FANTASTİK BİR 'LEYLA İLE MECNUN'
22/03/2013 - Habertürk
|
FİLMİN NOTU: 3.8
|
“Ladyhawke”un ‘kılıç-büyü’ odaklı lanet algısını bir Leyla ile Mecnun hikayesine uyarlayan, yerli işi bir fantastik aşk filmi denebilir. “Mahmut ile Meryem”, geçtiği yüzyılı yer yer boyutsuzlukla değerlendirse de prodüksiyon kalitesinin katkısıyla figüranlı sahnelerde dikkat çekiyor. Ancak oyunculuk ve senaryo gibi sinemanın temel kurallarını bir çırpıda silmeyi tercih ediyor. Bu da en fazla vasat bir seyirlikle sinema salonundan ayrılmamıza yol açıyor.
“Fetih 1453” (2012) sonrasında tarihi film algımızda en azından bir çalkalanma olduğuna şüphe yok. Ancak bu durumdan faydalanan film sayısının da bir elin parmaklarını bile bulmadığı kesin. Senede 60 civarında eser üretilmesine karşın halen bu konudaki ‘bilinç’ yerlerde sürünüyor. “Mahmut ile Meryem” (2013) ise “Kaybedenler Kulübü”nün (2011) ortak senaristi Mehmet Ada Öztekin’in katkılarıyla bir şeylerin sözünü veriyor.
“SüperTürk” ve “Hititya: Madalyonun Sırrı” kadar değerli mi?
Fantastik sinema açılımında “SüperTürk”ün (2012) çizgi roman uyarlaması/süper kahraman filmi, “Hititya: Madalyonun Sırrı”nın (2013) peri masalı filmi konusundaki ‘A sınıf’ hareketlenmelerine bir de ‘fantastik aşk filmi’ tanımı ekliyor. Bunu yaparken özellikle destansı ve fantastik bölümlerde (80’lerin duygusunu hatırlatan son sekans hariç) prodüksiyon kalitesinin katkısıyla bir tutarlılık aşıladığı şüphesiz.
Görüntü yönetmeni de anamorfik lenslere ayak uydurduğu anlarda özellikle savaş meydanındaki psişik sekans başta olmak üzere iyi dikiş tutturmuş. Bunun yanında saray içi sekanslarda bir sanat yönetimi özeni var. Ancak makyajların abartılı bir pudra izlenimine kostümlerin eskimeme ve perukların günümüzden durma (Bkz. Cemal Günal’ın karakteri) sorunsalı eklenince yarım bir prodüksiyon çalışması gözümüzde canlanıyor.
Aras Bulut mu, Rudolph Valentino mu?
Her şeye rağmen “Ladyhawke”un (1985) lanet fikrini andıran ‘kılıç-büyü filmi’ tabanının efsanevi duruşunu bir ‘Leyla ile Mecnun’ hikayesine uyarlayan dramatik yapı, yaratıcı evreniyle seyirciyi yer yer içine almayı beceriyor. Elçin’in romanı, doğru bir kaynağa dönüşüyor. Ancak tam da o noktada arka plandaki ve öndeki oyuncular için ölçekleri yerleştirme noktasında sahneler arası geçişlerde ‘kurgu uyumu’ adına gülünç anlar karşımıza çıkıyor.
Daha ziyade de tarihi hikayenin içindeki Azeri oyunculara yapılan Türkçe yapay dublaj sırıtıyor, Aras Bulut Iynemi başta olmak üzere bütün oyuncuların dizi yapaylığını tercih etmesi de ‘ambalaj’la gelen samimiyetin yitirilmesine yol açıyor. Göz kullanımından mimiklere, replikleri söylemekten akışa ayak uydurmaya kadar bir ‘plastiklik’ gözlerden kaçmıyor. Üstelik onun yakın, çok yakın ve orta plan kullanımının abartılıp sakalsız halinin öne çıkarılması, sessiz sinema döneminde Rudolph Valentino’nun ‘sahne kimliği’yle kadınları salonlara çekme misali bir tabloyu canlandırıyor. Bunu yeteneksiz bir oyuncuya bel bağlayarak iki saate yayan filmin özellikle kabuğundan çıkıp fazla ‘sıkıcı’ hale geldiği ve açıldıkça açılıp hantal yapısının esiri olduğunu söyleyebiliriz.
Bir kez daha olmamış bir senaryo
Her şeye rağmen prodüksiyon kalitesi, buradaki destansı ve fantastik aşk meselesini doğru bir yaklaşımla destekliyor. Açılış sekansının daha özenli olması ya da diyalog içeren sekanslarda ders kitaplarının sakilliğinin dışına çıkılması elbette tercihimiz. Ancak bunlar da ‘fantastik alışkanlıklar’ın oluşmasıyla birlikte üzerine gidilecek püf noktaları aslında.
Sadece “Mahmut ile Meryem” özelinde büyük prodüksiyonlarda senaryoyu boşlayıp görsel tutarlılıkla ‘ön çalışma’ ve ‘post-prodüksiyon’a bağlı kalınmasını bir tehlike olarak görebiliriz. Bunun aşılmasıyla boyutlu karakterler, anlamlı-yerinde diyaloglar ve tıkanmayan dramatik iskeletle bir ritim duygusu hissedebiliriz. Bu daha başlangıçsa ise Öztekin’e 16. yüzyılda geçen Hıristiyan-Müslüman aşkındaki imkansızlığı ve tabuları yıkma meselesi nazarında saygı duymalıyız. Ama burada Bulut’un bayan hayranları hariç popüler sinemanın ‘özdeşleştirme’ tarafının gözden kaçırılması, seyircinin büyük kısmının hikayenin içine girmesini engelleyecektir.
