlanma getiriyor. Bu durum karşısında da en iyi ihtimalle ‘Fantastic Four’la aynı seviyede bir uyarlama izliyoruz.
MARINELLI, MARINCA VE EJIOFOR KURTARAMIYOR
Prince-Brythwood’u Theron, Marinelli ve sonradan devreye giren Annamaria Marinca ile Chiwetel Ejiofor da kurtaramamış. Bu durum karşısında da ‘gerçekçi aksiyon/düello sahneleri’nin ten renginin çeşitliliğiyle öylesine kurgulandığı, bunun arasına da egzotik ve oryantalist geçmiş görüntülerinin serpiştirildiği gülünç bir tür filmi izliyoruz. Theron'un varlığıyla grafik roman uyarlaması olsa da mesafeli ve başarılı bir casusluk gerilimine kayan "Atomic Blonde" (2017) seviyesinde bir eser bekliyoruz, ama nafile!
“The Old Guard”, isminin ‘eski gardiyan’ anlamının boyutsuzluğunu da üzerine alıyor. Buradan bambaşka filmlerden kopyala-yapıştır öğelerle ilerlemeyi fazla abartıyor. Ne aksiyonu, ne karakterleri, ne de koreografisiyle içine alıyor. Aksine Bythewood’a fantastik aksiyon ve çizgi roman uyarlaması hiç kaldıramadı dedirtiyor. Ciddi bir fiyaskoyla yüzleşiyoruz. Sinemasal açıdan “Wonder Woman”ın (2017) Patty Jenkins’i ve “Yırtıcı Kuşlar”ın Cathy Yan’i mumla aranıyor.
'KIZIM GİBİ KOKUYORSUN': BATACLAN'DAN SURİYE SINIRINA...
FİLMİN NOTU: 3.8
|
“Kızım Gibi Kokuyorsun”, Bataclan’da yaşanan terör olayının izdüşümlerini sinemaya taşıyor. Olgun Özdemir, önceki filmlerinin üzerine koysa da bir kez daha oyuncu yönetimi ve boyutsuz metafor kullanımında tökezliyor.
FRANSA BÖLÜMÜ UMUT VERİCİ
Bataclan Katliamı, 2016 Fransa’sında yaşanan üzücü bir olaydı. Nice’de büyük bir can kaybı ile sonuçlandı. Olgun Özdemir “Kızım Gibi Kokuyorsun”da o olay olurken bir köprünün altından geçen Beatrice adlı masum bir kadının hikayesinin farklı katmanlarını anlatıyor. Onun Fransa’daki, kapitalizm mağduru bir tipleme olarak çizilişi gayet yerinde.
Filmin ilk 20 dakikasında görüntü bindirme tekniği, ayna kullanımı ve köprü altındaki Ali Utku’nun uzun kaydırmaları hüznü yansıtıyor. Karakterin yabancılaşması bize geçiyor. Dozunda bir açılış sekansı izliyoruz. Özdemir’in kendi cameosuyla yüzünü göstermeden, Fransızca yorumları yansıttığı bölümde ‘patlamayı uzaktan gözlemleme’, ilerisi için umut verici.
SOYUT BİR ANNE-KIZ İLİŞKİSİ
Sonrasında ise bizi Antakya’ya, Suriye sınırına götüren bir yan öykü bekliyor. Arapların, Ermenilerin, Kürtlerin, her yan öykünün sıkıştığı bu hikaye, Çağlar Ertuğrul’un bembeyaz ve İstanbullu tiplemesi ile canlanıyor. Filmin temel derdi, soyut bir anne-kız ilişkisi esasen…
Özdemir’in kızı Yilsen Özdemir’in Kürtçe konuşarak amatörce can verdiği Hevi, filmi sırtlamaktan uzak. Clemence Verniau’nun karşısında tutunamıyor. Şerif Sezer, yöresinin ve Bataclan’ın mağduriyetlerini, İŞİD ve Suriye mültecileri üzerinden yorumlayarak bir anlam katıyor dramatik yapının sacayaklarına.
SEMBOLE DÖNÜŞEN METAFORLAR
Ancak filmin son 85. dakikasında ciddi bir kaos ve tartım problemi var. Ne aralardaki ilişkiler düzgün bir şekilde yansıtılıyor, ne de onların nasıl bir soyut müdahale ile birbirinden ayrılacağına odaklanıyor. Mezarlık sahnesi ile açılan ilk sekans zaten Hevi’nin sertliğiyle çok amatör duruyor. Onun devamında da aks kayması gibi problemler bir yana Ali Utku’nun katkısıyla inadına ağır tempo bizi etkisi altına alıyor.
