TEDAVİSİ ZOR OYUNCU SENDROMU
19/12/2014 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 4
|
Zamanı geçmiş orta yaşlı bir oyuncunun, yan role kaymasının yol açtığı sendromu, “Arkası Yarın” (1968) ile “Havuz”u (2003) bir araya getiren bir şablonla yorumlamanın peşinde sanki “Ve Perde”... Ancak Fransız sanat filmi üretme konusunda kendini kasmasıyla ünlenen 59 yaşındaki yönetmen Olivier Assayas’nın hesaplı yaklaşımından kurtulamıyor. Öte yandan Kristen Stewart’ın yükselen kariyerinde 2014’te “Still Alice” ve “Camp X-Ray” ile birlikte oyunculuk yeteneğini hissettirdiği yer olarak da anılacaktır.
Bazı yönetmenler vardır, sinema tarihinde sadece şişirilerek yer tutarlar. Birinden dinleyince bu isimlerin ‘usta’ olduğuna kanaat getirebilirsiniz. Ancak bu kişiler, usulca etraftaki furyaları, seyirciyi etkileme metotlarını bilip, nabza göre şerbet veren yapılar inşa ederler. Sektörden geriye çekilince ise bilinçli izleyici için ‘bomboş bir çöp kutusu’ndan farksız bir kariyerle öte dünyaya uğurlanırlar. Olivier Assayas böyle isimlerden.
AĞIR SANAT FİLMLERİ İNANDIRICI MI?
Elbette “Irma Vep” (1996) ve “Clean” (2004) için ‘cillop gibi film’ diyenler olabilir. Biz de bu görüşlere fazla itiraz etmeyiz. Ama işin özü adı geçen şahsiyetin ‘Fransız sanat filmi’ tanımına uygun işler vererek uluslararası piyasaya hitap etmesidir. Filmlerini izleyince, 60 yaşına merdiven dayayan bir yönetmenin sinema gramerinden anlamamasının güç olduğunu kavrarız. Nitekim de bu konuda hesaplı eylemlerin farkına varırız.
İnatla 120 dakikayı geçen ağır sanat filmleri aslında hiçbir şey anlatmaz. Kısa sürede anlamlandırılabilecek hikayeleri, uzun planlarla, tempo düşüklüğüyle uzun zamanla sararak ciddi gözükür. Üstüne bir de ‘duygusal/dokunaklı şarkı’ patlatmak, ana vazifeye dönüşür ve entelektüel kitleyi hüzne boğar. Bu kaygılar o kadar belirgindir ki, “Direniş Günlerinde Aşk” (“Après Mai”, 2012) gibi kısalsa mucizevi değilse bile eli yüzü düzgün durabilecek 68 olayları filmini de baltalayabilir.
İKİNCİ KEZ OYUNCU HİKAYESİ
Ama genel anlamda bakarsak Assayas, kadın ana karakterlerle çalışmayı sever. Maggie Cheung, Emmuelle Béart, Virginie Ledoyen, Connie Nielsen gibi isimler onunla beraber bir anlam aramıştır. Juliette Binoche da burada entelektüel durmak için kasan “Yaz Saati”nden (“L’heure d’été”, 2008) sonra ikinci kez yönetmenin ana nesnesine dönüşüyor.
Assayas, “Irma Vep”te Çinli bir aktrisin ‘Les Vampires’in yeniden çevrimine uyum sağlama çabasını ele almıştı. Bu kez ise eskimiş bir tiyatro oyuncusunun, Maria Enders’in 20 sene önce oynadığı oyunun yeni versiyonunda yan rolü üstlenecek olmasıyla yaşadığı travmayı perdeye taşıyor. “Ve Perde”nin (“Clouds of Sils Maria”, 2014) yola çıktığı da aslında ‘zamanı geçmiş oyuncular’ özelinde bir kimlik sorgulaması ve varoluş sıkıntısı oluyor. Yani Joseph L. Mankiewicz’in “Perde Açılıyor”undan (“All About Eve”, 1950) bu yana gördüğümüz ‘yaşlanan kadın oyuncunun, önüne geçebilecek genç bir yıldızla mücadelesi’ formülü canlanıyor.