“Fetih 1453” (2012) sonrasında tarihi film algımızda en azından bir çalkalanma olduğuna şüphe yok. Ancak bu durumdan faydalanan film sayısının da bir elin parmaklarını bile bulmadığı kesin. Senede 60 civarında eser üretilmesine karşın halen bu konudaki ‘bilinç’ yerlerde sürünüyor. “Mahmut ile Meryem” (2013) ise “Kaybedenler Kulübü”nün (2011) ortak senaristi Mehmet Ada Öztekin’in katkılarıyla bir şeylerin sözünü veriyor.
“SüperTürk” ve “Hititya: Madalyonun Sırrı” kadar değerli mi?
Fantastik sinema açılımında “SüperTürk”ün (2012) çizgi roman uyarlaması/süper kahraman filmi, “Hititya: Madalyonun Sırrı”nın (2013) peri masalı filmi konusundaki ‘A sınıf’ hareketlenmelerine bir de ‘fantastik aşk filmi’ tanımı ekliyor. Bunu yaparken özellikle destansı ve fantastik bölümlerde (80’lerin duygusunu hatırlatan son sekans hariç) prodüksiyon kalitesinin katkısıyla bir tutarlılık aşıladığı şüphesiz.
Görüntü yönetmeni de anamorfik lenslere ayak uydurduğu anlarda özellikle savaş meydanındaki psişik sekans başta olmak üzere iyi dikiş tutturmuş. Bunun yanında saray içi sekanslarda bir sanat yönetimi özeni var. Ancak makyajların abartılı bir pudra izlenimine kostümlerin eskimeme ve perukların günümüzden durma (Bkz. Cemal Günal’ın karakteri) sorunsalı eklenince yarım bir prodüksiyon çalışması gözümüzde canlanıyor.
Aras Bulut mu, Rudolph Valentino mu?
Her şeye rağmen “Ladyhawke”un (1985) lanet fikrini andıran ‘kılıç-büyü filmi’ tabanının efsanevi duruşunu bir ‘Leyla ile Mecnun’ hikayesine uyarlayan dramatik yapı, yaratıcı evreniyle seyirciyi yer yer içine almayı beceriyor. Elçin’in romanı, doğru bir kaynağa dönüşüyor. Ancak tam da o noktada arka plandaki ve öndeki oyuncular için ölçekleri yerleştirme noktasında sahneler arası geçişlerde ‘kurgu uyumu’ adına gülünç anlar karşımıza çıkıyor.
Daha ziyade de tarihi hikayenin içindeki Azeri oyunculara yapılan Türkçe yapay dublaj sırıtıyor, Aras Bulut Iynemi başta olmak üzere bütün oyuncuların dizi yapaylığını tercih etmesi de ‘ambalaj’la gelen samimiyetin yitirilmesine yol açıyor. Göz kullanımından mimiklere, replikleri söylemekten akışa ayak uydurmaya kadar bir ‘plastiklik’ gözlerden kaçmıyor. Üstelik onun yakın, çok yakın ve orta plan kullanımının abartılıp sakalsız halinin öne çıkarılması, sessiz sinema döneminde Rudolph Valentino’nun ‘sahne kimliği’yle kadınları salonlara çekme misali bir tabloyu canlandırıyor. Bunu yeteneksiz bir oyuncuya bel bağlayarak iki saate yayan filmin özellikle kabuğundan çıkıp fazla ‘sıkıcı’ hale geldiği ve açıldıkça açılıp hantal yapısının esiri olduğunu söyleyebiliriz.
Bir kez daha olmamış bir senaryo
Her şeye rağmen prodüksiyon kalitesi, buradaki destansı ve fantastik aşk meselesini doğru bir yaklaşımla destekliyor. Açılış sekansının daha özenli olması ya da diyalog içeren sekanslarda ders kitaplarının sakilliğinin dışına çıkılması elbette tercihimiz. Ancak bunlar da ‘fantastik alışkanlıklar’ın oluşmasıyla birlikte üzerine gidilecek püf noktaları aslında.
Sadece “Mahmut ile Meryem” özelinde büyük prodüksiyonlarda senaryoyu boşlayıp görsel tutarlılıkla ‘ön çalışma’ ve ‘post-prodüksiyon’a bağlı kalınmasını bir tehlike olarak görebiliriz. Bunun aşılmasıyla boyutlu karakterler, anlamlı-yerinde diyaloglar ve tıkanmayan dramatik iskeletle bir ritim duygusu hissedebiliriz. Bu daha başlangıçsa ise Öztekin’e 16. yüzyılda geçen Hıristiyan-Müslüman aşkındaki imkansızlığı ve tabuları yıkma meselesi nazarında saygı duymalıyız. Ama burada Bulut’un bayan hayranları hariç popüler sinemanın ‘özdeşleştirme’ tarafının gözden kaçırılması, seyircinin büyük kısmının hikayenin içine girmesini engelleyecektir.