Hikayenin etkisinden koparan bu hamle, ister istemez Özdemir’in iyi niyetli metaforik yaklaşımlarını da olumsuz bir yere çeviriyor. Yönetmen önceki filmlerinde de görüldüğü üzere metaforları üzerine düşünmeden kullanıyor, burada da ayna metaforunu boyutsuz bir sembole dönüştürecek kadar ileri gidiyor, sürekli aynı şeyi kullanmak, kimliksizlikten ziyade çaylaklık getiriyor.
MÜLTECİ KAMPINA MONEY SHOT KATKISI
Suriye sınırındaki mülteci kampının helikopter kamera ile alınması filmin en önemli ve etkili anlarını duyuruyor. O sahnelerde bir aksiyon ve anlam var. Sinemanın gerçeklerini hissediyoruz. Ama onun ötesinde karelerde birbirinin olup olmadığını bildiği şüpheli tiplemeler ya da tipler etrafta geziyor. Bu köşe kapmaca, usta bir yönetmenin elinde ‘yabancılaşma’ olarak yansıyacakken burada bir acemilikle kaplanıyor.
Özellikle Deniz Arna, Yilsen Özdemir bir acemilik katıyor. Filmin etnik gruplar çatışmasını 2.35:1’de kaldıramıyor. İnadına ağır tempo yapıp düşünen bireyler devreye sokmak isteyen Özdemir ise ‘böyle olmaz’ dedirtiyor. Çağlar Ertuğrul bu durumda zaafları ortaya çıkan yegane isim. Filmin müzikleri ise etkin olmaktan uzaktan.
Kırın hayali bir öğeye dönüştüğü sahne yönetmenin reklam arka planını ortaya koyan ama camp doku dışında faydası olmayan bir bölüm. “Kızım Gibi Kokuyorsun”, aslında Bataclan’dan Suriye sınırına yapılan yolculuğu Yılmaz Güney’in “Yol”u (1982) gibi derli toplu anlatsaymış yanımıza bir şeyler kar kalırmış. Bu haliyle dağınık bir günümüz Türkiye’si alegorisi devreye giriyor. Üslupsal karmaşadan ve acemi metaforlar silkelenene kadar film bitiyor. Ülkemizde geçen bölümlerde fazla entelektüel öğeye boğulsa da nerdeyse hiçbir şey çıkaramayacak hale geliyor.
FRANSA BÖLÜMÜ UMUT VERİCİ
Bataclan Katliamı, 2016 Fransa’sında yaşanan üzücü bir olaydı. Nice’de büyük bir can kaybı ile sonuçlandı. Olgun Özdemir “Kızım Gibi Kokuyorsun”da o olay olurken bir köprünün altından geçen Beatrice adlı masum bir kadının hikayesinin farklı katmanlarını anlatıyor. Onun Fransa’daki, kapitalizm mağduru bir tipleme olarak çizilişi gayet yerinde.
Filmin ilk 20 dakikasında görüntü bindirme tekniği, ayna kullanımı ve köprü altındaki Ali Utku’nun uzun kaydırmaları hüznü yansıtıyor. Karakterin yabancılaşması bize geçiyor. Dozunda bir açılış sekansı izliyoruz. Özdemir’in kendi cameosuyla yüzünü göstermeden, Fransızca yorumları yansıttığı bölümde ‘patlamayı uzaktan gözlemleme’, ilerisi için umut verici.
SOYUT BİR ANNE-KIZ İLİŞKİSİ
Sonrasında ise bizi Antakya’ya, Suriye sınırına götüren bir yan öykü bekliyor. Arapların, Ermenilerin, Kürtlerin, her yan öykünün sıkıştığı bu hikaye, Çağlar Ertuğrul’un bembeyaz ve İstanbullu tiplemesi ile canlanıyor. Filmin temel derdi, soyut bir anne-kız ilişkisi esasen…
Özdemir’in kızı Yilsen Özdemir’in Kürtçe konuşarak amatörce can verdiği Hevi, filmi sırtlamaktan uzak. Clemence Verniau’nun karşısında tutunamıyor. Şerif Sezer, yöresinin ve Bataclan’ın mağduriyetlerini, İŞİD ve Suriye mültecileri üzerinden yorumlayarak bir anlam katıyor dramatik yapının sacayaklarına.