REFERANSLARI AÇIK
Maria yanına aldığı genç asistanı da, onun Sigrid rolünü kapacak Hollywood oyuncusunu da bir çırpıda düşmana çeviriyor. Kıskançlık ve çaresizlik öne çıkıyor. Assayas, sanki “Arkası Yarın”ın (“The Killing of Sister George”, 1968) lezbiyen pembe dizi oyuncusunun yaşlanınca kenara itilip kafayı yediği hikaye yapısını akla getiriyor. Üstelik, Robert Aldrich’in filminde 50 yaşındaki Beryl Reid ile günümüzdeki Binoche yaşıt.
Açıkçası Assayas’nın Binoche, Stewart ve Moretz’e ipleri vermesi, her sahne sabitken bir anda hareketlenebilen tuhaf kamera kullanımıyla bütünlenirken, müziğe az başvurarak minimal durma metotları hiç tutmuyor. Pachelbel’in Canon D Major’ının devreye ‘entelektüel zeka’yı ortaya koyma adına girmesi -çoğu Assayas filmindeki diğer sanatlardan beslenerek kendini kanıtlama arzusu gibi-, göstermelik duruyor. Karakterlerin gelişimini baltalıyor. Stewart’ın soyunup seksiliğini göstererek Maria’nın göz hapsine alınması, “Havuz”daki (“Swimming Pool”, 2003) Charlotte Rampling-Ludivine Sagnier ilişkisini akla getiriyor, ama oradaki yaratıcılık dönemi sancılarını Hitchcokyen gerilimle harmanlama becerisi canlanmıyor.
EN İYİ İNGİLİZCE FİLMİ OLMASINA SEVİNELİM Mİ?
Sanki “Kutsal Motorlar” (“Holy Motors”, 2012), “Son Şans” (“The Congress”, 2013) gibi eskiyen oyuncuların dijital çağdaki çaresizliğiyle ilgili filmler çekilmemiş gibi hissediyoruz “Ve Perde”yi izleyince. Belki “Demonlover” (2002) ve “Kaçış Yolu” (“Boarding Gate”, 2007) facialarını göz önünde bulundurunca Assayas’nın ‘en iyi İngilizce filmi’ canlanıyor. Seviye onlar kadar yerlerde sürünmüyor. Peki ama buna sevinmeli miyiz?
Film, ‘Binoche ile genç kadınların ilişkisi’nde adeta cüretkar cinsel arayış öyküsü “Kadınlar”ın (“Elles”, 2011) resmi olmayan devam filmine dönüşüyor. Kamera arkasında ise Malgorzata Szumowska’yı aratıyor. Böylece elimizde “Welcome to the Rileys” (2010) ile başlayan cesur rollerdeki yükselişini, bu sene üç filmle perçinleyen Kristen Stewart kalıyor. Bağımsız projeler ona içindeki yeteneği açığa çıkarmak için alan açıyor.
Bazı yönetmenler vardır, sinema tarihinde sadece şişirilerek yer tutarlar. Birinden dinleyince bu isimlerin ‘usta’ olduğuna kanaat getirebilirsiniz. Ancak bu kişiler, usulca etraftaki furyaları, seyirciyi etkileme metotlarını bilip, nabza göre şerbet veren yapılar inşa ederler. Sektörden geriye çekilince ise bilinçli izleyici için ‘bomboş bir çöp kutusu’ndan farksız bir kariyerle öte dünyaya uğurlanırlar. Olivier Assayas böyle isimlerden.
AĞIR SANAT FİLMLERİ İNANDIRICI MI?
Elbette “Irma Vep” (1996) ve “Clean” (2004) için ‘cillop gibi film’ diyenler olabilir. Biz de bu görüşlere fazla itiraz etmeyiz. Ama işin özü adı geçen şahsiyetin ‘Fransız sanat filmi’ tanımına uygun işler vererek uluslararası piyasaya hitap etmesidir. Filmlerini izleyince, 60 yaşına merdiven dayayan bir yönetmenin sinema gramerinden anlamamasının güç olduğunu kavrarız. Nitekim de bu konuda hesaplı eylemlerin farkına varırız.
İnatla 120 dakikayı geçen ağır sanat filmleri aslında hiçbir şey anlatmaz. Kısa sürede anlamlandırılabilecek hikayeleri, uzun planlarla, tempo düşüklüğüyle uzun zamanla sararak ciddi gözükür. Üstüne bir de ‘duygusal/dokunaklı şarkı’ patlatmak, ana vazifeye dönüşür ve entelektüel kitleyi hüzne boğar. Bu kaygılar o kadar belirgindir ki, “Direniş Günlerinde Aşk” (“Après Mai”, 2012) gibi kısalsa mucizevi değilse bile eli yüzü düzgün durabilecek 68 olayları filmini de baltalayabilir.