SEMBOLE DÖNÜŞEN METAFORLAR
Ancak filmin son 85. dakikasında ciddi bir kaos ve tartım problemi var. Ne aralardaki ilişkiler düzgün bir şekilde yansıtılıyor, ne de onların nasıl bir soyut müdahale ile birbirinden ayrılacağına odaklanıyor. Mezarlık sahnesi ile açılan ilk sekans zaten Hevi’nin sertliğiyle çok amatör duruyor. Onun devamında da aks kayması gibi problemler bir yana Ali Utku’nun katkısıyla inadına ağır tempo bizi etkisi altına alıyor.
Hikayenin etkisinden koparan bu hamle, ister istemez Özdemir’in iyi niyetli metaforik yaklaşımlarını da olumsuz bir yere çeviriyor. Yönetmen önceki filmlerinde de görüldüğü üzere metaforları üzerine düşünmeden kullanıyor, burada da ayna metaforunu boyutsuz bir sembole dönüştürecek kadar ileri gidiyor, sürekli aynı şeyi kullanmak, kimliksizlikten ziyade çaylaklık getiriyor.
MÜLTECİ KAMPINA MONEY SHOT KATKISI
Suriye sınırındaki mülteci kampının helikopter kamera ile alınması filmin en önemli ve etkili anlarını duyuruyor. O sahnelerde bir aksiyon ve anlam var. Sinemanın gerçeklerini hissediyoruz. Ama onun ötesinde karelerde birbirinin olup olmadığını bildiği şüpheli tiplemeler ya da tipler etrafta geziyor. Bu köşe kapmaca, usta bir yönetmenin elinde ‘yabancılaşma’ olarak yansıyacakken burada bir acemilikle kaplanıyor.
Özellikle Deniz Arna, Yilsen Özdemir bir acemilik katıyor. Filmin etnik gruplar çatışmasını 2.35:1’de kaldıramıyor. İnadına ağır tempo yapıp düşünen bireyler devreye sokmak isteyen Özdemir ise ‘böyle olmaz’ dedirtiyor. Çağlar Ertuğrul bu durumda zaafları ortaya çıkan yegane isim. Filmin müzikleri ise etkin olmaktan uzaktan.
Kırın hayali bir öğeye dönüştüğü sahne yönetmenin reklam arka planını ortaya koyan ama camp doku dışında faydası olmayan bir bölüm. “Kızım Gibi Kokuyorsun”, aslında Bataclan’dan Suriye sınırına yapılan yolculuğu Yılmaz Güney’in “Yol”u (1982) gibi derli toplu anlatsaymış yanımıza bir şeyler kar kalırmış. Bu haliyle dağınık bir günümüz Türkiye’si alegorisi devreye giriyor. Üslupsal karmaşadan ve acemi metaforlar silkelenene kadar film bitiyor. Ülkemizde geçen bölümlerde fazla entelektüel öğeye boğulsa da nerdeyse hiçbir şey çıkaramayacak hale geliyor.
'MUCHO MUCHO AMOR: WALTER MERCADO EFSANESİ': PUERTO RİKO'NUN ZEKİ MÜREN'İ
FİLMİN NOTU: 5
|
Ünlü astrolog Walter Mercado’ya politik açıdan doğru yaklaşan bir belgesel. Bir İtalyan, bir Amerikalı yönetmenin imzasını taşımasıyla bir şeylerini sözünü veriyor. Ama “Mucho Mucho Amor: Walter Mercado Efsanesi”, teknik açıdan ortalama ve klasik bir belgesel.
NOSTALJİK TATLAR BARINDIRIYOR
Sinemada tarot falının ve astrolojinin gücüne arada sırada rastlarız. Bunun ciddi bir motife, yönlendirici bir fantastik damara dönüştüğü görülür. Agnès Varda klasiği “5’ten 7’ye Cléo”da (“Cléo de 5 à 7”, 1962) şarkıcı Cléo’nun bir tarot falcısının söylemesiyle birlikte uçuruma sürüklendiği bir tablo ya da kapı vardır. Film de bu büyüleyici yoldan ilerleyip kendi modelinde klasiğe dönüşmüştür.