İKİNCİ KEZ OYUNCU HİKAYESİ
Ama genel anlamda bakarsak Assayas, kadın ana karakterlerle çalışmayı sever. Maggie Cheung, Emmuelle Béart, Virginie Ledoyen, Connie Nielsen gibi isimler onunla beraber bir anlam aramıştır. Juliette Binoche da burada entelektüel durmak için kasan “Yaz Saati”nden (“L’heure d’été”, 2008) sonra ikinci kez yönetmenin ana nesnesine dönüşüyor.
Assayas, “Irma Vep”te Çinli bir aktrisin ‘Les Vampires’in yeniden çevrimine uyum sağlama çabasını ele almıştı. Bu kez ise eskimiş bir tiyatro oyuncusunun, Maria Enders’in 20 sene önce oynadığı oyunun yeni versiyonunda yan rolü üstlenecek olmasıyla yaşadığı travmayı perdeye taşıyor. “Ve Perde”nin (“Clouds of Sils Maria”, 2014) yola çıktığı da aslında ‘zamanı geçmiş oyuncular’ özelinde bir kimlik sorgulaması ve varoluş sıkıntısı oluyor. Yani Joseph L. Mankiewicz’in “Perde Açılıyor”undan (“All About Eve”, 1950) bu yana gördüğümüz ‘yaşlanan kadın oyuncunun, önüne geçebilecek genç bir yıldızla mücadelesi’ formülü canlanıyor.
REFERANSLARI AÇIK
Maria yanına aldığı genç asistanı da, onun Sigrid rolünü kapacak Hollywood oyuncusunu da bir çırpıda düşmana çeviriyor. Kıskançlık ve çaresizlik öne çıkıyor. Assayas, sanki “Arkası Yarın”ın (“The Killing of Sister George”, 1968) lezbiyen pembe dizi oyuncusunun yaşlanınca kenara itilip kafayı yediği hikaye yapısını akla getiriyor. Üstelik, Robert Aldrich’in filminde 50 yaşındaki Beryl Reid ile günümüzdeki Binoche yaşıt.
Açıkçası Assayas’nın Binoche, Stewart ve Moretz’e ipleri vermesi, her sahne sabitken bir anda hareketlenebilen tuhaf kamera kullanımıyla bütünlenirken, müziğe az başvurarak minimal durma metotları hiç tutmuyor. Pachelbel’in Canon D Major’ının devreye ‘entelektüel zeka’yı ortaya koyma adına girmesi -çoğu Assayas filmindeki diğer sanatlardan beslenerek kendini kanıtlama arzusu gibi-, göstermelik duruyor. Karakterlerin gelişimini baltalıyor. Stewart’ın soyunup seksiliğini göstererek Maria’nın göz hapsine alınması, “Havuz”daki (“Swimming Pool”, 2003) Charlotte Rampling-Ludivine Sagnier ilişkisini akla getiriyor, ama oradaki yaratıcılık dönemi sancılarını Hitchcokyen gerilimle harmanlama becerisi canlanmıyor.
EN İYİ İNGİLİZCE FİLMİ OLMASINA SEVİNELİM Mİ?
Sanki “Kutsal Motorlar” (“Holy Motors”, 2012), “Son Şans” (“The Congress”, 2013) gibi eskiyen oyuncuların dijital çağdaki çaresizliğiyle ilgili filmler çekilmemiş gibi hissediyoruz “Ve Perde”yi izleyince. Belki “Demonlover” (2002) ve “Kaçış Yolu” (“Boarding Gate”, 2007) facialarını göz önünde bulundurunca Assayas’nın ‘en iyi İngilizce filmi’ canlanıyor. Seviye onlar kadar yerlerde sürünmüyor. Peki ama buna sevinmeli miyiz?
Film, ‘Binoche ile genç kadınların ilişkisi’nde adeta cüretkar cinsel arayış öyküsü “Kadınlar”ın (“Elles”, 2011) resmi olmayan devam filmine dönüşüyor. Kamera arkasında ise Malgorzata Szumowska’yı aratıyor. Böylece elimizde “Welcome to the Rileys” (2010) ile başlayan cesur rollerdeki yükselişini, bu sene üç filmle perçinleyen Kristen Stewart kalıyor. Bağımsız projeler ona içindeki yeteneği açığa çıkarmak için alan açıyor.