2020’de biri İtalyan, biri Amerikalı iki yönetmenin bir araya gelmesiyle astrolojinin Zeki Müren’inin hayatına giriyoruz. Ağustos 2019’da vefat eden bir ikonun Puerto Riko’daki doğumumdan 1969’daki yükseliş dönemine ve son konserlerine kadar uzanan politik açıdan doğru yaklaşım var. “Mucho Mucho Amor: Walter Mercado Efsanesi” (“Mucho Mucho Amor: The Legend of Walter Mercado”) bu açıdan ilginç öğelerin üst üste gelmesiyle dikkat çekiyor, nostaljik tatlar barındırıyor.
FAZLA ERKEN VE KLASİK
Bunun ötesinde de Walter Mergado’nun ikonik ses tonu ve görüntülerinin de bir potpurisini sunuyor. Puerto Rico’dan İtalya’ya uzanan dünyaca ünlülük gerçekten dikkat çekici. Bu da bir şan-şöhret incelemesine dönüşüyor. Finale doğru “Aydaki Adam” (“Man on the Moon”, 1999) misali gizemli ve oyunbaz bir şaşırtmacayla da hikayesi farklı bir eğilime kayabiliyor.
Bu açıdan da değerli ve dokunaklı bir belgesel izliyoruz. Ama teknik açıdan arşiv görüntüleri ile röportajların iç içe geçmesinin ötesinin verilmemesi bir iddia ortaya konmasını engelliyor. Böylesi bir gökkuşağı ikonun yansıtılması bir belge elbette. Ama yine de orta halli bir şekilde tamamlanıyor. Lin-Manuel Miranda’nın devreye girmesi güzel bir ekleme. Fakat belgeselin 2019’daki ani vefatın üzerine gelmesi ve aşırı klasik durması gibi problemleri var.
NOSTALJİK TATLAR BARINDIRIYOR
Sinemada tarot falının ve astrolojinin gücüne arada sırada rastlarız. Bunun ciddi bir motife, yönlendirici bir fantastik damara dönüştüğü görülür. Agnès Varda klasiği “5’ten 7’ye Cléo”da (“Cléo de 5 à 7”, 1962) şarkıcı Cléo’nun bir tarot falcısının söylemesiyle birlikte uçuruma sürüklendiği bir tablo ya da kapı vardır. Film de bu büyüleyici yoldan ilerleyip kendi modelinde klasiğe dönüşmüştür.
2020’de biri İtalyan, biri Amerikalı iki yönetmenin bir araya gelmesiyle astrolojinin Zeki Müren’inin hayatına giriyoruz. Ağustos 2019’da vefat eden bir ikonun Puerto Riko’daki doğumumdan 1969’daki yükseliş dönemine ve son konserlerine kadar uzanan politik açıdan doğru yaklaşım var. “Mucho Mucho Amor: Walter Mercado Efsanesi” (“Mucho Mucho Amor: The Legend of Walter Mercado”) bu açıdan ilginç öğelerin üst üste gelmesiyle dikkat çekiyor, nostaljik tatlar barındırıyor.
FAZLA ERKEN VE KLASİK
Bunun ötesinde de Walter Mergado’nun ikonik ses tonu ve görüntülerinin de bir potpurisini sunuyor. Puerto Rico’dan İtalya’ya uzanan dünyaca ünlülük gerçekten dikkat çekici. Bu da bir şan-şöhret incelemesine dönüşüyor. Finale doğru “Aydaki Adam” (“Man on the Moon”, 1999) misali gizemli ve oyunbaz bir şaşırtmacayla da hikayesi farklı bir eğilime kayabiliyor.
Bu açıdan da değerli ve dokunaklı bir belgesel izliyoruz. Ama teknik açıdan arşiv görüntüleri ile röportajların iç içe geçmesinin ötesinin verilmemesi bir iddia ortaya konmasını engelliyor. Böylesi bir gökkuşağı ikonun yansıtılması bir belge elbette. Ama yine de orta halli bir şekilde tamamlanıyor. Lin-Manuel Miranda’nın devreye girmesi güzel bir ekleme. Fakat belgeselin 2019’daki ani vefatın üzerine gelmesi ve aşırı klasik durması gibi problemleri var.
20 MART-26 HAZİRAN ARASI VİZYONA GİRMEDEN YASAL ONLINE PLATFORMLARDA GÖSTERİLEN FİLMLERİN YILDIZ TABLOSU:
7500: 2.5
A WHISKER AWAY: 6.1
ANGELO: 7.5
APOLLO 11: 7
ATHLETE A: 5.8
BAD EDUCATION: 4.5
BEATS: 6.4
BOZKIR: 2
COLDEST GAME: 3.9
CRIP CAMP: 5.3
CURTIZ: 6
DA 5 BLOODS: 5.7
DISCLOSURE: 6.8
DONNYBROOK: 5.8
EUROVISION SONG CONTEST: 5.5
EXTRACTION: 4.5
FEEL THE BEAT: 2.2
GENÇ AHMED: 3.5
HAVE A GOOD TRIP: ADVENTURES IN PSYCHEDELICS: 5.1
HALF OF IT: 5.5
HOMEMADE: 6
HOUSE OF HUMMINGBIRD: 3.5
I AM NO LONGER HERE: 7
INVISIBLE LIFE: 4
JONATHAN: 5
KRONOLOJİ: 3.7
LEVEL 16: 6.3
LOST IN LONDON: 7.8
LOST GIRLS: 7
MARADONA: 6
MARONA: A FANTASTIC TALE: 6.3
MARWEN: 7.5
NOBODY KNOWS I’M HERE: 5.1
ONCE UPON A TIME IN LONDON: 6.5
OUR TIME: 6.3
PARADISE HILLS: 7.5
PROXIMA: 3.7
RICHARD JEWELL: 5.4
ROUBAIX: UNE LUMIERE: 2.5
RULES DON’T APPLY: 5.5
SOLUK: 4.7
SORRY TO BOTHER YOU: 6.9
THE MAN WHO KILLED HITLER AND BIGFOOT: 5
THE MUSTANG: 5.4
THE SPECIALS: 5.5
THE VAST OF NIGHT: 6.9
THE WILLOUGHBYS: 6
TIGERTAIL: 4
UNCUT GEMS: 6
UNDER THE RICCIONE SUN: 3
WASP NETWORK: 3.7
WILD GOOSE LAKE: 6.5
YARINA TEK BİLET: 5.1
YARDIE: 5
7500: 2.5
A WHISKER AWAY: 6.1
ANGELO: 7.5
APOLLO 11: 7
ATHLETE A: 5.8
BAD EDUCATION: 4.5
BEATS: 6.4
BOZKIR: 2
COLDEST GAME: 3.9
CRIP CAMP: 5.3
CURTIZ: 6
DA 5 BLOODS: 5.7
DISCLOSURE: 6.8
DONNYBROOK: 5.8
EUROVISION SONG CONTEST: 5.5
EXTRACTION: 4.5
FEEL THE BEAT: 2.2
GENÇ AHMED: 3.5
HAVE A GOOD TRIP: ADVENTURES IN PSYCHEDELICS: 5.1
HALF OF IT: 5.5
HOMEMADE: 6
HOUSE OF HUMMINGBIRD: 3.5
I AM NO LONGER HERE: 7
INVISIBLE LIFE: 4
JONATHAN: 5
KRONOLOJİ: 3.7
LEVEL 16: 6.3
LOST IN LONDON: 7.8
LOST GIRLS: 7
MARADONA: 6
MARONA: A FANTASTIC TALE: 6.3
MARWEN: 7.5
NOBODY KNOWS I’M HERE: 5.1
ONCE UPON A TIME IN LONDON: 6.5
OUR TIME: 6.3
PARADISE HILLS: 7.5
PROXIMA: 3.7
RICHARD JEWELL: 5.4
ROUBAIX: UNE LUMIERE: 2.5
RULES DON’T APPLY: 5.5
SOLUK: 4.7
SORRY TO BOTHER YOU: 6.9
THE MAN WHO KILLED HITLER AND BIGFOOT: 5
THE MUSTANG: 5.4
THE SPECIALS: 5.5
THE VAST OF NIGHT: 6.9
THE WILLOUGHBYS: 6
TIGERTAIL: 4
UNCUT GEMS: 6
UNDER THE RICCIONE SUN: 3
WASP NETWORK: 3.7
WILD GOOSE LAKE: 6.5
YARINA TEK BİLET: 5.1
YARDIE: 5